Er-Rabî İbn Hüseyin

?Ey Ebu Yezid! Resûlüllah (s.a.v.) serıî görseydi çok severdi [1]

Hilal İbn İsaf [2] misafiri Münzir es-Sevrî´ye [3] şöyle dedi: Ya Münzir! Seni bir şeyhe götüreyirn mi? Belki bir süre iman ederiz!

Münzir: Tamam, götür...

Vallahi, beni Kufe´ye, şeyhin er-Rabî İbn Hüseyin´le görüşmek, bîr süre onun imanının genişliğinde yaşamak arzusundan başka bir-şey getirmedi.

Fakat bizim onun huzuruna girme imkânımız var mı?

Bana denildi ki: O felce tutulduğundan beri, evinden çıkmadı ve Rabbiyle başbaşa kaldı... İnsanlarla görüşmeyi terketti, dedi.

Hilâl şu cevabı verdi:

Gerçekten Küfe onu tanıdığından beri o öyledir... Hastalığı da onun hiçbir şeyini değiştirmemiştir...

Münzir: Zararı yok.

Fakat biliyorsun bu şeyhlerin bazı nazik huyları ve halleri vardır.

Ne dersin, istediğimiz şeyi sormak için şeyhle hemen konuşma­ya başlayalım mı, yoksa onun konuştuklarını dinlemek için susmamız mt lâzım!., dedi,

Hiia! şöyle cevap verdi:

Er-Rabî İbn Hüseyin´le tam bir yıl otursan, sen konuşmadıkça o ağzını açmaz...

Sen kendisine sormadıkça, o söze başlamaz... O, sözünü zikir, sükûtunu fikir haline getirmiştir. Münzir: Haydi öyleyse Allah´ın izniyle gidelim, dedi. Şeyhin yanına varınca, ona selâm verip şöyle dediler: Şeyh nasıl oldu?

Şeyh:

Kendi rızkını yiyen günahkâr bir zayıf oldu... O ecelini beklemektedir... diye cevap verdi,. Hilâl ona: Kufe´ye mahir bir doktor gelmiş, senin için onu çağır­mama izin verir misin? dedi.

Şeyh şöyle cevap verdi:

Hilâl! Ben ilâcın gerçek olduğunu biliyorum.

Fakat ben Âd, Semud ve Ashab-ı Res [4] ve bunların arasındaki birçok asrı düşündüm...

Onların dünyaya ve dünya malına karşı düşkünlüklerini düşün­düm...

Onların güç ve kuvvetleri bizden fazlaydı,..

Onların da doktorları vardı... Onların da hastalan vardı...

Ne tedavi edenleri kaldı, ne de tedavi edilenleri!!

Derin bir nefes aldıktan sonra:

Bu bir hastalık olsaydı, biz onu tedavi ettirirdik...

Münzir müsaade isteyip:

Öyleyse hastalık nedir, şeyh efendi?! diye sordu.

Şeyh cevap verdi:

Hastalık günahlardır...

Münzir: Ya ilâcı nedir? dedi.

İlâcı istiğfar (Allah´ın bağışlamasını istemektir)dır, diye cevap verdi. Münzir: Şifa nasıl o!ur ya? dedi.

Tövbe edip sonra tekrar günah işlememekle... diye cevap verdi.

Sonra gözlerini bize dikip: Sırlara, sırlara dikkat edin...

İnsanlara gizli kalan sırlara dikkat edin. Onlar Allah Teâlâ´ya gizli değildir.

Onların ilâçlarını arayın... dedi.

Münzir: Onların ilâçları nelerdir, diye sordu?

Şeyh şu cevabı verdi:

Tövbe-i nasuhtur... [5]

Daha sonra gözyaşları sakalını ıslatmcaya kadar ağladı.

Münzir ona: Sen de mi ağlıyorsun?! dedi.

Ne yazık..

Niçin ağlamayayım?!

Yanlarında bizim hırsız gibi kaldığımız bir topluluğa eriştim ben. (Bu sözüyle Sahabe´yi (R. Anhum) kastediyordu) dedi.

Hilâl şöyle anlatır:

Biz bu haldeyken içeriye şeyhin oğlu girdi ve selâm verdi:

Babacığım! Annem sana güzel bir tatlı yaptı...

Ondan, önce senin yemen lâzım, onu sana getireyim mi? dedi. Şeyh:

Getir, dedi.

Çocuk onu getirmek için odadan çıkınca kapıyı bir dilenci çaldı. Şeyh:

Onu içeri alın, dedi.

Evin avlusuna geldiğinde, adama baktım ki, elbiseleri yırtık, orta yaşta, salyası çenesine akmış birisiydi. Yüz hatlarından onun bir bu­nak olduğu anlaşılıyordu.

Gözümü ondan çevirir çevirmez şeyhin oğlu tatlı´ tepsisiyle di. Babası ona:

Tepsiyi dilencinin önüne koymasını işaret etti.. Çocuk tepsiyi dilencinin önüne koydu..

Adam tepsinin yanma geldi. Büyük büyük lokmalarla tepsidekini yutmaya başladı. Bir taraftan da salyası üstüne akıyordu.

Adam devamlı yiyordu, nihayet tepsinin içindekinin tamamını bi­tirmişti...

Oğlu ona:

Allah sana merhamet etsin babacığım. Annem emek çekti bu tat­lıyı senin için yaptı...

Biz ondan senin de yemeni istiyorduk... Sen onu ne yediğini bilmeyen bu adama yedirdin, dedi. Babası da:

Yavrum! Eğer o bilmiyorsa Allah biliyor ya... Arkasından şu ayeti okudu:

«Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyi­liğe elbette erişemezsiniz». [6]

O bu haldeyken, yanına akrabalarından birisi geldi ve şöyle dedi: Ey Ebû Yezîd! Hüseyin İbn Fatıma [7] (a.s.) öldürülmüş.

Şeyh: İnna lillahi ve inna ileyhi. raciun (Biz Allah´a aidiz ve ona döneceğiz) deyip şu ayeti okudu:

«De ki: Ey gökleri ve yeri örneksiz, misalsiz yaratan, ortada ola­nı ve olmayanı bilen Allah´ım! Farklı görüş ve iddialarda bulundukları hususlar hakkında kulların arasında sen hüküm vereceksin». [8]

Fakat onun sözü adamı rahatlatmadı ve ona:

Onun öldürülmesi hakkında ne diyorsun? dedi. Bu defa da şöyle cevap verdi:

Onlar Allah´a dönecek ve hesaplarını da Allah görecektir. Hilâl anlatmaya devam eder:

Öğle namazı vaktinin yaklaştığını görünce şeyhe bana tavsiyede bulun... dedim.

O da şöyle konuştu:

Ya Hilâl! İnsanların seni çok övmeleri seni aldatmasın.

Çünkü insanlar ancak senin dışını bilirler.

Bilki sen ameline döneceksin..

Allah´ın rızası gözetilmeyen her amel yok olacaktır.

Münzir ona: Bana da tavsiyede bulun. Allah sana mükâfatını ver­sin, dedi.

Şeyh, ona da şu konuşmayı yaptı:

Ey Münzir! Bildiğin şeylerde Allah´tan kork...

Bilmediğini de bilene havale et.

Ey Münzir! Biriniz: Allah´ım! Sana tövbe edeceğim demesin. Sonra tövbe etmezse, bu bir yalan olur.

Fakat şöyle desin: Allah´ım! Benim tövbemi kabul et, bu ise bir dua olur.

Bil ki ey Münzir! La ilahe illa´llah... Ei-Hamdu lillah... Aliahu ekber...

Subhanellah... Hayır istemek... Serden sakınmak... İyiliği emir...

Kötülüğü yasaklama sözlerinden ve Kur´an okumaktan başka hiç­bir sözde hayır yoktur...

Münzir ona:

Senin yanında oturduk ve şiirden misal getirdiğini görmedik ama bazı arkadaşlarının şiirden misal getirdiklerini gördük, dedi.

Şeyh şöyle cevap verdi:

Burada (bu dünyada) söylediğin hiçbir şey yoktur ki orada (Ahi-rette) senin hakkında yazılmış ve okunmuş olmasın...

Ben, kıyamet gününde bana okunacak bir şiir beytini kitabımda (amel defterinde) bulmak istemiyorum...

Daha sonra hepimize dönüp şunları söyledi:

Ölümü çok anınız çünkü o sizin beklemekte olduğunuz, ortada görünmeyen bir şeydir. Ortada olmayan şey uzun süre ortadan kaybolursa artık onun dönmesi yaklaşmış demektir ve bunun üzerine sa­hipleri onu beklemeye başlarlar.

Arkasından ağladı, gözünden yaşlar aktı ve şunları söyledi:

Yarın «Yer sarsılıp üzerindeki her şey yıkıldığı zaman... Melek­ler sıra sıra dizilip, Rabbinin emri geldiği zaman ve o gün cehen­nem ortaya konduğu zaman» [9] ne yaparız?

Hilâl şöyle der:

Er-Rabî sözünü bitirir bitirmez öğle namazı için ezan okundu. Oğ­luna yönelip:

Haydi Allah´a davet edene cevap verelim... dedi. Onun oğlu bize:

Mescide götürmede bana yardım ediniz. Allah size karşılığını ver­sin. Onu kaldırdık. O, sağ kolunu oğlunun omuzuna, sol kolunu da benim omuzuma koydu. İki ayağı yerde bir adım atarak aramızda iler­lemeye başiadı...

Münzir ona:

Ey Ebu Yezîd! Allah sana ruhsat verdi. Namazı evinde kılsaydın ya! dedi:

O da: Dediğin doğru ama... Ben müezzinin şöyie seslendiğini duydum: Hayye ale´l-felâh (Haydi kurtuluşa)... Hayye ale´l-felâh...

Sizden kim, müezzinin felaha davet ettiğini duyarsa emekleyerek de olsa ona icabet etsin.

Gelelim şimdi bu er-Rabf İbn Huseym´in kim olduğuna?!

O, tabiîlerden biridir...

Çağlarında zühdün kendilerinde noktalandığı sekiz kişiden biridir,

Arap asıllıdır..

Muzar´dandir.. [10]

O, dedeleri İlyas ve M uzar´da Resûlüllah´la (s.a.v.) birleşmektedir.

O, çocukluğundan beri Allah´a itaat içinde yetişti...

Gençliğinden itibaren Allah´tan korkarak yaşadı... Annesi gecele­yin uyur uyanır buluğ çağına yaklaşmış oğlunu hâlâ seccadesinde na­maz kılarken... ve Allah´ı teşbih ederken... görürdü...

Ona şöyle seslenirdi:

Yavrum Rabî! Daha yatmıyacak mısın?!

O da: Üzerine gecenin karanlığı çökmüş ve düşmanların saldırı­sından korkan bir kimse nasıl uyuyabilir?! derdi.

Yaşlı kadının yanaklarından yaşlar akar ve onun için hayır duada bulunurdu.

Er-Rabî büyüdü, onunla birlikte takvası da Allah korkusu da bü­yüdü.

Onun gece karanlıklarında, insanlar uyurken Allah´a çok yalvar­ması ve hüngür hüngür ağlaması annesini korkuttu ve onun hakkın­da çeşitli zanlar doğurdu...

Ona şöyle derdi:

Yavrum!, Başına ne geldi?!

Acaba bîr suç mu işledin...

Birisini mi öldürdün yoksa...

O da: Evet anneciğim! Birisini öldürdüm...

Annesi üzüntüyle: Yavrum! Kim bu öldürdüğün?! Halkı ailesine gönderelim, belki seni affederler?

Vallahi, öldürülenin ailesi senin ne kadar ağladığını ve uykusuz kaldığını bilse, sana mutlaka merhamet ederler, dedi.

O da: Sakın kimseyle konuşma. Ben sadece kendimi öldürdüm... Ben kendimi günahlarla öldürdüm...

Er-Rabî İbn Huseym Resûlüllah´ın (s.a.v.) dostu ve sahabenin ona en yakını Abdullah İbn Mesud´a Öğrenci oldu.

Er-Rabî hocasına çocuğun annesine sarıldığı gibi sarıldı... Hoca, öğrencisini babanın biricik çocuğunu sevdiği gibi sevdi...

Er-Rabî, İbn Mes´ud´un yanına izinsiz girer çıkardı. Er-Rabî, İbn Mesud´un yanındayken, o çıkıncaya kadar hiç kimsenin yanına girme­sine müsaade edilmezdi.

İbn Mesud, er-Rabî´in içinin temizliğini, kalbinin samîmiyetirii ve ibadetinin güzelliğini görünce, onun Hz. Peygamber´in (s.a.v.) zamanı­na yetişemeyip onunla sohbetten mahrum kalmasından dolayı içini bîr üzüntü kaplar...

Ve ona:

Ey Ebu Yezîd! Resülüllah (s.a.v.) seni görseydi severdi derdi..

Ayrıca ona şöyle derdi:

Seni ilk defa gördüğümde sadece huşu ile ibadet edenleri hatır­ladım. ..

Abdullah İbn Mesud bunda mübalâğa etmiyordu. Er-Rabî İbn Hu-seym´in takvada, ibadette ve Allah´tan korkmada ulaştığı mertebeye onun tabakasında pek az kişi yükselmişti.

Onun bu durumu hakkında, tarih sayfalarının daima parladığı ha­berler vardır.

Arkadaşlarından birinin anlattığı şu haber bunlardan bîridir:

Er-Rabî İbn Huseym´le yirmi yıl arkadaşlık yaptım. Onun sadece bir sözü, yüksek sesle konuştuğunu duydum... demiş ve şu ayeti oku­muştur; «Güzel sözler ona yükselir, o sözleri de yararlı işler yüksel­tir» [11]

Abdurrahman İbn Adan onun hakkında şu haberi vermiştir:

Er-Rabî´m yanında bir gece kaldım. Benim uyuduğuma kesin ka­naat getirince namaz kılmaya kalktı ve şu ayeti okudu:

«Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimselerle bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar [12]

"Gecesini o ayeti okumak, namaz kılmakla geçirdi...

O ayetle başlıyor ve üzerine güneş doğuncaya kadar aynı ayeti tekrar edip duruyordu...

Gözleri de yaşlar akıtıyordu.

Er-Rabî´in Allah korkusu hakkında da birçok haber vardır.

Arkadaşlarından bazılarının anlattıkları su haber bunlardan biridir:

Bir gün, yanımızda er-Rabî İbn Huseym de olduğu halde Abdullah İbn Mesud´la birlikte dışarı çıktık. Fırat nehrinin kenarına geldiğimiz­de, ateşi tutuşmuş büyük bir tuğla ocağına rastladık....

Oradan kıvılcımlar uçuşuyordu...

Dilim dilim alevler yükseliyordu...

Alevlerin uğultusu duyuluyordu...

Ocağa pişmesi için çamurdan tuğlalar konuluyordu..

Er-Rabî-ateşi görünce olduğu yerde kaldı...

Onu şiddetli bir titreme aldı...

Ve şu âyet-i kerîmeyi okudu:

«Bu ateş, onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden atıl­dıkları zaman, orada, yok olup gitmeyi isterler! Bir kere yok olmayı değil, birçok kere yok olmayı isteyin, denir». [13]

Daha sonra bayılıp yere düştü.

Ayılıncaya kadar başında bekledik ve sonra evine, getirdik.

Er-Rabî´İbn. Huseym bütün hayatını ölümü bekleyerek ve onunla karşılaşmaya hazırlanarak geçirmişti.

Ölüm döşeğindeyken kızı ağlamaya başladı. Kızma: Kızım! Niçin ağlıyorsun? Babana iyilik, hayır geldi, deyip ruhunu yaratıcısına tes­lim etti. [14]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Abdullah İbn Mes´ud

[2] Hilâl İbn isaf : Hüâl İbn İsaf (veya Yusuf el-Eşcai´dir ki güvenilen ve İlk tabiiler­dendir.

[3] Münzîr es-Sevrî : El-Müri^ir İbn Ya´lâ es-Sevrî, son tabiîlerden biridir.

[4] Âd, Semud ve Ashab-ı Res: Önemli durumları olan geçmiş milletler

[5] Tevbe-i nasuh: Bir daha yapmamaya karar verilmiş ihlâslı tövbe

[6] Al-i İmran, 92

[7] Ali İbn Ebu Taiib´in oğlu Hüseyin ki ResûlüMah´ın (s.a.v.). torunudur. Kufe´ye giderken Emevî askerleri tarafından öldürülmüştür

[8] Zümer, 46

[9] Fecr, 21-23

[10] Onun aslı Resûlüllah´ın (s.a.v.) dedelerinden birisi olan Muzar´a varmaktadır

[11] Fatır, 10;

[12] Casiye, 21.

[13] Furkan, 12-14

[14] Er-Rabî İbn Huseym´le ilgili geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakı

1. İbn Hacer, Tehzîbu´t-tehzİb.

2. Ebu Nuaym, Hılyetu´i-evliya, 11/105-118.

3. SifaUTs-Safve, 111/59-68.

4. Ahmed ibn Hanbel, Kitabu´z-Zühd, s. 336 ve devamı.

5. El-lkdu´1-ferîd: Vlll.ci cilddeki fihristlere bak.

6. İbn Kuteybe, el-ma´arif (Daru´l-maarif baskısı), fihristlere bak.

7. Cemheratu ensabi´l-Arab, 201. s.

8. Et-Tabakatul-Kubra. VI/10 ve fihristlere bak

Dr. Abdurrahman Re?fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/153-167.