Sonuç

İşte budur Kur´an: Ona ne uydurma bir iftira ve ne de yalan karışmış­tır. Ne şairin hayalleri ve ne de edîbin boş yaldızlı sözleri vardır onda. O, fesahat sahiplerinin sözlerine de benzemez. Akıllara hayret veren eşsiz bir üslûba sahiptir. Vahyedilen bir vahiydir O. İnen bir tenzildir. Rabbânî bir hi­dayettir. Peygambere bir ültimatom olarak gelir ve ona emreder. Bir defa olsun, diğer insanlar gibi bir insan olan bu Arap Peygamberin şahsıyla ka­rışmamıştır. Allah´ın seçkin kullarına vahyettiği sema sözlerinden - Levh-i Mahfûz´dan - daha önce benzeri olmayan yeni bir şey de değildir.

Yirmiüç yıl boyunca ferdî ve içtimaî olaylarla birlikte tedrici olarak pey-der pey inen Kur´an işte budur. Onun bu tedriciliğinde mü´minler için bîr hidayet, müjde ve öğüt vardır.

Allah bu Kur´am, satırlara yazılması ve göğüs levhalarına nakşedilme-si yoluyla onu korumuştur. Ona gösterilen ihtimam başka hiçbir kitaba gösterilmemiştir. Sûre ve âyetlerinin, lafız ve harflerinin, kıraat ve vecihte-rinin, nokta ve resminin, ta´şîr ve tahzîbinin, mushaf ve sahifelerinin, tec-vîd, hat, tezyin ve tab´ının bize ulaştığı tevatür başka hiçbirine nasib olma­mıştır.

Âlimler, bu yüce Kitabı ilgilendiren her hususa büyük bir aşkla sarıldı­lar: Âyet ve harflerini, noktalı ve noktasız harflerini bile saydılar. Onda en uzun ve en kısa kelimeleri, harekeli harfleri en çok bulunduran kelimeye kadar tesbit ettiler. Onu ilgilendiren daha az ağırlıklı meselelerle bile uğ­raştılar. Bütün bunları yaparken Allah yanında bir mükâfatlarının olacağı­na inandılar. Çünkü böylece, O´nun bu apaçık Kitabını yılların yıpratmasın­dan koruma hususundaki ezelî iradesini gerçekleştirmiş oluyorlardı.

İhtiva ettiği ve çevresinde dolaşan gaye ve hedeflerine hizmet eden, külliyât ve cüz´iyâttan bahseden ve kâinat, hayat ve insanla ilgili asîl ruhî felsefenin boyutlarını tasvir eden ilimlere gelince, İsiâm âlimlerinin büyüte gayret sarfettiklerini, onların, metod ve kurallarını tesbit için olanca güçle­riyle çalıştıklarını gördük. Bu yolda fikrî ekoller kurduklarına, bu alanda ilmî eserler te´lif ettiklerine ve temelleri üzerine felsefî, fıkhî ve ruhî mezhebler ortaya koyduklarına şahit olduk.

Hiç şüphesiz - bu araştırmamızda - orta yer© serdiğimiz Kur´an ilimle­rinden «nuzûl sebeplerini» arzederken doğru anlamaya yardımcı olan; te´-villerin üstününü ve tefsirin en doğrusunu ilham eden âyetlerin kıssaların­dan bahsetmemiz ve bu sebeplerle ilgili rivayetlerin tercihinde müfessirle-rin kullandıkları ölçüleri, ıstılahlarını, zekice buluş ve üstün eleştirilerini or­taya koymamız, âyetlerin tarihî sebepleriyle birlikte edebî bir insicam içeri­sinde hikmete uygun olarak satırlarda tertip edilmelerine ve olaylara uygun olarak inişlerinin göğüslerde ezberlendiğine işaret etmemiz okuyucunun kalbini doyurmuş, hayalini en güze! şekliyle tatmin etmiş ve uyanıklığın* tahrik etmiştir. Bu arada, nuzûi sebepleri bilinmediği takdirde sanat uyu­munun onların yerini doldurduğunu yahut bilindikleri zaman caniı «örnek­lerle» onları pekiştirdiklerini ortaya koymamız, okuyucuya birçok şey ka­zandırmıştır.

Mekkî ve Medenîden bahsederken Mekke´de İslâmî hareketin başlan­gıcını tesbit etmekle - evvel emirde - müsteşriklere cephe aldık. Tâ ki her araştırmacı vahyin başlangıcını her türiü.iltimas ve kapalılıktan uzak, açık ve seçik bir şekilde görsün. Peygamber hayatına getirilen bu açıklık sa­yesinde tarihçi de, müfessir de ve edip de Mekke ve Medinede bîrîbirini takip eden merhaleleri tesbit edebilir.

Mekkî ve Medenî taksiminde tarihle sıkı sıkıya ilişkisi bulunan bir konu ile karşı karşıya olduğumuzdan, zaman taksimini yer, konu ve şahsiyet tak­simine tercih etmekte tereddüt göstermedik. Bu tarihî taksimin ışığında da Mekke veya Medine´de başta, ortada ve sonda nazil olanları hemen müşa­hede ettik. Nuzûlü şu anda kulak ve gözlerimizin önünde iniyormuşçasına!

Gece ve gündüz, sıcakta ve soğukta, yolculukta ve hazarda savaşta ve barışta inenleri gördük. Kur´an´ın inişiyle ilgili daha cüz´î meselelere, üç Mekkî merhaleden bahsederken temas ettik. Kısa da olsa bu merhalelerle ilgili en bariz lafız ve fasılalara, ahenk ve ölçülülüğüne, akide ve ahkâmına işaret ettik. Gördük ki, Mekkî ilk merhalede âyetler gayet kısa ve vecizdir. Ölçülü ve kafiyeli fasılaları, hayret verici âhengiyle bazen sakin ve akıcı ve bazen coşkulu ve dalgalıdır. Bazen sessiz ve sakin, bazen de fırtınalı ve devirici, bazen gürültülü ve bazen homurtuludur.

Mekkî İkinci merhalede gördük ki, birinci merhaleye ilave edilen haki­katler konularını müstakil hale getirmiş gibidir. İslâm daveti artık müşrikle­rin kalblerine korku salmaya başlamıştır. Bu merhalenin üslûbu ise birinci merhalede olduğu gibidir. Makta´ ve fasılaları biribirine mütecanis ve çok renklidir. Ahenk ölçüsünün gerekleri bazen ortaya çıkmaktadır ve bir sûredeki nağmeler büyüleyici ve alıcı bir şekilde çeşitlilik arz etmekte­dir.

Mekkî üçüncü merhahede yeni bir ortamla karşılaştık. Neredeyse bu merhale uzun sûreleri neticesinde, son bulmak üzere olan Mekkî vahiy ile daha sonra vak´alara uygun olarak inecek olan Medenî vahiy arasında or­ta bir yerdedir. Bu merhalede uzun birçok sûreye ve bu sûrelerden mukat-taa harflerle başlayan ve peygamber kıssalarına geniş yer ayıran bir taife­sine şahit olduk.

Bu üç merhalenin «Örnekleri» üzerinde yaptığımız tahlilin ışığında -muhakkiklerin kronolojik tertibi hususunda ihtilaf ettiklerinden bir kısmını bir tarafa bırakacak olursak - Kur´an´dan daha önce ineni daha sonra inenden ayırmak kolaylaşmış olacaktır.

Medine´de indirilenlere sıra gelince; merhalelerini, son vahyin inişine kadar tayin etmek - İslâm´ın yayılışından sonra - daha kolaydır. Ancak Medenî merhaleleri tafsilatıyla anlatmaya meyletmek istemedik. Bu edebî çalışmamıza fıkhî uslûb galebe çalar diye, Medenî tik merhaleden olan «el-Enfâl» sûresini örnek atarak onun belli başlı meseleleri üzerinde durmakla yetindik. Bu sûreyi incelerken ibadet ve muamelât, helal ve ha­ram, medenî hukuk ve devletler hukuku, siyasî ve İktisadî meseleler, barış ve savaş durumları, savaş vak´aları, îakyid ve ıtlak yerleri, umum ve hu­sus, nasih ve mensuh gibi Medenî sûrelere hakim olan şer´î hakikatlere işaret ettik.

Umarız okuyucu Mekkî ve Medenî konusunu uzatmamızın ve birçok cüz´î meseleleri üzerinde durmamızın sebebini idrak etmiştir. Çünkü bazı müsteşriklerle onların etkisinde kalan fikir önderlerimizden bir kısmının ara­mıza soktukları şüphe tohumlarının temel merkezi Mekkî ve Medenî konu­sudur: Vahyin başlangıcında Peygamber (s.a.v.) in yaşı, onun şahsiyeti ile onu kuşatan özel durumlara tabî olarak Mekkî ve Medenî Kur´an´ın üslû­bunun değişmesi, Mekke veya Medinede inenin tertibi, Mekkede nazil olan vahiyden Medineye ilhak edilen ile Medinede nazil olup Mekkî ye ilhak olu­nan hakkında bir takım şüpheler ileri sürmüşlerdir. Tarihimizi bilmemeleri­ne ve edebî nasslarımızın zevkine varmamalarına rağmen neredeyse Kur´-an´ımızı kendi hevalanna göre tertib edeceklerdir. Onun için şüphelerini teker teker ele alarak çürüttük. Onları kendi göğüslerine öldürücü oklar olarak geri iade ettik.

Daha sonraki fasıllarda bazı sûrelerin Huruf-i Mukattaa ile başlama­sının hikmetini tesbit etmeye, meşhur kurrâyı tanımaya ve mütevatir fle ohad ve şâz kıraatler arasındaki farkları açıklamaya gayret et­tik. Kıraatlerin senetlerle gelmesi hususunda hadis ehlinin senet­lerinin etkilerini açıklamaya, nasih ve mensuh vecihleri hakkındaki rivayet­lerin en sahihini bulmaya çalıştık, Nesh île tahsisi, nesh ile bedâ´yı, nesh ile nes´i ve hükümlerin neshi ile haberlerin neshini biribirine karıştıranlara cevap vermeye gayret ettik. Kur´an âyetlerinin hepsinde aslolanın nesh de-ğiî, muhkemlik olduğunu pekiştirdik. Nesh için ancak apaçık bir delil bulun­duğunda neshin sözkonusu olacağını belirttik. Kur´anî resmin ilmi konusunu arzettiğimiz zaman Osmanî resme bağlanma ile onun tevkîfî olduğunu söy­lemeyi biribirinden ayrı tuttuk. Bu resmi takdis etmede aşırı gitmedik. Ba­zılarının gizli ince manalara delalet ettiğini ileri sürmelerine karşı çıktık. Aksine, eski resmi ile Kur´an´ı okuyamayanlar için yaygın ıstılah ile onu yazmanın caiz olduğunu söyleyen görüşü destekledik. Lügat âlimleri İle mutahassıs okuyucuların, Kur´an´ı Osmanî resmi üzere incelemelerinin ve onu İlgilendiren meselelerde araştırma yapmalarının daha uygun olacağını belirttik. Muhkem ve müteşabih konusunda selef ve halefin mezheblerinîn her ikisini açıkladık. Allah´ın zât ve sıfatlarıyla ilgili kinayedeki güzelliğe işaret ettik.

Tefsir ve i´caz´a ayırdığımız son bölümde tefsirin bugün eserlerde gör­düğümüz şekle ulaşıncaya kadar geçirdiği merhaleler üzerinde durmamız, re´y tefsiri ile rivayet tefsirini biribirinden ayırmamız ve Kur´an´ın mantûk ve mefhumu, umum ve hususu, mutlak ve mukayyedi, mücmel ve mufas­salı, nass ve zahiri ile delalet ettiği sumu! ve ihatasını ortaya koymamız gerekiyordu.

Neticede sıra Kur´an´ın i´cazma gelmişti. Kur´an´ın büyüleyiciliğini, ne­sir ile şiirin meziyetlerini, iç musikîsini, tefâile ihtiyaç bırakmayan vezin­deki biribirine yakın fasılaları ve yine kafiyeye lüzum bırakmayan üslûbuna irca´ ettik. Böylece donuk kelimelerle Kur´an´ın sağladığı i´cazın fırça ve renkleri kullanan sanatkâra nasıl nasip olmadığını izah ettik. Teşbih, İstia­re kinaye ve mecaz nevilerinin tasavvurunda eskilerin ıstılahlarına canltlik kazandırmaya çalıştık. Kur´an - bütün hususlarda - belagat ve beyanın bü­yüleyiciliği açısından uyum içerisinde olan bir dokuya sahiptir. Aneak nağ­me ve musikîsi ile varlık musikîsi kadar çeşitlilik arzederü.

Kur´an işte budur. Söylediğinde sadece ve sadece hakkı söyler. Öğrettiğinde ancak doğru yolu öğretir. Tasvir ederse, ha­yat tablolarının en güzelini tasvir eder. Gerçek manasıyla okun­duğu zaman varlıkta onun sesinden başkası duyulmaz!

AÜan´ın yüce Kitabıdır o. «Ne önünden, ne ardından ona hiç­bir bâtıl (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdettîği, O yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Aîîah) tan indirilmelidir.» [1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Dr. Subhi es-Salih, Kur?an İlimleri, Hibaş Yayınları: 271-275.