Tearuzu´l Edille ve Çözüm Yolları

Bu bölümde, fakîhlerin, deliller arasında tearuz vuku bulup bulmadığıyla ilgili görüşlerinin nelerden ibaret olduğunu, deliller arasında -ister hakiki, ister zahiri manada- tearuz vuku bulduğunu kabul eden fakihlerin hangi usullerle te­aruzu giderdiklerini bahis konusu edeceğiz. Tearuz´un tarifini, rükün ve şartla­rını inceledikten sonra, tearuzu giderme yolları olarak tesbit edilen nesh, tercih, cem ve tevfîk ve terk (tesâkut) hakkında bilgi vermeye çalışacağız.[1]

1. FASIL

TEÂRUZU´L-EDİLLE

A. Tearuzun Manası Ve Mahiyeti:

Tearuz cihet, yön, taraf manalarına gelen urd´ kökünden gelmektedir. İki sözden birinin diğerinin önüne durup onu yöneldiği cihete gitmesini engelleyen iki söze "müteâriz kelâm" denmektedir.[2]

Istılahta, eşit kuvvette iki şer´i delilden birinin, bir mesele hakkında bir an­da gerektirdiği hükmün, diğer bir delilin aynı mesele hakkında gerektirdiği hük­me aykırı olmasına "tearuz" denmektedir.[3] Mesela, iki delilden biri müsbet (olumlu), diğeri menfi (olumsuz) bir hüküm ifade edebilir. Aynı şekilde bir delil bir konuda helâl, diğer bir delil ise haram hükmü ihtiva edebilir. Yine iki delilden birinin gösterdiği sayı, diğer delilin gösterdiği sayıdan farklı olabilir. Tearuza şer´î nasslardan bir misâl verelim:

1. Bazı fakîhler, "Sizden zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar, eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak (bir) yılma kadar faidelenmesini (bırakılması­nı) vasîyyet etsinler"[4] âyetinden, kocası ölen kadının iddetinin bir yıl olduğu hükmüne varmışlardır.[5]

2. "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları kadınlar (zevceler), kendi kendileri­ne dört ay on gün beklerler"[6] âyeti, kocası ölen kadının -ister gebe olsun, is­ter olmasın- iddetinin dört ay on gün olduğunu ifade etmektedir.

3. "Gebe kadınların bekleme (iddet) süresi, çocuklarını doğurunca biter"[7] âyeti de gebe kadının -ister boşanmış olsun, ister kocası Ölmüş olsun- iddetinin çocuğunu doğurmakla son bulacağını hükme bağlamaktadır.

Birinci âyete göre kocası Ölen kadının iddeti bir yıldır.

Gebe olup kocası Ölen kadının iddetinin ikinci âyete göre dört ay on gün, üçüncü ayete göre ise çocuğunu doğurmasıyla son bulduğu ifade edilmektedir. İşte bu üç âyet, kocası ölen kadının iddeti konusunda tearuz halindedir. Birinci âyet, 2. ayetle neshedümiştir. İbn Mes´ûd´a göre üçüncü âyet, ikinci âyetten sonra nazil olmuştur.[8] Bu son iki âyet arasındaki tearuz, üçüncü âyetin gebe kadın­lar konusunda nâsih, diğerinin mensûh kabul edilmesi suretiyle giderilmektedir.

B. Tearuzun Caiz Ve Vâki Olup Olmadığı:

İslâm âlimleri, şer´î deliller arasında tearuzun caiz ve vâki olup olmadığı ko­nusunda değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Fakîhlerin bu konudaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:

a. Şer´î deliller arasında tearuz caiz ve vâki değildir.

b. Şer´î deliller arasında tearuz hem caiz, hem de vâkidir.

c. Kat´î deliller arasında tearuz caiz ve vâki değilse de, zannî deliller arasın­da caiz ve vâkidir.[9] Bu görüşleri, delilleriyle birlikte kısaca gözden geçirelim.

A. Tearuzu Kabul Etmeyenler Ve Delilleri:

Dört mezhep imâmı, fakîh ve muhaddislerin çoğunluğu, îbn Hazm, Mute­zile ve Şia´dan bazılarına göre, kat´î ve zannî deliller arasında hakiki bir tearuz bulunmaz. Cenab-ı Hak, Alîm ve Hakîm olduğundan O´nun hükümlerinde tea­ruz cereyan etmez Âyetler, zaman zaman nazil olmuşlardır. Sünnetlerde zaman zaman vârid olmuşlardır. İki mütenâkız delilin birden nüzulüne ve vürûduna im­kân yoktur. Ancak şer´î deliller arasında olsa olsa müctehidin zannına göre tea­ruz bulunur ki, bu da hakiki değil, zahiri bir tearuzdur, imâm Şafiî (öl. 204)

"Peygamber (s.a.), ´den -husus ile umûm, icmal ile tefsir cihetlerinden başka bir cihetle- birinin isbat ettiğini diğerinin nefytder surette birbirine zıt iki hadisin -nesih, hali hariç- vürûdu vâkî değildir" sözüyle hadîsler arasında hakikatte tea­ruzun bulunmadığım ifade etmiştir.[10]

îbn Hüzeyme (öl. 311) "Sahih senedle Peygamber (s.a.v.)´den rivayet edil­miş müteâriz iki sahih hadîs bilmiyorum. Kimde böyle hadis varsa bana getirsin, onları te´lif edeyim" sözüyle bu konudaki görüşünü ortaya koymuştur.[11]

Şu halde, tearuzun kat´î ve zannî delillerde kabul etmeyenler, tearuzun Şârî açısından muhal, müctehid açısından mümkün olduğunu kanaatini izhâr etmiş­lerdir.

B. Tearuzu Kabul Edenler Ve Delilleri:

el-Abbâdî (öl. 994)[12], İbn Sübkî (öl. 771) gibi bazı Şafiî fakihleri ile bazı .Caferiler, mutlak olarak tercihi imkânsız kılacak şekilde denklik vasfındaki de­liller arasındaki tearuzun caiz ve vâkî olduğu görüşündedirler. Bunlar görüşleri­ni akli ve nakli delillerle şu şekilde ortaya koyarlar:

1. Tearuzun reddine aklen imkân bulunmaması,

2. Delillerin kat´î ve zannî olarak taksime tabi tutulması,

3. İçtihadın Peygamber (s.a.v.) tarafından doğru ve hatalı olarak taksime

tabi tutulması.

4. Âyetlerin muhkem ve müteşabih olarak taksim edilmesi,

5. Müctehidlerin birbirlerine uygun ictihadlarda bulunmaması gibi hususlar şeriatta tearuzun caiz ve vâkî olduğunu göstermektedir. Nitekim Ramazan ayın­da yolcunun oruç tutup tutmama hususunda muhayyer bırakıldığı âyet[13] ile sa­bittir ki bu da şeriatta tearuzun varlığına bir delildir.

C. Tearuzu Sadece Zannî Delillerde Caiz Ve Vâkî Olduğunu Kabul Edenler Ve Delilleri:

Şirâzî (öl. 476), Beyzâvî(öl. 685) gibi bazı Şafii fakihleri ile Molla Hüsrev (Öl. 885), Güzelhisari gibi Hanefi fakihlerine göre kat´î delillerde tearuz caiz ve vâki değildir. Çünkü tenakuz Şârî Teâlâ´ya nisbet edilmez. Fakat zannî deliller­de caiz ve vâkidir.

Zerkeşî (Öl. 794) zannî delillerde tearuzun cevaz ve vukuunun hikmetini şöyle ifade etmektedir: "Cenâb-ı Hakk, her şer´î hüküm için kat´î bir delil koymamış­tır. Genellikle hükümlerini kullarının maslahat ve faydalarına olmak üzere zan­nî delillere dayandırmıştır. Bu surette insanlar insanlar tek mezhebe bağlı kalmaksızın değişik hükümlerle ihtiyaçlarını daha kolay giderme imkânına sa-. hip olsunlar. Şer´î hükümlerde zannî deliller muteber ve makbul olunca, zahirde açıklık ve kapalılık itibariyle zannî deliller arasında tearuz bulunması tabiidir.[14] Netice itibariyle bütün âlimler, nasslar arasında zahirde tearuzun vâkî ve caiz olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Bunun yanında hakiki tearuzun caiz ve vâkî olduğunda ise ihtilaf etmişlerdir.

C. Tearuzun Rüknü Ve Şartları[15]

A. Tearuzun Rüknü: Kuvvete Eşitlik.

Hanefî hukukçuları, aynı mahal ve vakit için sevkedilmiş ve zıt hüküm ifa­de eden iki delilin eşit kuvvette olmasını, tearuzun rüknü olarak kabul etmişler­dir. Yani muayyen bir meselede eşit kuvvette bulunan ve iki zıt hüküm ifade eden deliller arasında tearuz caiz ve vâki olabilir. Delillerden birinin kuvvetli, diğeri­nin zayıf olması halinde tearuz vuku bulmaz. Bu durumda kuvvetli delille amel edilir. Mesela, mütevatir ve meşhur hadisler arasında tearuz vuku bulmaz. Çün­kü mütevatir hadis kuvvet yönünden meşhur hadisten önce gelir.

B. Tearuzun Şartlan:

1. Mahal birliği : Zıt hüküm ifade eden iki delilin tearuz etmesi aynı konu (mahal) da olabilir. Mesele nikâhla ilgili nasslar, sahala­rına göre farklı hükümler ihtiva etmektedirler."İstediğiniz kadınlardan... nikahlayınız"[16] ayetine göre bir erkeğin herhangi bir kadınla nikâhının mubah olduğu ifade edilmektedir. Fakat "Annelerinizle nikâhlanmanız haram kılındı"[17] ayeti de anne ile evlenilmeyeceği hükmünü belirtmektedir. Fakat mezkur iki ayet arasında tearuz yoktur. Çünkü konu (mahal)lan farklıdır. Birisinde anne, diğe­rinde ise anneden başka nikâhı düşen bir kadın konu (mahal) olmaktadır.

2. Tarih birliği : Tearuz aynı tarihte nazil ve vârid olup farklı hüküm ifade eden iki nass arasında sözkonusu olabilir. Nüzul ve vürûd tarihleri farklı olduğu kesin olarak bilinen âyet ve hadisler arasında tearuz ol­maz. Mesela içki ile ilgili âyetler incelendiği zaman, önce inen âyetlerde içkinin helâl, sonra inenlerde ise haram olduğu görülmektedir.[18] Mezkûr âyetlerin nü­zul tarihleri farklı olduğu için aralarında tearuz bulunmamaktadır. Çünkü, önce inen ayetler mensûh, sonrakiler ise nâsih olarak kabul edilir.

3. Vakit birliği : iki nassdan biri bir vakitte bir konu­da bir şeyin yapılmasını helâl, diğeri de o konu ve vakitte o şeyin yapılmasını haram kılıyorsa, o iki nass arasında tearuz bulunuyor demektir. Ancak bir nass bir şeyin yapılmasını bir vakitte haram, diğer bir nass da başka bir vakitte helal kılıyorsa, o İki nass arasında tearuzun bulunduğunu söylemek mümkün değil­dir. Mesela Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Oruç gündüz vaktinde tutulur. Oruçlunun gündüz vaktinde yeme, içme gibi hareketlerde bulunmasını, nasslar yasaklamaktadır. Fakat Ramazan ayında geceleri bu hareketler serbest bırakıl­mış, hatta sahura kalmak teşvik edilmiştir. Bu sebeble farklı hüküm ifade eden bu nasslar arasında vakit birliği olmadığı için tearuz yoktur.

Aynı şekilde, "Cuma günü namaza çağrıldığınız vakit alış-verişi bırakın"[19] ayeti ile, "Allah bey´i helâl kıldı"[20] ayeti arasında tearuz bulunmaz. Çünkü bi­rinci ayette Cuma vaktinde ahş-verişi yasaklamakta, ikinci ayette ise alış-verişin bunun dışındaki zamanlarda mubah ve helal olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıy­la vakit birliği olmadığı için tearuz da bulunmamaktadır,

4. Zıd hüküm : Herhangi bir konu mahal) için sevkedil­miş birden çok nass, aynı hükmü taşıyorsa, haliyle o nasslar arasında tearuzun bulunması mümkün değildir. Bir konu veya vakitte vârid olan nasslar, zıd hü­küm ifade ederlerse o zaman tearuzdan basedilebilir. Mesela, namaz ile ilgili nass­lar arasında bir tearuz bulunmaz. Çünkü hepsi namazın farz olduğunu ifade ederler. Mesela, şahitlikle ile ilgili iki hadis bulunmaktadır. Bunlardan birinde kendisine sorulmadan yapılan şahitliğin iyi bir iş olduğunu[21], diğerinde ise iyi bir iş olmadığı haber veriliyor.[22] Dolayısıyla bu iki nass arasında zahir de tea­ruz varmış gibi görülüyor. Bu iki hadis arasındaki tearuz cem ve tevfik usulü ile giderilebilir. Şöyle ki, birinci hadis Allah hakkını, ikinci hadis ise kul hakkım ilgilendiren konulardaki şahitliğe hami edilir ve böylece tearuz giderilmiş olur.

D. Aralarında Tearuz Vâkî Olan Deliller:

Şevkânî (öl. 1250) aralarında tearuz vâki olan delilleri şöyle sıralamaktadır:[23]

1. Kitâb ile Kitab,

2. Kitab ile Sünnet,

3. Kitab ile İcmâ.

4. Kitab ile Kıyas.

5. Sünnet ile Sünnet,

6. Sünnet île İcmâ,

7. Sünnet ile Kıyas, İcmâ ile İcmâ,

9. İcmâ ile Kıyas,

10. Kıyas ile Kıyas arasında tearuz vaki olur.

Kitabda tearuz iki âyet veya bir ayetin iki kıraati arasında, sünnette tearuz, iki kavli sünnet, iki fiili sünnet veya iki muhtelif sünnet arasında, bir âyet ile bir mütevatir veya meşhur sünnet arasındaki vaki olur.[24]

İki kıraat arasında vaki tearuza misal:

âyetinde[25] lafzı nasb ve cer ile okunur. Nasb ile okunması halinde ayakların yıkanması, cer ile okunması ha-Hnde mesh edilmesi icab eder.

Yemin ayetlerinde de gamus yemini konusunda tearuz vaki olmuştur.[26] Serahsî (öl. 483) iki kıyas ile sahabi kavilleri arasında -nesh söz konusu ol­madığı için- tearuz vuku bulmayacağını ifade etmiştir.[27] Hanefilerin çoğunlu­ğuna göre icmâ - nâsih ve mensûh olmayacağı için- diğer delillerle tearuz etmez. Bu bakımdan icmâ, nass ve kıyasa tercih edilir.[28]

2.FASIL

TEARUZU GİDERME YOLLARI[29]

Bundan önceki bahislerde fakihlerin çoğunluğuna göre tearuzun, nasslar ara­sında hakikatte değil zahirde vâkî olabileceğini ifade etmiştik. Usul âlimleri, nass­lar arasında zahirde bulunan tearuzun giderilmesi için bir takım kaideler koymuşlardır. Hanefi fakihleri, aralarında tearuz bulunan nasslarda tearuzu gi­derirken önce nasslann nüzul ve vürûduna bakarlar ve önce inen nassı mensuh, sonrakim nâsih kabul ederler. Böylece iki nass arasındaki tearuzu gidermiş olur­lar. Ancak nasslann nüzul ve vürûd tarihleri bilinmezse, tearuzu gidermek için uygulanacak ikinci yol, tercihtir. Şayet iki nassdan birinin diğerine tercihi müm­kün olmazsa, cem´ ve te´lif metodu uygulanır ve her iki nassla da amel cihetine gidilir. Bu yoldan da bir sonuç alınamazsa her iki nass keenlem yekûn (yok) ka­bul edilir ve her ikisiyle de amel edilmez. Mütekellimîn mesleğine göre nasslann tearuzu halinde önce cem ve te´lif, sonra tercih, ondan sonra da nesh, en sonun­da da tesakut yol ve cihetine gidilerek tearuz giderilir.

Fukaha mesleğinin tearuzu giderirken uyguladıkları usulleri şöylece şematize edebiliriz:

a.Nesh, b. Tercih, c. Cem´ ve tevfîk, d. Tesâkut (terk).

Mütekellimin mesleğinin tearuzu giderme yollarında sıralama şöyledir:

a. Cem´ ve tevfik, b. Tercih, c. Nesh, d. Tesakut[30]

Bu arada muhaddislerin, hadisler ayasında vâki olan tearuzu giderirken na­sıl bir sıralama uygulandıklarını bilgi kabilinden zikredelim: a. Çem´ ve te´M, b. Nesh, - Tercih, d. Tevakkuf[31]

-Biz, tearuzu giderme yollarını, fukaha mesleğinde kabul edilen sıralamayı esas alarak inceleyeceğiz.

I. NESİH

Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi hanefi fakihleri, tearuz vâkî olan deliller arasında tearuzu giderirken ilk önce iki delil arasında nesh olayının cereyan edip etmediğine bakarlar ve önce inen nassı mensuh, sonrakini nâsih olarak kabul ederek tearuzu gidermiş olurlur, v

A. TARİFİ VE MAHİYETİ:

Nesh lugatta izâle etmek, nakletmek, tebdil etmek, tahvil etmek manaları­na gelmektedir.[32]

Neshin ıstılahta birçok tarifi yapılmıştır. Ancak biz bunlardan birini bura­da zikretmekle iktifa edeceğiz. ´/Nesih, şer´i bir hükmün, ondan sonra gelen şer´i bir delil ile kaldırılmasıdır Sonradan gelen şer´i delile "nasih" (nesneden), kaldırılan şer´i hükme ise "memufî" (neshedümiş) denir.

Burada ifade edelim ki, nesih muvakkat olarak konulan şer´i bir hükmün, zamanı gelince şer´i bir delil ile son bulduğunu bildirmekten ibarettir. Bu bakım­dan nesih, Allah´a göre beyan, insanlara göre ise hükmü başka bir delille değiş­tirmek (tebdil)dir.[33] Çünkü o hükmün hangi zamana kadar devam edeceğini Cenab-ı Hakk önceden bilmektedir. İnsanların ise bu konuda bilgisi bulunma­maktadır.

Nesih halinde bazan bir hükmün yerine başka bir hüküm konulabileceği gi­bi, bazan da sadece hüküm kaldırılmış olur. Mesela, namaz da Kudüs´e yönelme hükmü kaldırılmış, onun yerine Kabe´ye yönelme hükmü getirilmiştir. Halbuki mut´a nikâhı ve şarabın içilmesi neshedildiği halde onların yerine başka hüküm­ler getirilmemiştir. Yeni konan hüküm, neshedilen hükme eşit olabileceği gibi, bazan ondan daha hafif veya daha ağır olabilir.[34]

B. NESH´İN CAİZ OLUP OLMADIĞI [35]

Nesih konusunda dört mesele ortaya çıkmaktadır:

a. Nesih aklen, caiz midir?

b. Naklen caiz midir?

c. Caiz ise vukûbulmuş mudur?

d. Kur´ân-ı Kerîm´de nesh var mıdır?

Birinci soruya bütün müslümanlar müsbet cevap vermişler ve neshin aklen caiz olduğunu kabul etmişlerdir. İkinci soruya da müsbet cevap vermişlerdir. Ni­tekim aşağıdaki ayetler, neshin naklen de caiz olduğunu göstermektedir:

1. "Biz bir âyetin hükmünü diğer ayette değiştirirsek veya unutturursak ondan daha hayırlısını yalıut onun benzerini getiririz"[36]

2. "Allah dilediği hükmü kaldırılır ve yerinde bırakır veya değiştirir."[37]

3. "Biz bir âyetin yerine, bir ayeti değiştirdiğimiz zaman, Allah ne indirdi­ğini pek iyi bilmişken, kâfirler dediler ki, "Sen, ancak bir iftiracısın". Hayır, onların çoğu Kur´an´ın hakikatim ve hüküm değiştirmenin faydasını bil­mezler."[38]

Üçüncü soruya da müsbet cevap verilmiştir. Nitekim önceki peygamberle­rin şeriatlarında nesihler vuku bulduğu gibi, peygamberimizin şeriatı da önceki şeriatları neshetmiştir.[39] Aynı şekilde, peygamberimizin getirdiği fer´i hüküm­lerde de neshin vukuu görülmektedir. Mesela, kıblenin tahvili buna delildir.[40]

Kur´an-ı Kerim´de neshin mevcudiyeti hususunda iki görüş bulunmaktadır:

1. Müsbet Görüş:

İslâm âlimlerinin ekserjsi, neshin Kur´ân-ı Kerim´de mevcud olduğunu ka­bul etmişlerdir. Bunlar, Kur´an´ın kendisinden önceki kitapları neshine ilaveten, yeni kurulmaya başlayan İslam Nizamı´nın inkişaf ve tekâmülü için nesih keyfi­yetini tabii birşey olarak karşılaşmışlardır. Kur´an´da vuku bulan nesihlerle ilgili örnekler aşağıda verilecektir.

2. Menfi Görüş

Ebû Müslim Muha^nmed b. Bahr el-İsfehânî (öl. 322) gibi bazı âlimler nes­hin aklen caiz ve eski şeriatlarda mevcut olduğunu, Kur´an*ın kendisinden önce­ki dinleri neshettiğini, ancak Kur´an´ın kendi bünyesinde neshin vuku bulmadığını iddia etmişlerdir. Bu görüş, pek taraftar bulmamıştır.

C. Bedâ Ve Nesih

Bedâ lugatta, gizli olan birşeyin aşikâr olması, önceden mevcut olmayan bir fikir ve bilginin sonradan meydana gelmesi manalarına gelmektedir.

Yahudilerle bazı Râfızîler, Allah´a bedâ isnadı olacağını ileri sürerek şeriat­ta neshi hiçbir surette caiz görmezler. Onlara göre nesih vâkî olursa bundan do­layı -haşa- Allah´ın cehli lazım gelir. Yani nesih, "Allah´ın önceden bilmediği, ancak sonradan muttali olduğu bir maslahattan dolayı hükmü değiştirmesi" ma­nasına gelir ki, böyle bir durumun Allah hakkında düşünülmesi mümkün değildir. Neshin caiz ve vâki olduğunu kabul eden İslam alimlerine göre nesih, Al­lah´ın bir hükmün fayda ve zararını önceden bilmezken, sonradan Öğrenip de­ğiştirmesi değil, muvakkat olarak koyduğu bir hükmün, (zamanı gelince) son bulduğunu insanlara bildirmesinden ibarettir.[41]

D. Nesh Ve Tahsîs[42]

Tahsis, âmmın bazı fertlerini hükmün şümulü dışında bırakmaktır- Nesh ise, şer´i bir hükmün sonradan gelen bir nass ile kaldırılmasıdır. Nesh, hükme dahil olan bütün fertleri ilgilendirdiği gibi bazı fertleri de ilgilendirebilir. Bütün fertlerden hüküm kaldırıldığı zaman külli nesh, bazı fertlerden hüküm kaldırıl­dığı zaman da cüzi nesh sözkonusu olur. Nesih ile tahsis arasındaki farklar şun­lardır:

1. Nesh halinde hüküm bütün fertlerden kalkabilir. Yani sonra gelen bir de­lille (nâsihle) hüküm, bütün fertlerden kalkabilir. Buna küllî nesh denir. Mesela,

kıblenin tahvili gibi.

2. Nesh halinde bütün fertlere şamil olan hüküm, bazı fertlerden kalkabilir (cüz´i nesh). Mesela, "iffetli müsîiman kadınlara zina iftira edenler, sonra (bu­nu ispat için) dört şahit getirmeyenler (var ya) işte bunlara seksen değnek vu­run, "[43] âyetinin hükmü, kanlarına zina isnad iddialarını şahitlerle ispatlayamayan kocalar hakkında hanefilere göre "Kanlarına zina isnad eden ve kendi nefislerinden başka şahitleri de bulunmayan kimselerin her biri dört de­fa şöyle şahitlik etmelidir: "- Eşhedü billah, kendi zevcesine İsnad ettiği sözde muhakkak doğru söyleyenlerdendir"[44] ayetiyle neshedilmişür.

3. Tahsîs halinde hüküm, başlangıçta bazı fertlere şamil, bazılarına da şa­mil değildir. Mühassıs delil, hükmün hangi fertlere şamil olmadığını gösterip, beyan eder. Tahsis delili aram ile beraber geldiği gibi sonra da gelebilir. Ancak âmmdan sonra gelen tahsis delilinin ânım ile amel olunmadan önce vârid olması gerekir. Şayet âmm ile amel olunduktan sonra gelirse, ona cüz´i nesih denir.

4. Tahsis hissi ve akli delillerle de olabildiği halde cüz´i nesih sadece şer´i delillerle olabilir.

E. Neshin Hikmetleri

Neshin bir çok hikmetleri vardır.[45] Bunlardan bazüannı zikredelim.

1. İnsanların maslahat ve menfaatlerini gözetme: Şer´i hükümlerin asıl maksadı insanların maslahatlarını gerçekleştirmekdir. Herhangi bir hüküm bir zaman sonra yürürlükten kaldırılmış ve onun yerine başka bir hüküm ikame edil­mişse, onda insanların menfaatleri olmuştur. Çünkü insanların maslahatları za­man zaman ve yer yer değişebilir.

2. İnsanları tedrici bir şekilde dine ısındırma: Dini tebliğde esas olan insan­ları nefret ettirmek değil, dini sevdirmektir. Psikolojik olarak iyi veya kötü adet ve alışkanlıklara saplanmış bir cemiyeti, bu alışkanlıklardan bir anda koparmak mümkün değildir. Kur´an-ı Kerim, Hz. Peygamber´in tebliği ile 22 küsur sene zarfında insanları ve toplumları tedrici bir şekilde ve yumuşatmak suretiyle İs-Iam Dini´ne yaklaştırmıştır. Mesela dini ibadetlerin konulusunda, içkinin yasak­lanışında tedrici metodun uygulandığını müşahade etmek mümkündür.

3. İnsanları imtihan etmek: İnsanlar dünyaya imtihan için gelmişlerdir. İm­tihanda başarılı olanlar mükâfatlandırılacak, muvaffak olamayanlar ise cezalan­dırılacaktır. Cenâb-i Hakk emirlerini her insanın takatine göre yöneltmiştir.

Peygamberimizden önceki insanların fer´i hükümleri başka, kendi ümmeti­nin hükümleri başkadır. Her ümmet, kendine tebliğ edilen hükümlerden mesul­dür. İmtihanı ona göre yapılacaktır. Çünkü teklif Allah´a ait bir yetkidir. İnsanlara düşen tekliflere riayettir.

F. Nesih Zamanı Ve Mahalli (Neshi Caiz Olan Hükümler):

A. Neshin Zamanı:

Nesih, Peygamber (s.a.s.) zamanında vuku bulmuştur. O´nun vefatından sonra ise neshin vuku bulması mümkün değildir. Çünkü nesih vahiy yoluyla olmaktadır. Vahy dönemi O´nun vefatıyla bittiğine göre, O´ndan sonra neshin vu-´ kû bulması da düşünülemez.

Burada icmâ ile şer´i bir hükmün neshedilip edilemeyeceğini incelemekte fay­da vardır.

Ahinler, icmâ ile sabit bir hükmün neshedilemeyeceği görüşündedirler. Çünkü icmâ, nesih müessesinin bitimi olan Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkmış bir delildir. Peygamberin vefatından sonra nesih cereyan etmeyeceğine göre, icmâ ile sabit bir hükmün neshedilnıesi mümkün değildir.

Fahrulislam Pezdevi´ye göre, maslahat üzerine vuku bulan bir icmâ, başka bir maslahata binâen vâki olan icmâı nesh edebilir.

b. Neshin Mahalli:

Burada, Hz. Peygamber zamanında neshi caiz hükümleri (mensuhun şart­larım) göreceğiz.

I. Fer´i şer´i hükümlerde nesih cereyan eder. Ancak nasslarda o hükmün kıyamete kadar devam edeceğine dair bir delil bulunursa, o nasslarda da nesih cereyan etmez. Mesela, "onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin" (Nur: 6) ayetindeki sözü, bu hükmün kalkmayacak şekilde daimi olduğunu gösterir. "Cihad kıyamete kadar devam edecektir hadisi de cihad hükmünde neshin mümkün olmadığını açıkça göstermektedir.İtikadi hükümlerde (iman esaslarında)zamanla değişmeyecekleri için nesih vuku bulmaz .

Aynı şekilde,hissi ve akli hükümlerde de nesih düşünülemez.Mesela ?Ateş yakıcıdır,alem hadistir.?sözlerinde olduğu gibi.Çünkü bunlar ,mahiyetleri icabı zamanla değişmezler.

Aklın kötülüğüne hükmedilebileceği kötülükler(haksız yere adam zulmetmek yalan öylemek)iyasaklayan ve bunlardan sakındıran nasslarla iyiliğini insanın kavrayabileceği(adet ana-baba iyilik ikram vs.)hukukiahlaki hükümler ihtiva eden nasslarda nesih düşünülemez.

Tarihi hadiselerden haber veren nasslarda da nesih tasavvuru mümkün değildir.Mesela ,Ad kavminin sarsıntısıyla yok edildiğini bildiren ayetlerde[46] nesih düşünülemez .Hz.Peygamber?in ?Kalbe atılan korku vasıtasıyla bir aylık mesafedekilere karşı yardım gördüm?[47] hadisinde de durum budur.Haber veren bir sözün neshi onu haber vereni yalanlamak olur.Şari?in yalan söylemesi ise muhaldır.

G. Neshin Şartları[48]

1. Mensuh gibi, nâsihin de fer*i-şer´i delil olması gerekir.

2. Nâsihin, mensuh delil kuvvetinde veya ondan daha kuvvetli olması gere­kir. Başka bir ifadeyle, şer´i delil Kur´an ve Sünnet nassı olmalıdır. İcmâ ve kı­yas, Kur´an ve Sünnet kuvvetinde olmadıkları için nâsih olamazlar.

3. Nâsih delil, mensuh hükümden sonra gelmiş olmalıdır. Tahsis, istisna, şart, sıfat, gaye, bedel-i ba´z şer´i hükme bitişik ve aynı zamanda geldikleri için

nesih sayılmazlar.

4. Eğer nesih sarih değilse, her iki nassın bağdaştırılması (tevfiki) imkânsız bulunmalıdır. Muarız nassların bağdaştırılması mümkün olan yerlerde nesih ci­hetine gidilmez, tevfik veye te´vil ciheti tercih edilir.

H. Neshin Çeşitleri[49]

Neshi, sarih zimnî ve küllî cüz´î diye iki türlü ayırıma tabi tutabiliriz.

A. Sarih Ve Zimnî Nesih[50]

1. Sarih nesih: Şâri´in neshi açıkça belirttiği nesihtir. Mesela, kabir ziyareti ve kurban etlerinin saklanması yasağını kaldırdığını bizzat Hz. Peygamber ifade

buyurmuşlardır.

2. Zimni nesih: Sâri, sonraki koyduğu hükümde öncekini kaldırdığını açıkça zikretmez. Fakat önceki hükme aykırı olarak konan bu hüküm, diğeriyle ne­sihten başka bir yolla bağdaştırılamaz. Bu durumda sonra gelen nâsih kabul edilir. Meselâ, "Birinize ölüm geldiği zaman mal bırakırsa ana-babaya ve yakın akra­baya normal şekilde vasiyyet etmesi farz kılındı"[51] âyetinde vasiyyet emredil-frıiş, * ´Allah çocuklarınızın hakkında erkeğe iki kızın hissesi kadar tavsiye eder"[52] âyetinde de mirasçıların hisseleri belirtilmiştir, önceki âyete aykırı olan ikinci ayet alimlerin çoğuna göre nâsihtir. Hz. Peygamber de miras âyeti indikten son­ra bu durumu açıklamak üzere "Allah her hak sahibine hakkını vermiştir, artık vâris için vasiyet yoktur"[53] buyurmuşlardır.

B. Küllf Ve Cüz´i Nesih:[54]

1. Külli nesih: Şâri´in önceden koyduğu bir hükmü, fertlerin tamamından kaldırmasidır. Mesela, "Sizden Ölenler olur da kanlar bırakacak olursa evlerin­den çıkarılmadan bir yıla kadar geçimliklerini vasiyyet etsinler"[55] âyetiyle ko­cası ölen kadının bir yıl beklemesi hükme bağlanmıştır. Bu hüküm, "Sizden ölen olur ve karıları bırakacak olursa, kadınlar dört ay on gün beklerler"[56] âyetiyle neshedilmiş ve böyle bir durumda iddetin dört ay on gün olduğu hükmü getiril­miştir.

2. Cüz´i nesih: Şâri´in önceden bütün mükelleflere koyduğu bir hükmü, son­radan gönderdiği bir delil ile bazı fertlerden kaldırmasıdır.

Meselâ, "iffetli kadınlara iftira edip dört şahit getirmeyene seksen değnek vurun"[57] âyeti kazif haddim ifade eder. "Karılarına iftira edip kendilerinden başka şahitler bulunmayan kimsenin şahith´ği, kendisinden doğru olduğuna, dört kere Allah´ı şahit tutmasıdır"[58] âyeti ise mülâaneyi hükme bağlamaktadır. İkinci âyet kazif haddinin hükmünü sadece kocaya göre neshetmiştir.

İ. Âyetler Ve Hadisler Arası Nesih

Ayetin âyetle, hadislerin hadisle neshi ittifak edilen noktadır. İhtilaf; âyetin hadisi, hadisin âyeti neshindedir. Bunlar yanında sünneti; âhâd, mütevâtir bö­lümlerine ayırarak nesih vak´ası içinde her biri için ayrı iddiada bulunanlar var­dır. Burada Kur´an´m sünneti sünnetin ayeti neshini gösteren misallere yer vereceğiz.

A. Kur´ân Nasslarının Neshi:

1. Âyetin âyeti neshi: Âyetlerin hepsi sübut yönünden eşit olduğu için birbi­rini neshetmesi caiz ve vâkîdir. Meselâ. "Sizden birinize Ölüm alametleri belirdiği zaman, eğer geriye mal bırakacaksa, babasına, anasına ve akrabasına malının üçte birinden çok almıyacak şekilde vasiyyet etmek farz kılındı"[59] âyetiyle ebe­veyne akrabaya ölüm" anında vasiyette bulunması farz kılınmıştı. Bu hüküm sonradan "Allah evladınızın mirastaki durumu hakkında size şöyle emrediyor: Çocuklardan erkeğe, iki kızın payı kadar vardır."[60] âyetiyle neshedilmiştir.

2. Âyetin hadislerle neshi: Ebu Hanife, İmam Mâlik gibi alimler Sünnetin de vahy mahsulü olduğunu ileri sürerek mütevatir ve meşhur sünnetle Kur´an ayetlerinin neshedilebÜeceğini ifade.etmişlerdir.3Meselâ, Bakara suresinin 180. âyetini "varis için vasiyyet yoktur" hadisi neshetmiştir.

İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel sünnet ile âyetin neshinin caiz olmayacağına kani olmuşlardır.

B. Sünnetin Neshi:

1. Sünnetin Kur´an´la Neshi:

İmam Şafiî´den rjaşka alimler, Sünnetin Kur´an´la neshini caiz görmüşler­dir. Meselâ, Peygamberimiz Medine´ye hicret ettikten sonra Beyt-i Makdis´e yö­nelerek namaz kılmışlardır. Sonradan bu sünnet "Yönünü Mescid-i Haram´a çevir"[61] âyetiyle nesholunmuştur.

2. Sünnetin Sünnetle Neshi:

Mütevatir ve Meşhur sünnetle sünnetin bütün nevilerinîn neshi caizdir. An­cak âhad sünnetle mütevatir ve meşhur sünnetin nesholunmasını Zahirilerden baş­kası kabul etmezler. Bununla beraber âhad sünnetin âhad sünnetle neshine bir

mâni bulunmamaktadır.

Meselâ, Peygamberimiz Önceleri insanları kabir ziyaretinden menetmişti. Son­radan bu hükmü "Sizi kabir ziyaretinden yasaklamıştım. Şimdi ziyaret edebilir­siniz. Çünkü onda ahireti hatırlama durumu vardır" hadisiyle neshetmiş ve bu yasağı kaldırmıştır. Aynı şekilde önceleri kurban etlerinin saklanması yasaklan­mış sonradan bu hüküm kaldırılarak nesih gerçekleşmişti.

J. İcma Ve Nesih[62]

îcmâ ile Şer´i bir hükmün neshedilmeyeceğini daha önce ifade etmiştik. Çün­kü nesh Hz. Peygamberin hayatında ve bizzat onun açıklamasıyla oluyordu. Halbuki icmâ O´nun vefatından sonra bir delil olarak ortaya çıkmı&´ır.

Ancak Pezdevî maslahat üzerine vuku bulan bir icmâın başka bir maslahat üzerine vuk£ bulan icmâ ile neshedilebileceği görüşünü ileri sürmüştür. Netice itibariyle fakihlerin çoğunluğuna göre icmâ nâsih ve mensuh olamaz.

K. Kıyasın Neshi

Kıyas başka bir kıyası neshedemez. Çünkü kıyas, ictihad, re´y ve görüşe da­yanır. Müctehidin kıyası kendisi için bir delil ve hüccet ise de başka bir müctehid için bu mahiyette değildir. Kıyas nâsih ve mensuh olamaz.

L. Kur´ân´da Neshin Çeşitleri[63]

Kur´an´da vukûbulan nesih dört kısma ayrılmıştır:

I. Hem tilâveti hem de hükmü mensûh âyetler: Hz. ibrahim gibi bazı pey­gamberlere gönderilen sahifelerin hem metinleri hem de hükümleri neshedilmiş-tir. Bazı rivayetlere göre Peygamber Efendimiz zamanında bazı âyetlerin hem tilâveti hem de hükmü nesholunmuştur. Bu tür nesih O´nun vefatından sonra vâki olamaz.

2. Hükmü mensuh tilâveti baki olan ayetler: Meselâ, "Sizden zevcelerini ge­ride bırakıp ölecek olanlar eşlerini (kendi evlerinden) çıkarmadan bir yıla kadar geçimliklerini vasiyyet etsinler. "[64] âyetinin hükmü mensuh olmasına rağmen ti­laveti bakidir.

3. Hükmü baki, tilaveti mensuh olan âyetler: Hz. Ömer´den rivayet edildi­ğine göre ´´İhtiyarerkek ve ihtiyar kadın zina ederlerse ikisini de Allah ´dan bir azab olarak recmediniz" sözü bir âyet iken sonradan hükmü ibka edilip tilaveti nesholunmuştur.

4. Asıl hükmü baki iken bir vasfını nesheden âyetler: Bazı alimlere göre aşure orucu ümmete farz idi. Ramazan orucu farz olunca aşure orucunun farziyyeti neshedildi, ancak mendub olarak bırakıldı.

Aynı şekilde nass üzerine ziyade Hanefilerce nesh olarak kabul edilir. Me­selâ, keffaret-i yemin için bir köle azadının kifayet edeceği nass ile sabittir. An­cak bu keffaret için kölenin müslüman olması şart koşulursa nass üzerine bir ziyade edilmiş olur ki, Hanefiler buna nesh, Şafiiler ise tahsis derler.

Yeni konan hüküm, neshedilene eşit veya mükelleflere göre dahahafif veya daha ağır olabilir.

M. Neshi Tesbit Ve Bilme Yolları[65]

Bir hükmün nâsih veya mensuh olduğu dört yolla bilinir.

1. Hz. Peygamberin beyanı ile neshin bilinmesi: Hz. Peygamber bazan açık olarak nesih ifadesini kullanarak bazan da neshe delalet edecek zimni beyanla­rıyla neshe işaret etmiş olabilir. Meselâ kabirleri ziyaret yasağının kaldırıldığı biz­zat kendi ifadelerinde yerini bulmuştur.

2. Sahabenin verdiği bilgilerle neshin tesbîti ve bilinmesi: Hz. Ali´nin "Resuîullah, cenaze geçerken kalkmamızı bize emrederdi, kendisi oturdu, bize de Mir´ât, s. 378; Hudarî, s. 270; Şevkânî, s. 173, Süyjıtî, Itkân, II, 24.

oturmamazı emretti" sözü ile Sa´d´ın "Biz secdeye giderken ellerimizi dizleri­mizden önce yere koyardık, ellerimizden önce dizlerimizi yere koymakla emrolunduk" sözleri buna açık birer misaldir. Bir de sahabinin "bu, iki uygula-manın sonuncusudur" "falan hüküm nesholundu" gibi sözleri de neshi belirtir.

3. Tarih yoluyla (kronolojik) tesbit ve nesbin bilinmesi: Birbirine zıt (mua­rız) iki delilin teşri tarihleri biliniyorsa, daha sonraki hüküm ve emir nâsih ola­rak kabul edilir. Meselâ, Şeddât´m rivayetine göre hacamat yapanın ve yaptıranın oruçları bozulur. İbn Abbas´ın rivayetine göre ise Peygamber Efendimiz oruçlu olduğu halde kan aldırmıştır. Şeddat´ın rivayet ettiği hadis Mekke´nin fethi se­nesinde vârid olmuştur. İbn Abbas ise Hz. Peygamber´in kan aldırdığına Veda Haccı senesinde şahid olmuştur. Mekke´nin fethi veda haccından daha öncedir. işte muahhar olan fiili sünnet ile mukaddem bulunan hadisin neshedildiği anla­şılmaktadır.

4. İcmâ ile neshin tesbiti ve bilinmesi[66] Alimlerin birbirlerine muarız iki delilden birinin önce ve diğerinin sonra geldiği hususunda ittifak etmeleriyle ne­sih tesbit edilir.

Meselâ; Dördüncü defa şarap içenin katli hakkındaki bir hüküm, bir emrin mensuh olduğu, icmâ´ın delaletiyle bilinmiştir. Yani bu hükmün hilafı hakkın­daki muahhar bir şer´i hüküm bulunduğuna icmâ şehadet etmektedir.

2.TERCİH

Tercihin, tearuzun giderilmesi yollarından ikinci sırada yer aldığını biraz önce zikretmiştik.

A. Tercih´in Manası:

Tercih lügatte meylettirmek, galip getirmek gibi manalara gelmektedir. Istı­lahta ise "tearuz halindeki delillerden birinde bulunan ve onu diğerine üstün tut­mayı gerekûren bir meziyyet ve vasfı ortaya koymak ve kabullenmek, diğerini de terketmektir." Başka bir ifade ile tercih, mütearız iki delilden birine vasıf yö­nünden kuvvet izhar etmek ve vasfen kuvvetli olan ile amel etmek, diğerini de terketmek demektir. Tercih edilen delile râcih, terkedilene İse mercûh denir. Me­selâ, "Su sudandır" hadisine, "Sünnet mahallerinin kavuşmasında gusül vardır" hadisi vasfen kuvvetli bulunduğu için tercih edilmiştir.

B. Tercîh Şartları[67]

a. Sübutta eşitlik: Kur´an sübût yönünden kafidir, âhad haber ise zannîdir. Dolayısıyla Kur´an ile ahâd haber arasında tearuz vuku bulmaz. Ancak delalet yönünden tearuz vuku bulabilir.

b. Kuvvette eşitlik: Mütevatir sünnet ile âhad sünnet arasında tearuz vuku bulmaz. Çünküjnütevatir sünnet, kuvvet itibariyle âhad sünnete takdim olunur.

c. Vakit, mahal, cihette birlik: Mütearız deliller hüküm yönünden bir tea­ruz içinde olabilirler. Delillerin hüküm yönünden tearuzu ise aynı mahal, aynı vakit, aynı cihette mümkündür. Dolayısıyla farklı mahal, vakit, cihetler için sev-kedilmiş nassların hükümlerinde bir tearuz söz konusu değildir. Meselâ, kadma hayızh iken yaklaşmayı yasak eden nasslarla, diğer vakitlerde serbest bırakılan nasslar arasında bir tearuz bulunmaz. Çünkü vakit birliği yoktur. Anne ile ev­lenmeyi yasak eden nasslarla, nikâhı düşen diğerleriyle evlenmeyi serbest bıra­kan nasslar arasında tearuz bulunmaz. Çünkü mahal birliği yoktur. Kabe cihetine namaz kılmayı mecbur eden nasslarla, diğer yönlere namaza yönelmeyi (namaz kılarken) yasak eden nasslar arasında tearuz bulunmaz. Çünkü cihet birliği yoktur.

C. Tercih Yolları:[68]

Deliller arasında tercih dört suretledir: l. si metin, 2. sened, 3.sü hüküm, ,4.sü başka şelfler (emr-i hariç). Bunları ayrı ayrı görelim:

a. Metiık Bönünden Tercih:

1. Muhkem müfessere,

2. Müfesser nassa,

3. Nass zahire,

4. Hakikat mecaze,

5. Sarih kinayeye,

6. İbare işareye,

7. îşare delaleye,

8. Delâlet iktizaya,

9. Mecaz müştereke,

10. Mefhum-u muvafakat, mefhum-u muhalefete,

11. Hafi müşkile,

12. Mukayyed mutlaka,

13. Has âmm´a tercih edilir... Bunların bazılarına konu sonunda Örnek ve­rilecektir.

b. Sened (Rivayet) Yönünden Tercih:

Aa. Râviye Ait Haller:

1. Râvisi fakih olan hadis, râvisi fakih olmayana tercih edilir.

2. Râvisi çok olan hadis, ravisi az olana tercih edilir.

3. Râvisinin hafızası kuvvetli olan hadis, râvisinin hafızası zayıf olana ter­cih edilir.

4. Güzel ahlâk sahibi, müttâkî, şöhret yapmış, sika olan ravinin rivayet «ttı-ği hadis, bu vasıfları taşımayan ravilerin rivayet ettikleri hadise»tercih edilir.

b. Nakil ve Rivayet´e göre Tercih:

1. Kur´an, âhâd sünnete tercih edilir.

2. Mütevatir sünnet, meşhur sünnete tercih edilir.

3. Meşhur sünnet, âhâd sünnete tercih edilir.

4. Müsned, mürsel sünnete tercih edilir.

5. Sahabe mürseli, tabiûn mürseline, tabiûn mürseli, tebeittabiun mürseline tercih edilir.

Cc. Merviye Göre Tercih:

1. Lafzen rivayet edilmiş hadis, manen rivayet edilmiş hadise tercih edilir.

2. Metni ihtilafsız hadis, ihtilaflı hadise tercih edilir.

3. Merfû olduğu kabul edilen hadis, merfu´ olduğunda ihtilaf olan hadise tercih edilir.

C. Hüküm Yönünden Tercih:

1. Vücub hükmünü ifade eden delil, nedb hükmü ifade ;den delile tercih edilir.

2. Haram hükmü ifade eden delil, ibaha, nedb ve kerahat hükmü ifade eden delile tercih edilir.

3. İhtiyatı gerektiren delil, ihtiyatı gerektirmeyen delile tercih edilir.

4. Müsbit (olumlu) delil, menfi (olumsuz) delile tercih edilir.

5. Hadd (ceza)in düşmesini gerektiren delil, hadd´in uygulamasını gerekti­ren delile tercih edilir.

D. Haricî Sebeblerle Tercih:

1. Kavli hadis, fi´li hadise tercih edilir.

2. Kıyasa uygun hadis, kıyasa uygun olmayana tercih edilir.

3. Bir başka delilin te´yid ettiği nass, başka delilin takviye etmediği nass´a tercih edilir.

4. Dört Halifenin tatbikatına ve Medine ehlinin ameline uygun olan hadis, bu vasıfları taşımayanlara tercih edilir.

5. Ravinin söz ve fiiliyle tefsir edilmiş hadis, bu vasıflan taşımayanlara ter­cih edilir.

6. Hükmü açıkça ortaya koyan hadis, hükmü ihtimalli olan hadise tercih edilir.

Örnekler:

Muhkem, nass´a tercih edilir:

Nisa suresinin 24. âyetinde kendileriyle evlenilmeşi yasak olan kadınlar zik­redildikten sonra "...onlardan başkaları size helal kılındı" denilmektedir. Bu âyet ile "Peygamber (s.a.s,)´in vefatından sonra onun zevcelerini nikahlamanız asla olamaz"[69] âyeti tearuz etmektedir. Birinci âyet, umumidir. Bütün kadınlar bu ifadenin içerisine dahildir. Şu halde bu âyet peygamberin zevceleriyle de evlen­menin mubah olduğu hakkında nass´dır. ikinci âyet ise peygamberin zevceleriy­le evlenmenin haram olduğu hakkında muhkemdir. Kaide itibariyle muhkem, nass´a tercih edilir ve peygamber (s.a.s.) vefatından sonra onun zevceleriyle ev­lenmenin haram oluşu ile hükmedilir.[70]

İbare´nin İşare´ye Tercihi:

"Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas farz kılındı"[71] âyeti, ibaresiyle katilin kısas cezasına çarptırılmasının gerektiğine delalet etmektedir. "Kim bir mü´mini kasden öldürürse, cezası içinde ebedi kalıcı olmak üzere cehennemdir"[72] âyeti, işaretiyle kasden adam öldürene kısasın tatbik edilme­yeceğine delalet etmektedir. Burada ibare, işare´ye tercih edilir ve kasden bir mü´­mini öldüren şahıs, kısas cezasına çarptırır.[73]

İşare´nin Delalete Tercihî:

"Kim bîr mü´mini yanlışlıkla öldürürse, mü´min bir köleyi azad etmesi gerekir"[74] âyeti, ibaresiyle hataen adam öldürmenin cezasının keffaret oldu­ğunu ifade etmektedir. Bu âyet, delaletiyle de kasden adam öldürmenin cezası­nın keffaret olduğunu ifade etmektedir. "Kim bir mü´mini kasden öldürürse ona ebedi cehennem vardır"[75] âyeti, ibaresiyle kasden adam Öldürmenin cezasının ebedi cehennem olduğunu, işaresiyle de keffaret gerekmediğini ifade etmekte­dir. Birinci âyetin delaletiyle ikinci âyetin işareti kasden adam öldürene keffaret gerekip gerekmeyeceği konusunda tearuz etmektedir. Kaide olarak işaret, dela­lete tercih edilir ve kasden adam Öldüren için keffaret gerekmeyeceğine hükmedilir.

Mantukun Delaleti, Mefhumun Delaletine Tercih Edilir:

"Ribayı kat kat yemeyin"[76] âyetinin mefhumu muhalifi ile "...eğer tevbe ederseniz mallarınızın sermayeleri yine sizindir..."[77] âyetinin mantuku tearuz etmektedir. Birinci âyetin mefhumu muhalifine göre kat kat olmayan ribada bir mahzur bulunmamaktadır. İkinci âyetin mantukuna göre ise az da olsa riba ha­ramdır. Bu iki âyet az riba konusunda tearuz etmektedir. Kaide olarak mantuk, mefhuma tercih edilir ve az da olsa çok da olsa ribanın haram olduğu hükmüne varılır.

Haram´m Helal Hükmüne Tercihi:

Peygamber (s.a.s.)´den rivayet edilen bir hadisde kertenkelenin yenilmesi mu­bah kılınmıştır. Yine ondan rivayet edilen diğer bir haberle de, onun yenilmesi haram kılınmıştır. İşte bu iki rivayet kertenkelenin yenilip yenilmeyeceği husu­sunda tearuz etmektedir. Kaide olarak haram hükmü, mubah hükmüne tercih edilir ve kertenkelenin yenilemeyeceğine hükmolunur.[78]

Haddi Düşüren Nass´, Düşürmeyene Tercih Edilir:

Meselâ, "Hırsızlık eden erkek-kadının, yaptıklarına karşılık ve Aliah´dan bir´azab olmak üzere ellerini kesin"[79] âyeti ile "şüpheli hal sebebiyle haddleri uygulamaymız" hadisi tearuz etmektedir. İşte şüpheli bir durumda hırsızlık haddi uygulanmaz.

3. CEM´ VE TEVFÎK

Cem´ ve tevfîk´in, tearuzu giderme yollarından üçüncü sırada yer aldığını önceden zikretmiştik.

A. Cem´in Manası:

Lugatta dağınık olan şeyleri bir araya getirme manasına gelen cem´, ıstılah­ta, te´vil, takyid, hami gibi bir yolla, mütearız iki delile mana kazandırmak sure­tiyle onlar arasındaki tearuzu giderme manasında kullanılmaktadır. Hanefiler, iki delil arasındaki tearuz, cem suretiyle giderilerek her iki delil ile de amel olu­nursa, buna "amel bi´şibheyn (iki benzerle amel)"[80] derler.

B. Cem´în Şartları:

a. Tearuz kuvvet itibariyle birbirlerine denk iki delil arasında vâki olur. İşte cem ve tevfik, eşit kuvvette olan iki delilin tearuzu halinde söz konusu olabilir. Kuvvet itibariyle denk olmayan iki delil arasında tearuz vâki olmayacağı için on­lar arasında ortak bir nokta tesbit edilerek, aralarının bulunması ve cem ve tev­fik yoluna gidilmesi mümkün değildir.

b. Mütearız iki delilden cem´ ve tevfik usulü ile tearuz edilirken islam´ın ruhuna aykırı bir hüküm çıkarılması doğru değildir. Yani tearuz giderilirken ya­pılacak te´vil islam´ın ruhuna uygun olmalıdır. Mesela,[81] âyetinde iki kıraat tearuz etmektedir. Bu ayetteki kelimesi hem hasb, hem de cer ile okunmuştur. Ehl-i Sünnet bu iki kıraat arasındaki tearuzu giderirken nasb halini esas almışlardır. Dolayısıyla ayaklan yıkamanın farz olduğuna hükmet­mişlerdir. Cer halinde okumayı ise şöyle te´vil etmişlerdir: Abdest aldıktan son­ra ayaklarına mest giyen bir şahıs, mestleri üzerine meshedebilir. Zaten mestler üzerine mesh etmenin caiz olduğu hadislerle sabittir: Şîa ise sadece cer kıraatini tercih ederek ayaklara meshetmenin caiz olduğu hükmüne kail olmuşlardır ki, onların bu şekildeki te´villeri, ayakları abdest alırken yıkamanın farz olduğunu ifade eden nasslara aykırı düşmektedir. İşte bu şekildeki bir te´vil İslam´ın ruhu­na aykırı olduğu için Ehl-i Sünnet tarafından caiz görülmemiştir.[82]

C. Cem´ Ve Tevîk´ı Gerçekleştirme Yolları:

Önceden de ifade ettiğimiz gibi kuvvet itibarıyla birbirine eşit iki delil ara­sındaki tearuz, nesh ve tercih yollarından biriyle giderilir. Bu iki yol uygulandığı halde, tearuz giderilmezse, cem ve tevfik yoluyla tearuzun giderilmesine çalışılır. Hanefiler daha ziyade bu konuda mahlas tabirini kullanırlar: "Mahlas, her iki delilin arasını te´lif ile gereğiyle amel etmektir" şeklinde tarif edilmiştir.[83]

A. Tearuzun Üç Yol Ve Cihetten Giderilmesi:

Usulcüler, cem ve tevfiki gerçekleştirmek üzere bazı kaideler tesbit etmişler­dir. Genellikle hanefi hukukçularının usul kitaplarında, tearuzun üç yol ve ci­hetten giderilmesinin mümkün olduğu ifade edilmiştir. Bunlar, şunlardır:

1. Hüküm cihetinden,

2. Hal ve mahal cihetinden,

3. Zaman cihetinden.

Burada ifade edelim ki, tearuz hal, hüküm ve zaman cihetinden giderilir­ken, lafızlar genel olarak ele alınır. Biraz sonra lafızlar bahis konusu olduğu za­man cem ve tevfik usulü ile tearuzun nasıl giderildiğini göreceğiz. Şimdi hüküm, hal ve zaman cihetinden tearuzun nasıl giderildiğim görelim.

1. Hüküm Cihetinden:

Tearuzun hüküm cihetinden giderilmesi iki türlüdür:

A. Tevzi-İ Hüküm:

Hüküm bir delil cihetinden olumlu, diğer bir delil cihetinden olumsuz ol­masıdır. Dava konusu mal hakkında her iki taraf, kendilerinin olduklarına dair delil getirirlerse, bu takdirde o mal taraflara eşit bir şekilde tevzi edilir. Meselâ, iki şahıs bir evin kendilerinin olduğuna dair delil getirirlerse, bu ev aralarında eşit şekilde tevzi edilir. Evin yarısı birinin, diğer yansı da diğerinin olur.

B. Teğâyur-İ Hüküm:

Bu, iki delilin hükmünün farklı olduğuna hami olunrnasıdır. Meselâ, hü­kümlerden birinin dünyaya, diğerinin ahirete hami olunması suretiyle tearuz gi­derilmiş olur.

1. Hz. Peygamber´in "Kendi mescidinde namaz kılmayip, başka mescidler-de namaz kılanın namazı yoktur" hadisi ile "Kim kendi evinde namaz kılarsa..." hadisi tearuz etmektedir. Birinci hadisin hükmü "Fazileti, sevabı yoktur" şek­linde düşünülürse tearuz giderilmiş olur.

2. "Allah sizi yaptığınız lağıv yemininden değil, gamus yemininden Ötürü muaheze eder"[84] âyeti ile "Allah sizi lağiv yemininden değil, münakide yemi­ninden ötürü sorumlu tutar. Sorumluluk 10 fakiri doyurmaktır"[85] âyeti, ga­mus yemininden ötürü kişinin muaheze edileceğini ifade etmektedir, ikinci âyette dünyevi cezası olup olmaması açısından yeminler, münakide ve lağiv olarak iki kısma ayrılmakta, gamus yemininden ötürü doğrudan doğruya bahsedilmemek-tedir. Ancak Hanefiler bu âyette münakide yemininin özelliklerini taşımadığı için, gamus yeminini lağiv yeminini içinde mütalea etmekte ve lağiv gibi gamus yemi­ninden ötürü dünyevi bir mesuliyet terettüp etmeyeceğini ileri sürmektedirler. İşte bu durumda birinci âyet ile ikinci âyet yemini gamus açısından tearuz etmekte­dir. Çünkü birinci âyette gamustan ötürü kişinin sorumlu tutulacağı ifade edilir­ken, ikinci âyetten sorumlu tutulmayacağı neticesi çıkarılmaktadır. Hanefiler "Gamus yemininin lağivde olduğu gibi dünyevi bir cezası yoktur. Ancak yemini lağivde uhrevi ceza olmadığı halde gamus yemininden ötürü uhrevî ceza vardır" şeklinde bir görüş serdetmek suretiyle tearuzu gidermektedirler. Şâfiîler ise ye­mini gamusu, yemini münakide içinde mütalea ederek, gamustan ötürü de kef-faret gerekeceğini ileri sürmüşlerdir.

2. Hal Cihetiyle Tearuzun Giderilmesi:

Bu, müteariz delilden her birinin başka başka birer hale hami olunmasıdır. Nasslardan örnekler:

[86]ayetindeki lafzı teşdid ve tahfifi ile kıraat olunur. Burada tahfif kıraati 10 gün sonra hayızın kesilmesi haline, teşdid kıraati ise 10 günden Önce hayzm kesilmesi haline ham olunur.[87] "Hastalık korkusuyla vücudunu dağlattıran... Allah´a tevekkül etmemiştir"[88] hadisi ile, "Tedavi usullerinden en faydalı olanlar kan aldırmak, bal şerbeti ile ateşle dağlamaktadır"[89] hadisi tearuz etmektedir. Birinci hadis, hastalanmadan önce, hastalanmayayım diye sağlam vücuda dağlatma haline, ikin­ci hadis de hastalandıktan sonra tedavi için vücudu dağlatma haline hamledile­rek tearuz giderilmiş olur.[90]

"Size en hayırlı şahidin kim olduğunu bildireyim mi? Şahitliği sorulmadan ifa edendir"[91] hadisi ile "Nesillerin en iyisi benim zamanımdakiler, sonra onlan takip edenler, sonra onları takip edenlerdir. Daha sonra... şahitliği sorulma­dan yerine getirecek bir nesil gelir" hadisi tearuz etmektedir. Çünkü bu son hadisin son kısmı zemm mevkiinde vârid olmuştur. Birinci hadis Allah haklarıyla ilgili şahitlik haline, ikinci hadis ise kul haklarıyla ilgili şahitlik haline hami olunmak suretiyle tearuz giderilmiş olur.[92]

3. Zaman Cihetinden;

Zaman cihetiyle tearuzun giderilmesi iki türlüdür:

1. Kelamın ihtiva ettiği hükümlerin zamanları, muhtelif olduğu beyan olu­nur ve bu şekilde tearuz giderilmiş olur. Meselâ, (Cuma günü alış-verişi bırakı­nız) ayeti ile, "Bey,´ helal kılındı" ayeti görünüşde tearuz etmektedir. Birinci âyette cuma vaktinde alış-veriş yasaklanmakta, ikinci âyette ise ahş-verişin her zaman mubah olduğu açıklanmaktadır. Dolayısıyla vakit birliği almadığı için iki ayet arasında gerçekte bir tearuzun olmadığı ortaya çıkar.

2. İki delilin vürûd zamanlarının ihtilafı beyan ile hasıl olur. İki delilin yürûd zamanlan ya sarahaten veya delaleten muhtelif olur. Vürûd zamanları sara­haten muhtelif olduğu halde, sonradan gelen delil, önce gelen delilin hükmünü nesh eder. Bu hususta nesh konusunda bilgi verilmiştir.

Vürûd zamanları delaleten ihtilafı müteaddiddir. Meselâ, tahrime delalet eden, ibaheye delalet edenden sonra gelmiş kabul edilir. Bu hususta tercih bahsinde bilgi verilmiştir.

B. Hâss Ve Âmm Lafızlardan Tearuzun Giderilmesi Yolları:

Usulcüler âmm ve hass gibi lafızlara göre de cem ve tevfiki gerçekleştirmede bazı tabirler kullanmışlardır. Bunlar Tenvî, TebMz, Takyid, Tahsis, Hami ve Te´vil gibi ıstılahlardır.

Bu duruma göre,

Mütearız iki âmm delil arasında cem, tenvî ile,

Mütearız iki mutlak delil arasında cem; takyid ile,

Mütearız iki hass delil arasında cem, teb´iz ile veya delillerden birini mecaza

hami ile,

Mütearız âmm ve hass delilleri arasında cem; tahsis ile olur.[93]

Şimdi bu tabirleri ayrı ayrı görelim:

1. TENVİ : (Nev´ilere Bölme): îki delilden ikisi de âmm olur­sa, tenvî ile aralan cem olunur. Yani âmm´ın herbiri bir nev´e hami olunur. Me­selâ, "Fukaraya yardım ediniz", "Fukaraya yardım etmeyiniz", "Namaz müsiümanlara farzdır", "Namaz müslümanîara farz değildir´* cümleleri mütea-rızdırlar. Fukara ile ilgili birinci cümlede "fukara" utangaç fakirlere ikinci cüm­ledeki "fukara" ise "dilencilere" ham olunur ve böylece tearuz giderilmiş olur. Namazla ilgili birinci cümledeki "müslümanlar" akıl, baliğ olanlara, İkinci cümede "müslümaniar" ise "çocuk va akıl hastası" olanlara hami olunarak tea­ruz giderilmiş olur.[94]

2. TEB´ÎZ İki delilden ikisi de hass olursa, ya takyid veya birini mecaza hami ile aralan cem olunur. "Bekir´e veriniz", "Bekir´e vermeyiniz" cümleleri müteanzdır. Birinci cümle, "Bekir´e doğruluğu halinde veriniz", ikinci cümle ise, "doğruluğu olmadığında Bekir´e vermeyiniz" şeklin­de kabul edilerek tearuz giderilmiş olur. Veyahut Bekir´in fiillerinden biri meca­za hami olunur.[95]

3. TAHSİS (Âmm´in Has ile Tahsisi): Nasslardan biri âmm, diğeri hass ise âmm hass ile tahsis olunup, hassın geldiği yerde hass ile amel etmek ve bunun dışında da âmm ile amel etmek cem ve tevfik yollarından biridir. Bu konuda âmm bahsinde geniş bilgi verilmiştir.

4. TAKYÎD: İki mutlak delilin cem´i takyid suretiyle olur. Onlardan her biri, diğerine mugayir olan bir kayıtla tahsis edilir. Aynı şekilde nasslardan biri mutlak, diğeri mukayyed ise, mutlakı mukayyede hami ederek veyahut kendi ye­rinde mukayyed ile ve bunun dışında mutlak ile amel etmek de cem ve tevfik yollarından biridir. Bu konuda mutlak mukayyed bölümünde bilgi verdik.

5. HAML: Mütearız iki delilin birini bir hale, diğerini başka bir hale ham­letmek suretiyle tearuz giderilir.

6. TE´VİL: îki delilden birinin diğerine muarız olmayacak şekilde te´vilolun-ması da bir cem ve tevfik yoludur.[96]

4.TERK (TESÂKUT)

Deliller arasındaki tearuz nesh, tercih ve cem yollarından birisiyle gideril­mezse, müctehid iki delili de bırakır ve başka delillere göre hükümde bulunur. Bu hususta "iki delil tearuz etti ve ikisi de hükümden düştü" sözü meşhurdur.

Cem´ ve tevfik cihetiyle tearuz giderilmezse, şayet tearuz iki âyet arasında ise kitaptan sünnete geçilir. Meselâ, "Kur´an´dan kolayınıza geleni okuyunuz" [97] âyeti namazda kıraatin vacip olduğuna ´Kur´ân okunduğu zaman onudinleyinizve susunuz [98] âyeti muktedi´nin imamı dinlemesinin gere­ğine delalet ettiğinden bu iki âyet arasında tearuz bulunmaktadır. Bu durumda sünnete başvurulur. Hadiste "İmam´m kıraati, muktedi´nin kıraatidir" denil­mekle bununla amel edilir.

Tearuz iki hadis arasında ise, bazılarına göre sahabi kavline bazı alimlere göre de kıyasa müracaat edilir. Meselâ, Nu´man b. Bişr´in rivayetine göre Hz. Peygamber Küsuf namazını İki secdeli ve iki rükulu olduğu halde bir rekat üzere kılmıştır. Hz. Aişe´nİn rivayetine göre ise, dört rükû ve dört secdeyi havi iki re­kat üzerye kılmıştır. Görüldüğü gibi bu iki rivayet tearuz halindedir. Bu iki riva­yet arasındaki tearuz giderilirken kıyasa başvurulmuştur. Şöyle ki diğer namazlara kıyas edilerek küsuf namazının da her rekatında bir rüku ve iki secde yapılması ve en az iki rekat kılınması kabul edilmiştir.[99]

Tearuz halinde kitabtan sünnete, sünnetten sahabi kavline veya kıyasa inti­kal mümkün olmadığı surette istishab deliliyle amel edilir. Meselâ, himar´ın ar­tığı hakkında haberler ve rivayetler tearuz etmiş ve kıyas yoluyla da tearuzun giderilmesi mümkün olmamıştır. Şöyle ki eşeğin etinin yenilip yenilmemesi hu­susunda değişik rivayetler vardır. Aynı şekilde himarın artığı ile İlgili rivayetler deği­şiktir. Şöyle ki İbn Ömer´e göre onun artığı pis, İbn Abbas´a göre ise temizdir. Bu konuda kıyas ile tearuzu gidermek mümkün olmamıştır. İşte bu durumda istishab deliline başvurulmuş ve himarın artığına temiz hükmü verilmiştir. Bu hususta da bir şüphe bulunduğu için, himarın artığından başka bir su bulunma­dığı yerde, bu su ile abdest aldıktan sonra teyemmüm edilmesi İhtiyaten uygun bulunmuştur.[100]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bu konuda fazla bilgi için bk. ei-Berezencî.Abdullatif Abdulazîz, et -Tearuz ve´t-Tercîhbeyne´l edilletiş-şeriyye. I, Bağdad, 1977; İsmail Lütfi Çakan, Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları, İstanbul, 1982.

[2] Şevkânî, İrşâdu´l-Fuhûl, s. 241.

[3] Serahsî, Usûl, II, 12; Berezencî, et-Teâruz, I, 23-31.

[4] Bakara, 240.

[5] Bk.Elmallı,II,816-817

[6] Bakara 234.

[7] Talâk, 4.

[8] îbn Melek, s230.

[9] Berezencî, I, 58-70; İ.L.Çakan, s. 92-102.

[10] Tecrîd, I, 251.

[11] Aynı yer.

[12] el-Abbâdî, Şerhu´l-Verekât, (hamiş), s. 140-1 (Karâfî, Şerhu Tenkih´il-Fusûl fi´1-usûl Hamişi),

Mısır, 1307,

[13] Bakara, 184-185.

[14] Şevkânî, s. 24i; İlm-i Hilaf, s. 194.

[15] Serahsî, II, 12-13; İbn Melek, s. 226; Telhis, s. 416-7; Berezencî, I, 243 ve dev.

[16] Nisa, 3.

[17] Nisa, 23.

[18] Bk- Üakara: 219, Nisa, 43, Mâide, 90-91; Bu konuda kısa bir bilgi için bk. Çantay, Kur´ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, 1, 58-59.

[19] Cuma, 9.

[20] Bakara, 275.

[21] Müslim, Akdiye 19.

[22] bk. Tirmizi, Şehadat, 4.

[23] Şevkânî, s. 241;Muked. Çakan, s. 148-162.

[24] Mir´ât, s. 496; Telhîs, s. 420.

[25] Mâide, 6.

[26] Bakara, 225; Mâide, 89.

[27] Serahsî, II, 13.

[28] 491 Güzelhisârî, s. 346; Tehanevî, Zafer Ahmed.Yeni Usul-i hadis, (tere. î. Canan), İzmir, 1982, s. 279.

[29] Serahsî, II, 12-13; İbn Melek, s. 226-8; Mir´ât, s. 492-5, Tehanevî, s.273;Îİ£i-i Hilâf.s.206-8; Berezencî, 1, 266-283; Çakan, s. 169-170.

[30] Berezencî, I. 266; Çakan s. 169

[31] Berezenrf, I, 169-170; Çakan, s. 169-170.

[32] Şevkânî, s. 162, İbn Melek, s. 247

[33] Serahsî, II, 54.

[34] Şevkânî, s. 165.

[35] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara, 1976, s. 124-125.

[36] Bakara, 106.

[37] Ra´d, 39.

[38] Nahl, 101.

[39] Serahsî, II, 54-55.

[40] Bakara, 144.

[41] Suyûtî, îtkân, Mısır-1318, II, 21.

[42] Hudari, Usûl, s. 256.

[43] Nûr, 4,

[44] Nûr, 6.

[45] Serahsî, II, 56-57, 61; Şevkânî, s. 162-163.

[46] Hakka,5-6

[47] Müslim,5/3,4,5(Nevevi şerhiyle birlikte)

[48] Şevkani,s.163;Büyük Haydar Efendi,s.283;Ebu Zehra,s.164-165

[49] Hallâf, s. 366-368; Ebû Zehrâ, s. 165-166.

[50] Zeydân, s. 507.

[51] Bakara, 180.

[52] Nisa, 11.

[53] İbn Mâce, II, 905.

[54] Zeydân, s. 505.

[55] Bakara, 240.

[56] Bakara, 234.

[57] Nûr, 4.

[58] Nûr, 6.

[59] Bakara, 180.

[60] Nisâ, 11.

[61] Bakara, 144.

[62] Hudarî, s. 263-264.

[63] Ebu´l-Kasım Hibetullah b. Selâme, en-Nâsih.ve´I-Mensûh, s. 10, Mısır 1315 (Hârnİş), Süyûtî, Itkân, II, 22-26; Büyük Haydar Efendi, s. 286-287, Mir´ât, s. 378.

[64] Bakara, 240.

[65] Mir´ât, s. 378; Hudarî, s. 270; Şevkânî, s. 173, Süyjıtî, Itkân, II, 24.

[66] Bilmen, I, 103; Ali Osman Koçkuzu, Hadisde Nâsih Mensûh, İst. 1985, s. 318.

[67] İlm-i Hilaf, s. 211; Şevkânî, s. 241.

[68] Fevâtih, II, 204;Hadimî, 33; i´tibar,s. 6. v.d. İlm-i Hilaf, s. 212-213; Şevkânî, s. 244, 251; Telhîs, s. 425-432.

[69] Ahzâb, 53.

[70] bk. İbn Melek, s. 100-102.

[71] Bakara, 178.

[72] Nisa, 93.

[73] Bilmen, I, 88.

[74] Nisa, 93.

[75] Nisa, 92.

[76] Âl-i İmrân, 130.

[77] Bakara, 279.

[78] Kâfiyeci, Kitâbu´l-Teysir, trc. î. Cerrahoğlu, s. 76.

[79] Mâide, 38.

[80] Mir´ât, s. 493; îlm-i Hilaf, s. 207

[81] Mâide, 6.

[82] Elmalılı, IH, 1584-5; Berezencî, I, 354.

[83] Telhis, s. 422.

[84] Bakara, 225.

[85] Mâide, 89.

[86] Bakara, 222.

[87] Hudarî, s. 361-62; Berezencî, I, s. 428.

[88] Ahmed b. Hanbel, IV, 249, 251.

[89] Buhârî, Tıbb, 4.

[90] Çakan, s. 184.

[91] Müslim, Akdiye, 19.

[92] Berezencî, I, 392-96.

[93] Tehânevî, s. 274-5; llm-i Hilaf, s. 185.

[94] Hudarî, s. 360-61; llm-i Hilaf, s. 208.

[95] İlm-i Hilaf, s.. 209; Fevâtih, II, 184.

[96] Zeydan, s. 518.

[97] Müzzemmil, 20.

[98] A´râf, 204.

[99] İbn Melek, s. 227.

[100] İbn Melek, s. 227-228.