Takdim ve Te´hir

et-Takdîm; sözlükte fiilinin masdarı olup bir şeyi başka bir şeyin önüne almak manasına gelir.[1]

et-Te´hîr; sözlükte fiilinin masdarı olup bir şeyi sonraya bırak­mak ve bir işi geciktirmek gibi manaları ifâde eder.[2]´

Bilindiği gibi cümlenin bütün kelimelerini bir defada söylemek mümkün değildir. Aksine cümledeki bazı kelimeleri önce, bazılarım da sonra söy­lemek gerekir. Fakat cümledeki kelimeler içinde, cümlenin baş tarafında zikretmek için herhangi bir kelimenin diğer bir kelimeden üstünlüğü yok­tur. Çünkü cümledeki bütün kelimeler, kelime olmaları hasebiyle eşittir. Öyle ise bir kelimenin diğer bir kelimeden önce gelmesi için bir sebebin bulunması gerekir. Ancak müsnedün ileyh, cümlenin esas unsuru olduğu ve hakkında hüküm verildiği için, genellikle o, müsnedden önce zikredilir. Bu­nun dışında müsnedün ileyhin cümle başında zikredilmesini gerektiren bazı sebepler vardır.[3]´ Bunların en önemlileri şunlardır:

a) Arapçada cümle başında bulunması gereken soru edatları, şart edat­ları, =mâ et-taaccübiyye", ve = kem el-haberiyye" gibi bazı edat ve kelimeleri cümle başında zikretmek lazımdır, «Zeyd nasıldır? » « Amr, nerede?» «Cevap ne zaman (verilecek)?[4]

b) Cümle başında bulunan kelimeden garib bir mâna anlaşılırsa, daha sonra gelen kelimenin mânası üzerinde düşünmeyi teşvik etmek gayesiyle. «insanları, hayre­te düşüren şey, cansız varlıktan yaratılmış olan hayvandır (canlı varlıktır).

(Çünkü canlılar, çeşitli bitkilerle beslenirler).»[5]

c) Acele olarak sevindirmek veya üzüntüye garketmek: «Sad senin evindedir.»[6]

«-5cmn affedilmene gelince, o konuda emir çıktı.»[7]

gelince hakim, kısas için hükmet­ti.»[8] gibi."

ç) Başta bulunan kelimenin hoşnutsuzluğu veya hayret ifâde etmesi:

«O kadar uzun tecrübeden sonra, bu yapmacık süslü şeylerle aldanıyor musunuz?»[9]

d) Cümledeki, olumsuzluğu umûmîleştirmek veya umûmî bir mâna ifâde eden bir cümleyi, olumsuz kılmak suretiyle cümlenin anlamını sınırlandır­mak.[10]

Birinci şekil: Genel bir mâna ifâde eden herhangi bir edatı, olumsuz bir mâna ifâde eden bir edattan önce zikretmekle yapılır.

Meselâ: «.Bunların hiç biri ol­mamış. Yâni ne bu olmuş, ne de şu olmuştur.»[11]

İkinci şekil: Olumsuz mâna ifâde eden bir edatı, genel mâna ifâde eden bir edattan önce zikretmek suretiyle yapılır.

Meselâ: «Bunların hepsi olmamış. Yâni bunların tamamı olmamış.»[12] Böylece bir kısmının gerçekleşmediği muhtemel olduğu gibi, her bir ferdinin gerçekleşmediği de muhtemeldir. « «Allah, günahta ve inkarda direnen hiç kim-seyı sevmez.»[13]

«Şunlar in hiç birine boyun eğme: Yemin edip duran aşağılık»[14]

«Kişi, her arzu ettiğini elde edemez. Çünkü rüzgarlar, gemilerin isteme­diği şekilde eser (Yâni işler, iyi gitmiyor).[15]

e) Tahsis (Bir kimseyi veya şeyi diğerlerinden üstün tutmak suretiyle ter­cih etmek) için takdim yapılır:

«Ben, bunu söylemedim. »[16]

«Yalnız sana ibâdet ediyoruz ve yalnız senden yardım diliyoruz.[17] gibi.

f) Teberrük için:

«Allahın ismi, onunla hidâyeti buldum.»[18]

g) Telezzüz (lezzet ve haz duymak) için: «Leyla (buraya) ulaştı.»[19]

Müsnedin te´hiri (sonda gelmesi) için ayrı özel sebepler, zikretmememi­zin gerekçesi şudur: Müsned, tabii olarak cümlenin son kısmını teşkil eder. Cümlenin bir unsuru öne geçince, diğer unsuru mutlaka sonra gelir. Ve böylece bu her iki unsur birbirini takip eder.[20]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Lisânü´l-´arab, 12/466, 467; Edebiyat Lügati, s. 157.

[2] el-Kâmus, s. 436-437; Lisânü´l-´arab, 4/12; el-Külliyyât, s. 257; Edebiyat Lügati, s.157.

[3] Delâilü´i-i´câz, s. 106 vd; Miftâhu´l-´ulûm, s. 219-224; el-îzâh, 1/135; el-Mutavvel, s.

106, 128; Muhtasam´l-me´ânî, s. 85; İlmü´l-Me´ânî, s. 136-145; Cevâhiru´t-belâğa, s. 138-140; ´Ulûmü´I-belâğa, s. 92-103; el-Betâğatü´l-´arabiyye, 1/350 vd.; Mecâmi´u´l-. edeb, İlm-i Me´ânî´, s. 125-126; Mu´cemü´l-mustalahâtİ´l-belâğiyye, s. 404-406; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 540-545; Edebiyat Lügati, s. 157.

[4] Delâilul´i´câz, s. 111-117; Miftâhu´l-´ulûm, s. 219; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânî´, s. 126; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/359.

[5] el-îzâh, 1/135; el-Mutavvel, s. 107; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 85; İlmü´l-Me´ânî, s. 137; Ulûmü´I-belâğa, s. 93-94; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 404; Mu´cemii´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 542.

[6] el-îzâh, 1/135; el-Mutavvel, s. 107; Mu´cemü´l-mustalahâtİ´l-belâğiyye, s. 404; Mu´ce-mü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 542.

[7] Cevâhiı´u´l-helâğa, s, 139.

[8] Age., aynı yer.

[9] el-Belâğa, s. 22.

[10] Cevahir u´l-helâğa, s. 140; ´Ulûmü´I-belâğa, s. 96-97; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 542.

[11] Cevâhiru´l-belâğa, s. 140.

[12] Age, aynı yer.

[13] Bakara suresi, 2/276; ayrıca bk., ´Ulûmü´I-belâğa, s. 97.

[14] Kalem suresi, 68/10; ayrıca bk., ´Ulûmü´l-belâğa, s. 97.

[15] el-hâh, 1/151; el-Kavlü´l-ceyyid, s. 111,112.

[16] el-Mutavvel, s. 108; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 86.

[17] Fatiha suresi, 1/5; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/382; Mu´cemü´î-mustala-hâfi´l-belâğiyye, s. 405.

[18] Cevâhim´l-belâğa, s. 139; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 94.

[19] Cevâhiru´l-belâğa, s. 139.

[20] el-Beiağa, s. 22; Mecâmi´u´l-edeb, İîm-i Me´ânî´, s. 127.