Ebu Müslim El-Havlanî

«Ebu Müslim kendisini öylesine İba­dete vermişti ki bu yüzden şöyle der hale gelmişti; Açık seçik cenneti ve­ya cehennemi görseydim başka bîr-şey istemezdim».[1]

Veda haccından döndükten sonra Resûlüİlah´m (s.a.v.) hastalığı­nın ağırlaştığma dair Arap yarımadasında haberler dolaşmaya başla­mıştı...

Şeytan, iman ettikten sonra el-Esvedu´l-Ansî´yi küfre dönmeye... Allah´a yalancılık iftirası atmaya ve kendisinin Yemen halkına, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia etmeye kışkırt­mıştı...

El-Esvedu´l-Ansî, güçlü kuvvetli, gönlü kara [2] ve çok kötülük ya­pan birisiydi.

Cahiliye´de iyi bir kâhin ve usta bir hokkabazdı...

Ayrıca onun dili düzgün, çok güzel konuşması vardı. Akıllı, batıl şeylerle halk tabakasının zihinlerini bulandırma, yaptığı bağış ve he­diyelerle de yüksek tabakadaki insanların dostluğunu kazanma gücü­ne sahipti.

Kendisine bir esrarengizlik ve heybet süsü vermek için insanla­ra ancak siyah bir peçe ile örtülü olarak görünürdü.

El-Esvedu´l-Ansî´nin davası Yemen´de ateşin kuru otlar arasında yayıldığı gibi yayıldı. Buna, kabilesi Beni Mezhac´ın ona uyması yar­dımcı, olmuştu.

Benî Mezhac, o sırada Yemen kabilelerinin en kalabalığı, en et­kilisi ve en güçlüsüydü.

Yine bu davada ona, yalan uydurma gücü ve bu konuda, zeki olan tabilerinden faydalanması yardımcı olmuştu.

Halka, semadan bir meleğin kendisine vahiy getirdiğini ve gayb-ten haber verdiğini iddia etmişti.

Bu iddiasının doğruluğunu ispatlamak için çok çeşitli metodlar uygulamıştı;

Halkın mesele1 ve problemlerini öğrenmeleri, onlarla ilgili gizli haberleri toplamaları ve onların içlerinden geçirdikleri emel ve elem­lere nüfuz etmeleri için her tarafa casuslarını göndermişti.

Aynı zamanda bu insanları kendisine katılmaya ve ondan yardım istemeye teşvik ediyordu.

Halk ona geldiğinde her ihtiyaç sahibinin ihtiyacını yüzüne söyV:! iüyor, her problem sahibinin problemiyle söze başlıyordu.

Onlara, gizli sırlarını ve içlerinden geçenleri bildiğini gösteriyordu.

Onlara, hayret veren ve fikirlerini şaşırtan acayiplikler ve garip şeyler yapıyordu.

Böylece çok geçmedi, onun işi büyüdü. Ünü yayıldı ve ona uyan­lar çoğaldı.

Onları aşıp San´a´ya sıçradı, San´a´dan da diğer bölgelere sıç­radı...

Nihayet Hadramut´la Taif, Bahreyn´le Aden arasındaki yerler onj0 boyun eğdi.

Durum el-Esvedu´I-Ansî´nin lehine gelişip şehirler ve insanlar ona boyun eğince Allah´ın, kendilerine, hak dine sarılmada sağlam bir îman ve peygamberine kesin bir iman, Allah ve Resulüne samimi bir bağlılık, hakkı açıklama ve batıla meydan okuma nasip ettiği mu­haliflerini hemen takip etme işi başladı.

O, kıskıvrak onları yakalıyor ve çok şiddetli bir şekilde cezalan­dırıyordu.

Bunların başında Ebu Müslîm el-Havlanî künyeli Abdullah İbn Süveb geliyordu.

Ebu Müslim el-Havlanî dini sağlam, îmanı güçlü, hakkı haykırma­da inatçı bir kimseydi...

Kendisini Allah´a vermiş, dünya ve mallarından yüz çevirmişti.

Hayatını Ailah´a itaata ve ona davet etmeye adamıştı... Fanî dünyayı bakî olan ahiret karşılığında cömertçe satmışt İnsanlar onu, gönüllerinde yüksek bir makama yerleştirmişlerdi.

Onu, ruhu terriiz, Allah´a bağlılığı sağlam ve Allah´ın katında dua­sı makbul bir kimse olarak tanımışlardı.

El-Esvedu´1-Ansî Ebu Müslim´i acımasızca cezalandırmak, davası­na gizli ve açık karşı çıkanların kalplerine korku salmak ve onları susturmak istemişti.

San´a meydanlarından birine odun yığılmasını ve onların ateşe verilmesini emretti.

Halkı, Yemen´in fakihi ve abidi Ebu Müslim el-Havlanî´yi nasıl töv­be etmeye davet ettiğine ve kendisinin peygamberliğini ikrar ettiğine tanık olmaya çağırdı.

Kararlaştırılan vakitte el-Esvedu´I-Ansî tıklım tıklım insanlarla dolu olan meydana geldi.

Tağutîan (şeytanları) ve büyük yandaşları etrafindaydı. Muhafız­ları ve komutanları onu çepeçevre sarmışlardı.

Ateşin karşısına kurulmuş olan büyük tahtına oturdu.

Ebu Müslim el-Havİanî halkın gözü önünde ve onların işiteceği bir şekilde oraya getirildi.

Huzuruna gelince, yalancı azgın zorba gurur ve kibirle ona baktı... Daha sonra çatırdayarak yanan karşısındaki ateşe baktı...

Ona dönüp: «Hâlâ Muhammed´in Allah´ın elçisi olduğuna şehadet ediyor musun?» dedi

Ebu Müslim: «Evet, onun Allah´ın kulu ve elçisi olduğuna, pey­gamberlerin efendisi ve aynı zamanda peygamberlerin sonuncusu ol­duğuna şehadet ediyorum» dedi.

El-Esvedu´l-Ansî yüzünü buruşturup kaşlarını çattı ve:

«Peki, benim Allah´ın elçisi olduğuma şehadet eder misin?» dedi.

Ebu Müslim: «Kulaklarımda sağırlık var, dediğini duymuyorum...»

El-Esved: «Öyleyse seni bu ateşe atacağım» dedi.

Ebu Müsiim: «Eğer bunu yaparsan, yakıtı odun olan bu ateşle, ya­kıtı insanlarla taşlar olan ve Allah´ın emrine isyan etmeyip verilen emirleri yapan güçlü kuvvetli meleklerin beklediği bir ateşten korun­muş olurum» dedi.

El-Esved: «AceSem yok, aklın başına gelinceye kadar sana fırsat vereceğim» dedi.

Sonra sorusunu tekrar etti: «Muhammed´in Allah´ın elçisi oldu­ğuna şehadet ediyor musun?»

Ebu Müslim: «Evet, onun Allah´ın kulu ve elçisi, olduğuna onu hak dinle gönderdiğine ve onun peygamberliğiyie diğer peygamberliklerin (risaletlerin) sona erdiğine şehadet ediyorum».

Ei-Esved´in öfkesi arttı ve. «Benim Allah´ın elçisi olduğuma şeha­det ediyor musun?» dedi.

Ebu^Müslim: «Sana, kulaklarımda sağırlık var demedim mi?» Bu söylediğini duymuyorum?!»

E!-Esvedu´I-Ansî, onun cevabının kesinliği, sakin ve rahat oluşu yüzünden küplere bindi.

Onun ateşe atılmasını emretmeye niyetlendi.

O sırada el-Esved´in yanındaki, sapıklığın başlarından biri hemen onun kulağına şöyle fısıldadı:

«Bildiğin gibi bu adamın içi temiz ve duası makbuldür...

Allah, sıkıntı anlarından hiçbirinde yardımsız bırakmadığı bir mü­mini yine yardımsız bırakmıyacaktır...

Eğer sen onu ateşe atarsan ve Allah da onu o ateşten kurtarırsa, yaptığın her şeyi bir anda yıkmış olursun.

İnsanları, peygamberliğini inkâra sevketmiş olursun...

Eğer ateş onu yakarsa, halkın ona karşı olan sevgi ve saygısı ar­tar... ve onu şehidier safına sokmuş olurlar...

Onu serbest bırak ve memleketten sür. Böylece ondan kurtul ve rahat et...»

El-Esved, tağutunun verdiği tavsiyeyi tuttu ve onun hemen ülkeyi terketmesini emretti [3]

Ebu Müslim el-Havİanî yüzünü Medine´ye doğru çevirip yürüdü. Resûlüüah´ia fs.a.v.) görüşmek istiyordu.

O, gözleri onu görmeden ve goniü onunla sohbet etme sevincini duymadan önce Resûlüllah´a [s.a.v.) iman etmişti.

Ancak Yesrîb civarına varır varmaz peygamberin (s.a.v.) vefat haberini ve Ebu Bekir es-Sıddîk´in ondan sonra müsiümanların halife­si olduğunu duydu.

Resûiüllah´m (s.a.v.) ölümüne kalbinin derinlik ve en ince nokta­larına işleyen bir şekilde üzüldü.

Ebu Müslim Medine´ye varıp Resûlüllah´ın (s.a.v.) mescidine yö­neldi.

Mescide varınca, kapıya yakın bir yere devesini bağladı. Harem-i şerife girdi ve Resûlülîah´a (s.a.v.) selâm verdi.

Sonra mescidin sütunlarından birisinin yanına durup namaz kıl­maya başladı...

Namazını bitirince Ömer îbnu´l-Hattab ona doğru yöneldi. Yanı­na gelince ona:

«Sen kimlerdensin, adam!» dedi. «Ben Yemen´liyim diye cevap» verdi.

Ömer: «Allah´ın düşmanının kendisi için ateş yakıp, Allah´ın ateş­ten kurtardığı arkadaşımıza Allah ne yaptı?» dedi.

Ebu Müslim: «O, Allah´ın izniyle iyidir, rahattır» dedi. Ömer: «Allah´ın aşkına, o sen misin yoksa?!» Ebu Müslim: «Evet» dedi. Ömer alnından öpüp şöyle dedi:

«Allah´ın, kendi düşmanına ve senin düşmanına ne yaptığını bi­liyor musun?»

O da: «Hayır, Yemen´den ayrıldığımdan beri ondan haber alma­dım» dedi.

Ömer: «Allah, onu sadık müminler vasıtasıyla öldürdü ve onun

saltanatını yok etti...

Onun yandaşlarını Allah´ın dînine geri döndürdü...» dedi.

Ebu Müslim: «Onun ölümüyle ve Yemen halkından kandırılanla­rın İslâm´a dönmeleriyie benim gözümü aydın edinceye kadar beni dünyadan çıkarmayan Ailah´a hamdolsun» dedi.

Ömer de ona şöyle dedi: «Bana, Muhammed (s.a.v.) ümmeti için­de, atamız Haiîiurrahman İbrahîm aleyhisselama yapılanın benzeri ya­pılan birisini gösteren Allah´a hamdolsun».

Daha sonra elinden tutup onu Hz. Ebu Bekr´e götürdü. Ebu.Bekr´in huzuruna girince ona halifeliğe hoş geldin deyip biat etti.

Hz. Ebu Bekr onu kendisiyle Ömer´in arasına oturttu...

Hz. Ebu Bekr´le Ömer, Ebu Müslim´den el-Esvedu´l-Ansî´yle ara­sında geçenleri tekrar anlatmasını istediler.

Ebu Müslim el-Havlanî bir süre Medine-i Münevvere´de kaldı. Bu süre içinde Resûlüİlah´ın (s.a.v.) mescidinden ayrılmadı.

Ravza-i Mutahhara´da kılabildiği kadar namaz kıldı,

Ebu Ubeyde İbnu´l-Cerrah, Ebu Zerr el-Gifarî, Ubade İbnu´s-Samit, Muaz İbn Cebel ve Avf İbn Malik el-Eşcaî gibi büyük sahabîlerden alabildiği kadar ilim ve hadis aldı.

Daha sonra Ebu Müslim´e Suriye´ye gitmek ve orayı kendisine ikamet yeri edinmek gözüktü.

Bundan gayesi, Bizanslılarla savaşacak müslüman ordularına ka­tılmak ve Allah yolunda nöbetçilik yapma sevabını kazanmak için Su­riye´deki hudut kalelerine yakın olmaktı.

Halifelik müminlerin emîri Muavîye İbn Ebî Süfyan´a geçince, Ebu Müslim onun yanına çok gidip geldi ve onun toplantılarında sık sık bulundu. Onun Muaviye´nin yanında, her ikisinin de makam ve mer­tebelerinin yüceliğini gösteren, onların yüce hasletlerle süslü olduk­larını haber veren ünlü tutum ve davranışları olmuştur.

Bunlardan birisi şöyledir: Ebu Müslim, Muaviye´nin [R.A.) ya­nma gelmişti. Onun baş köşede oturduğunu gördü.

Devlet adamları, ordu komutanları ve halkın ileri gelenleri de et-

rafındaydı.

Baktı ki insanlar ona ikram ve saygıda çok aşırı davranıyorlar. Bundan onun namına çpk-korktu ve hemen şöyle dedi:

«Es-Selâmû aleyke ey müminlerin ecîri!» [4]

Or-adakiİer ona dönüp: «Müminlerin emîri... Ebu Müslim!» dedi-

Onlara aldırmayıp yine: «Es-Selâmû aleyke ey müminlerin ecîri!» dedi.

Orada oturanlar yine: «Müminlerin emîri, Ey Ebu Müslim!» de­diler.

Yine onlan dinlemeden ve onlara dönüp bakmadan: «Es-Seîâmû aleyke, ey müminlerin ecîri!» dedi.

Orada oturanlar yine onu uyarmaya niyet ettiklerinde bu Muaviye onlara dönüp şöyle dedi:

«Ebu Müslim´i bırakın, o ne söylediğini iyi bilir». Ebu Müslim Muaviye´ye dönüp şöyle dedi:

«Allah sana halkın işini yükledikten sonra, sen ancak bir ecîr (üc­retli) tutup sürüsünün işini ona havale ettiği, sürüyü iyi gütmesi, vü­cutlarını koruması yün ve sütlerini çoğaltması üzerine ona ücret ve­rilen kimse gibisin.

Eğer o, yavruların büyümesi, zayıf olanların semizleşmesi ve has­ta olanların sağlamlaşması için üzerine aldığı işi yerine getirirse,, ona ücreti verilir ve artırılır.

Eğer o, sürüyü iyi otlatmaz ve onu ihmal ederse, zayıf olanlar ölür, semiz olanlar zayıflar, yün ve sütleri kaybolur, öyle olunca da ona üc­ret verilmez, kızılır ve cezalandırılır.

Kendin için hayırlı ve ecîrlî (ücretli) olanı seç».

Bunun üzerine başı yere eğik olan Muaviye başını kaldırır ve şöy­le der:

«Allah, bizim namımıza ve halk namına sana hayır ihsan etsin, Ebu Müslim!

Anladık ki sen ancak Allah için, Rasûlü için ve müslümanların tümü için nasîhat eden bir kimsesin».

Ebu Müslim Şam camisinde cuma namazına gitti.

Müminlerin emîri Muaviye hutbesinde cemaata, suyunun duru­lup berraklaşması için Bereda ırmağının kazılması konusunda emret­tiklerini hatırlatıyordu.

Ebu Müslim safların arasından ona şöyle seslendi:

«Muaviye bugün mü öleceksin yarın mı öleceksin ve yurdunun kabirlerden hangisinin olacağını hatırla.

Eğer oraya birşey getirirsen, orada senin için birşey vardır. Eğer oraya elleri boş gelirsen orayı bomboş bulursun.

Allah´tan kork Muaviye sen halifeliğin nehir kazmak ve mal top­lamak olduğunu mu zannediyorsun...

Halifelik ancak hak ile amel etmek, doğruyu söylemek ve halk için Azîz ve Celîl olan Allah´ı hoşnut kılacak şeyleri yapmaktır...

Ey Muaviye! Sen bizim pınarımızın başı olduğuna göre, bizim pı­narımızın başı temiz ve berrak olduğunda biz ırmakların bulanık olma­sına aldırmıyoruz.

Sen kendinin temiz ve berrak olmasına çalış.

. Muaviye! Eğer sen birisine zulmedersen, ona zulmetmen senin adaletini giderir.

Zulümden sakın.

Şüphesiz zulüm kıyamet gününde karanlıklardır».

Ebu Müslim sözünü bitirince, Muaviye minberden inip yanına gel­di ve şöyle dedi: «Allah sana merhamet etsin Ebu Müslim! Sana en iyi mükâfatı versin».

Başka bir defasında da Muaviye minbere çıktı ve hutbeye başla­dı. O sırada halkın iki aylık maaşlarını kesmişti.

Yine Ebu Müslim şöyle seslendi:

«Muaviye! Bu para ne senin ne babanın ne de annenin malıdır».

Muaviye´nin yüzünde öfke belirtileri görüldü. Halk onun ne yapa­cağını merak etmeye başladı.

İlk işi, cemaate, yerlerinde kalıp ayrılmamalarını işaret etmek oldu. Daha sonra minberden inip abdest aldı, üzerine biraz su serpti.

Tekrar minbere çıktı. Azîz ve Celîl olan Allah´a hamdedip lâyık olduğu şekilde onu övdü ve şöyle dedi:

«Ebu Müslim, bu paranın ne benim ne babamın ne de annemi malı olduğunu söyledi.

Ebu Müslim´in söylediği doğrudur». Resûlüllah´in (s.a.v.).şöyle dediğini duydum: «Gazab (öfke) şeytandandır...

Şeytan ateştendir...

Su ateşi söndürür. Sizden birisi öfkelendiğinde yıkansın (abdest alsın).

Ey cemaat! Allah´ın bereketiyle haklarınızı almaya koşunuz».

Allah Ebu Müslim el-Havlanî´ye en iyi mükâfatı versin. O gerçek sözü söylemede eşsiz bir örnek idi.

Allah Muaviye İbn Ebî Süfyan´dan razı olsun. O-da gerçek söze uymada mükemmel bir örnekti. .

Şunu söyleyen ne güze! söylemiştir: «Kahrolasıcalar! Onları az kınayın, ´a da onların yaptığını yapın». [5]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Osman İbn Ebî Atike

[2] Esved : Arapaçada «kara» anlamına gelmektedir. (Çeviren).

[3] Elimizdeki büyük kaynaklar, el-EsvecTin onu ateşe attığını, ama ateşin ona Hz. İbrahim´de olduğu gibi, soğukluk ve selâmet haline geldiğin» işaret et­mektedir. Allah daha iyi bilir.

[4] Ecîr: Ücret karşılığında hizmet eden kimse, ücretli, ücretle çalışan anlamına gelmektedir

[5] Müslim elHavlanî´yle ilgili geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:

1. Tabakatu İbn Sa´d, VII/448.

2. Tarîhu´I-Buharı, V/57.

3. El-Marifetu ve´t-tarîh, U/308, 382.

4. El-İstîab, T. 1479.

5. Tarihti İbn. Asakir, IX/-12.

6. Usdu´l-gabe, 111/129.

7. El-Lubab, 1/395.

8. Tezkiratu´l-huîfaz, s. 209.

9. El-Bidaye ve´n-nihaye, Vlil/146.

10. El-İsabe, T. 6302.

11. Şezeratu´z-zeheb, I/70.

Dr. Abdurrahman Re?fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/373-382.