Muhammed İbn Sirîn

Takvası fıkhından, fıkhı takvasından üstün, Muhammed İbn Sirîn´den başka hiç kimseyi görmedim.[1]

Şîrîn, Enes İbn Malik (r.a.) onu hürriyetine kavuşturduktan ve mesleği ona bol ve iyi kazanç getirir olduktan sonra dininin yarısını tamamlamaya (evlenmeye) karar verdi... O sağlam tencereler yapan usta bir bakirciydi...

Safiyye adında, müminlerin eınîri Ebu Bekir´e ait bir cariyeyi al­mak istemişti...

Safiyye, gençliğinin baharında, yüzü ve gönlü parlak, huyu güzel, onu tanıyan bütün Medinelî kadınlar tarafından sevilen bir cariyeydi.

Kadınlardan onu en çok sevenler Hz. Peygamber´in {s.a.v.) ha­nımları, özellikle de Hz. Aişe´ydi.

Şîrîn Müminlerin emîrine gitti ve azatlı cariyesi Safiyye´yi istedi.

Hz. Ebu Bekr (r.a.) kızma talip olan kişinin halini araştıran şefkat­li baba gibi cariyesine talip olan kimsenin dinini ve ahlâkını araştırma­ya başladı...

Bunda bir gariplik yoktu. Çünkü Safiyye Ebu Bekr´in çocuğu de­mekti... Bütün bunlardan başka o Allah´ın kendisine verdiği bir ema netti...

Sîrîn´in durumunu ve hayatını sıkı bir şekilde araştırıp takip et­meye başladı.

Onu sorduğu kişilerin başında Enes ibn Malik vardı. Enes ona şu cevabı verdi:

«Ey müminlerin emîri! Safiyye´yi ona ver. Ona bir zarar gelmesin­den kork. Ben Sîrîn´i ancak dini sağlam, ahlâkı güzel ve mert bir kim­se olarak tanırım...

Sîrîn´in benimle münasebeti, Halid İbnu´l-Velîd´in onu kırk kişiy­le birlikte Aynu´t-temr [2] savaşında esir edip Medine´ye getirdiğinde başlamıştı...

Şîrîn benim payıma düşmüş...

Ben de onun payına düşmüştüm...»

Hz. Ebu Bekr (r.a.) Safiyye´nin Sîrîn´le evlenmesini uygun gör­müştü.

Şefkatli bir babanın sevgili kızına iyilik yaptığı gibi ona iyilikte bulunmaya karar verdi ve onun evliliği için Medine´deki genç kızlar­dan pek azına nasip olan bir düğün yaptı.

Onun düğününe ashab-ı kiramdan büyük bir topluluk katılmıştı. Onların arasında, Bedir savaşına katılan onsekiz sahabî vardı...

Onun için Resûlüllah´ın (s.a.v.) vahiy kâtibi Übeyy İbn Ka´b dua

etmişti...

Orada hazır olanlar onun duasına amîn demişlerdi...

Kocasıyla zifafa gireceği zaman Safiyye´yi müminlerin annelerin­den üçü süslemişti...

Anne ve babaya, yirmi yıl sonra tabiin´in en büyük isimlerinden ve müslümanların benzersizlerinden birisi olan bir erkek çocuk veril­mesi bu mübarek evliliğin semerelerindendi. İşte o çocuk Muhammed İbn Sîrîn´di.

Geliniz, bu yüce tabiînin hayat hikâyesini başından itibaren ala-

Muhammed İbn Şîrîn müminlerin emîri Osman İbn Affan´ın hilâ­fetinin bitmesinden iki sene önce doğmuştu.

Köşelerinin her yerinden takva ve dindarlık kokusu yayılan bir evde terbiye edilmişti...

Akıllı çocuk erginlik çağına yaklaşınca Resûlüllah´ın (s.a.v.) mes­cidinin Zeyd İbn Sabit, Enes İbn Malik, İmran Îbnu´l-Husayn, Abdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Abbas, Abdullah İbnu´z-Zübeyr ve Ebu Hu-reyre gibi hayatta kalan sahabiler ve büyük tabiîlerle dolu olduğunu gördü.

Susuz kimsenin pınara atıldığı gibi onlara atıldı... Onlardan Al­lah´ın kitabı konusundaki ilimlerini, Allah´ın dini konusundaki anlayış­larını, kafasını hikmet ve ilimle, ruhunu doğruluk ve hidayetle doldu­ran Resûlüllah´ın (s.a.v.) hadislerini aldı...

Daha sonra bu aile biricik oğullarıyla birlikte Basra´ya Qittı ve ora­yı vatan edindi...

Basra o gün; genç, taze bir şehirdi...

Müslümanlar onu Hz. Ömer´in halifeliğinin sonlarında kurmuştu.

Orası, İrak ve İran halkından Allah´ın dinine bağlı müslümanların

ekseriyetini temsil ediyordu.

Allah yolunda savaşan müslüman ordularının askerî bir merke­ziydi...

Orası, Irak ve İran halkından Allah´ın dinine girenler için eğitim.

ve öğretim merkezlerinden birisiydi...

Orası, sanki ebediyyen yaşayacakmış gibi dünya için, yarın öle­cekmiş gibi ahiret için çalışan ciddi islâm toplumuna ait bir tabloydu...

Muhammed İbn Şîrîn, Basra´daki yeni hayatında birbirine paralel iki yola girdi.

Gününün yarısını ilim ve ibadete...

Diğer yansını da kazanmaya ve ticarete ayırmıştı.

Sabah olup dünya Rabbinin ışığıyla parlaymca öğretmek ve öğ­renmek üzere Basra camiine...

Gün yükselince camiden alış veriş yapmak û^ere çarşıya giderdi.

Gece olup karanlık çökünce evinin mihrabına durur, Kur´ân cüz­lerinin üzerine eğilir, Rahman´m korkusundan gözünün ve kalbinin yaş­larıyla ağlardı...

Ailesi ve yakın komşuları, şah damarını koparacak şekilde ağla­masını duyduklarında ona acırlardı.

Alış-veriş için gündüz çarşıda dolaşırken, halka daima ahîreti ha­tırlatır, onlara dünyayı tarif ederdi...

Onlara etkili, orijinal sözler söyler ve Allah´a yaklaştıracak şey­leri gösterir, aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözerdi...

Zaman zaman onlara heybet ve vakarından hiçbir şey kaybetmek­sizin perişan gönüllerinden kederi silen tatlı sözler söylerdi...

Azîz ve Celîl olan Allah ona hidayet ve iyi hal vermiş, ona kabul edilirlik ve tesirli olmayı lütfetmişti...

Dalgın ve gafil bir halde olan halk çarşıda onu gördüklerinde, dal­gınlıklarından uyanırlar, Azîz ve Gelîl olan Allah´ı hatırlarlar, kelime-i tevhîd ve tekbîr getirirlerdi...

Günlük hayatı, insanlar için en iyi yol göstericiydi... Ticaret ya­parken iki durumla karşılaşsa, dünyasına dokunan bir zarar olsa bi­le, dîni için sağlam olanı alırdı...

Dinin sırlarını anlamadaki titizliği helâl ve helâl olmayan şeylere bakmadaki doğruluğu onu zaman zaman insanlara garip gelen bazı davranışlara sevkederdi...

Bunlardan birisi şöyledir: Bir adam -yalan olarak- onda iki dirhe­minin olduğunu iddia etti...

O da o adama iki dirhemi vermeyi kabul etmedi... Adam ona: «Yemin eder misin?» dedi.

Halbuki adam, iki dirhem yüzünden onun yemin etmiyeceğini zan­nediyordu.

İbn Şîrîn: «Evet, dedi ve yemin etti».

Halk ona şöyle dedi:

«Ebu Bekr! İki dirhem yüzünden mi yemin ediyorsun?!

Halbuki dün senden başka kimsenin şüphelenmediği bir konuda şüphe duyup kırk bin dirhemi bırakan kişisin sen....»

O da: «Evet, yemin ediyorum...

Çünkü, haram olduğunu bile bile ona haram yedirmek istemiyo­rum».

İbn Sîrîn´in toplantıları, hayır, iyilik ve öğüt toplantılarıydı...

Birisi onun yanında bir kötülükle anıldığında, hemen onu bildiği iyi bir haliyle anardı.

Birisinin öldükten sonra Haccac´a [3] sövdüğünü duyunca ona dö­nüp şöyle demiştir:

«Sus, kardeşimin oğlu! Haccac Rabbine gitti...

Sen Azîz ve Celîl olan Allah´ın huzuruna geldiğin zaman dünyada işlediğin en basit günahın sana Haccac´ın işlediği en büyük günahtan daha ağır olduğunu göreceksin...

O gün herbirinizin kendine yetecek durumu olacaktır.

Ey kardeşimin oğlu! Bil ki, Azîz ve Celîl olan Allah, Haccac´a hak­sızlık eden kimselerden onun hakkını aldığı gibi, Haccac´ın haksızlık ettiği kimselerin hakkını da ondan alacaktır...

Bugünden sonra birisine sövmekle kendini meşgul etme...»

Birisi ticaret için yoluculuğa çıkarken onunla vedalaşmağa geldi­ğinde ona şöyle derdi:

«Kardeşimin oğlu! Azîz ve Celîl olan Allah´tan kork...

Sana helâl yoldan takdir edileni ara... Bil ki, eğer onu helâl ol mayan yoldan ararsan, sana takdir edilenden daha fazlasını elde ede­mezsin».

Muhammed İbn Sîrîn´in Emevî valilerine karşı hakikati haykınp Allah Resulü ve müslümanların imamları için samimi nasfhatlarda bu­lunduğu meşhur davranışları vardı.

Bunlardan birisi şöyledir. Emevîlerin büyük adamlarından Küfe ve Basra´nın valisi Ömer İbn Hübeyre onun ziyaretine gelmesini bil­dirdi. Yeğeniyle birlikte onun yanına gitti.

Muhammed İbn Şîrîn gelince vali onu buyur etti, onlara ikramda bulundu. Vali İbn Sîrîn´e dînî ve dünyevî birçok konuda soru sorduktan sonra şöyle dedi:

«Memleketinin halkın? ne halde bıraktın, Ebu Bekr [Muhammed İbn Şîrîn)?!» dedi.

İbn Şîrîn ona şu cevabı verdi: «Onları, aralarında zulüm yayılmış, sen de onları unutmuş bir halde bıraktım...»

Yeğeni buna omuz silktî...

Ona dönüp şöyle dedi: «Onlardan sorumlu olan sen değilsin ama ben onlardan sorumluyum...

O da şahitliktir...»

«Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, şüphesiz kalbi günah iş­lemiş olur». [4]

Toplantı sona erince Ömer İbn Hübeyre onu karşılarken göster­diği saygıyla uğurladı...

Ona, içinde üçbin dînar bulunan bir kese gönderdi. Ama İbn Şîrîn onu almadı.

Yeğeni ona şöyle dedi:

«Seni valinin bağışını almaktan alıkoyan nedir?!»

Şöyle cevap verdi: «Bana hakkımdaki iyi zannından dolayı bağış­ta bulundu.

Fğür ben, onun zannettiği gibi iyi kimselerdensem bana kabul et­memek yaraşır...

Eğer zannettiği gibi değilsem, bunu kabul etmemem benim için daha uygundur...»

Azîz ve Celîl olan Allah Muhammed İbn Sîrîn´in azim ve sabrını denemek istedi ve onu müminlerin karşılaştıkları işkence ve eziyet­lerle karşılaştırdı...

Bunlardan birisi şöyledir: Bir defasında o, veresiye kırk bin di­nara bir yağ satın almıştı...

Yağ tulumlarından birini açınca, içinde kokmuş ölü bir fare buldu. Kendi kendine şöyle dedi:

«Yağların hepsi aynı yerde sıkılmıştı. Pislik sadece bu tuluma mahsus değildir...

Eğer ben kusuru sebebiyle [5] satıcıya geri verirsem belki o ya­ğı halka satar...»

Daha sonra bütün yağları döktü... ^^

Bu olay başına gelen büyük bir zarardan şikâyet ettiği sırada ol­muştu...

Boynuna borç bindi. Yağ sahibi ondan parasını istedi ve o da me­selenin aslını söyleyemedi...

Yağ sahibi meseleyi Valiye ulaştırdı. Vali halini düzeltinceye ka­dar İbn Sîrîn´in hapsedilmesini emretti.

Uzun zaman hapiste kalınca, gardiyan onun dindarlığını bildiği, çok muttaki ve çok ibadet ettiğini gördüğü için, İbn Sîrîn´e şöyle dedi:

«Ey şeyhî Gece olunca ailenin yanına git ve geceyi onlarla bir­likte geçir...

Sabah olunca, buraya dön...

Serbest bırakılıncaya kadar buna devam et».

Ona şu cevabı verdi:

«Hayır, vallahi yapamam...»

Gardiyan: «Allah iyiliğini versin, niye?!» dedi.

Ona şu cevabı verdi: «Amire hiyanette sana yardım etmemek için...»

Enes İbn Malik (r.a.) öleceği zaman, öldükten sonra kendisini Mu-hammed İbn Sîrîn´in yıkamasını ve namazını onun kıldırmasını vasiyet etti. O hâlâ hapisteydi.

Enes vefat edince halk valiye gidip Resûlüllah´ın (s.a.v.) sahabi-sinin ve hizmetkârının vasiyetini haber verdiler. Vasiyeti yerine ge­tirmek için onun serbest bırakılmasını istediler. İzin verildi.

Muhammed İbn Şîrîn onlara şöyle dedi:

«Alacaklıdan izin alınıncaya kadar çıkmam. Ben onun bendeki hak­kı yüzünden hapsedildim».

Alacaklı da ona izin verdi.

Böyle olunca hapishaneden çıktı. Enes´i yıkadı, kefenleyip nama­zını kıldırdı...

Yine hapishaneye döndü... Ailesini görmeye gitmedi...

Muhammed İbn Şîrîn yetmiş yedi yaşına kadar yaşamıştır... Ölüm gelince, onu dünya yükü hafif, ölümden sonrasına ait azığı çok olarak buldu...

Büyük kadın abidlerden Hafsa Bint Raşid şöyie anlatır:

«Mervanü´l-Mahmelî bizim komşumuzdu. O çok ibadet eden ve Allah´tan çok korkan birisiydi...

Ölünce ona çok üzüldük. Rüyamda onu gördüm ve şöyle dedim: «Ebu Abdullah, Rabbin sana ne yaptı?» Şöyle cevap verdi: «Beni cennete soktu». «Sonra ne yaptı?» dedim.

«Sonra Ashab:ı Yemîn´in.(Amel defleri sağ tarafından verilenler) yanına yükseltildim» dedi.

«Sonra ne yaptı?» dedim.

«Sonra Mukarrabin´in yanma yükseltildim» dedi. «Orada kimleri gördün?» dedim. «El-Hasenu´1-Basrî´yle Muhammed İbn Sîrîn´i» dedi [6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Murîk El-Iclî

[2] Aynu´t-temr : Kûfe´nİn batısında bir yer. Hz. Ebu Bekir zamanında orayı Ha­lid İbnu´l-Velîcl fethetmistir.

[3] Haccac : Haccac ibn Yusuf es-Sekafî´dir. Emevîlerİn zorba ve katı valilerinden biridir. Tarihçiler onun zorbalığı, katılığı ve hemen öldürdüğü konusunda cok söz söylemişlerdir.

[4] Bakara, 283

[5] Aslında, kusuru sebebiyle malı geri vermek müşterinin hakianndandı

[6] Muhammed İbn. Sîrîn´le ilgili "geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakiniz.

1. İbn Sa´d, et-Tabakatu´l-kubra, HI/358; İV/333, VI/27, Vll/ll, 19, 154, VIII/246 ve başka sayfalarda, (Fihristlere ait cilde bak).

2. İbnu´l-Cevzî, SıfatıTs-safve, 111/241-248.

3. El-lsfehan´i, Hılyetu´l-evliya, H/263-282.

4. El-Hatîbu´l-Bağdadî, Tarihu Bağdad, V/331.

5. Şezeratu´z-zeheb, 1/138-139.

6. İbn Hallikan, Vefeyatu´l-a´yan, İbn Haliikan, 111/321,322,

7. Ahmed İbn Hasen İbn Ali İbnu´l-Hatib, 109 s.

8. Es-Safedî, el-Vaîî bi´l-vefeyat, 111/146.

9. Tabakatu´l-huffaz, IH/9.

Dr. Abdurrahman Re?fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/209-217.