Me´ânî İlmi

Bu ilim, muktezâ-yı hâl´a göre söylenen arapça sözlerin durumu, kendisi vasıtasıyla bilinen bir ilimdir. Durumun değişmesiyle kelâmın şekilleri de değişir. Bunun bariz bir örneği Yüce Allah´ın şu âyetinde görülür:

« Bilmiyoruz, yeryüzündeküere kötülük mü? murad edildi yoksa Rabbleri onlara bir hayır mı diledi?»[1]

Çünkü den önceki kısım, kelâmın bir şekli olup den sonra gelen kısma şeklen muhaliftir. Çünkü ilk bölümdeki irâde fiili mechûl, ikinci kısımdaki aynı fiil, malûm kip şeklindedir. Fiilin böyle değişik şekillerde gelmesini gerektiren hâl, ikinci cümlede Allah´a hayrı nisbet etmek, birinci cümlede ise Allah´a şerri nisbet etmemek hususudur.

Maânî ilmi, bu kitapta altı kısım halinde incelene­cektir. [2]

I. Birinci Kısım

Haber ( Bildirme ) Ve İnşâ ( Dilek ) Kipleri

Bütün sözler ya haber (bildirme) veya inşâ (dilek) şeklindedir.

Haber: Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyebileceğimiz her kelâma haber denir. Mesela: «Ali, evinde ikamet ediyor," -« Muhammed, sefere çıktı. »gibi.

İnşâ: Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyemeyeceğimiz kelâmlara inşâ denir « Ey Muhammed sefere çık ! Ey Ali ikâmet et!»gibi.

Haberin doğru olmasından maksat, onun gerçeğe uygun olmasıdır. Yalan olmasından maksat ise; onun gerçeğe uymamasıdır. Öyle ise « Ali, ikâmet ediyor,» cümlesinden anlaşılan nisbet ( hüküm), eğer gerçeğe uygun ise bu cümle doğrudur. Uygun değilse yalandır. Her cümlenin mahkûmun aleyh (özne) ve mâhkumun bihi olmak üzere iki unsuru vardır. Birinci kelimeye, müsnedün ileyh denir. Meselâ; fail, nâib-i fail ve haberi zikredilen mübtedâ gibi. İkinci kelimeye, müsned denir. Mesela; fiil ve merfûu (faili) ile yetinen (mânası tamamlanan) mübtedâ gibi.

Meselâ: İki Zeyd ayakta mıdır?» [3]

I. Haber

1- Haber ile ilgili bazı açıklamalar: Haber, ya fiil cümlesi veya isim cümlesi halindedir.

Birincisi (Fiil cümlesi): Bir şeyin belirli (özel) bir zamanda ve kısa bir sürede meydana geldiğine delâlet etmek için vazedilmiştir. Meselâ: «Yağmur yağdv »

Bazen, cümledeki fiil, müzâri olduğunda bazı karine (maksadı gösteren âlâmet)´lerle bu fiil, ardarda yenilenip devam etme mânasını ifâde eder. Tarifin şu şiirinde olduğu gibi:

«[Her arap kabilesine karşı bir cinayet işlediğim için,] Arap kabileleri, ´Ukaz panayırına geldiklerinde beni bulmak ve belirlemek için gözetleyen liderlerini gönderirlerdi»

İkincisi (İsim cümlesi): Sadece müsned´in, müsnedün ileyhe ait olduğunu ısbatlamak için vazedilmiştir. Meselâ: « Güneş, aydın­latıcıdır, » gibi. Bazen isim cümlesinin haberinde fiil bulunmadığı zaman, bazı karineler vasıtasıyla devamlılık ifâde eder. Meselâ:

«İlim, faydalıdır. Yağmur, faydalıdır, ve yalan, zararlıdır,» gibi.

Haber kipi, iki maksatla söylenir:

a) Haber, aslında herhangi bir cümlede bulunan bir hükmü dinleyiciye bildirmek için söylenir. «Emîr, geldi,» dememiz gibi.

[Bazen de; merhamet dilemek, güçsüz olduğunu açıklamak, hasret ifâde etmek v.s. için kullanılır. Meselâ: Rabbim ! Zayıfladım, bir deri bir kemik kaldım, saçlarım ağardı.»[4]. « Şüphe yok ki siz, mallarınız ve canlarınızda imtihan olacaksınız, i[5] »Şüphesiz ki nzık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah´tır.» [6]

Hz. Peygamber (s.a.) Fil vakası senesinde doğdu, kırk yaşında kendisine vahiy gönderildi. Mekke´de onüç yıl, Medine´de on yıl ikâmet etti»

Hz- Ömer (r.a.), Hicrî 23 yılında vefat etti (şehid edildi).»

«Oğulcuğum! Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi güzelce dinlemeyi de öğren.»

«Seni ilgilendirmeyen şeyler hakkın­da konuşma! Seni ilgilendiren birçok konuda da konuşma! Ta ki yeri gelince konuş !»]

«Emir geldi» dememiz gibi.

b) Konuşan kimsenin, dinleyici tarafından bilinen bir , hususu, kendisinin de bildiğini ifâde etmesi için söylenir. Meselâ: - «Bugün, ´ uykundan erken kalktın.

«Sen, her gün bahçende çalı­şırsın.

«Sen, derslerine çok çalı­şırsın.

- Sen dün geldin.» gibi.

Haber cümlesindeki hükme, bildirme faydası (fâide-i haber) mütekellimin bunu bilmesine de; bildirme faydası lazımı (lazım-ı fâideyi haber) adı verilir. Haber cümlesi ile ilgili bazı örnekler. [7]

2. Haberin Cümlesinin Çeşitleri

Herhangi bir haberi veren kimsenin maksadı, verdiği haberle muhatabına faydalı olmak olduğu için «saçma sapan sözlerden sakınıp» konuşurken sözlerini ihtiyaca göre kısa kesmesi gerekir. Haber şu kısımlara ayrılır:

1) Eğer dinleyici´nin, sözün doğruluğu veya yanlışlığı hakkında herhangi bir bilgisi yoksa; haber pekiştiril­meden (hâlin gereğine göre) ona bildirilir. Meselâ; «Kardeşin, geldi», gibi.

2) Eğer dinleyici, sözün doğruluğu hakkında tered­düt eder ve onu «doğru bir şekilde» öğrenmek istiyorsa (duruma göre) onu pekiştirmek uygundur. Meselâ:

«Gerçekten kardeşin geldi»

3) Eğer dinleyici, sözün anlamını asla kabul etmiyorsa buna « inkârî haber» denir. Hâlin gereği ve inkâr derecesine göre sözü bir, iki veya daha fazla te´kid edatıyla pekiştirmek gerekir. Meselâ:

-?Gerçekten kardeşin geldi»,

-«Muhakkak ki o geldi»,

-? Vallahi muhakkak o geldi» gibi.

Buna göre haber cümlesi; yukardaki misallerde görüldüğü gibi te´kidsiz, bir edatla veya birkaç edatla pekiştirilmiş olmasına göre üç kısma ayrılır.

Birinci kısma, «ibtidâî haber», ikincisine «talebi haber» ve üçüncüsüne de «inkârî haber» denir. Pekiş­tirme; « İnne, enne, ibtidâ lamı, tenbîh (uyarma) edat­ları, kasem edatları, her iki tekid nunu, zâid (herhangi bir mânaya delâlet etmeyen) edatlar, sözü tekrarlama,

«kad» edatı veya şart edatı olan «emmâ » ile yapılır.[8]

bazen haber cümlesi, bazı diğer gayeler için de söylenebilir

a) Hz. Musânın şu âyette merhamet dilemesi gibi:

« ... Rabbtm ! Bana göndereceğin hayra ve rızka muhtacım» dedi.[9]

b) Hz. Zekeriyyâ´nın (s.a.) acizliğini ortaya koymak için, şu âyette yaptığı gibi:

«Rabbtm ! Zayıfladım, bir deri bir kemik kaldım.»[10]

c) Üzüntüyü açıklamak: ´İmrân´ın karısının aşağıdaki âyette üzüntüsünü açıklaması gibi;

« -Allah, ne doğurduğunu bilip dururken - «Rabbim ! Ben onu kız doğurdum. »[11]

Ebû Tayyib´in, Seyfü´d-Devle´ye:

« Ey ölüm! (Seyfü´d-Devle´ye) verdiğin sözden caydın (Yâni onu öldürdün). Yakaladığın nice insanları yokettin ve feryâd eden nice kimseleri susturdun.»[12]

II. İnşâ

1- İnşâ( Dilek ) İle İlgili Bazı Açıklamalar

İnşâ; talebi ve ğayr-i talebi olmak üzere iki kısma

ayrılır:

a) Talebî inşâ: İsteme anında mevcut olmayan bir şeyi gerektiren istektir (sözdür).

b) Ğayr-i talebî inşâ ( istek bildirmeyen inşâ):

Böyle olmayan (yâni bir şeyin meydana gelmesini gerektirmeyen bir istek veya bir (sözdür). Birinci kısım, emir, nehiy (yasaklama), istifham (soru), temenni (dilek) ve nida (ünlem ) olmak üzere beş kısma ayrılır: [13]

I- Emir

Emir, üstünlük yoluyla bir işin yapılmasını iste­mektir. (Veya büyüğün, küçükten bir işi yapmasını istemesidir). Emir için dört ayrı kip vardır:

1- Emir fiili: Meselâ; « Ey Yahya! kitaba sımsıkı sarû.»[14]

« Kendin için sevdiğin (iste­diğin) şeyi, insanlar için de iste.[15]

« Dostunu, az sev ! Belki bir gün sana düşman olabilir. Sevmediğin kişiye de az buğzet ! Belki bir gün sana dost olabilir.[16]

2- Başında emir lamı bulunan müzâri fiil (emr-i ğâib): İmkanı geniş olan, nafa­kayı imkanlarına göre versin.»[17]

«Adak­larını yerine getirsinler. »[18]

3- Emir mânasına gelen ism-i fiil:

« Namaza ko$unuz. « Ey iman edenler ! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca, sapan kimse size zarar veremez. »[19]

«Sus!, İn!»gibi.

4- Emir fiili yerine kullanılan masdarlar:

«İyilik yapmak için çalışıp çabala!.» «Anaya, babaya... iyilik yapın.»[20]

Bazen emir kipleri asıl mânalarından çıkıp sözün gelişinden anlaşılan aşağıdaki mânalarda kullanılır:

a) Duâ: (Bir işin olmasını Allah´tan istemektir.) Meselâ (Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki: ( Ey Rabbim ! Bana ve anne-babama verdiğin nimete şükretmemi, ve hoşnut olacağın iyi amel yapmamı gönlüme getir.[21]

b) İltimas: (Aynı seviyedeki insanlardan birinin diğerinden bir işi yapmasını istemesidir ):

Seninle aynı seviyede bulunan birine; «Bana kitabı ver» demen gibi.[22]

c) Temenni: (Arzuya delâlet eden emirdir.): Veya vukuu imkansız olan bir şeyi istemekdir.

Meselâ: İmrü´u´l-Kays´m şu şiirinde olduğu gibi:

liDikkat ey uzun gece ! Dikkat sabah ( m aydınlığını ile ) açıl! (Bana göre ) sabah senden daha güzel değildir. (Çünkü gece çektiğim acıları gündüz de çekiyorum. ).[23]

d) Tehdîd: (Bir işin vukuunda, failin zarar göreceğini ifâde eden emirdir.)

«Dilediğinizi yapın! Doğrusu O, yaptıklarınızı görendir.»[24]

e) Taciz: ( Birinin bir işi yapmaktan âciz olduğunu ifâde etmektedir.)

(Ey bekr oğulları ! Kuleybi bana diriltiniz. Ey Bekr oğulları nereye nereye kaçış ! (Yâni bana yol gösteriniz).

f) Tesviye:. ( Bibirine zıt hallerin, sözü söyleyene göre eşitliğini ifâde eden emirdir.) «Girin Cehenneme ! Sabretseniz de sabretmeseniz de artık sizin için değişen bir şey olmayacaktır. »[25]

« Ey Muhammed / İster[26] bağışlanmalarını dile, ister dileme, birdir.» [27]

II. Nehy (Yasaklama)

Nehy; üstünlük yoluyla bir işi yapmamayı istemektir. Nehyin, sadece bir kipi vardır. Q da nehy edatı olan ile birlikte bulunan müzâri fiildir. Yüce Allah´ın şü âyetinde olduğu gibi: »

« edildikten sonra yeryüzünde bozgunluk yapmayın.»[28] « Erginlik çağı­na erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en güzel bir niyet ve maksatla yaklaşın,»[29]

« Ve Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)´in şu sözü gibi: « Sadece yaptığın iş kadar mükâfat iste »]

Bazen nehy kipi, asıl mânâsından çıkıp kullanıldığı yer ve sözün gelişinden anlaşılan şu mânâlarda da kul­lanılır:

1- Duâ: ( Allah´tan bir şeyin olmamasını istemektir). Meselâ; Hz. Harun şöyle demiş:

« Bana, düşmanları güldürecek şekilde davranma, beni bu zalim kavimle bir tutma!»,[30] [Müslim b. Velîd (öl. 208/823)´in, Hârunü´r-Reşîd hakkında söylediği şu beyti de duâ için bir örnekdir:

« İslâm ülkesi, senin gibi Melik´leri kaybetmeye! Çünkü sen, islâmiyetin zayıflayan itibârını yücelttin ve onu güçlü ve kuvvetli kıldın[31]» ]

2- İltimas: (Aynı seviyedeki insanlardan birinin diğerinden bir işi yapmasını istemesidir): Örneğin seviyende olan bir kimseye:

« Ben sana dönün-ceye kadar yerinden ayrılma /»demen gibi. [ Ayrıca arkadaşına şöyle demen gibiHastalıktan şifâ buluncaya kadar okula gitme

3- Temenni: ( Dilek: Bir şeyin meydana gelmesi için duyulan hasreti ifâde etmektir.) Şâirin aşağıdaki bey-tindeki « Doğma!» (Yâni keşke sabah olmasaydı) sözü gibi.

« Ey gece uza! Ey uyku uzaklaş (git)!, Ey sabah dur ve doğma!»

[Ve el-Hansâ´nm, kardeşi Sahr´m mersiyesi için söylediği şu şiirde olduğu gibi:

«Ey gözle­rim ! Cömert olun, donup kalmayın. Sahr için yağmur gibi göz yaşlarını akıtsanıza !][32]

4- Tehdîd: ( Bir işin vukuunda, failinin zarar göreceğini ifâde eden yasakdır.) Meselâ: Hizmetçine Emrime uyma!» demen gibi. [ Ve senden küçük olan birisineaf İnadından

vazgeçme !» şeklinde hitap etmen gibi.[33]

III. İstifhâm ( Soru )

İstifham; daha önce bilinmeyen bir şeyi öğrenmek istemektir. İstifham, edatları şunlardır:

Hemze, hel, mâ, men, meta, eyyâne, keyfe, eyne, kem ve eyyü´dür.

1- ( î ) Hemze: Tasavvur veya tasdikle ilgili bir soru sormak için kullanılır. Tasavvur sorusu, müfred bir şeyi öğrenmek için sorulan sorudur. Meselâ: «Ali mi yolcudur, yoksa Halit mi ? » Bu durumda her ikisinden birinin yolculuğa çıktığını kesin olarak biliyorsun. Fakat hangisinin çıktığını muhtaptan belirt­mesini istiyorsun. Bu nedenle, bu soruya yolculuğa çıkan kimse belirtilmek suretiyle cevap verilir.

Meselâ; « Ali (yolculuğa çıktı,) denilir.

a) Tasdik (sorusu):[34] Herhangi bir hükmün meydana gelip gelmediğini öğrenmek için sorulan sorular tasdik sorularıdır. Meselâ: ´ » Ali, yolculuğa çıktı mı ?» Bu durumda, yolculuğa çıkılıp çıkılmadığını öğrenmek istiyorsun. Bundan dolayı bu soruya, « «evet» veya « hayır», demek suretiyle cevap verilir.

Bazı örnekler:

«Altın paslanır mı?» «Yeryüzü hareket eder mi?»

« Binerek mi, yoksa yayan mı geldin?»]

b) Tasavvur şeklindeki sorularda; Hakkında soru sorulan şey, hemzeye bitişik olarak ondan sonra zikredilen isimdir. Ve bu ismin, « .1» edatından sonra gelen bir benzeri bulunur. Bu «em» edatına muttasıl em denilir. Müsnedün ileyh (özne veya sözde özne)´in halini sormak için şöyle dersin:

«Sen mi bunu yaptın yoksa Yusuf mu yaptı?» ,

(Bu konuyla ilgili bazı misallar:

« Sen mi yolcusun, yoksa kardeşin mi ´Sen, alıcı mısın yoksa satıcı mısın«Bitki hisseder mi?

«Cansız varlık (lor) gelişir mi ?]

Müsnedin durumunu sormak için de şöyle dersin: » « Sen bu işten çer misin yoksa onu yapmak mı istersin?»

Mefûlün (Nesne) durumunu sormak için şöyle dersin » « Beni mi kasdediyorsun,

yoksa Halidi mi?»

Her hangi bir şeyin durumunu sormak için şöyle denilir: «Binerek mi, yoksa yaya mı geldin?»

Zarf ( mefülün fîh )´ın durumunu sormak için şöyle denir: « Perşembe günü mü geldin, yoksa Cuma günü mü? Ve bu şekilde sorulara devam edilir. Bazen de bir şeyin benzeri zikredilmeden soru sorulur. Meselâ«Sen mi bunu yaptın? -Sen, bu işten vazgeçiyor mu sun ? «Beni mi kasdediyorsun? «Binerek mi geldin?

« Perşembe günü mü geldin? denilir.]

c) Tasdik sorusunda: ( özne veya sözde özneye isnâd edilecek hükmün sabit olup olmadığını tesbit etmek için sorulan sorudur.) Cümledeki hükmün durumu sorulur ve bu cümlede hükmün bir benzeri (muâdili) bulunmaz. Eğer tasdik sorusundan sonra edatı bulunursa bu edat münkati´ « .1 » olarak kabul edilir. Ve » « fakat» mânâsına gelir.

2- Hel, sadece tasdik sorusu için kullanılır. Meselâ» «Arkadaşın geldi mi? » Bu sorunun cevabı ya « <«vet» veya «hayır» dır. Bundan dolayı umummiyetle soru edatı ile birlikte

bir şeyin dengini (benzerini) zikretmek mümkün değildir. Bundan dolayı: » « Dostun mu geldi yoksa düşmanın mı 7 denilmez.

Hel, mânâ bakımından iki kısma ayrılır:

a) Eğer bu edatla bir şeyin varlığı sorulursa buna basit denilir. Meselâ «Anfca kuşu uar mıdır ?»

b) Eğer bu edatla bir şeyin bir varlıkta bulunup bulunmadığı sorulursa buna mürekkeb (birleşik) denir. Meselâ Arıfca Jcuşu yumurtlar mı ki yavru çıkarsın?»

3- mâ : Bu soru edatı ile; ya bir ismin açıklanması istenir. Meselâ: «Altın nedir?»veya Gümüş nedir ?»

Veya herhangi bir varlığın hakikatinin açıklanması istenir. Meselâ: « İnsan nedir ?»

Veyahut bir varlığın hakikati ile birlikte durumu sorulur. Meselâ: Yanma gelen birisine; Sen nesin (kimsin)?»

4 men : Bu soru edatı ile akıllı varlıkların durumunun belirtilmesi istenir.

Meselâ: «Mısır´ı kim fethetti ?»

5- meta : Bu soru edatı ile; «ister geçmiş zaman, ister gelecek zaman olsun» zamanın belirtilmesi istenir ?« Kıyamet ne zaman kopacaktır?,[35] Ne zaman geldin?, ve Ne zaman gideceksin? » v.s.

6- eyyâne: Bu soru edatı ile sadece gelecek zamanın belirlenmesi istenir. Ve dehşet verici şeyler sorulur. Şu âyetlerde olduğu gibi ´Kıyamet ne zaman kopacak ? diye sorar.» [36]

« Ey Muhammed / Sana kıyammetten soruyorlar, ne zaman kopacak diye.[37]

7- Keyfe: Bu soru edatı ile durumun belirtilmesi istenir. Meselâ Sen nasılsın?» gibi.

8- eyne: Bu soru edatı ile yerin belirtilmesi istenir. Meselâ « Nereye gidiyorsun ?»

9- ennâ : Bu soru edatı, bir kaç mânâya gelir

a) «nasıl»mânâsına gelir. Meselâ: Şu âyett olduğu gibi,« Veya aîtı üstüne gelmiş bir şehire uğrayan kimseyi görmedin mi? O kimse: « Burayı ölümünden sonra Allah nasıl diriltecek?» demişti.[38]

b) "nereden»mânâsına gelir. Mesela: Ey Meryem ! Bu sana nereden geldi?»[39]

c) « Ne zaman»mânasına gelir. Meselâ: Nü nehrinin suyu ne zaman çoğalır (taşır)

10 «kem» : Bu soru edatı ile bilinmeyen bir sayının miktarının belirtilmesi istenir.

Meselâ: İçlerinden biri, ne kadar kaldınız? dedi.»[40]

11: Bu soru edatı ile iki şeyi ortaklaşa kapsayan bir hükümden bu ortaklardan birisinin tayini istenir. Meselâ: 5 «Mü´min ve kâfir iki gruptan hangisi mevki yönünden daha hayırlı, meclis ve topluluk yönünden daha güzeldir» derler.[41]

Ayrıca bu edatla, izafe edildiği isme göre; zaman, yer, durum, sayı, akıllı ve akılsız varlıklar hakkında da soru sorulabilir.

12- Bazı soru edatları, asıl mânaları dışında sözün gelişinden anlaşılan şu mânalarda kullanılırlar.

a) Eşitlik mânası. Meselâ:

« Ey Muhammedi Şüphe yok ki, kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler. »[42]

b) Olumsuzluk. Misâl « İyi­liğin mükâfatı ancak iyiliktir.»[43] (Yani iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey değildir. )

c) İstememek, hoş görmemek. Misal:

«De ki: Söyleyin bana Allah´ın azabı size erişse veya kıyamet vakti size gelse Allah´tan başkasına mı yalvarırsınız?»[44]

Allah kuluna kâfi değil midir? »[45]

d) Emir mânasına gelir. Meselâ »Artık bunlardan vazgeçmez misiniz?»[46]

Ve «Kendilerine kitap verilenlere ve okur-yazarlığı olmayanlara deki: İslam oldunuz mu?[47]

Bu her iki ayetin mânası sırayla şöyledir: « Vaz­geçiniz h ve « Teslim olunuz!».

e- Nehiy (Yasaklama) mânasına gelir. Meselâ:

« Yoksa onlardan korkuyor musunuz ? Eğer gerçekten müminler iseniz, korkmanız gereken yalnız Allahtır.»[48] (Yâni onlardan korkmayuıız!).

f) Teşvik mânâsına gelir. Meselâ:

Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti size göstereyim mi?[49]

g) Tâzîm (Yüceltme) mânasına gelir.

Msl< O´nun izni olma­dan, katında kim şefaat edebüfr ?»[50]

h) Küçümseme mânasına gelir. Meselâ: « Çokça övdüğün şahıs bu mudur ?» [51]

IV. Temenni (Arzu Etmek)

Temenni ise; gerçekleşmesi imkansız olduğu için veya meydana gelmesi uzun sürdüğünden dolayı gerçek­leşmesi umulmayan, fakat sevilen (memnun edici) bir şeyi arzu etmektir. (Veya: Bir şeyi arzu etmek ve meydana gelişine hasret çekmektir.)

Şâir´in şu şiiri gibi:

« Keşke bir gün gençlik geri dönseydi de ihtiyarlığın yaptığı şeylerden ona haber verseydim. » [ İbn er-Rümî´nin Ramazan ayı hakkında söylediği şu beyitte olduğu gibi:

« Keşke Rama­zan ayındaki gece, bir ay kadar uzun olsaydı. Gündüz de bulut gibi geçseydi»[52]

Ve fakirin « Keşke bin dinar param olsaydı,» demesi gibi.

« Keşke Karun´a verilenin ben­zeri bizim de olsaydı.»][53] Hüküm, kesin olmayan memnun edici bir şey olursa gerçekleşmesini beklemeye terecci denir. Ve bu manâyı ifade etmek edâtlan kullanılır. Misal Yüce Allanın şu âyeti gibi: Belki de Allah, boşanmadan sonra yeni bir durum meydana getirir.»[54]

«Firâvun, Ey Hâmâni Bana yüksek bir kule yap. Belki onunla yollara, göklerin yollarına ulaşırım da...[55]

Temenni için dört edat vardır. Bunlardan bir tanesi aslında temenni için vazedilmiştir. O da dir. Üç tanesi de aslında temenni için değildir. Bu edatlar şun­lardır:

a) hel: Misal: «Şim­di bizim, şefâatçüarumz var mı ki bize şefaat etsinler[56]

«Ey Selmâ´nm iki yurdu ! Size selam olsun. Keşke burada geçen zamanlarımız bir daha geri dönselerdl»

Bir daha ( bu ateşten ) çıkmaya yol var mıdır ? derler.»,[57]

b) lev´dir. Misâl: î «Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de müminlerden olsak. »[58]

« Çocukluk günleri ve zamanı amma da güzel idi.

Keşke gücüm yettiği kadar o günlerde (olduğu gibi) kalsaydun.»]

c) Le´alle´dir. Misal:

« Ey bağırtlak kuşu sürüsü! (Sizden) kanadını banaödünç olarak verecek biri var mı? Belki ben (onunla) sevgilime doğru uçup gideceğim. »

Bu edatlar, temenni mânasında kullanıldıkları için, bunların cevabında gelen müzâri fiili nasbedilir. [59]

V.Nidâ (Ünlem)

Nidaya gelince o, fiili yerinde kullanılan bir edatla, herhangi bir kimsenin mütekellime (konuşana) doğru yönelmesini istemektir.

1- Nida için şu sekiz edat kullanılır:

Yâ, Hemze, Ey, Â, Ây, Eyâ, Heyâ ve Vâv´dır. Hemze ve Ey yakın mesafe, diğerleri de uzak mesafe için kullanılır.

Bazen uzak bir şey, « çievamlı konuşan kimsenin gönlünde bulunduğu için» sanki hazır ve yakınmış gibi kabul edilir, ve hemze veya ey nida edatlarıyla çağrılır. Şâirin aşağıda zikredilen beyitinde olduğu gibi:

alSL» î « Ey Nu´mânü´l-Erâk vadisinde ikâmet edenler! İnanınız ki sizler ( her ne kadar zahiren uzak iseniz de fakat hakikaten) benim kalbimin ortasında ikâmet ediyor gibisiniz. »

Bazen çağırılan kimsenin şanının yüceliğine ve rütbesinin yüksekliğine işaret etmek için yakın olan şey, uzak gibi kabul edilir ve uzak için vazedilmiş herhangi bir nida edatıyla çağırılır. Hattâ bu durumda çağırılan kimsenin mertebesi konuşan kimseden yüksek olması hususu, mesafe bakımından uzaklık olarak kabul edilir. Yanında bulunduğun halde efendine:.« Ey efen­dim!» demen gibi. Veya muhatabın mertebesinin aşağılı­ğına işaret etmek üzere uzak için vazedilen çağırma edatı kullanılır meselâ: Yanında bulunan kimseye: « Ey bu adam!» demen gibi. Veya dinleyici, uyku veya dal-gınlak gibi durumlardan dolayı gafil olup sanki bulun­duğu yerde bulunmadığına işaret etmek için kullanılır. Meselâ: Gafil olan bir kimseye: «Ya falanca!» demen gibi.

«Ey Allahun! Eğer günahlarım çok olsalar bile. Senin affının dahabüyûk olduğunu kesin olarak bilirim.[60]»

Ey dünya malım (ulaşılamayan gayeler için) toplayan kimse! Öleceğin halde (dünya malini) kime topluyorsun?[61] Bu örnekte, muhatap gafil olduğu için uzakta bulunan kimse gibi kabul edilmiştir. « « Ey Musa! Dedi, senin büyü­lenmiş olduğunu sanıyorum.»[62]

« Ey Falan! Sana izin verilinceye kadar konuşma!»

« Ey falan! Uyanık ol! Çünkü kötülükler seni kuşatmıştır.´´

« Ey Muhammedi Yüksek sesle konuşma ki, konuşmamızı kimse duymaması!»][63]

2- İstek bildirmeyen inşâ (dilek) kipi; sırasıyla hayret etmede, yemin etmede, satma, satmalma gibi alış­veriş akdinde kullanılan kipler ve diğer şeylerle (övme, kötüleme, umma kipleri ) için kullanılır.

İstek bildirmeyen inşâ kiplerinin çeşitli kısımları ma´ânî ilminin konusu olmadığı için onları burada açıklamakdık. [64]

VI. İkinci Kısım

Zikretmek Ve Hazfetmek

Dinleyiciye, bir şey hakkında bilgi verilmek istendiği zaman şöyle hareket edilir:

O hükümde bulunan mânaya, hangi lafız delâlet ederse, o lafzı zikretmek esastır.-Fakat mânası cümlenin gelişinden anlaşılan diğer lafızları da hazfetmek esastır. Bu her iki kural, çakıştığında; her ikisinden birinin gereği, ancak aşağıda zikredilecek olan herhangi bir sebebden dolayı diğerine tercih edilir. [65]

1- Zikri (Kelimeyi Söylemeyi) Gerektiren Sebepler Şunlardır:

a) Fazla açıklama yapmak ve izah etmek için: Misâl: Onlar, Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa ermişler ancak onlardır. »[66]

b) Sonradan inkâr edilmemesi için dinleyiciye ilân etmek (kayıt ettirmek) için zikredilir. Misâl: Bir hakim, bir şahide: » ´Bu Zeyd, zimmetinde bu kadar borcun olduğunu ikirar etti mi?» demesi ve böylece şahidin de

cevaben:

« Evet bu Zeyd, zimmetinde bu kadar borç olduğunu ikrar etti »demesi gibi. [67]

2- Hazfı Gerektiren Sebebler Şunlardır:

a) Herhangi bir durumu, muhatap dışında kalan kimselerden gizlemek için.

Misâl: Ali´yi kasdederek « O, geldi.» demen gibi.

b) Makamın darlığından dolayı: Bu da ya acıdan sızlamak içindir. Misâl:

« Bana nasılsın dedi? Hasta(yım), devamlı uykusuzluğum) ve uzayıp giden uzüntü(m var), dedim.» Veya bir fırsatı kaçırmaktan endişe edildiği için, hazf gerekir. Misâl: Avcının « Ceylân!» demesi gibi.

c) Sözü kısa keserek genelleştirmek için. Misâl: « Allah (kullarını) selam yurduna

(Cennete) davet eder.»[68] Yâni bütün kullarını davet eder. Çünkü mef ûlün hazfı, umuma delâlet eder.

d) Mef ûl kasdedilmediği için, geçişli bir fiili geçişsiz fiil haline getirmekle hazf yapılır.

Misâl: «De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?»[69]

Fiilin (meçhul kipin), nâib-i faile isnad edilmesi de hazıftan sayılır. Failden bir zarar meydana gelir veya oria bir zarar dokunur endişesiyle veya fail, bilindiği için veyahutta fail bilinmediği için veya gaye fiilin meydana geldiğini belirtmek olduğu için fail hazfedilir. Meselâ: « Mal, çalındı.», «İnsan , zayıf yaratılmıştır.[70]

VII. Üçüncü Kısım

1- Takdim ( öne almak ) ve Te´hîr ( sona bırakmak

Bilindiği gibi cümlenin bütün kelimelerini bir defada söylemek mümkün değildir. Aksine cümledeki bazı kelimeleri önce, bazılarını da sonra söylemek gerekir. Fakat cümledeki kelimeler içinde, cümlenin baş tarafında zikretmek için herhangi bir kelimenin diğer bir kelimeden üstünlüğü yoktur. Çünkü cümledeki bütün kelimeler, kelime olmaları hasebiyle eşittir. Öyle ise bir kelimenin diğer bir kelimeden önce gelmesi için bir sebebin bulunması gerekir. Takdimi (öne almayı) gerektiren bazı sebepler şunlardır:

a) Cümle başında bulunan kelimeden garib bir mâna anlaşılırsa, daha sonra gelen kelimenin mânası üzerinde düşünmeyi teşvik etmek gayesiyle. Meselâ:

»İnsanlaru hayrete düşüren şey, cansız varlıktan yaratılmış olan hayvandır (canlı varlıktır). ( Çünkü canlılar, çeşitli bitkilerle beslenirler).»

b) Acele olarak sevindirmek veya üzüntüye garketmek için hazf yapılır Misâl:

Senin affedilmene gelince, o konuda emir çıktı.» Veya; «Kısasa gelince kadı, kısas için hükmetti» gibi.

c) Başta bulunan kelimenin hoşnutsuzluğu veya hayret ifâde etmesi için. Meselâ:

«O cadar uzun tecrübeden sonra, bu yapmacık süslü şeylerle aldanıyor musunuz ?»

d) Cümledeki, olumsuzluğu umûmîleştirmek veya umûmî bir mâna ifâde eden bir cümleyi, olumsuz kılmak suretiyle cümlenin anlamını sınırlandırmak.

Birinci şekil: Genel bir mâna ifâde eden herhangi bir edatı, olumsuz bir mâna ifâde eden bir edattan önce zikretmekle yapılır. Meselâ:

di Bunların hiç biri ol­mamış. Yâni ne bu olmuş, ne de şu olmuştur.»

İkinci şekil: Olumsuz mâna ifâde eden bir edatı, genel mâna ifâde eden bir edattan önce zikretmek suretiyle yapılır.

Meselâ«Bunların hepsi olmamış. Yâni bunların tamamı olmamış.» Böylece bir kısmının gerçekleşmediği muhtemel olduğu gibi, her bir ferdinin gerçekleşmediği de muhtemeldir.

e) Tahsis ( Bir kimseyi veya şeyi diğerlerinden üstün tutmak suretiyle tercih etmek) için misâl;

« Ben, söylemedim.», « Yalnız sana ibâdet ediyoruz »[71], gibi.

Takdim ( öne almak) ve te´hir (sona bırakmak) için ayrı ayrı özel sebepler, zikretmememizin gerekçesi şudur: Cümlenin bir unsuru öne gelince, diğer unsuru mutlaka sonra gelir. Ve böylece bu her iki unsur birbirini takip eder. [72]

VIII. Dördüncü Bölüm Kasr (Tahsis Etmek)

Kasr, bir şey ( kavramı ), özel bir tarzda başka bir şeye tahsis etmektir. Kasr, hakikî ve izafî ( nisbî ) olmak üzere iki kısma ayrılır.

1- Hakikî kasr: Kavramlar arasındaki tahsisin başka şeye göre değil, bilâkis hakikat ve gerçeğe uygun olmasıdır. Şehirde Ali´den başka kâtip bulunmadığı zaman; « Şehirde, Ali´den başka hiçbir kâtip yoktur,» demen gibi.

Kulları içinde ancak âlimler, Allah tan (gereğince) korkar.»[73] «Rızık veren yalnız Aahdv »Yalnız Hasan cesurdur.

2- İzafî (nisbî) kasr: Kavramlar arasındaki ihtisas, muayyen bir şeye göre yapılırsa buna izafî daraltma denir. Misâl« Ali, yanltz ayak­tadır. » Yani Ali, oturma vasfına değil, ayakta olma vasfına sahiptir. Bu daraltmadan maksat, ayakta bulun­ma vasfından başka, bütün vasıfların Ali´den kaldırılması değildir.

« Mısır´ı, ancak Nü nehri sular.» . «Ömerden başka cömert yoktur.»]

Hakikî ve izafî kasrlann herbiri; Ya sıfatı mevsufa (niteleyeni, nitelenene) tahsis etmek suretiyle yapılır. Meselâ: « Ali´den başka hiçbir süvari yok­tur.» Veya mevsufu sıfata tahsis etmek suretiyle yapılır.

Misâl «Muhammed, sadece bir elçidir.»[74]Yani o da ölebilir.

2- İzafî kasr (daraltma): Muhatabın durumuna göre üç kısma ayrılır.

a) İfrâd kasrı: Muhatab, bir şeyin aksine inan­dığına veya muhatab bir varlıkta ayrı ayn vasıfların top­landığına inanırsa, mütekellim, o varlığın bu sıfatlardan birine inhisar ettiğini bildirmek için bu tarz daraltmaya başvurur. Misal: Muhatab, Ahmed´in hem doktor, hem mühendis olduğuna inanırsa mütekellim;. « Ahmed, sadece doktordur,» derse bu çeşit bir daraltma yapmış olur. Ali ve Hasan´m her iki­sinin de cesur olduğuna inanan kimseye;

« Cesur, Ali´dir. Hasan değildir.»

b) Kalb kasrı: Muhatabın, bir şeyi yanlış anladığını bildirmek için yapılır. [ Misâller: Elindeki paranın altın olduğuna inanan bir kimseye; « Bu para, ancak altın taklididir,» dememiz gibi. Yüzüğünün kaşındaki taşın

elmas olduğuna inanan kimseye şöyle demen gibi; Lı«O, elmas değildir. Ancak o, kırmızı bir camdır.»]

c) Belirtmeli (tâyin) kasrı: Muhatab, bir kana-ata varma hususunda kararsız olduğu durumda bu türlü daraltmaya baş vurulur. [ Misâl: « Bu Rize çayı mıdır, yoksa Seylan çayı mıdır ?» diye tereddüt gösteren kimseye « Bu Rize çayı değildir, Seylan çayıdır.» diye kesin cevap vermemiz gibi. Yarışmayı kazanan kimsenin Zeyd ve ´Amr´dan hangisi olduğunda tereddüt eden kimseyeYarışmayı, ´Amr kazanmadı, bilâkis Zeyd kazandı,´´ diye cevap vermen gibi. ]

3- Kasrın yapılış yolları

Kasr´m çeşitli yollan vardır:

a) Olumsuzluk ve istisnadır: Misâl:

«- Bü, ancak değerli bir melek­tir.»[75] Onlar, ancak hayvanlar gibidirler, hattâ onlar daha şaşkın haldedir1er.»[76]

b) (ancak): Misâl: « Anlayan an­cak Alidir« De ki; Bana, ilâhınızın yalnız bir tek ilâh olduğu vahyolundu.»[77]

c) «lâ» veya «bel» veyahut «lâkin» gibi kasr edatı denilen bağlaçlardan biriyle. Meselâ:

«Ben. nestrciyim, nazıma değilim.» « Ben, muhasip değilim bilâkis katibim.»

Yer sabit değil, fakat ha­reket ediyor.» Ben, doktorum, mühendis değilim.»

« Onun, bolca bağışlamasına hayret edilmez. Fakat onun malının, bağış zamanına kadar sağlamkalmasına hayret edilir. (Çünkü herhangi bir şeyi biriktirmek ve tasarruf etmek onun âdeti ve huyu değildir.)» ]

d) Cümle sonunda söylenmesi gereken bir keli­meyi öne getirmekle. Misâl «Ancak sana´ kulluk ederiz. Ve ancak senden meded umarız.»[78]gibi. [79]

IX. Beşinci Kısım

Vasl (Bağlama) Ve Fasl (Ayırma)

1- Vasi: Bir cümleyi, diğer bir cümleye (herhangi bir bağlaç yardımıyla) atfetmektir (bağlamaktır).

2- Fasl ise: Bir cümleyi, diğer bir cümleye atfet-memektir. (Yâni arada bağlaç veya bağ-fiil bulunmaksızın kelime ve cümlelerin biraraya getirilmelerine fasl denilir. )

Biz, burada sadece «vâv» bağlacı ile yapılan atıftan bahsedeceğiz. Çünkü «vâv» dışındaki edatlarla yapılan atıfta herhangi bir karışıklık meydana gelmez. « Vâv» edatı ile yapılan vasi (bağlama) ve fasl için bazı özel kullanılış yerleri vardır.[80]

3- Vasim Yapıldığı Yerler:

Vâv bağlacı ile iki yerde vasi yapmak gerekir:

a) Birincisi: İki cümle, haber (bildirme) veya inşâ (dilek) mânasını taşımakta birleştiklerinde ve her iki cümle arasında birleştirici bir yön bulunduğunda ve ayrıca atfı engelleyen herhangi bir şey bulunmadığında vasi yapmak gerekir. Misâl: Şu âyette olduğu gibi: İyiler, muhakkak Cennet içinde olurlar, kötüler de Cehennem içinde ,olurlar.[81]

Ve şu âyette olduğu gibi:

»Artık kazanmakta oldukl­arının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.»[82]

b) İkincisi: Atıf yapılmadığı zaman, maksada aykırı bir mânayı anlama şüphesi ortaya çıktığında (atıf yapılır). Misâl«Ali, hastalıktan iyileşti mi?» sorusunu soran kimseye cevaben:

Hayır,» ve «Allah ona şifa versin,» demen gibi. Çünkü atıf edatı bulunmazsa, Allah ona şifa vermesin gibi bir mâna anlaşılır. Vâvı zikretmemek, ona beddua etme şüphesini uyandırır. Halbuki senin maksadın ona dua etmektir. [Bir ihtiyacını gidermede sana yardım etmek isteyen kimseye:

{ « Hayır.» Ve Allah seni mübarek kûsuı» demen gibi. Kardeşin hastalığından kurtuldu mu? diyen kimseye: . «Hayır, » « ve Allah ona lutufta bulunsun» demen gibi.][83]

4- Fasl Yapılan Yerler

Beş yerde fasl yapmak gerekir:

a) Birincisi: İki cümle arasında tam bir birlik (birleştirici bir yön) bulunduğu zaman fasl yapılır. Bu durum, şu şekillerde olur:

a) İkinci cümle birinci cümlenin bedeli olursa fasl yapılır. Misâl´Bildi­ğiniz şeyleri size veren, size davarlar, oğular, bağlar, pınarlar ilısan eden (Allah´a karşı gelmekten sakının) »[84]

« İster bedevi, ister medeni olsun; insanların bir kısmı diğer bir kısmına -her ne kadar hissetmeseler dahi -hizmetçidirler..»][85]

b) Veya ikinci cümle birinci cümlenin mânâsını açıklar. Misâl:

« Şeytan Adem´e vesevese vererek: Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi ? Dedi»[86]

cc) Veya ikinci cümle, birinci cümlenin mânasını pekiştirir. Misâl Kafirlere mühlet ver, onları biraz hallerine bırak ( pek yakında desteğimiz sana gelecek)»[87]

Bu gibi yerlerde, iki cümle arasında tam bir bağlantı vardır, denilir.

b) İkincisi: aa) Bildirme ve dilek gibi ayrı kip olmaları bakımından iki cümle arasında tam bir zıtlık bulunduğu yerlerde. Misâl: Şâirin şuşiirinde olduğu gibi:

« İnsanın ahlakının niteliğini sorma! Çünkü onun yüzünde duru­munu bildiren bir şahid vardır.» (Yâni kişinin ahlakî durumu onun simasından anlaşılır.) Ve diğer bir şâirin şu şiirinde olduğu gibi:

« Kavmin komutanı onlara durunuz! Şurada savaşalım. Çünkü her insanın ölümü, takdir edilmiş ecel ile vuku bulur. (Savaşmakla ölmek ve ondan kaçınmakla da ölüm­den kurtulmak lazım gelmez.), dedi. » «Ve pz, Ebu Bekr

(r.a.) halife olarak seçildiğinde şöyle dedi: Ey insanlar ! En hayırlınız dolmadığım halde, size halife olarak tâyin edil­dim.»[88]

bb) Veya her iki cümle arasında mânâ bakımından hiçbir ilişki bulunmuyor.

Misâl: . »Ali hastadır. Said âlimdir. Güvercin bir kuştur. Ali kâtip-dir.» demen gibi. Çünkü Ali´nin hastalığı ve Said´in âlim olması ile Ali´nin katipliği ve Güvercin´in kuş olması arasında mânâ yönünden hiç bir bağlantı yoktur. Bu gibi yerlerde, iki cümle arasında tam bir kesinti ve ayırım vardır, denilir.[89]

c) Üçüncüsü: İkinci cümle, birinci cümleden ortaya çıkan bir sorunun cevabı olduğu zaman fasıl yapılır. Şâir´in şu sözü gibi:

«Allah, âfetlere her çeşit iyiliği versin. (Niçin?) Çünkü onlar vasıtasıyla dostlarımı düşmanlarımdan ayırabildim. »Bu gibi yerlerde; iki cümle arasında tam bir bağlantıya benzeyen bir ilişki vardır, denilir.

ve onlafdan kalbine bir korku girdi. Dediler ki: Korkma [90]

(Not: Bu âyetteki iki cümle arasında tam bağlantıya benzeyen bir durum vardır. Sanki ikinci cümle, birinci cümleden anlaşılan bir sorunun cevabı gibidir.) Şu âyette de aynı kural mevcuttur:

« Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi nedir?! Musa cevap verdi: O, göklerin, yerin ve aralarında bulunan şeylerin Rabbidir. Eğer hakikati görebilen kimselerdenseniz bunu bilin! dedi. Firavun yanında bulunanlara: « Onun cevabvnı duymuyor musunuz? » dedi Musa: « O, Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir«dedi»[91]

Not: iile başlayan iki cümle arasında tam bağlantı gibi bir yakınlık vardır. Çünkü ikinci cümle, birinci cümleden ortaya çıkan bir sorunun cevabıdır. ]

d) Dördüncüsü: Bir cümlenin önünde iki cümle bulunur. Bu cümleyi, aralarındaki sıkı münâsebetten (bağlantı ve ilişkiden) dolayı bu iki cümleden birine bağlamak uygundur. Fakat diğerine bağlamakla mânâ bozulur. Bu hatâyı, ortadan kaldırmak için, atıf (bağlama) terkedilir. Şâirin şu şiirinde olduğu gibi:

« Selmâ, kendi yerinde başka birini aradığımı zannediyor. Fakat ben, onun sapıklık içinde bocaladığını görüyorum.» Cümlesini cümlesine atfetmek (bağlamak) uygundur. Fakat, cümlesine atfedilme şüphesi bu atfı engeller. Çünkü böyle bir atıf yapıldığı takdirde «Üçüncü cümle» Selmâ´nm zannettiği şeylerden sayılır. Halbuki şâir, böyle bir şeyi kasdetmiyor. Bu gibi yerlerde, iki cümle arasında tam kesintiye benzeyen bir ilişki vardır, denilir.

e) Beşincisi: Aralarında bir engel bulunduğu için, iki cümlenin hükmünde ortaklık kasdedilmediği vakit. Şu âyette olduğu gibi Halbuki kendilerini saptıran şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise « Biz, sizinle beraberiz, biz ancak onlarla (Müminlerle) alay

ediyoruz, derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder.»[92] Cümlesini, cümlesine atfetmek uygun değildir. Çünkü böyle bir atıf, bu cümlenin, münafıkların sözü olduğunu gerektirir. Cümlesine de atfetmek uygun değildir. Çünkü böyle bir atıf, Allah´ın münafıklarla alay etmesinin, onların (münafıkların) şeytanlanyla başbaşa kalmalanndaki durumlarına bağlı olduğunu gerektirir. Bu gibi yerlerde, iki cümle arasında tam bağlantı ve tam kesinti arasında bulunan orta bir hal vardır, denilir.[93]

X. Altıncı Kısım

İcaz, İtnâb Ve Müsavat

Bu bölüm, İcaz (sözü kısaltma), itnâb (sözü uzat­ma) ve müsavat (eşitlik) hakkındadır. Akla gelen (zihinde bulunan) bütün mânaları, şu üç şekilde ifâde etmek mümkündür:

1- Müsavat (eşitlik): Kasdedilen herhangi bir mânayı, kendisine eşit miktarda kelimelerle ifâde etmeye müsavat denilir. Yani ibarenin, orta seviyedeki halkın günlük hayatta kulandıklan ölçüde olması gerekir. Halk; orta derecede belagat ilmini bilme derecesine yüksel-memiş ve meramını ifâde etmekten aciz bir duruma da düşmemiş olan kimselerdir.

Misâl« Âyetlerimiz aleyhinde konuşmaya dalanları gördüğün zaman, başka bir söze geçmelerine kadar onlardan yüz çevir.»[94]

Müsavat için bazı misâller:

Kendiniz için ön­ceden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksı­nız.»[95]

« Halbuki kötü tuzağın zara­rı, ancak onu kurana dokunur.»[96]

« Yaşamaya devam ettiğin sürece zaman, daha önce bilmediğin şeyleri sana öğretir. Kendisine herhangi bir azık vermediğin kimse de sâna çeşitli haberleri geti­rir.»[97]

2- İcaz (sözü kısaltma): Herhangi bir mefhumu, kendinden az lafızlarla ifâde etmeye icaz denilir. ( Veya meramı ifâde etmek şartıyla az lafızlarla, çok mânâları anlatmaya icaz denir.)[98] Misâl:

« Arkadaşlar durun! Yân ve onun Dehül ile Havmel arasında bulunan Saktü´l-livâdaki yurdunu anıp ağlaya­lım.»

« Bilesiniz fci; yaratmak da emretmek deOna aittir.»[99]

« Güçsüz, kafilenin baş­kanıdır.[100] » « Rabbin ue sâ/" sâf olan melekler, karşına çıktığı zaman.»[101]

Kısaltılan ibare, meramı ifade etmediği zaman, bu ibarede ihlâl var denir. Meselâ: Haris b. Hillize el-Yeşkürî ´nin şu beytinde olduğu gibi:

Afımafclıfc ve cehalet himâyesinde(içinde) refah ve mutlulukla yaşamak, fakir olarak yaşamaktan daha hayırlıdır.» Şâir, bu şiirinde; cahillik himayesinde bulunan bolluk içindeki hayatın, akıl himayesindeki sıkıntılı hayattan daha hayırlı olduğunu kasdediyor.

3- İtnâb (Sözü uzatmak) : Herhangi bir fayda için, maksadı, alışılagelmiş ibareden fazla ibare ile ifâde etmeğe itnâb denilir.

Misâl« Rabim, dedi ! Benim kendimde kemik yıprandı, baş bembeyaz alev aldı.»[102] Yâni yaşlandım.

Eğer fazla ibarede bir fayda yoksa bu söz iki kısma ayrılır:

a) Tatvîl (uzatmak): Cümle içinde, fazla olan ibare belli değilse bu ismi alır.

b) Haşv: Fazla olan ibare belli ise haşv (yâni lüzum­suz söz) ismini alır.

Tatvîle örnek « Onun sözünün yalan ve saçma olduğunu anladı

Haşve örnek Ben, bugünün ve bugünden önce geçen dünün ( geçmiş zamanın) ilmini biliyorum. Ancak geleceği bilmekten aciz ve basiretsizim (Yani yarın ne olacağını bilmiyorum.).

c) İcazı gerektiren başlıca sebepler şunlardır: Ezberi ve anlamayı kolaylaştırmak, yerin dar olması, bir şeyi gizlemek ve sözü uzatmaktan meydana gelen bık­kınlığı ve usanmayı gidermek.

d) İtnâbı gerektiren sebepler şunlardır: Mânâyı takviye etmek, maksadı iyice açıklamak ve pekiştirmek, şüpheyi ortadan kaldırmak. [103]

4- İcaz (Sözü Kısaltmanın) Kısımları:

İcaz: Ya az kelimelerle, çok mâna ifâde etmek sure­tiyle yapılır. Böyle bir icaz, edebiyatçıların alaka ve ilgile­rinin birleştiği noktadır. Ve bu abanda onlann dereceleri farklıdır. Bu tür icâz´a, «icâz-ı kasr» denilir. Şu âyette olduğu gibi: » « Kısasta sizin için hayat vardır.»[104]

[Bazı misâller;

(İnanıp da imanlarına zulüm kisvesini giydirmeyenler,) işte emniyet içinde olma onların hakkıdır.»[105] (Bu misâlde, kasr icazı vardır.)

« Oğullar: « Allah´a yemin olsun ki; kendini yiyip bitirinceye veya yok oluncaya kadar hep Yusuf u hatırlayıp duracaksın dediler.»[106] (Bu misâlde, hazf icazı vardır.)´

« Yeryüzünden sular çıkardı, orada otlaklar yarattu »[107] Bû misâlde, kasr icazı vardır.) « Ey Muhammedi Sen affı ( kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.»[108] (Bu misâlde, kasr icazı vardır.) Şüphesiz, açık -seçik konuşmanın bir kısmı büyü gibidir.»[109]

Veya icaz; hazfedilen şeye delâlet eden bir ipucunun bulunması şartıyla ibarede bulunan kelimelerden bir veya birkaç kelimeyi; bir cümle veya birkaç cümleyi hazfetmek suretiyle yapılır.

İcazın bu kısmına, «icâz-ı hazf» (düşürme yoluyla yapılan kısaltma) denilir.

Kelimeyi hazfetmek yoluyla sözü kısaltmaya, İmrü1 ül-Kays´m şu şiirinde düşürülen «"i» edatını örnek olarak gösterebiliriz.

« Ben (sevgilime) dedim kü Allaha yemin ederim. Başımı ve mafsallarımı kesseler bile senin yanında oturmaya devam edeceğim.»

Cümlenin düşürülmesiyle yapılan icâz| Kur´ân-ı Ke-rîm´deki şu âyette olduğu gibi:

»Eğer seni yalanlıyor­larsa (üzülme) senden önceki Peygamberler de yalan­landı.[110]» Yâni ( Sen de o Peygamberleri örnek edinip) üzülme, acıya dayan ve sabret.

Kâf. Şanlı ve şerefli Kur´ân´a yemin olsun kU Biz, seni insanlara uyarıcı olarak gönderdik de onlar inanmadılar.»[111]

Yâni; Kâf ve Şanlı Kur´ân´a yemin olsun ki siz ölümden sonra dirileceksiniz.

Ve şu âyette olduğu gibi:

« Yüzleri kara­ranlara şöyle denecektir:« îman ettikten sonra inkâr mı ettiniz?»[112]

Yâni onlara denilirki;

İmân ettikten, sonra inkâr mı ettiniz. »

Birden fazla cümlenin hazfıyla (düşürülmesiyle) sözün kısaltılmasına örnek: Şu âyette olduğu gibi:jBeni hemen (zindana) gön­derin»[113] «Ey Yusuf ! Ey doğru sözlü kişi!. )

Yâni kendisinden rüya yorumunu sormam için beni Hz. Yusuf un yanma gönderin! Dediğini yaptılar. Yusuf un yanma gitti ve ona dedi ki; « Ey Yusuf! Ey doğru sözlü kişi]» [114]

5- İtnâb ( Sözü Uzatma)´nın Kısımlar:

İtnâb, bir kaç şekilde yapılır:

a) Umuma delâlet eden lafızdan sonra hususa delâlet eden lafzı söylemek suretiyle yapılır: Misâl:

« Derslerinize ve arapçaya çalışınız! » Buradaki itnâb´ın faydası, hususi olarak kendisine işaret edilen arapçanın üstün olduğuna dikkati çekmek içindir. Sanki arapça, değerinin yüce­liğinden dolayı, kendisinden önceki derslerden ayrı olan değişik bir cins gibidir.

[ Bazı misâller «O gece melekler ve Cebrail Rablerinin izniyle, bütün emirlerle inerler.»[115] Namazlara ve orta namaza devam edin!»[116]

«.... Rabblerinden Musa´ya, İsa´ya ve bütün peygamberlere verilene imân ettik.»[117]

b) Hususa delâlet eden bir kelimeden sonra, umûma delâlet eden bir kelimeyi söylemek suretiyle yapılır. Şu âyette olduğu gibi:

Rabbim ! Beni, anne-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman sahibi erkekleri ve kadarûan bağışla[118]

«Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde, beni annemi ve babamı ve bütün müminleri affet!»[119]

c) Üstü kapalı anlatımdan sonra konuyu açık­lamak suretiyle yapılır. Şu âyette olduğu gibi:

«Bildiğiniz şeyleri size veren, size davarlar, oğullar, pınarlar ihsan eden (Allah´a karşı gelmekten) sakının!»[120]

«Biz, Lut´a şu kesin emri vahyettik: Bu kafirler sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır. »[121]

« Şeytân Ademe vesvese vererek: « Ey Adem! Sana Ebedilik ağacını ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi ? dedi »[122]

d) Herhangi biri maksat için bir lafzı tekrarlamak suretiyle yapılır:

aa) Şâir´in şu beytinde olduğu gibi (iki kelime arasındaki mesafenin) fazla uzun olmasından dolayı itnâb yapılır:

« Hapis, bukağı, özlem, gurbet ve dostun uzaklığı mı? Şüphesizki bunlar gerçekten büyük şeylerdir.» ´Eğer bir adam,verdiği sözleri bu şekilde yerine getirmeye devam ederse muhakkak, o adam cömerttir.[123]

[Bazı misâller ;

« O memleketler halkı, azabımızın onlara uyurlarken gece gelmeyeceğinden emin midirler ? Ve yine o memleketler halkı, azabımızın kendilerine kuşluk vakti eğlenirlerken gelmeyeceğinden emin midirler ? yoksa onlar, Allah´ın kendilerini ansızın yakalayıvermesinden emin mi oldular ? Allah´ın, ansızın yakalamasından ancak hüsrana uğrayan bir topluluk emin olur.»[124]

bb) Affetme konusunda şiddetli bir arzuyu ifâde etmek gayesiyle. Şu âyette olduğu gibi:

Ey iman edenler ! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakınınız. Amma

affeder, kusurlarını bağışlar, başlarına kakmaz, hoşgörür ve bağışlarsanız, biliniz ki Allah, çok bağışlayan, çok

esirgeyendir.»[125]

cc) Yapılan uyarıyı pekiştirmek gayesiyle itnâb yapılır: Şu âyette olduğu gibi:

«Hayır! Yakında bileceksiniz. Yine hayır! Yakında bileceksiniz.»[126] [Bir misâl« Kapılan çalacak olan o dehşetli hadise. Nedir o dehşetli hadise? O dehşetli hadisenin ne olduğunusen nereden bileceksin?[127]

e) Ara söz yoluyla (itiraz): Bir cümlenin değişik unsurları veya mâna bakımından birbirine bağlı olan iki cümle arasına, bir gaye için kelime (veya kelime gurubu veya cümle) katmaya itiraz denilir. Misâl: (Kendisine selam veren Abdullah b. Tâhir´in selamını duymayan) ´Avf b. Muhallim´in şu beytinde olduğu gibi:

« Şüphesiz seksen yaş -kU sende bu yaşa eresin- kulaklarımı, bir tercümana muhtaç etmiştir.»

Ayrıca aşağıda zikredilen âyette de aynı san´at vardır:« On­lar, kızları Allah´a, -ki Allah onlardan münezzehtir.-beğenip hoşlandıkları (erkek çocukları) da kendilerine nisbet ediyorlar. »[128]

Allah´tan -ki Onu noksan vasıflardan tenzih ederim, sana sıhhat bağışlama­sını dilerim.»

oğulları -biliniz ki onlar yalan söylüyorlar - benim yaşlı olduğumu iddia ettiler. Halbuki ben...[129]

«Eğer cimriler -ki sen de onlardansın- seni görselerdi, borçlarını, vadesinde ödememeyi senden öğrene­ceklerdi.»[130]

f) Ek yapmak suretiyle: Bu da cümleyi pekiştirmek gayesiyle, bir cümleden sonra aynı mânaya gelen diğer bir cümleyi zikretmekle yapılır. Bu kısım; a) Ya mâna bakımından müstakil ve önceki cümleye ihtiyacı bulunmadığı için, darb-ı mesel şeklinde icra edilir. Şu âyette olduğu gibi:

«iüne deki; Hak geldi, batıl yıkılıp gitti Zaten batıl yıl<:ümaya mahkum­dur.»[131]

[Bazı misâller; * Ben

nefsimi temize çıkarmak istemem. Çünkü nejis kötülüğü emreder. »[132]

Muhammedi ! Biz senden önce hiç bir beşere ebedilik vermedik. Sen ölürsen sanki onlar baki mi kalacaklar?[133] «Çalışmasından dolayı Ali´yi ödüllendirdim. Çalışkanlardan başkası ödüllendirilir mi?»]

b) Veya önceki cümleyle alakası bulunduğu için, darb-ımesel şeklinde icra edilmez. Meselâ: Şu âyette ol­duğu gibi:

« Nankörlük

ettikleri için, onları böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasuıı cezalandırır mıyız?[134]

g) İhtiraz (Sakınmak ve korunmak) için: Sakın­mak; kendisinden kasdedilen mânadan ayrı manâ anla­şılan bir sözden, bu şüpheyi ortadan kaldıran bir şey ilâve etmek suretiyle yapılır. « Misal: Tarafa b. el-´Abd´ın şu beytinde olduğu gibi:

Senin arazini, bahar yağmuru şimşeksiz ve yıldırunsız, boz­madan sulasın. Taze ve yeşil kılsın.» [135]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Cinn sûresi, 72/ 10 .

[2] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 25.

[3] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 27-28.

[4] Meryem sûresi, 19/4; Zamehşerî, Keşşaf, II, 405; Sâbûnî, Safvetü´t-tefâsîr, II, 217.

[5] Â1-İ İmrân sûresi, 3/186;

[6] Zâriyât sûresi, 51/58.

[7] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 28-30.

[8] Fazla bilgi için bkz. Abdulazîz Atık, İlmü´l-me´ânî, s. 54- 60.

[9] Kasas sûresi, 28/24; Sâbûnî, Safvetü´t-tefâsîr, II, 430,435.

[10] Meryem sûresi, 19/4

[11] Al-i İmrân sûresi, 3/36 .

[12] el-Belâgatül-vâzıha, s. 147

Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 31-33.

[13] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 34.

[14] Meryem sûresi, 19/12 .

[15] el-Münâvî, Feyzü´l-kadîr, I, 176 (No: 222).

[16] Tirmizi Birr, 60; el-Münâvî, Feyzü´l-kadîr , I, 222.

[17] Talak sûresi, 65/7.

[18] Hacc sûresi, 22/29.

[19] Mâide sûresi, 5/105

[20] Bakara sûresi, 2/83.

[21] Nemi sûresi, 27/19 . Türkçe örnek : (Yâ Rabb! Hemîşe lutfunu et rehnümâ bana . Gösterme ol tarîki ki ytmez sana, bana.)

[22] Yarın akşam Fatih camiine gel. Bana bir kitap âl. v.s.

[23] Turnam, kalk havalan Tortum suyundan. Nolaydı gençliğim avdet edeydi.

[24] Fussilet sûresi, 41/40; Türkçe misâl: Hele vazoyu kır, o zaman gününü görürsün.

[25] Tûr sûresi, 52/16.

[26] Tevbe sûresi, 9/80; Zamehşerî, Keşşaf, II, 164; Sâbûnî, Safvetü´t-tefâsîr, I, 552,556.

[27] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 35-38.

[28] A´raf sûresi, 7/85.

[29] En´âm sûresi, 6/152.

[30] A´raf sûresi, 7/150; Zamehşerî, Keşşaf, II, 95.

[31] el-Belâgatü´1-vâzıha, s. 185.

[32] el-Belâgatü´1-vâziha, s. 188; Abdulazîz Atîk, Ilmü´l-me´ânî, s. 86.

[33] Türkçe için örnek: Ağzını kapatmasın, sonra görür âkibetini.

Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 38-40.

[34] Tasdik sorusu: Özneye veya sözde özneye isnâd edilen durumun sabit olup olmadığını öğrenmek maksadıyla serdolunan sorular bu çeşittendir .

[35] Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, 1; Ebû Dâyûd, Sünnet, 16; Tirmizî , İmân, 4; Nesâî , İmân, 5; Ibn Mâce , Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, I, 52, II, 326 .

[36] Kıyamet sûresi, 75/6; Sâbûnî, Safvetü´t-tefâsîr, 111,484-485, 489 .

[37] A´râf sûresi, 7/187 .

[38] Bakara sûresi, 2/ 259 .

[39] Âl-i ´İmrân sûresi, 3/ 37; Zamehşerî, Keşşaf, I, 187.

[40] Kehf sûresi, 18/19.

[41] Meryem sûresi, 19/73 .

[42] Bakara sûresi, 2/6.

[43] Rahman sûresi, 55/60; Sâbûnl, SafVetü´t-tefâsîr, 111,301 .

[44] En´âm sûresi,6/40.

[45] Zümer sûresi, 39/36.

[46] Mâîde sûresi, 5/91 .

[47] Al-i ´Imrân sûresi, 3/20.

[48] Tevbe sûresi, 9/13 .

[49] Saff sûresi, 61/10.

[50] Bakara sûresi, 2/255.

[51] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 41-48.

[52] Abdulazîz Atik, İlmül-meânî, s. 112.

[53] Kasas sûresi, 28/79.

[54] Talâk sûresi, 1/65

[55] Mü´min sûresi, 40/35 .

[56] A´râf sûresi, 7/53.

[57] Mü´min sûresi, 40/11 .

[58] Şu´âra sûresi, 102 .

[59] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 49-51.

[60] el-Belâgatü´1-vâzıha, s. 210 .

[61] el-Belâgatü´1-vâzıha, s. 210 .

[62] Isrâ sûresi, 17/101 .

[63] el-Belâgatü´l-vazıha, s. 214.

[64] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 52-54.

[65] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 55.

[66] Bakara sûresi, 2/5; Beyzâvî, s. 10; Sâbûnî, Safvetü´t-tefâsîr, 1,32.

[67] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 55-56.

[68] Yunus sûresi. 10/25 .

[69] Zümer sûresi, 39/9.

[70] Nisa sûresi, 4/ 26 .

Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 56-57.

[71] Fatiha sûresi, 1/ 5.

[72] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 57-59.

[73] Fâtır sûresi, 35/28 .

[74] Âl-i ´İmrân sûresi. 3/ 144 .

[75] Yusuf sûresi, 12/31

[76] Furkân sûresi, 25/44.

[77] Kehf sûresi, 18/110, Fussilet sûresi, 41/6

[78] Fatiha sûresi, 1/5.

[79] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 60-63.

[80] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 64.

[81] Infitâr sûresi, 82/13.

[82] Tevbe sûresi, 9/82.

[83] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 231 .

Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 64-65.

[84] Şu´arâ´ sûresi, 26/133.

[85] el-Belâgatü´l-vazıha, s. 227 .

[86] Tâhâ suresi, 20/120.

[87] Târik sûresi ,86/17.

[88] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 233.

[89] Vaslın ikinci kısmında; Atıf, şüpheyi ortadan kaldırmak için yapılmıştır, denildiği gibi.

[90] Hûd sûresi, 11/70 .

[91] Şu´arâ´ sûresi, 26/25-26.

[92] Bakara sûresi, 2/14-15.

[93] a-Vaslın ilk kısmında, iki cümle arasında birleştirici bir unsur var denildiği gibi. Ancak buradaki fasıl, iki cümlenin hükmünde müşterek olmadıklarını kasdetmek için yapılır .

b- Güller güler, figanla geçer ömr-i ´Andalib, Bimâr intizârda, ücret diler tabîb .

Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 65-70.

[94] En´âm sûresi, 6/68 .

[95] Bakara sûresi, 2/110; Müzzemmil sûresi, 73/20.

[96] Fâtır sûresi, 35/43 .

[97] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.230; Tirmizî, Edeb, 70.

[98] Veya; Lafzı az, mânası çok olacak şekilde, meramı ifâde etmeye icaz denir.

[99] A´râf sûresi, 7/54.

[100] İbn Manzûr, Lisânu´l-´arab, IX, 206.

[101] Fecr sûresi, 89/22 .

[102] Meryem sûresi, 19/4 .

[103] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 70-73.

[104] Bakara sûresi, 2/179.

[105] En´âm sûresi, 6/82.

[106] Yusuf sûresi, 12/85 .

[107] Nâziât sûresi, 79/31

[108] A´râf sûresi, 7/199.

[109] Buhârî, Tıbb, 51, Nikâh, 47; Müslim, Cuma, 47; Ebû Dâvûd, Edeb, 86, 87; Tirmizî, Birr, 79; Dârimî, Salât, 199; Muvatta´, Kelâm, 7; Ahmed b. Hanbel, I, 269, 273, II, 16, 59, III, 470, IV, 263. Fazla bilgi için bkz., Abdulazîz Atîk, Ilmü´l-me´ânî, s. 176-178; Bazı türkçe örnekler: Vakit, nakitttr. Azıcık aşım, ağrısız başım. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

[110] Fâtır sûresi, 35/4.

[111] Kâf sûresi, 50/1 .

[112] Âl-i İmrân sûresi, 3/106 .

[113] Yûsuf sûresi, 12/45.

[114] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 73-76.

[115] Kadir sûresi, 97/4 .

[116] Bakara sûresi, 2/238 .

[117] Âl-i İmrân sûresi, 3/84 .

[118] Nuh sûresi, 71/28 .

[119] İbrahim sûresi, 14/41.

[120] Şu´arâ suresi, 26/133 .

[121] Hicr sûresi, 14/66.

[122] Tâhâ sûresi, 20/ 120.

[123] el-Belâgatül-vâzıha, s. 256.

[124] A´râf sûresi, 7/97-99.

[125] Teğâbün sûresi, 64/14 .

[126] Tekâsür sûresi, 102/3-4 .

[127] Kâri´a sûresi, 101/1-3 .

[128] Nahl sûresi, 16/57.

[129] el-Belâgatü´1-vâzıha , s. 247 .

[130] el-Belâgatü´1-vâzıha , s. 252

[131] Isrâ sûresi, 17/81.

[132] Yusuf suresi, 12/53

[133] Enbiyâ sûresi, 21/34 .

[134] Sebe´sûresi. 34/17 .

[135] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 77-82.