Vasıl ve Fasıl

l- Vasıl: Lugatta; " ulaşmak, ulaştırmak ve bağlamak" mânasına gelir.[1] Istılahta ise; "Sözü oluşturan cümleleri, vâv" harfi ile birbirine atfetmektir (bağlamaktır).[2]

2- Fasıl: Lugatta; "kesmek, iki şeyi birbirinden ayırmak ve uzaklaştırmak" mânasına gelir.[3] Istılahta ise; Bir cümleyi, diğer bir cümleye atfetmeyip onları ayrı ayn zikretmektir. (Yâni arada bağlaç veya bağ-fıil bulunmaksızın kelime ve cümlelerin bir araya getirilmelerine fasıl denilir.)[4]

Biz, burada sadece «vav» bağlacı ile yapılan atıftan bahsedeceğiz. Çünkü «vâv» dışındaki edatlarla yapılan atıfta herhangi bir karışıklık mey­dana gelmez. Vasıl ve fasıl´n herbirisinin yapıldığı özel durumlar vardır.

A-Fasl Yapılan Yerler:

Beş yerde fasl yapmak gerekir:

a) Birincisi: İki cümle arasında tam bir birlik (birleştirici bir yön) bu­lunduğu zaman fasl yapılır. Bu durum, şu şekillerde olur:

- İkinci cümle, birinci cümlenin mânasını te´kîd eder (pekiştirir). .

- İkinci cümle, birinci cümlenin bedeli olur-

- İkinci cümle, birinci cümlenin mânâsını açıklar. Ve bu durumlarda; iki cümle arasında "tam bir bağlantı" vardır denilir.[5]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî (Öİ.354/965), bir şiirinde şöyle der:

«Kainat (zaman), ancak benim kasidelerimi rivayet edenlerden ibarettir (oluşur). Ben, bir şiir söylediğim zaman, kainat o şiiri yüksek sesle inşâd etmiş olur.» Bu şiirde, ikinci mısra birinci mısraı pekiştirmek için söylenmiştir. ÇünJcü her iki cümlenin mânası aynıdır.[6] .«Elif. Lam. Mim-. Bu kendisinde hiç şüphe ol-mayan ... bir kitaptır.» Bu ayette; «onda asla şüphe yoktur.» cümlesi" O kitap" ibaresinin te´kididir.[7] Ebu´l-´Alâ eî-Ma´ârrî(öl.449/1057), bir şiirinde şöyle der:

«ister bedevi, ister medeni olsun insanlar; -her ne kadar hissetmeseler dahi- onların bir kısmı diğer bir kısmına hizmetçidirler.» Bu şiirde, ikinci mısra, birinci mısraı açıklamak ve izah etmek için söylenmiştir.[8]

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

«Her işi, düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bil­giyle inanırsınız.» Bu ayette, ikinci cümle, birinci cümlenin bir kısmıdır. Çünkü âyetleri açıklamak, işi düzenlemenin bir kısmıdır. İkinci cümle, bi­rinci cümlenin bedelü´l-bazıdır.[9]

Not:Yukarıdaki misallerde dikkatle inceleme yapıldığı zaman, bu cüm­leler arasında tam bir benzerlik ve birlik olduğu anlaşılır.

b) İkincisi: Haber (Bildirme) ve inşâ (dilek) gibi ayrı kip olmaları bakımından iki cümle arasında tam bir kopukluk bulunduğu yerlerde. Veya her iki cümle arasında mânâ bakımından hiçbir ilişki bulunmuyorsa. Bu gibi yerlerde, iki cümle arasında tam bir kopukluk ve fark vardır, denilir.[10]

Ebu´l-´Atâhiyye (öl. 211/826), bir şiirinde şöyle der:

«Ey dünya (mal) sahibi! Onu seven kimse! Sen, yorgunluğu bitmeyen kim­sesin.» Bu beyitte, birinci cümle ile ikinci cümle birbirinden tamamen ayn mânaları ifâde ediyorlar. Aralarında herhangi bir bağlantı yoktur. Çünkü birinci cümle "inşâ"? dilek, ikinci cümle "haber" cümlesidir.[11] el-Ma´arrî, bir şiirinde şöyle der:

«Sana ait olan bir aletle, bir ihtiyacını (gidermeyi) isteme. Şanssız edibin kalemi, iğ (kirmen)dir.» Yâni değeri yoktur. Bu beyitte, birinci cümle ile ikinci cümle birbirinden tamamen ayrı mânaları ifâde ediyorlar. Aralarında herhangi bir bağlantı yoktur. Çünkü birinci cümle "inşâ"= dilek, ikinci cümle "haber" cümlesidir[12] Başka bir şair şöyle der:

ancak iki küçük organıyla (dili ve kalbi) ile değerlendirilir. Herkes yaptığıyla cezalandırılır.» Bu beyitte, ikinci cümle mâna açısından birinci cümleden tamamen ayrıdır.[13]

c) Üçüncüsü: İkinci cümle, birinci cümleden anlaşılan (veya ortaya çıkan) bir sorunun cevabı olduğu zaman fasıl yapılır.

Bu gibi yerlerde; iki cümle arasında; tam bir bağlantıya benzeyen bir ilişki vardır, denilir.[14]

«O, bana nasılsın? dedi. Ben dedim ki; hastayım, devamlı uykusuzum ve uzun süren üzüntü(m var).»[15] Bu beyitte, "sürekli uykusuzum" ibaresi, sanki "ben hastayım, dedim" cümlesinden anlaşılan bir sorunun cevabı gibidir. Yâni sanki muhatap, "sen niçin hastasın?" diye bir soru sormuş ve o da "sevgilisinden uzak olduğu için, hasta ve uykusuz olduğunu söylemiştir. Ebû Temmâm (öl. 231/845), bir şiirinde şöyle der:

«Şüphesiz kî; perde seninle ilgili ümitlerimi kesmez. Çünkü gök, (bulutlar altında) gizlendiğinde ondan (yağmur) ümit edilir.»[16] Bu beyitte, iki cümle arasında, mâna açısından, bağlantıya benzer bir husus vardır. Çünkü ikinci cümle, birinci cümleden anlaşılan (perde nasıl iyilik yapmasına en­gel olmaz) şeklindeki bir sorunun cevabıdır.

«Kınayanlar, benim sıkıntı içinde olduğumu iddia ettiler. Doğru söyle­mişler. Fakat sıkıntım, (henüz) açığa vurulmamıştır.» Bu beyitte, "doğru söylediler" cümlesi, sanki birinci cümleden anlaşılan; "onlar doğru mu söylüyorlar?" gibi bir sorunun cevabı mahiyetindedir. Öyle ise bu beyitte iki cümle arasında, mâna açısından, bağlantıya benzer bir husus var­dır.[17]

d) Dördüncüsü: Bir cümlenin önünde iki cümle bulunur. Bu cümleyi, aralanndaki sıkı münâsebetten (bağlantı ve ilişkiden) dolayı bu iki cüm­leden birine bağlamak uygundur. Fakat diğerine bağlamakla mânâsı bozu­lur. Bu hatâyı, ortadan kaldırmak için, atıf (bağlama) terkedilir. Ve bu kısımda iki cümle arasında; tam bir kesintiye benzer bir bağlantı vardır denilir.[18]

«Selmâ, ´benim kendisinin yerine bir başkasını istediğimi zannediyor. Ben de onu (bu zannından dolayı) delâlet (vadisinde) şaşkın şaşkın dolaştığını sanıyorum.» Bu beyitte ...sanıyorum" cümlesinin zanne-diyor" cümlesine atfedilmesi uygundur. Ancak bu atıf, bu cümlenin istediğimi" cümlesinin üzerine de atıf edilebileceğini zannetme­mek için, atıf yapılmamıştır. Çünkü (cümlesine atıf yapıldığı tak­dirde bunun Selmâ´nm zannettiği şeylerden olduğu anlaşılır. Ve şâirin kas-dettiği mâna dışında şöyle değişik bir mâna ortaya çıkar: «Selmâ, benim kendisinin yerine bir başkasını istediğimi ve onu delâlet (vadisinde) şaşkın şaşkın dolaştığını sandığımı, zannediyor.»[19]

e) Beşincisi: Aralarında bir engel bulunduğu için, iki cümlenin hükmünde ortaklık kasdedilmediği vakit fasıl yapılır. Bu durumda iki cümle, haber veya inşâî cümle olur. Aralarında bir bağlantı bulunur. Fakat ikinci cümleyi, birinci cümleye atfetmeye bir engel vardır. Yâni iki cümlenin, bir hükümde ortak olduklarını kasdetmemektir. Bu gibi yerlerde, iki cümle arasında; = tam bağlantı ve tam kesinti arasında bulunan orta bir hal vardır, denilir.[20]

«Halbuki (kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında, "Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (mü´minlerle) sadece alay ediyoruz" derler. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder..,.» Bu ay­ette, -onlarla alay ediyor" cümlesini, beraberiz" cümlesi üzerine atfetmek uygun değildir. Çünkü böyle bir atıf, bu cümlenin münafıkların sözünden olmasını gerektiriyor. Halbuki bu cümle, Yüce Allah´ın sözüdür, ve münafıklar için bir beddua mahiyetinde­dir. Ayrıca bu cümleyi, dediler" cümlesi üzerine atfetmek de uy­gun değildir. Çünkü böyle yapılırsa bu ibarenin; onların şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarındaki durumlarıyla ilgili olduğu anlaşılır. Halbuki Yüce Allah´ın münafıklarla alay etmesi, bir zamana veya bir duruma bağlı değil­dir.[21]

B- VASLIN YAPILDIĞI YERLER:

İki cümle arasındaki "vasl"= bağlantı üç yerde gereklidir.

a) Birincisi: İ´râb açısından iki cümle arasında ortaklık kasdedildiği za­man.

b) İkincisi: îki cümle haber (bildirme) veya inşâ (dilek) mânasını taşı­makta birleştiklerinde veya her iki cümle arasında birleştirici bir yön bu­lunduğunda ve cümleleri birbirinden ayırmayı gerektiren herhangi bir se­bep bulunmadığı takdirde vasi yapmak gerekir.

c) Üçüncüsü: İki cümle, haber (bildirme) veya inşâ (dilek) açısından değişik cümleler olduklarında. Atıf yapılmadığı takdirde, maksada aykırı bir mânayı anlama şüphesi ortaya çıktığında (atıf yapılır).[22]

Konu ile ilgili bazı misaller:

Ebu´l-´Alâ el-Me´arrî (61.449/1057), bir şiirinde şöyle der:

Yaşama sevgisi, her hürrü köle yapmıştır, insana acı ağaçtan (kavasya ağacı) yemeği öğretmiştir.» Yâni insan eziyete katlanmaya mecbur olur. İBu şiirde, cümlesi, mübtedâmn haberidir. Şâir ikinci cümleyi de j bu hükme ortak kılmak için atıf edatını kullanmıştır.[23]

el-Ebîverdî (öl. 558/1154), bir şiirinde zamana hitap ederek şöyle der:

«Köle, senin cömertçe verdiğin nimetten kanmıştır. Hür kimsenin ise su-huzluhan bağırsakları yanmaktadır.» Bu beyitte, iki cümle ayrı mânaları Jifâde ettikleri için atıf edatı ile birbirine bağlanmışlar.[24]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî föl.354/965), bir şiirinde şöyle der:

«Bende, sırrın öyle bir yeri vadır ki; ne bir içki arkadaşım "(h´em-kadehinı) onu elde eder; ne de içki ona ulaşabilir.» Bu beyitteki; birinci cümle,ona ulaşamaz" kendisinden önce geçen nekire bir kelime nin sıfatıdır. İkinci cümlenin bu cümleye aynı hükümde ortak kılınması istendiği için atıf edatı kullanılmıştır.[25] Bu şekilde olan her cümleyi atıf edatı ile birbirine bağlamak gerekir. Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî, bir şiirinde şöyle der:

«O, sık ve yoğun dalgalar için paçasını sıvazlar. Fakat dalga sahilde onu kaplar.» Bu atasözü; Hırsları, büyük işleri elde etmeyi isteyen ve fakat basit işleri yapmaktan aciz olan kimse için söylenir[26] Bu beyitteki iki cümle, haber cümlesi oldukları gibi, mâna açısından da birbirine uygun düşerler. Ve burada cümleleri birbirinden ayırmayı gerektiren bir husus ol­madığı için, cümleler atıf edatı ile birbirine bağlanmıştır. Bişâr b. Bürd (Öİ.167/783), bir şiirinde şöyle der:

«Aklı ve olgunluğuyla sana yaklaşan kimseye sen de yaklaş. Sırları gizle-yemeyen kimsenin yanında istişarede bulunma!» Bu beyitteki iki cümle, dilek cümlesi oldukları gibi, mâna açısından da birbirine uygun düşerler. Ve burada cümleleri birbirinden ayırmayı gerektiren bir husus olmadığı için, cümleler atıf edatı ile birbirine bağlanmıştır.[27]

Bir ihtiyacını gidermede sana yardım etmek isteyen kimseye şöyle de­nir: «Hayır,» Ve Allah seni mübarek kılsın » Bu ibarede bulunan cümlelerden birisi haber cümlesi, diğeri ise dilek cümle­sidir. Şayet bu iki cümle arasındaki atıf edatı kaldırılırsa ve: şeklinde ifâde edilirse, ibare beddua mânasına gelir. Bu nedenle bu­rada "fasil"dan vazgeçip "vasıl yapmak gerekir.[28]

Kardeşin hastalığından kurtuldu mu? diyen kimseye cevap olarak:

«Hayır! Ve Allah ona lütuf ta bulunsun» söylemen gibi.´Bu ibarede bulunan cümlelerden birisi haber cümlesi, diğeri ise dilek cümlesidir. Şayet bu iki cümle arasındaki atıf edatı kaldırılırsa ve :

şeklinde ifâde edilirse, ibare beddua manasına gelir. Bu nedenle burada, vasıl yapmak gerekir.[29]

Hz. Ebu Bekir (r.a.), bir seyyar satıcıya uğradığmda; ona elindeki elbi­seyi satar mısın? demiş. O, diye cevap verince. Hz. Ebu Bekir ona bu tarzda bir cümle kurmanın yanlış anlam ifâde ettiğini ve onun; «Hayır (satmam)! Allah, seni esirgesin.» şeklinde söylemen gerekir, buyurmuştur.[30]

Ahnef b. Kays (öl. M.691) şöyle der:

«Yalancının hiç vefakarlığı olamaz. Hased eden kimsenin hiç huzur ve rahatı yoktur[31] Bu iki cümle, haber cümlesi olduğu için"vâv" atıf edatı ile birbirine bağlanarak "vasıl" yapılmıştır.

a) Fasıl ile ilgili bazı âyetler:

«Şüphesiz´ inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar.» Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağlantı vardır. Çünkü ikinci cümle, birinci cümleyi te´kid ediyor.[32]

«Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan

Fir´avun´un adamlarından sizi kurtardık. Onlar, erkek çocuklarınızı boğaz­lıyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.». Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağlantı vardır. Çünkü ikinci cümle, birinci cümlenin "atfü´I-beyânı"dır.[33]

«(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, çok esirgeyendir.» Bu ayette, cümlesi, birinci cümlenin mânasının irgeyendir.» Bu ayette, cümlesi, birinci cümlenin mânasından anlaşılan bir soru­nun cevabı olup söze kaldığı yerden devam etme mânasını ifâde eder. Böylece iki cümle arasında tam bir bağlantı vardır.[34]

«Hâşâ! Bu bir beşer değil... Bu an­cak değerli bir melektir.» Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağlantı vardır. Çünkü ikinci cümle, birinci cümleyi manevî te´kit ile te´kid ediyor.[35]

«Şeytan Adem´e vesvese vererek: Ey Adem! sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi? dedi.» Bu ayette, ikinci cümle, birinci cümlenin mânasını açıkladığı için ´"atfü´I-beyân"dır.[36]

«Buna rağmen onlar, öncekilerin dedikleri gibi dediler. De­diler ki: Saki biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutllaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?» Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağlantı vardır. Çünkü ikinci cümle, birin­ci cümlenin "bedelü´I-mutâbıkı"dır.[37]

«Bildiğiniz şeyleri size veren, size davarlar, oğullar, bağlar ve pınarlar ih­san eden Allah´a karşı gelmekten sakınınız.» Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağlantı var. Çünkü ikinci cümle, cül birinci cümlenin "bedelü´I-ba´zı´dır.[38]

«.. .Dedi ki: Ey kavmim! Bu elçilere uyunuz. Sizden herhangi bir ücret is­temeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidâyete ermiş kimselerdir.» Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağlantı var. Çünkü ikinci cümle, birinci cümlenin nbedelü´l-iştimâli"drr. Bu ayetten maksat, onlara önemli bir husus hakkında uyanda bulunmaktır. O da bu elçilerin samîmi olduklarım ve hizmetleri ile herhangi bir dünyevî menfaat peşinde olmadıklarını belirtmektir.[39]

«Andolsun ki; elçilerimiz (melekler) ibrahim´e müjde getirdiler ve «Selâm (sana)» dediler. O da, «(size de) selâm» dedi.» Bu ayette, cümlesi, önceki cümleden anlaşılan sorunun cevabı mahiyetindedir. Sanki biri şöyle sormuş: Melekler İbrahimin yanma gelip ona selam verdikten sonra İbrahim ne dedi? Bunun üzerine; O´da "size de selâm" dedi, diye bu soruya cevap verildi.[40]

«Bunun üzerine onlardan içine bir rör £o/-£w düştü."Korkma!" dediler....» Bu ayette, cüm­lesi, Önceki cümleden ayrılmış, çünkü aralarında tam bir bağlantı gibi bir ilişki var. Nitekim ikinci cümle, birinci cümleden anlaşılan bir sorunun cevabıdır. Sanki biri şöyle sormuş: "Onun içine korku girmiş iken onu götürdüklerinde kendisine ne dediler? Bunun üzerine; "onlar, "korkma!" dediler, diye cevap verilmiştir.[41]

O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyo-Ummakta olan bir vahiydir.» Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağ-lanti vardır. Çünkü ikinci cümle, birinci cümleyi açıklıyor. Bundan dolayı yüce Allah, cümleleri bağlaçsız zikretmiştir.[42]

«Kâfirlere mühlet ver, onları biraz halle-rine bırak.» Bu ayette, iki cümle arasında tam bir bağlantı vardır. Çünkü ikinci cümle, birinci cümlenin te´kididir.[43]

b) Vasıl ile ilgili bazı âyetler:

«Allah rızkı,(dilediğinden) kısar ve (dilediğine) bol rızık verir. Sadece O´na döndürüleceksiniz.» . Bu ayette-ki cümlesi haber olduğu için, irabda yeri vardır. Buradacümlesi de irab açısından ilk cümleye ortak kılınması kasdedildiği için onun üzerine atfedilmiştir. Böyle yerlerde cümleler arasında ilişki bulun­ması gerekir. Bu misaldeki iki cümle, hem lafız, hem mânâ açısından "haber" cümlesidir.[44]

«Şüphesiz münafıklar Allah´a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir.» Bu ayette, vasi vardır. Çünkü bu ayetteki; cümlesi haber cümlesidir. cümlesinin başın­daki "vâv", atıf edatı olarak kabul edildiğinde bu cümle de haber cümlesi olur. Böylece bu iki cümle de hem lafız, hem mânâ açısından "haber" cümleleridir. Ve mâna açısından tamamen birbirine uygundur.[45]

«Ey Adem oğullan! Her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf eden­leri sevmez.» Bu ayette, vasi vardır. Çünkü bu ayetteki cümleler, hem lafız, hem mânâ açısından "dilek" cümleleridir. Ve birbirinden tamamen ayrı konuları ihtiva etmektedirler.[46]

«Artık (kazan olduklarının cezası olarak) az gülsünler ve çok ağlasınlar.» Bu ay­ette, vasi vardır. Çünkü her iki cümle, birbirinden tamamen ayrı konuları ihtiva etmektedirler.[47]

«Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı O bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.» Bu ay­etteki birinci cümledeki ism-i mevsûlü, mefûl olduğu için, irabda yeri vardır. Burada diğer ism-i mevsullerin de irab açısından ilk ism-i mevsûle ortak kılınmaları kasdedildiği için onun üzerine atfedilmişler. Böyle yer­lerde cümleler arasında ilişki bulunması gerekir. Bu misaldeki sıla cümleleri, hem lafız, hem mânâ açısından "haber" cümlesidir.[48]

Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor, işte siz de (kabirleriniz­den) böyle çıkarılacaksınız.» Bu ayette, vasi vardır. Çünkü her iki cümle, hem lafız, hem mânâ açısından "haber" cümlesidir. Ve birbirinden tama­men ayrı konuları ihtiva etmektedirler.[49]

«iyiler, muhakkak Cen­net içinde olurlar, kötüler de Cehennem içinde olurlar.» Bu ayette, vasi vardır. Çünkü her iki cümle, birbirinden tamamen ayrı konuları ihtiva et­mektedirler.[50]

«Zira Allah, onların kalblerinİ ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (ahrette) büviJk hir itmiştir ve onlar iç âhirette) büyük bir azap vardır.»[51] Bu ayetteki birinci ibare; mefûlü bih ğayr-i sarîh olduğu için, i´rabda yeri vardır. Burada diğer ibarelerin de irah ibarelerin de irab açısından ilk ibareye ortak kılınmaları kasdedildiği onun üzerine Böyle yerlerde ibareler arasında ilişki bulun

Yavrucuğum! namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye´çalış, başına gelenlere sabret. Şüphesiz ki; bun­lar, azmedilmeye değer işlerdir.»[52] Bu ayette, vasi vardır. Çünkü burada­ki cümleler, hem lafız, hem mânâ açısından "inşâ" cümleleridir. Ve birbi­riyle tamamen bağlantılı konulan ihtiva ettikleri için, burada vasim yapıl­ması uygundur.

c) Konu ile ilgili bazı Hadisler:

«Her nerede olursan ol, Allah´tan kork. Günahın ardından hemen iy­ilik yap ki, o iyilik günahı silsin! İnsanlara güzel ahlakla muamele et!.»[53] Bu hadiste vasıl vardır. Çünkü buradaki cümleler, inşat oldukları için,"vâv" ile birbirine atıf edilmişler.

«Ruhlar, toplu cemaatlardır. Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da ayrılırlar.»[54]^ Bu hadiste vasıl vardır. Çünkü buradaki cümleler, haber cümleleri oldukları için, "vâv" ile birbirine atıf edilmişler. .


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mu´cemü´l-mekâyis fi´l-luğa, s.1094; el-Kâmus, s.1380; Lisânü´l-´arab, 11/726; Kes-sâfü ıstılâhâîi´l-fünûn, 2/1503; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 549; Edebiyat Lügati, s. 179.

[2] et-Ta´rtfât, s. 326; Delâilü´l-i´câz, s. 222-248; Mifiâhu´l-´ulûm, s. 249; eî-İzâh, 1/246; Nihâyetü´l-îcâz, s. 321; el-Mutavveî, s. 346-347; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 219-220; KessâfÜ ıstılâhâti´l´fünûn. 2/1138; el-Belâğatü´i-vâzıha, s. 230; İlmü´l´Me´ânî, s. 160, 165; Cevâhiru´l´belâğa, s. 196-197; Viûmü´l-belâğa, s. 149; el-Belâgatü´l-´arabiyye, 1/557; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s. 193; Mu´cemü´l-mustalahâli´l-´arabiyye, s. 274; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 549; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 513; Edebiyat Lügati, s.179; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 102.

[3] Lisânü´l-´arab, 11/521; Kessâjü ıstûâhâti´l-fünûn, 2/1138; Mu´cemü´l-mustalahâtVl-belâğiyye, s. 549; Edebiyat Lügati, s.45.

[4] et-Ta´rîfât, s. 215; Keşsâfü ıstılâhâti´l-fünûn, 2/1138; Delâilü´l-i´câz, s. 222-248; Mifiâhu´l-´ulÛm, s. 249; 1/246; Nihâyetü´l-îcâz, s. 322; el-Mutavvel, s. 347-348; Muhtasaru´Ume´ânî, s. 219-221; el-Külliyyât, s. 686; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 230; İlmü´l-Me´ânî, s. 160-161, 165; Cevâhiru´l-helâğa, s. 196; Viûmü´l-belâğa, s.152; M, 12/206.

[5] Delâilü´l-îcâz, s. 222-248; Miftâhu´l-´ulûm, s. 252-258; e/-/z<ÎA, 1/250; Nihâyetü´l-îcâz, s. 322; el-Mutavvel, s. 190-209; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 222-232; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 230; İlmü´l-Me´ânî, s. 161, 165; Cevâhiru´l-belâğa, s. 206-207; Vlûmü´l-belâğa, s. 154-157; el-Belâğatü´l-´arabiyye, İlmü´l-Me´ânî, s. 302; el-BelâğatÜ´l-´arabiyye, M 583; Mucemü´l-mustalahâti´l´helâğiyye, s. 550; Mu´cemü´l-helâğati´l-´arabiyye, s. 601.

[6] el-Belâğatul´vâzıha, s, 227; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/584; el-Belâğatul-´ara-biyye, İlmü´l-Me´ânî, s. 304; İlmü´l-Me´ânî, s. 162; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 550

[7] Bakara suresi, 2/1-2; ayrıca bk., Miftâhu´l-´ulûm, s. 267; el-İzâh, 1/251; Nihâyetü´l-îcâz, s. 325; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 601.

[8] el-Belâğatü´l-vâzıha, s< 227; İlmü´l-Me´ânî, s. 162; el-Belâğatü´l-´arabiyye, İlmü´l-Me´ânî, s, 304

[9] Ra´d suresi, 13/2; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 227; Cevâhiru´l-belâğa, s. 219;

Vlûmü´l-belâğa, s. 164.

[10] Miftâhul-´ulûm, s. 252-258; e/-/r<3A, 1/249-250; Nihâyetü´l-îcâz, s. 323; eİ-Mutavvel, s. 251-252; Muhta.mru´l-me´ânî, s. 222-232; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 230; <2m", s. 161, 165; Cevâhiru´l-belâğa, s. 206-207; Vlûmü´l-belâğa, s. 154-157; e/-Belâğatü´l-´arabiyye, İlmü´l-Me´ânî, s.305; el-Belâğatii´l-´arabiyye, 1/583; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 551; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 600.

[11] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 227; el-BelâğatÜ´l-´arabiyye, İlmü´l-Me´ânî, s. 305.

[12] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 228.

[13] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 227; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/590; el-Belâğatü´l-´arabiyye´. ´İlmü´l-Me´ânî, s. 306; llmü´l-Me´ânî, s. 164; Cevâhiru´l-belâğa, s. 208, 218; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 600.

[14] Delâilül´îcâz, s. 222-248; Miftâhu´l-´ulûm, s. 252-258; e/-/2ö£, 1/255; el-Mutavvel, s. 258; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 222-232; el-Belâğatül-vâzıha, s. 230; İlmü´l-Me´ânî, s. 161, 165; Cevâhiru´l-belâğa, s. 206-207; Vlûmü´l-belâğa, s. 154-157; el-Belâğatü´l-´arabiyye,´ İlmü´l-Me´ânî, s. 306; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/586; Mu´cemü´1-musta-lahâîi´l-belâğiyye, s. 551; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 295.

[15] el-İzâh, 1/256; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 230; el-Kavlü´l-ceyyid, s. 195; İlmü´l-Me´ânî, s-166; Cevâhiru´l-belâğa. s. 2l$;-´Ulûmü´l-belâğa, s. 155; el-Belâğatü´l-´arabiyye,´İlmü´l-Me´ânî, s. 306; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/586.

[16] et´Belâğatü´l´vâzıha, s. 227; İlmü´l-Me´âm, s. 167.

[17] Delâilü´l-tcâz. s. 236; Miftâhu´l-´ulûm, s. 263; el-îzâh, 1/257; el-Mutavvel, s. 259; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 2312; el-Kavlü´l-ceyyid, s. 195; İlmü´l-Me´ânî, s. 167; el-Belâğatü´l-´arabiyye, İlmü´l-Me´ânî, s. 318; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/587-588.

[18] Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 296; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-helâğiyye, s. 514 .

[19] Deiâiiü´l-îcâz, s. 222-248; Miftâhu´I-´ulûm, s. 252-258; el-İzâh, 1 /257; el-Mutavvel, S-257; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 222-232; el-KavlÜ´l-ceyyid, a. 194; Cevâhiru´l-belâğa, s. 206-207; Vlûmü´l-belâğa^. 54-51; el-Belâğatü´l-´arabiyye, ´İlmü´l-Me´ânî, s.. 307; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/590; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 552; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 295.

[20] Miftâhu´l-´ulûm, s. 261; el-İzâh, 1/255; el-Mutavvel, s. 250; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 229; Cevâhi-rul-belâğa, s. 210; ´Ulûmu´l-belâğa, s. 156-157; el-Belâğatü´l-´arabıyye, Ilmü´l-Me´ânî, s. 307, 319; el-Belûğatü´l-´arabiyye, 1/590; Mu´cemü´1-belâğati´l- ´arabiyye, S. 295-296.

[21] Bakara suresi, 2/14-15; Delâilü´l-îcâz, s. 223-234; Miftâhu´l-´ulûm, s. 262; Muhta- sarul-me´ânî, s. 221; Cevâhiru´l-bdâğa, s. 211; Vlûmü´l-belâğa, s.157; el-Belâğatu´l- ´arabiyye,İlmü´l-Me´ânî, s. 307; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 552.

[22] Delâilü´l-i´câz, s. 223-227; Miftâhu´l-´ulûm, s. 251; el-îzâh, 1/260-261; Nihâyetü´l-îcâz, s. 330-332; el-Mutavvel, s. 261-262; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 233-235; el-Belâğatü´l-vâzıha, S. 233; İlmü´l-Me´ânî, s. 167,170; Cevâhiru´l-belâğa, s. 199-201; VlûmÜ´l-belâğa, s.149-150; el-Belâğatü´l-´arabiyye,´İlmü´l-Me´ânî, s. 308-309; el-Beîâğatü´l-´arabiyye, 1/557; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s. 193-198; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 552-553; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 600-601,727,735.

[23] Belâğatü´l´vâzıha, s. 231-232; el-BeîâğatU´l-´arabiyyeJîmü´l-Me´ânî, s. 308.

[24] el-Belâgatü´t-vâzıha, s. 228.

[25] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 231-232; İlmü´l-Me´ânî, s. 167; el-Belâğatü´l-´arabiyye, İlmü´l-Me´ânî, s. 308; Mu´cemü´I-mııstalahâîi´l-belâğiyye, s. 553.

[26] el-Belâğatui-vâzıha, s. 231-232.

[27] Age., aynı yer.

[28] Age., aynı yer ; el-Belâğatü´l-´arabiyye, ´İlmü´l-Me´ânî, s. 309.

[29] el-Betâğatü´l-vâzıha, s. 231-232; İJmuI-Me´âm, s. 169.

[30] İlmü´l-Me´ânî, s. 150; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 601.

[31] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 233.

[32] Bakara suresi, 2/ 6; ayrıca bk., Dclâilü´l-i´câz, s. 228; Mifiâhu´l-´ulûm, s. 268, 270; Nihâyetü´l-îcâz, s. 325; İlmü´l-Me´ânî, s. 166; el-Belâğatü´l-´arabiyye, ´İlmü´l-Me´ânî, s. 315; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/564.

[33] Bakara suresi, 2/49; ayrıca bk., İlmü´l-Me´ânî, s. 162-163; Ulûmü´l-helâğa, s. 154; c/-Belâğatü´l-´arabiyyâ. ´İlmü´l-Me´ânî, s. 294; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/585.

[34] Yusuf suresi, 12/53; aynca bk., Muhtasaru´l-me´ânî, s. 230; Cevâhiru´l-belâğa, s. 208; ´Ulûmu´l-belâğa, s. 155; el-Belâğatü´l-´arabiyye, ´İlmü´l-Me´ânî, s. 306; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/586.

[35] rwj«/ jwr«j, 12/ 31; ayrıca bk., Delâilü´l-i´câz, s. 229; Miftâhu´l-´ulûm, s. 268; Nihâyetü´l-îcâz, s. 326; el-Belâğatü´l-´arabiyye, J/584.

[36] 7aM «îi, 20/120; ayrıca bk., Muhtasaru´l-me´ânî, s. 228; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1 / 585; Mu´cemü´l´mmtalahâti´l-belâğiyye, s. 551; Cevâhiru´l-belâğa, s. 207; ´Ulûmu I´ belâğa, s. 154; el-Belâğatü´l-´arabiyye, İlmü´l-Me´ânî, s. 321; Mu´cemii´l-belâğatiI-´arabiyye, s. 603.

[37] Mü´minun suresi, 23/81-82; aynca bk., Miftâhu´l-´ulûm, s, 266; el-Belâğatü´l-´arabiy­ye, ´İlmü´l-Me´ânî, s. 321.

[38] - Şu´arâ suresi, 26/132-134; aynca bk., Miftâhu´l-´ulûm, s. 267; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 227; Cevâhiru´l-belâğa, s. 207; İlmü´l-Me´ânî, s. 162; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 153; el-Beiâğatü´t-´arabiyye, 1/584; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 551; el-Belâğatü´l-´arabiyye,´ İlmü´l-Me´ânî, s. 304-320; Mu´cemü´l-belâğaü´l-´arabiyye, s. 602.

[39] Yâsin suresi, 36/20-21; aynca bk., Delâilü´l-i´câz, s. 241-242; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/585; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyyc, s. 550-551; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 153.

[40] Hud suresi, U/69; ayrıca bk., Delâilü´l-i´câz, s. 240; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 231; Cevâhiru´l-belâğa, s. 204; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 155; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/587; el-Belâğatü´l-´arabiyye.´İlmü´l-Me´ânî, s. 307, 322; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 551

[41] Zâriyât suresi, 51/28; ayrıca bk.,el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 233-234;´İlmü´l-me´ânî, s.164.

[42] Necin suresi, 53/3-4; ayrıca bk,, Delâilü´l-i´câz, s. 230; Nihâyetü´l-îcâz, s. 328; ´Ulûmü´l-helâğa, s. 164.

[43] Târik suresi, 86/17; ayrıca bk., ´Ulûmü´t- be/âğa, s. )63.

[44] Bakara suresi, 2/245; ayrıca bk., el-Be.!âğatul-´arabiyye, 1/ 553.

[45] Nisâ suresi, 4/142; ayrıca bk., Muhtasaru´l-me´ânu s. 234; el-Be/âğafü´l-´arabiyye, ´Ilmü´l-Me´ânî, s,3I5; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 3/553

[46] A´râf suresi, 7/31; ayrıca bk., Muhtasaru´l-me´ânî, s. 234; el-Belâğatü´l-´arabivye, 1/ 592.

[47] Tevbe Suresi, 9/82.

[48] 5e^ ^ü;-^/, 34/2; ayrıca bk., Miftâhu´l-´ulûm, s. 271; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1 /553.

[49] Rum suresi, 30/]9; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/553.

[50] İnfitâr suresi, 82/13; ayrıca bk., el-îzâh, 1/260; el-Mutavvel, s. 262; Miftâhu´l-´ulûm, s. 271; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/591; Cevâhiru´l-belâğa, s. 199; el-Belâğatü´l-´arabiyye, ´İlmÜ´l-Me´ânî, s. 309.

[51] Bakara suresi, 2/7; el-Belâğatü´l-´arabiyye, ´İlmul-Me´ânî, s. 316.

[52] Lokman suresi, 31/17; aynca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye. ´İlmü´l-Me´ânî, s. 326.

[53] Tirmizî, Birr 55; Dârimî, Rikâk 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/153, 158, 169, 177, 228; Cevâhirü´t-helâğa, s. 202.

[54] Buhârî, Enbiyâ 2; Müslim, Birr 159-160; Ebû Dâvud, Edeb 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/295, 527, 539; Vlûmü´l-belâğa, s. 165.

[55] Kenzü´l-´ummâl, 5/ 636 (No: 14118); el-Belâğatü´1-vâzıha, s. 233.