Şümul Yönünden Lafızlar

I- HASS
A- Hâss

a. Tarifi:

Hâss, tek başına bir mana ifade etmek üzere konulmuş lafızdır. Hâss lafız, bu tarifte geçen kaydıyla müşterekten, malûm" kaydı ile mücmelden, kaydı ile de âmmdan ayrılmış olur.

b . Çeşitleri:

Hâssın çeşitleri şunlardır:

1. Özel isimler: İbrahim, Güneş, Ay, İstanbul vs.

2. Cins isimler ve nev´ileri:

a. Cins isimler: İnsan, deve, ağaç, meyve, nehir, şehir vs.

b. Cins isimlerin nev´ileri: Erkek, kadın, hurma ağacı, elma vs.

3. Aded (sayı) isimleri: Bir, iki, beş, yüz gibi.

4. Emirler,

5. Nehiyler,

6. Mutlak,

7. Mukayyed,

8. Tesniye. (Şeyheyn, Sâhibeyn, Ebeveyn gibi).

Emir, nehiy, mutlak ve mukayyedi ayrı ayrı izah edeceğiz.

Ağaç, insan gibi cins isimleri, hurma ağacı gibi cins isimlerin nev´ileri, yüz, iki yüz gibi aded isimlerinin bir takım fertlere veya eşyaya şümulü vardır. Fakat bu fert veya eşya, bir nev´i veya cins altında toplanmışlardır. Aralarında bir nev´i ve bir cins birliği vardır. Bu bakımdan hâss sayılırlar. Hâss bir kelime olabileceği gibi bir cümle de olabilir. Mesela emir ve nehiyler cümledir.

C. Hükmü:

Hâssın hükmü, delâlet ettiği manayı kat´î surette ifade etmektir. Yani hâss olan lafız açıktır. Anlaşılmasında bir güçlük bulunmaz. Bu sebeple, konulduğu manaya kat´î olarak delâlet eder. Medlulü hakkındaki hüküm -zannî değil- kat´î olarak sabittir.

- Günlük hayatımızda kullandığımız misâller:

1. "Ben bir kitap aldım" denilse, alınan kitabın bir aded olduğu, kat´î su­rette ifade edilmiş olur.

2. "Bize Ahmed geldi" denilse, Ahmet adında bilinen bir şahsın geldiği ifa­de edilmiş olur.

3. "Sükymaniye Camii İstanbul´dadır" sözünde, Süleymaniye Camii ve İs­tanbul hâss lafızdır.

- Nasslardan misaller:

1.Allah Teâlâ, yemin kefâretine dair,"Fakat kim (bunları) bulamaz ise, üç gün oruç (tutması gerekir)"[1] buyurmuş­tur. Bu âyetin lafzından çıkarılan hüküm, üç gün oruç tutmanın icâb ettiğidir. Çünkü "üç" (selâse) hâss lafızlarındadır. Manayı kat´î olarak ifade eder. Üçden aza veya çoğa ihtimali yoktur.

2. Kur´ân´da zikri geçen miras hisseleri, hâss lafızlarla ifade edildiği için kat´ -iyye ifade ederler.

3. Peygamber (s.a.v.)´in "Her kırk koyunda bir koyun zekat olarak verilir" hadisinde, koyunda zekâtın nisabının kırk olduğu ifa­de edilmektedir. Bunun, kırktan aza veya çoğa ihtimali yoktur. Şu halde 40 ko­yunda bir koyun zekât verilmesi vâcibdir.

D. Hâssın Te´vili:

Burada ifade edelim ki, hâssın te´viline dair bir delil bulunursa, yani hâss lafızla, lafzın tayin edildiği manadan başka bir mananın kasdedildiğine dair bir delil varsa, bu durumda hâss, delilin iktizâ ettirdiği şeyle izah olunur. Mesela, koyun zekâtıyla ilgili yukarıdaki hadiste, "şât" (bir koyun) lafzını, hanefîlerin, koyunun kendisi ve değeri olarak izah etmeleri gibi. Bu görüşe göre, zekât ola­rak koyunun kendisi verilebileceği gibi, koyunun kıymet ve değeri de zekât.ola-rak verilebilir. Hanefîlere göre Allah Teâlâ, zekâtı meşru kılmakla, yoksulların ihtiyacına cevap vermeyi ve onlara bir fayda temin etmeyi amaçlamıştır. Bu amaç, koyunun kendisini zekât olarak vermekle gerçekleşeceği gibi, koyunun kıymet ve değerini vermekle de gerçekleşebilir.

B. Mutlak

A. Tarifi:

Mutlak hâss bir lafızdır ki, delâlet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder. Mutlak ile ´âmm arasında şöyle bir fark vardır: Mutlak, delâlet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder, âmm ise delâlet ettiği fertlerin hepsini ihata eder. Me­sela "Bir köle azad etmek" sözü, azad edilecek kölenin mümin olup olmamasını, bir´den çok olmasını göstermez. Sadece bir kölenin azad edilmesini gösterir.

"O küfredenlerle (muharebede) karşılaştığınız zaman boyunlarım vurun" âyetindeki "boyunlar" sözü âmm olup bütün kâfirlere şâmildir.[2]

B. Hükmü:

Mutlak, itlâkı üzere câridir, manasına delâleti kat´îdir.

Nasslardan mutlak´a bir misal verelim:

"İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceleri kendi kendilerine dört ay on (gün) beklerler"[3] âyetinde, "zevceler" kelimesi mutlakdır. Bu kelimeyi ger­değe girmiş kaydıyla kayıtlamak caiz değildir. Onun için bu nass, nikâhlı olup gerdeğe girmiş veya girmemiş bütün zevcelere şamil olup, böyle zevcelerin koca­ları Ölünce iddetleri dört ay on gündür. Ancak bu âyet, sonradan neshedilmiştir.

C. Mukayyed

A. Tarifi:

Mukayyed, bir vasıf, bir hal, bir gaye veya bir şart kaydına bağlı olarak kendi cinsinden şuyû´ bulmuş bir medlule delâlet eden hâss bir lafızdır. Meselâ, "mü­min bir köle azad etmek" âyetindeki köle lafzı, müminlik vasfıyle mukayyeddir. "...Bulamazsa üç gün oruç tutsun" âyetindeki "üç gün orup futsun" sözü, köle azad etme, on kişiyi giydirme veya yedirme imkânı bu­lamama şartiyle mukayyeddir. "....sonra geceye kadar orucu tamamlayın"[4] âyetindeki orucun tamamlanması, "geceye kadar" kaydıyle mukayyeddir ve bu sebeple visal orucu caiz değildir.

B. Hükmü:

Mukayyed, takyidi üzere cari olup, kat´î hüküm ifade eder,

Nasslardan bir misal verelim: Zihâr´m hükmü izah edilirken "Fakat kim bunu bulamazsa, yine birbirleriyle temas etmezden evvel fasılasız iki ay oruç tutsun"[5] âyetindeki iki ay ifadesi fasılasız kaydı ile mukayyeddir.

c. Mutlakın Mukayyede Hamli[6]

Biraz önce ifade ettiğimiz gibi mutlak itlâkı, mukayyed de takyidi üzere câri olur. Bir zaruret bulunmadıkça bunlardan biri diğerine hamledilemez. Şimdi ne­relerde mutlakın mukayyede hamledildiğini ve nerelerde hamledilemediğini görelim:

1. Hem hükümleri hemde sebepleri bir ise mutlak mukayyede hamledilir. Bir âyette[7] mutlak olarak kan´ın diğer bir âyette[8] ise mukayyed olarak akan kan´nın haram kılındığı ifade edilmiştir. Her iki âyette akan kanın yenilmesinin haram olduğu hükme bağlanmıştır. Her iki âyette ka­nın yenilmesinin haram olduğunun sebebi olarak ondan doğacak zarar gösteril­miştir. Şu halde bu iki âyette hem hükümleri hem de sebepleri bir olduğu için mutlak mukayyede hami edilir. Bu duruma göre akan kanın yenmesi haramdır, -etin üzerinde veya içinde kalan kanın yenmesi ise haram değildir.

Aynı şekilde bir âyet-i kerimede[9] yemin keffâreti olarak mutlak bir ifade ile üç gün oruç tutulması emredilmiştir. İbn Mes´ud´un kıraatinde ise mukayyed bir ifadeyle "ard arda üç gün" oruç tutulması zikredilmiştir. İşte Hanefîler, bu­rada mutlak´ı mukayyede hamlederek yemin keffâreti olarak tutulan oruc´un fa­sılasız üç gün tutulması gerektiği kanaatine varmışlardır.

2. Hem hükümleri, hem de sebepleri farklı ise mutlak mukayyede hamledi­lemez. Mesela bir ayette[10] hırsızlık eden erkek ve kadının ellerinin kesilmesinin gerektiği, diğer bir âyette ise [11] abdest alırken ellerin dirseklere kadar yıkanma­sının farz olduğu ifade edilmiştir. Birinci ayette "eller" lafzı mutlak, ikinci âyet­te ise esler lafzı "dirseklere kadar" ifadesiyle mukayyeddir. Birinci ayette ellerin kesilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise hırsızlıktır. İkinci âyette ise elleri dirseklere kadar yıkamanın farz olduğu hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise namaz kılma isteğidir. İşte burada mutlak mukayyede hamle­dilemez.

3. Sebebleri bir, hükümleri farklı ise mutlak mukayyede hamledilemez.

Mâide suresinin 6. âyetinde, abdest alırken ellerin dirseklere kadar yıkan­ması gerektiği, teyemmümde ise toprağın ellere sürülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Burada sebeb bir, fakat hükümler farklı olduğu için mutlak mukayyede hamle­dilemez. Hükümlerden biri, ellerin dirseklere kadar su ile yıkanması, diğeri ise, mutlak olarak bulunan ellerin toprak ile meshedilmesidir. Her iki hükmün sebe­bi ise namaz kılma istediğidir. İşte bu durumda mutlak mukayyedle izah oluna­maz. Herbiri ile kendi yerinde, mutlaklığı ve mukayyedliği ile amel olunur.

4. Hükümleri bir, sebepleri farklı ise mutlak mukayyede hamledilemez. Bu durumda mutlak ıtlakı üzere, mukayyed de takyidi üzere kendi konularında câri olurlar. Bu Hanefilerin görüşüdür. Şafiilere göre ise bu durumda mutlak mu­kayyede hamledilir. Bu konuda iki misal verelim. Cenab-ı Hak zihar keffaretine dair "...birbirleriyle temas etmezden önce, bir köle âzad etmek lazımdır"[12] âyeti, hataen adam öldürme keffaretine dair ise "mümin bir köleyi azad etmesi lazımdır"[13] âyeti bulunmaktadır. Köle lafzı birinci âyette mutlak, ikinci âyette ise mukayyeddir. Bu iki âyetin hükümleri birdir ve bu da bir köle azat etmektir. Birinci âyette hükmün sebebi zihar, ikinci âyette hükmün sebebi ise hataen adam öldürmedir.

Görüldüğü gibi mutlak ve mukayyedin hükümleri bir, fakat sebebleri fark­lıdır. Bu sebeble mutlak mukayyede hamledilemez. Bu iki âyet arasında bir tea­ruz da yoktur. Çünkü hükümleri bir olmakla beraber sebebleri farklıdır. Sonra herbiriyle kendi konusunda amel etmek mümkündür.

Fıtır sadakasının vâcib olduğuna dair biri mutlak, diğeri mukayyed olmak üzere iki hadis bulunmaktadır:

"Her hür ve her köle adına sadaka-i fıtır veriniz" hadisi, mutlak olup aile reisi­ne köleleri namına fıtır sadakası ödemesi mecburiyetini getirmektedir.

"Müslüman olan hür ve köle namına fıtır sadakası veriniz" hadisi, mukayyed olup aile reisine, sadece müslüman köleleri namına fıtır sadakası mecburiye­tini yüklemektedir. Hanefîlere göre burada mutlak mukayyede hamledilemez. Çünkü her iki hadisin hükümleri bir olmakla beraber sebebleri farklıdır. Bu iki hadisin hükümleri, köleler namına fıtır sadakası verilmesidir. Birinci nassın hük­münün sebebi köle olmak, ikinci nassın hükmünün sebebi ise müslüman köle olmaktır. Şâfiîlere göre burada mutlak mukayyede hamledilir. Onlara göre sa­dece müslüman köle namına fıtır sadakası verilir.

D. Emir

A. Tarifi:

Sarih emir şöyle tarif edilmiştir :

Emir, otorite sahibinin bir fiilinin kesin (taleb) için konmuş bir lafadır. Namaz kd, oruç tut, O fiilin yapılmasını isteyene Amir, kendinden ısm yap.lmas, veya mükellef, istenilen işe de me´murun b.h izah edelim:

Tarifte sarih emrin beş şart. Bulunmaktadır.[14] Bunları kısaca izah edelim:

1. Lafız olmak (sözlü olmak). Emir sözlü olur fii ve işaret emir meydana gelmez. Cumhura göre emir sözde hakikat fiilde ise mecazd.Hî miz visal orucu tutardı. Peygamberinin bu fiilini sahabe emir telakki ederek ona uymak istediler. Ancak bundan yasaklandılar. Şu halde fiil emir olmuyor.

2. Taleb: Emir siygası ile bir işin yapılması taleb edilir. Tehdîd ve ta´cîz gibi manalarda kullanılan emir sıygaları sarih emir değildir. Tehdid, bir kimseyi kor­kutmaktadır. Ta´ciz ise bir kimsenin aczini ortaya koymak için yapamayacağı bir şeyi teklif etmektir.

3. Kesinlik (cezm): Nedb ve ibâhe gibi manalarda kullanılan emir siygaları, emir manasını ifade etmezlerler. Ancak vücûb manasında kullanılan emir sıyga­ları emir manasım ifade ederler.

4. Emir siygası: Emir sıygası, bir işin yapılmasını istemek için konmuştur. "Şu işi senden isterim" sözü sarih bir emir değildir. Ancak Kur´an ve sünnette bulunan haber cümleleri ile mecazen emir manası kastedilir.

5. İs´ti´lâ (üstünlük): Bundan maksat, âmirin me´mura göre daha üstün ol­masıdır. Bir kimsenin otorite yönünden müsavi olan bir kişiden bir işin yapılma­sını istemesi, emir değil bir rica ve tavsiyedir. Kendisinden yüksek bir kimseden bir şey istenirse ona da dua, niyaz ve istirham denir.

b. Emir Siygaları:

Bir işin yapılmasını istemek için arapça da özel emir siygalan (kipleri) kul-İılmaktadır. Ancak bazı kelime, cümle ve ifadeler de yapıları ve kullanışları jbı emir manası ifade ederler. Bu itibarla emir siygalarım iki kısma ayırabiliriz:

1. Hakiki (sarih) emir sıygaları,

2. Mecazi (gayr-i sarih) emir siygalan.

1. Hakiki (sarih) emir siygalan: Bir İşin yapılması, emir kipleriyle isteniyor-|ona hakiki (sarih) emir denir. Emr-i hâzır ve emr-i gâib sıygaları hakiki (sarih) emir siygalarıdır.

"Genişliği (zenginliği) olan, genişliğinden-nafaka versin",[15] "Namaz kılın zekât verin..."[16] "sizden her kim ramazan ayında hazır bulunursa o ay´ı iç tutsun"[17] âyetlerindeki emir siygalan hakiki emir siygalarıdır.

2. Mecazi (gayr-i sarih) siygalan:

Bazen bir işin yapılması hakiki (sarih) emir siygalarıyla değil de haber cüm-meleriyle veya başka üslublarla istenir. Hakiki emir siygalarının dışındaki siyga ve üslublarla bir işin yapılması istenirse ona da mecazi (gayr-i sarih) emir denir. Özellikle Kur´an ve Sünnette bulunan haber kipleriyle mecazen emir kasdedilir.

"Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç adet müddeti beklerler"[18] âye­tinde "beklerler" kelimesi "beklesinler" manasında kullanılmıştır, "hakim, ga-zablı iken hüküm vermez" hadisinde "hüküm vermez" kelimesi, "hüküm vermesin" manasında kullanılmıştır.

Hakiki emir sıygasının dışında vucûb ifade eden kelime, cümleler, mecazî emir siygası kabul edilir. Vâcib bahsinde bu konuda bilgi verilmiştir.

c. Emir Sıygasının Manalan:

Arapçada emir siygası, bir çok manalar için kullanılır. Bu manalar arasında vücûb, ibâhe, nedb, tehdîd, irşâd, te´dib, ta´ciz, dua, tesviye, ikram ve diğer ma­nalar vardır.

1. Vücûb:

"Ey iman edenler, Allah´a itaat edin. Peygambere ve sizden olan idarecile­re itaat edin"[19]

2. Nedb: "Kölelerinizden mükatebe isteyenleri de, eğer kendilerinde bir hayır biliyorsanız, hemen kitabete (sözleşmeye) bağlayın"[20]

3. İbâhe: "İhramdan çıktığınız zaman (isterseniz) avlanın"[21]

4. Tehîd: "Artık dilediğinizi yapın"[22]

5. İrşâd: "Ey iman edenler, muayyen bir vade ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın"[23]

6. Te´dib: "Önünden ye".

7. Ta´cîz: "Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur´an´dan şüphede iseniz, haydi siz de onun benzerinden bir sûre getirin"[24]

8. Dua: "Ey Rabbimiz, Hesab kurulacağı günü beni, ebeveynimi ve bütün müminleri bağışla "[25]

9. îkrâm: "Girin oraya (cennete); selametle, emin olarak"[26]

10. Tesviye: "Girin oraya (cehenneme), ister azabına sabredin, ister etmeyin"[27]

11. Tahkîr: "...zelil ve hakir maymunlar olun"[28]

D. Emrin Mûcebi (Gerektirdiği Hüküm):

Emir siygasımn, hangi manada kullanıldığı kelâmın siyakından ve hal karine­lerinden anlaşılır.

Emir sıygasının bir çok manada kullanılışı sebebiyle, emir ile hakiki olarak istenen ve kasdedilen mananın ne olduğu hakkında görüş aynlığı meydana gel­miştir. Alimler, emir sıygasının vucûb, ibâhe ve nedb´in dışındaki manalarda me­caz olduğunda İttifak etmişlerdir. O halde ihtilaf bu üç manadadır. Bu konudaki görüşleri şöyle sıralayabiliriz;

1. Emir sıygası vucûb ifade eder.

2. Emir sıygası nedb ifade eder.

3. Emir sıygası ibâhe ifade eder.

4. Emir sıygası vucub, nedb ve ibahe manaları arasında müşterektir.

5. Mutlak talebdir: Kesinse vucûb, değilse ibâhe ifade eder.

6. Tevakkuf:.Hangi manada kullanıldığım öğrenmek için beklemek ve araş­tırmak gerekir.

Alimlerin çoğunluğuna göre emir vucûb ifade eder: yani mutlak olan emir sıygası, vucûba delalet etmesi için konmuştur; vucubda hakikat, vucub dışında­ki manalarda mecazdır. Karine olmadan emir, vucubun dışındaki manalara de­lalet etmez. Karine nedbe delalet ediyorsa, emrin mucebi nedbdir. Karine ibâhe´ye delalet ediyorsa, emrin mucebi ibâhe´dir. Emir sıygasının vucûb ifade ettiğine dair bazı delilleri şöyle sıralayabiliriz:

1. "...Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir bela inmek­ten, yahut kendilerine bir azab isabet etmekten sakınsınlar"[29] Bu âyet, ilahi emre aykırı hareket edenlerin cezalandırılacağını bildirerek, emirlere uyulması­na işaret etmiştir. Emredilen şey, vâcib olmadıkça, emre karşı gelmekte fitne, belâ, azab endişesi olmazdı.

2. "Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, mümin bir erkek ve mü­min bir kadm için, kendi işlerinden dolayı Allah ve Peygamberin hükmüne aykı­rı olanı seçmek hakkı yoktur"[30] Şu halde Allah ve Resulü bir işin yapılmasını emrederse, o vâcib olur.

3. "Ümmetime meşakkat olmasaydı, her namaz için abdest alındığı zaman, misvak kullanmayı emrederdim." hadisi, emrin vucûb ifade ettiğini göster­mektedir.

4. Alimler, Kur´an ve Sünnet´deki mevcut mutlak emir sıygalarının vucûb ifade ettiğinde icmâ halindedirler.

5. İnsan, kendisinden mevki yönünden aşağı durumda bulunan bir kişiden bir işin yapılmasını isteyebilir. Şayet o şahıs, emri yerine getirmezse âsi kabul edilir. Bilindiği gibi vâcib olan bir şeyi yerine getirmeyen âsi kabul edilir. Şu halde Allah ve Resulü âmir olduklarına göre onların emirleri vucûb ifade eder.

e. Emr´in Derhal Yapılıp Yapılmaması[31]

Emir, emredilen fiilin derhal yapılmasına (fevri) mı, yoksa geciktirilerek (te-râhî) sonradan yapılmasına mı delâlet eder? Geniş vakit ile mukayyed emrin ye­rine getirilmesi vaktin sonuna kadar te´hir edilebilir. Mesela beş vakit farz namazlar böyledir. Farz olan namaz, vakit girer girmez eda edilebileceği gibi vaktin sonunda da eda edilebilir. Vakit geçtikten sonra namaz eda edilemez, ka­za edilir. Dar vakitle mukayyed emrin yerine getirilmesinin te´hire tahammülü yoktur. Ramazan orucu gibi.

Fakat keffâretler gibi belli bir vakitle mukayyed olmayan emir, gelecekte ifa edilebilir. Bunu geciktirmekte bir sakınca yoktur. Yani vakitle mukayyed ol­mayan vacibler, derhal yapılabileceği gibi te´hir edilip sonradan da yapılabilir. Ancak belli bir vakitle mukayyed olmayan ve geniş vakitle mukayyed bir vacibi edada acele etmek, te´hir etmekten daha hayırlıdır. Çünkü ileride başa nelerin I ceei belli olmaz. Vacibi edadan önce insan ölebilir. Bu sebeple vacibin der­hal yapılması müstehabdır.

f. Emrin Tekrara Delâlet Edip-Etmemesi

Emredilen bir şey bir kere yapılmakla emre uyulmuş ve nıemur´un vazifesi n bulmuş olur. Mesela, bir kadım evlendirmeğe memur olan kimse, onu bir kere evlendirince, vazifesi son bulmuş olur.

Burada ifade edelim ki, ibadetlerin tekrar tekrar ifâ olunması, haklarındaki emirlerin tekrarı gerektirdiğinden dolayı değildir. Bu ibadetlere mahsus sebeple­rin tekerrürüne mebnîdlr; Meselâ, namazların vâcib olmasının sebebi vakitleri­dir O halde vakit gelince namaz da vâcib olur. Hacc´ın sebebi Kâ´be-i-muazzamdır. O halde bir kere hac edince hac farizası ifâ edilmiş olur. Cünüp insanın "Eğer cünüp iseniz temizlenin" âyeti gereğince gusul abdesti alması vâ­cib olur. Guslu icab ettiren hal tekrarlanınca yıkanmak emri de tekrarlanmış sayılır.

g. Nehy (yasak) den Sonra Gelen Emir:

Hanbelî, Malikî ve Şafiî mezheplerine mensub bazı hukukçulara göre ne­hiyden sonra emir, ibâhe ifade eder.

"...Siz ihramlı olduğunuz halde avlanmayı helal saymamak şartıyla..."[32] âyeti, hac vazifesini ifâ eden bir müsîümamn ihramda iken avlanmasını yasakla­mıştır. Bundan sonra gelen "ihramdan çıktığınız zaman, avlanın" ayetiyle ise ihramdan sonra avlanma emredilmiştir. İşte bu emir, avlanmanm mübahlığına delalet etmektedir.

Hanefîlerin çoğunluğunun dahil olduğu diğer bir kısım alimlere göre nehiy­den sonra emir, vücûp ifade eder. Meselâ sarhoş olanlar hakkında "sarhoş iken namaza yaklaşmayın" ilahi yasak bulunmaktadır. Bunlar, bu halin zevalinden sonra yine namaz kılmakla memurdurlar. Bu konudaki emir vücûb ifade eder. Aynı şekilde masum olan bir şahsın öldürülmesi yasak ve haramdır. Ancak böy­le bir şahsm yol kesiciliği suçu işlemesi halinde ceza olarak öldürülmesi hakkın­da Şari´in bir^mri vardır. İşte bu emir nehiyden sonra vücûb ifade etmektedir.

Hanefîlerden İbnü´l-Humâm´a ve bazı Hanbdi hukukçularına göre nehiy­den sonra emir, nehyi kaldırır ve emredilen fiilin durumunu nehiyden evvel ne ise o hale avdet ettirir: Nehiyden önce fiil vâcib ise bu emir ile vâcib olur; nehiy­den önce fiil mubah ise bu nehiy ile mubah olur.

Mesela, Haram olmadan önce avlanmak mubahtı. Haram kılış sebebenin ortadan kalkmasından sonra avlanmak emredilence, durum mübahlığa yeniden avdet etmiştir. Aynı şekildecuma günü ezan vaktinde yasaklanan alış veriş önce­den mubahtı Yasak kılış sebebinin ortadan kalkmasından sonra yeryüzüncdağı-hp alış verişle emridilence, durum mübahlığa yeniden avdet etmiştir. Aynı şekilde haram aylar dışında harbetmek vacipti. Haram aylarda harbetmek yasaklandı. Sonra haram aylar bitince harbetmenin emredilmesiyie, harbetmenm hükmü, ön­ceden olduğu gibi vücûba avdet etmiştir.

H. Emrin Muktezâsi:

Emrin muktezâsı, emredilen şeyin (memurun bihin) güzel ve iyi olması (ha-sen)´sebebiyle yerine getirilmesidir. Meselâ namaz kılmak emredilmiştir. Emre-dildiği için namaz güzeldir. Güzel olan bir emrin yerine getirilmesi ise farzdır. Şu halde bir müslümanın güzel bir fiil olan namaz´ı kılması gerekir. Emredilen fiilleri işleyenler, dünyada taltif edilirken, ahirette de fiillerinin karşılığı olan sevapları alırlar.

Me´mftrun binler (emredilen şeyler) hüsün (güzellik, iyilik) yönünden iki kısma ayrılır:

1. Kendinden Dolayı Hasen (Güzel-İyi)

Cenab-ı Hakk tarafından emrolunan iman, kendinden dolayı güzeldir. Ke-!a adalet de kendinden dolayı güzeldir. Liaynihi hasen iki kısımdır.

a. Ligayrihi hasene hiç binzemeyen hasen: Allah´a iman gibi. Buna "hakikaten liaynihi" denir.

b. Ligayrihi hasene bazı yönlerden benzeyen hasen; Oruç, zekât, hac gibi. [Bunlar kendilerinde az çok zahmet, meşakkat veya malın bir kısmından mahru-

ıiyet bulunduğundan dolayı, ligayrihi hasene benzerlerse de haddi zatında yük-îkbırer ibadet oldukları yönünden hasen liaynihidir.

2. Başka Bir Sebepten Dolayı Hasen

Meselâ, Cenab-ı Hakk, insanlara cihad yapmalarını emretmiştir. Fakat ci-had hadd-i zatında insanlara eziyet vermeğe, beldeleri yakıp yıkmağa sebeb ola­cağı için kendinden dolayı güzel değildir. Bu dinin kuvvet bulmasına, yayılmasına, islam ülkesinin müdafaasına sebeb olduğu için hasen (güzel)dir. Bu halde cihad, liaynihi değil, ligayrihi hasen´dir.

Ligayrihi hasen, iki çeşittir:

a. Bir emri yerine getirince, o sayede bir başka güzellik de meydana gelmiş lur. Mesela cihad yapılınca, bu sayedendin de yücelmiş olur.

b. Bir emri yerine getirince, ona bağlı olan emir yerine getirilmiş olmaz. Me­sela abdest, namazın bir şartı olduğu için güzeldir. Fakat abdest almakla, namaz kılınmış olmaz. Aynı şekilde, cuma namazına koşmak, cuma namazına kavuş­maya vesile olacağı için güzeldir. Fakat sadece koşmakla cuma namazına iştirak edilmiş olmaz.

Emr´i ilgilendiren bazı konular, vâcib bahsinde incelenmiştir.

E- Nehiy

A. Tarifi:

Sarih nehiy şöyle tarif edilmiştir:

Nehiy, otorite sahibinin, bir fiilinin yapılmamasını kesin olarak istemesi için konmuş bir lafızdır. Öldürme, zulüm yapma, zina yapma, haram yeme gibi. Nehyedene nâhî, nehyedilen şeye menhiyyun anh, nehyedilen şahsa menhî denir. Bu tariften de anlaşılacağı gibi sarih emrin şartları burada da geçerlidir.

b. Nehy Siygaları:

Nehiy siygaları iki kısma ayrılır:

1. Hakiki (sarih) nehiy sıygaları:

Nehy-i hâzır ve nehy-i gâib siygaları, hakiki (sarih) nehiy sıygalarıdır. Bu sıygalarla bir işin yapılmaması istenirse ona hakiki (sarih) nehiy denir. "Zinaya yaklaşmayın" gibi.

2. Hakiki (sarih) nehiy sıygalarının dışındaki bazı siyga kelime, cümle ve üsluplar ile de bir işin yapılmaması istenir. Bu şekilde bir işin yapılmamasını is­temeye mecazi (sarih olmayan) nehiy denir. Bir şeyin helal olmadığım, haram olduğunu belirtmek bir şeyin kötü olduğunu ifade etmek, bir fiil yapıldığı za­man ona ceza verileceğini zikretmek gibi.

Meselâ, "De ki: "Rabbim, ancak çirkin fiillerin açık olanını da, açık olma­yanını da haram kıldı"[33] âyetinde çirkin şeylerden insanların uzak durması is­tenmiştir.

Bazen emir sıygaları nehye delalet eder. Meselâ cuma namazı vaktinde "alış verişi bırakınız" âyetinde, emir siygası, tahrimi gerektirmektedir.

c. Nehiy Siygasmın Manaları:

Arapçada nehiy siygasının bir çok manası vardır. Bunlardan bazıları şun­lardır:

1. Haram kılmak (tahrîm):

"Allah´ın muhterem kıldığı nefsi (canı) haksız yere öldürmeyin"[34]

2. Kerahet: "develerin çöktüğü yerlerde namaz kılmayın"

3. Dua: "Rabbimiz, Bize hidayet verdikten sonra kalblerîmizi saptırma"[35]

4. Ümit kırma (te´yis): "Ey kâfirler, bugün özür dilemeyin; siz, ancak yap­tıklarınızın cezasını çekeceksiniz",[36]

5. İrşâd: "Ey iman edenler! Öyle şeylerden Peygambere sormayın ki, size

açıklanırsa fenanıza gidecektir"[37]

d. Nehyin Mûcebi (gerektirdiği hüküm)

Nehiy siygasının gerektirdiği hüküm ile ilgili şu görüşler ileri sürülmüştür:

1. Nehiy siygası, kerahete delalet eder.

2. Nehiy siygası, kerahet ile tahrim arasında müşterektir.

3. Nehiy sıygası tahrim ifade eder.

Hanefiler tahrim yerine.hürmet tabirini kullanırlar. Alimlerin çoğunluğuna göre nehyin mûcebi, tahrimdir. Nehyin hakiki manası budur. Bu mana dışında­ki manalar için nehiy sıygası mecaz olarak kullanılır. Şu halde nehyedilen fiilin haram olması sebebiyle, o fiilin devamlı olarak terk edilmesi gerekir.[38]

e. Nehyin Muktezâsı:

Nehyin muktezâsı, nehyedilen fiilin kabîh (çirkin-kötü) olmasıdır. Yani neh­yedilen bir fiili işleyen dünyada zemmedilir. Ahirette ise o fiilden ötürü cezalan­dırılır. Meselâ "haram yeme, yalan söyleme" sözleriyle insan haram yemeden ve yalan söylemekten menedilmiş olur. Bu sözlerle, yalan söylemenin, haram lok­ma yemenin kötü olduğu anlaşılır. Ancak muvakkat olduğuna delalet eden bir karineye mukarin olan nehyin devamlı olarak terk edilmesi gerekmez. "Sarhoş iken namaza yaklaşmayın" buyrulması gibi ki, namazdan yasaklanma, sarhoş­luk zamanına münhasırdır.

Menhiyyun anh (nehyedilen şeyler), kubuh (çirkinlik) yönünden iki kısma ayrılır.[39]

1. Kendisinden dolayı kabih (kötü-çirkin) Meselâ zulüm, ya­lan kendinden dolayı kabihdir. İnsan bunların kötü olduklarını aklıyla bilebilir.

İslam dini, domuz eti gibi mütekavvim olmayan bir malın satılmasını ya­saklamıştır. Mütekavvim olmayan bir malın satılması, her zaman batıldır ve ca­iz değildir.

2. Başka bir sebebden dolayı kabih

Bu, hüküm yönünden iki kısma ayrılır:

a. Vasfen kabih ligâyrihi: Kendisinden ayrılması mümkün olmayan bir va-sıfdan dolayı, kabih olan fiillerdir. Meselâ bayram günü oruç tutmak yasaklan­mıştır. Haddi zatında oruç tutmak güzeldir. Bayram gününde müslümanların iştirak etmesi gereken bir ziyafet vardır. Bugün oruç tutan bir müslüman, bu zi­yafetten kaçınmış olur. Bu ziyafetten kaçınma vasfından dolayı, bugün tutulan oruç kabihdir ve batıldır. İşte vasfen kabih ligâyrihi´nin hükmü, liaynihi kabih gibi butlan´dan ibarettir.

b. Mücavİren (beraber bulunarak) kabih ligâyrihi: Kendisinden ayrılması mümkün olan bir vasıf dolayısıyle kabih olan fiillerdir. Cuma namazı için ezan okunurken alış veriş yasaklanmıştır. Satış ise haddi zatında kötü değildir. Alış­veriş, cuma namazından alıkoyduğu için kötüdür. Ancak ahş-veriş, cuma nama­zından alıkoymayabilir de. Şöyle ki insan hem cuma namazına koşar, hem de koşarken alış-veriş yapabilir.

Mücaviren kabih hükmünde değildir. Bu kısımda bazen fesat bulunursa da butlan söz konusu olamaz.Bunda kerahet ve manevi mes?uliyet bulunursa dayapılan bu muamele üzerinde yine bir hüküm terettüp eder.Busebeple Cuma ezanı okunurken alış-veriş sahih olur.Alış-verişin bütün hükümleri tahakkuk eder.

2.´ÂMM :

A- Âmm

a. Tarifi: Sınırsız olarak fertleri içine alan lafza âmm denir.

Yani âmm bir lafızdır ki, delalet ettiği fertlerin bütününü (sınırsız ve sayısı olarak) içine alır.

Burada âmm ile ilgili tarifi incelediğimiz zaman, âmm´ın şartlarını ortaya koymuş oluruz.[40]

1. İçine aldığı fertler üç ve daha fazla olacak (teaddud). Tarifte ge­çen müsemmeyat (fertler), müsemmâ (isimlenmiş; fert)´nın çoğuludur. Bu sebeple, bir fert ve iki ferde âmm denemez. Şu halde, "Ahmet" gibi Özel isimler, ebe­veyn (anne-baba) gibi tesniyeler, hass lafız oldukları için tarifin dışında kalmış­lardır.

2. Sınırsız ve sayısız olacak : Âmm bir lafızdır ki, onun birçok fertleri (müsemmaları) vardır. Fakat bu fertler sınırlı ve sayılı değildir. Yani fert­ler (müsemmalar) sınırsız ve sayısız olacak veya sınıra ve sayıya delalet eden bir karine bulunmayacaktır. (şehirin âlimleri) gibi lafızlar, amm´dır. Aded isimleri, ahd-i harici namıyla bilinen cem´-iler, âmm değildir.

3. Bütün fertleri içine alacak : Yani âmm, sınırsız ve sa­yısız fertlerin tamamını içine alacaktır. Bu sebeple sınırlı (mahdud) ve sayılı (ma1-dud) fertleri içine alsa bile bir lafız, fertlerin tamamını içerisine almazsa âmm olamaz. Meselâ cins isimler, Cem´i münekkerler âmm değildir.

Birden fazla manası olan müşterek lafızlar da âmm değildir. Çünkü müşte­rek lafız, birçok manaya tebâdül yoluyla delalet eder. Ancak müşterekin bir ma­nası kasdedilirse, âmm olur. Mesela, "el-uyûn" denilip, "gözeler" kasdedilirse, âmm olur. Mutlak ile âmm arasındaki fark şudur: Mutlak, bir defada ya yaygın (şayi1) bir ferdi, veya yaygın olan fertleri şümulüne almakta, bütün fertlere şa­mil olmamaktadır. Âmm ise, fertlerin bütününü içerisine almaktadır.

Emir vücub, nehiy ise tahrim hususunda hâss olmakla birlikte, muhatabları itibariyle âmmdırlar.

Arapçada(kim), (ne), (nezaman) (her ne zaman), (hangisi) gibi lafızlar âmmdır. Bu lafızlar, bütün fertleri içerisi­ne alır. Hiçbir ferdi dışarda bırakmaz. Mesela, "Kim zerre kadar iyilik yaparsa, karşılığım görür" cümlesindeki "kim" lafzı âmm´dır.

B. Âmm Lafızları

A. Âmm Lafızların Nev´ileri:

Âmm Lafızlar İki Nev´idir:[41]

1. Hem sıygası, hem de manası âmm olan lâfızlar: Bu nev´i âmm´a "mecmuu´1-lafz vemustağraku´1-mana" denir. Er-rical, en-nisa gibi marife cem´­iler bu kabildendir.

Mesela, hadis-i şerifinde "el-eimme" lafzı ve hadisinde "el-enbiya" lafzı birer amm lafzıdır.

2. Yalnız manaları âmm olan lafızlar: Bu nev´i âmm´a " müferdü´1-iafz ve müstağraku´1-mana" denir. Amm´ın bu nev´i de iki kısma ayrılır.

a. Fertlerin tümüne birden delalet eden lafızlar: el-kavm, el-cinn, el-ins, el-cemi´, el-ceyş kelimeleri gibi. Bu kabil âmm lafızlarda, hüküm fertlere ayrı ayrı değil, bir bütün halinde taalluk eder. Meselâ, "bu kaleye giren orduya mükâfat verilecektir" denilse ve kaleye bir asker girse, mükâfata hak kazanamaz. Ancak ordu halinde giren askerin tamamına mükâfat verilir.

b. Fertlerin bütününe birden veya ayrı ayrı delalet eden lafızlar: Bu kaleye girene bir altın verilecektir" dense, toplu halde ve tek başına giren herkese bir altın verilir.

b. Âmm lafızlar: Âmm lafızlar şunlardır.

I. Marife cem´iler: Bunlar, ahd-i harici için olmayan harf-i tarif (el) ile veya marife bir kelimeye muzaf olmakla marife olan cem´ilerdir.

Ahd-i harici için olan harf-i tarif ile veya gibi nekre cem´iler, umûm ifade etmezler.

Meselâ, "Adamlar gitticümlesinde id başındaki söyleyenle, muhatab tarafından bilinen (ma´hud) erkeklere delalet eder. Yoksa cümlenin manası, "Bütün erkekler gitti" değildir.

Yine "Adamlar geldi" cümlesinde nekre cem´i olduğu için bazı erkeklere delalet eder. Yoksa cümlenin manası, "Bütün erkek­ler geldi" değildir. Nekre cem´iler, umum ifade etmezler; cem´in en az miktarı olan üç sayısı ile izah olunurlar.

İstiğrak manasına olan "el" İle marife olan cem´iye şunlar misal verilebilir:

Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler.[42]

"Ana-baba ve yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere hisseler.[43] İzafet ile marife olan cem´iye misal:

"Analarınızla evlenmeniz size haram kılındı"[44]

Onların mallarında sadaka al.[45]

Cem?in,salim müzekker ,salim müennes veya cem-i teksir olmas, mühim değil.İstiğrak manasındaki??el??ile yahut izafet üe ma,ife kılınan cem?i kelimelerin hepsi,umum ifade ederler.

2. İstiğrak için el ne inaınc hadisinden insan ziyandadır" âyetinde,

bütün İnsanları içerisine almaktadır.

Ahd ve cins manası olan harf-i tarifle marife olan müfred kelimeler umûm ifade etmezler. Meselâ, "hakikat,biz Firavuna bir peygamber yolladığımız gi­bi... Firavun o peygambere isyan etti de..."[46] âyetinde lafzın- hfi trifi ahd içindir

Ol... in daki "el" harf-i tarifi ahd içindir.

ifadesinde de, ve " tip " lafızlarının harf-i tarifleri cins içindir. Yani, "Erkek cinsi, kadın cinsinden daha kuvvetlidir"

demektir.

İzafet ile marifet olan müfrede misal: "Allah´ın nimetlerini saymak isterseniz, onu sayamazsınız" ây-etindeki "nimet" lafzı, bütün nimetlere şamildir.[47]

3. Lafzı müfred, manası umûm ifade eden kelimeler: el-Raht, el-kavm vs. gibi.

4. ve lafızları: Bu iki lafız,, izafe edildikleri şeyde umum ifade ederler. Mesela, "Her can ölümü tadıcıdir"[48]

âyetinde ve "Her çoban idaresi altında bulunanlardan mes´uldur" ibarelerinde kelimesi amm lafızdır.

5. İsm-i mevsuller: Mesela, "Muhakkak yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar"[49] âyetinde "Onlardan maadası ise size helal kılınmıştı" ayetinde lafızları âmmdır.[50]

6. îstifham isimleri:[51] "Kim Allah´a güzel bir ödünç verir" âyetinde istifham ismi, âmm lafızdır.

7. Şart isimleri: "İçinizden kim o aya erişirse, orucunu tutsun".[52]

8. Şart, nehiy ve nefiy siyakında gelen nekreler: (Şart ve olumsuzluğun ifa­de edilişinde yer alan belirsiz kelime).

Nefiye misal:

Nehiye misal:

Şarta misal:

İnsanı döversen,ceza .görürsün´´ şart cümlesinde insan her insana şamildir. Aynı şekilde" cümlesindeki "esir" lafzı, her esire şamildir.

c. Âmm´ın Delaleti ve Hükmü:

aa. Âmm´ın Delâleti ve Hükmü:

Fakihler âmm´ın fertlerine delaletinin kat´î veya zannî oluşunda ihtilaf et­mişlerdir. Bu konuda iki görüş ortaya çıkmıştır. Görüşlerden biri Hanefilere, di­ğeri Maliki, Hanbeli ve Şafiilere aittir.

1. Hanefilerin Görüşü:
Hanefilere göre âmm da hâss lafız gibi kat´iyyet ifade eder. Dolayısıyla âmm lafzın hükmü, tahsis olunmadıkça delalet ettiği fertlerin hepsi hakkında birden sabit olur. Yâni âmm, bunların hepsine birden şamil olur. Meselâ, "sizden ölen­lerin bıraktıkları kanlar, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler."[53] âyeti, kocası zifafdan önce veya sonra Ölen her kadına delalet eder. Aynı şekilde "kadınlarınızdan ay halinden kesilmiş olanlarla, henüz ay hali görmemiş, olanların iddedlerinde tereddüde düşerseniz bilin ki onları iddetleri üç aydır."[54] âyeti, küçüklerle, aybaşı halinden kesilmiş kadınların ne suretle boşa-nırlarsa boşansınlar" iddet müddetlerine delalet eder. Hanefilerin bu konudaki delilleri şudur: âmm lafız, dil kaideleri itibariyle, bütün fertlerine şamil olmak üzere vaz olunmuştur (konulmuştur). Âmm lafzın hakiki manası budur. Âmm lafzından, tahsisine dair bir delil ve karine bulunmadıkça, onun bu hakiki ma­nası anlaşılır. Âmm´ın tahsis ihtimalini düşünerek, onun fertlerine şümulünün zannîliğini kabul etmek, bir vehim ve kuruntu´dan başka bir şey değildir.

Ancak Hanefiler, tahsis olunan âmm´ın baki kalan fertlerine delaletinin kat´î değil, zanriî olacağını ifade ederler. Mesela, muharib olan müşriklerin tamamı­nın öldürülmesiyle ilgili bir âyet nazil olmuştur.[55] Bu âyetin hükmü, umûmidir. Bütün müşrik muharibleri içerisine almaktadır. Ancak başka bir âyette, müsteminlerin öldürülmemesi istenmiştir.[56] Görüldüğü gibi birinci âyet, ikinci âyetle tahsis edilmiştir. Artık böyle muhassas (tahsis olunan) bir âmm, son­radan zannî bir delille tahsis edilebilir. Nitekim muharib olan müşriklerin öldürülmesiyle ilgili ayet müsteminlerin öldürülmemeleriyle ilgili ayetle tahsis edildiğinden haber-i vahid kabilinden olan ?ihtiyar erkek ve kadınları öldürmeyiniz?hadisiyle ikinci bir kez tahsis edilmiştir.Çünkü amm önceden kati bir delil ile tahsis edilmiş olunca şümul kuvvetini kaybetmiş olacağından sonra zanni bir delil ile de tahsise mahal bulunmuş olur.

2 .Maliki, Şafiî Ve Hanbelîlerin Görüşü:

Bu mezheblere göre tahsisden önce de sonra da , amm ,içine aldığı fertlerin tamamına kati değil zanni olarak delalet eder.Çünkü araştırmalar göstermiştir ki amm olan her lafız (bazı istisnalar dışında )tahsis edilmiştir. Amm lafzının tahsis ekseriyetle olmuşsa tahsis ihtimalini kabul etmek bir vehim ve kuruntu değildir.O halde tahsis edilen veya tahsisedilmesi mümkün olan amm?ın bütün fertlerine delaleti katidir denemez.[57] ayetinde bulunan ?en-nas?lafızları amm?dır.Ancak amm?ın delaleti, kat?i olsaydı bütün insanlar kasdedilirdi.Halbuki ayette birinci ?nas?ile Nuaym b.Mes?ud , ikinci ?nas?ile Mekkeliler kasedilmiştir.

bb. Âmm Lafzın Delaletindeki İhtilâfın Neticesi:

Fakîhler, Kur´ân´daki âmm lafzın, Kur´ân ile veya mütevatır veyahut meş­hur sünnet ile tahsis edileceğinde ittifak halindedirler. Fakat haber-i vâhid ile tahsis edilip edilemeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. Hanefiler Kur´an´ın sübütû kat´î, haber-i vâhid´in ise zannî olduğunu, tahsisin de bir tağyir olduğunu ileri sürerek zanninin kuvvetliyi tahsis ve tağyir kudreti bulunmadığını ifade etmişlerdir. On­lara göre Kur´an´ın âmmı, ancak kendi kuvvetindeki bir muhassıs ile tahsis olu­nabilir. O da Kur´an nassıdır, yahut mütevatir veya meşhur hadislerdir. Mesela, "Bunlardan başkaları sizin için haram kılındı"[58] âyetini, meşhur olan "Kadın halası, teyzesi üzerine nikâh edilemez" hadisi tahsis etmiştir.[59] Ancak önceden de ifade ettiğimiz gibi hanefilere göre Âmm´ın dela­leti, tahsisden sonra zannî olacağından kendisini, haberi vâhid, kıyas gibi zannî bir muhassıs tahsis edebilir. Şurası da unutulmamalıdır ki, âmm lafızları ancak üç´e kadar tahsis edilebilir, çünkü cem´İn en azı üçtür. Ancak marife müfred me­sabesinde olan en-Nisa gibi cem´iler bir´e kadar tahsis edilebilir. Meselâ ben ka­dınlarla evlenmeyeceğim: cümlesinde böyle bir tahsis cari olabilir.

cc. Kur´an´ın Amm´ınm, Haber-i Vahid´Ie Tahsisi:

Fakihlerin âmm´ın delaletinin kat´î ve zannî olduğundaki ihtilaflarının neti­cesi Kur´an´ın âmm lafızlarının haber-i vahidin hassı ile tahsis edilmesi "Amm ile Hass´m Tearuzu" konularında görülmektedir.

Hanbeli, Şafii ve Malikilere göre tahsis, tağyir değil, bir tefsirdir. Dolayı­sıyla zannî bir delil ile de âmm lafzı tefsir edilebilir. Bu mezhep´ler bu konudaki görüşlerini şöyle de ortaya koymaktadırlar: Kur´ân´daki âmm lafız, haberi va-hiddeki hâss lafız ile tahsis edilebilir. Çünkü haber-i vahid sübüt bakımından zannî ise de, hâss olduğundan delalet bakımından kat´îdîr ve Kur´ân´m âmm lafzı sübût bakımından kat´î ise de delalet bakımından zannîdir. Böylece Kur´an´ın âmmı ile haberi vahidin hassı birbirlerine müsavi olurlar. Bundan dolayı haberi vahidin hassı ile Kur´an´ın ammının tahsisi caizdir.

Meselâ "meytenin eti size haram kılındı [60] âyetini, bir haberi vâhid olan deniz suyu temiz, ölü­sü helâldir" hadisi tahsis etmiştir. Aynı şekilde Kur´an´ın miras âyetlerini "Müslüman millet mensupları ile gayrı müslimler arasında miras hukuku cereyan etmez"

"Murisini öldüren katil, njirasçı olamaz" hadisleri tahsis etmiştir.[61] ayetini, hadisi tahsis etmiştir[62]. âyetini hadisi tahsis etmiştir. Bu misaller gös­teriyor ki, Kur´an´ın âmm´nı, haber-i vâhid tahsis edebilir.

Hanefîlere göre yukarıdaki hadislerle Kur´an´ın âmmlannın tahsisi iki se­bebe dayanmaktadır.

1. Kur´an´ın âmmım tahsis eden kafi bir nassdan sonra, onun diğer fertle­rine delaleti zanni olur.

Nitekim âyetini,[63] âyeti tahsis etmiştir. Bundan sonra âmm zan ifade ettiği için hadisi tahsis edebilir.

2. Yukarda zikredilen hadisler, meşhur hadislerdir. Zaten meşhur hadisler­le Kur´an´in âmmı tahsis edilebilir.

D. Âmm İle Hâss´ın Tearuzu:

Hanefîlere göre bir hadise, bir konu bir mes´ele hakkında biri âmm, diğeri hass olmak üzere zahiren birbirine muarız (zıd) görülen iki kat´î delil bulunursa, delil âyet ise nüzul, hadis ise vürûd tarihine bakılır. Şayet nüzul ve vürûd tarihle­ri biliniyorsa üç durum, bilinmiyorsa bir durum ortaya çıkar. Şimdi bunları ayrı ayrı ele alalım.

Aa. Âmm Ve Hâs´ın Tarihleri Biliniyorsa:

1. İki delilden her ikisi de aym zamanda nüzul ve vürûd etmiş ise hâs âmm´ı îtahsiseder. âyetinde, bey´in helal olduğu umumî bir halde beyan edilmiş iken sonradan gelen kı­sım üe riba suretiyle bey´in helalhğmdaki umumiyet, bir hâss lafız olan riba ile

tahsis edilmiştir.

2. Hass olan delil, âmm olan delilden sonra nazil ve varid olursa, hass, şa­mil olduğu miktar nisbetinde âmm´in hükmünü nesheder. Meselâ âmm olan bir âyete göre kocası Ölen bir kadının -gebe olsun olmasın- dört ay on gün iddet bek­lemesi gerekir. Bu zamandan önce başka biriyle evlenemez. Bu âyetten sonra na­zil olan diğer bir âyete göre de gebe olan bir kadının iddeti hamiini doğurmakla son bulur. İşte hâss olan ve nüzul tarihi sonra olan ikinci âyet, âmm olan birinci âyetin hükmünü, gebe olan kadınlar hakkında neshetmiştir.

Şafiılere göre âmm, zannî olduğundan, kat´î olan hass ile her halde tarihleri bilinsin bilinmesin tahsis olunur. Yani onlar, hanefilerin nesh dediklerine tahsis

demektedirler.

3. Âmm olan delil, hâss olan delilden sonra gelmişse, hassın hükmünü nes-hetmiş, ortadan kaldırmıştır. Meselâ, Medine´ye gelip hasta bulunan bir kabile­nin fertleri hakkında Medine´nin dışında bulunan sadaka develerinin sütlerinden ve bevillerinden istifade etmeleri emrolunmuştu. Sonradan "bevilden sakınınız" hadisiylebevilden sakınılma­sı emredilmiştir. İşte bu ikinci hadis âmm ve sonradan vârid olduğundan, önce­den vârid olan birinci hass hadisin hükmünü neshetmiştir.

Ebu Hanife´ye göree "Beş vesk´den az olan mahsulden zekât alınmaz"[64] hadisi "yağmurla sulanan mahsûlden öşür vermek gerekir.[65] hadisi ile nesh edilmiştir. Çünkü zaman itibariyle birinci hadis, ikinci hadisten sonra vârid olmuştur. Hanefilerin dışındaki mezhebler birinci hadisi, ikincisinin açıklayacısı olarak kabul ederler. Çünkü ikinci hadis âmm olup nelerden zekât verileceğini ve bunun mâhiyetini belirtmekte, birinci de zekâtın nisabını açıkla­maktadır. Ebu Yusuf ile Muhammed de bu görüştedir.

bb. Âmm ile Hâss´ın Nüzul ve Vürûd Tarihleri Bilinmiyorsa:

Amm ile hassın nüzul ve vürûd tarihleri kesin olarak bilinmiyorsa, ikisi bir­likte gelmiş oldukları kabul edilir. Bu durumda her ikisi üe de amel etmek müm­kün ise amel olunur, mümkün değil ise, hangisi tercihe şayan görülürse onunla amel olunur. Meselâ biri bir şeyin helal olduğuna, diğeri de haram olduğuna de­lalet ediyorsa, ihtiyatlı davranmak bakımından haram kolduğuna delalet eden delil tercih edilir.

Ebû Yusuf ile İmam Muhammed, yukarıda zekât ile ilgili verdiğimiz hadis­lerin vürûd tarihlerinin kesin olarak bilinmediğini ileri sürerek iki hadisle de amel edileceğini ifade etmişlerdir.

Bu konuyu bitirirken Hanefi mezhebi dışında, kalan mezheplerin görüşleri­ni verelim. Onlara göre âmm ile has´ın tearuzu düşünülemez. Çünkü amm ile hass aynı konuda gelmişse, hass âmmı beyan eder.

e. Erkeklere Olan Hitaba Kadınların Dahil Olduğu [66]

Arapça´da cemi (çoğul)´lerin erkek ve kadınlara delalet etmeleri bakımın­dan kısımları şunlardır:

1. Hem erkek ve hem de kadınları birden İçerisine alan cem´üer:Bazı cemi sıygaları vardır ki bunlar kullanılmaları bakımından erkek ve kadınlara şâmil­dir. kelimeleri gibi.

2. Kadınlara has cemiler: el-müslimat "müslüman ka­dınlar", "kadınlar yapüîar" gibi cemilerde sadece kadınlar kas-dedilir. en-Nisa kadınlar çoğulu da böyledir.

3. Erkeklere has cemiler: Bunları iki kısımda mütelaa edebiliriz:

a. gibi cemilerde sadece erkekler kasdedilir.

b. yaptılar, "yapınız" cemiler, erkek­leri göstermek için kullanılırlar. Ancak hem erkekleri ve hem de kadınları müş­tereken göstermek için bu emir siygaları kullanılabilir mi?Bazı alimlere göre böyle cemiler erkekler için asaleten, kadınlar için örfi hakikat olarak kullanılır veya­hut tağlib (ekseriyet kılma) yoluyla kadınlar, erkeklere katılır, dahil olur.

âyetinde olduğu gibi. Bu âyette erkekler için kulla-

nılan cemi siygasıjle hem Hz. Adem ve hem de karısı Havva´ya hitab edilmiştir. âyetlerinde erkekler için kullanılan cemi siygalarıyle kadınlara da hitab edilmiştir. Şu halde burada erkekler yanında kadınların da namaz kılmaları, zekât vermeleri emredilmiştir. Aynı şekilde[67] âyetinde de hitaba hem erkekler hem de kadın­lar dahildir.[68]

f. Ümmete Olan Hitaba Peygamber (s.a.v.)´in Dahil Olup Olmadığı[69]

Kur´an´da gibi âyetlerde ümmete hitaplarda bulunulmuştur. Kur´an´daki bu hitapların kapsamına Pey­gamberimiz (s.a.v.) dahil midir? Cumhura göre dahildir. Bazılarına göre dahil değildir. Cumhurun görüşü tercihe şayandır. Çünkü bu siygalar her insana ve her mümine şamildir. Şu halde aksi bir delil bulunmadıkça Peygamber bu hitap­ların dışında kalamaz.

g. Hz. Peygamber´e (s.a.v.) Olan Hitaba Ümmetin Dahil Olup Olmadığı[70]

Kur´an´da "Ey Nebi, Allah´dan kork ve kâfirlere uyma"[71] âyetinde olduğu gibi Pey­gambere yöneltilmiş hitaplar bulunmaktadır. Bu hitaplara ümmet de dahil mi­dir? Lisan kaidelerine göre bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değildir.

Çünkü burada muhatab olan sadece peygamberdir. Ancak şer´i örfe göre pey­gamberin ümmete örnek olması hasebiyle bu hitaplar, bütün mükelleflere de şa­mildir. Burada ilâve edelim ki Peygambere yapılan bir hitabın sadece ona ait olduğuna bir delil, bir karine bulunursa o zaman o hitap mükelleflere şamil ol­maz Nitekim Kur´an´da bazı hitaplar vardır ki onlar sadece Peygamberi ilgilen­dirmektedir...âyetinde olduğu gibi[72], İşte bu âyette gösterilen tarz ve şekildecevlenme hükmü, sadece peygambere aittir. Ancak Eğer şirk koşarsan, amelin boşa gider"[73] âyetinde her ne kadar peygambere hitap edilmişse de, bu âyetin hükmüne bütün mükellefler de dahildirler.

Burada ifade edelim ki bu âyetlerden başka âyetler de, ümmetin bu hükümle­re muhatap olduğunu gösterir. Netice olarak diyebiliriz ki Kur´an´da Peygam­ber´e olan bir hitab, O´na has olduğuna dair bir delil ve karine bulunmadıkça ümmete de şamildir.

h. Cem´i (çoğul) Siygasımn İfade Ettiği En Az Sayı:

Fakihler, cemi´ (çoğul) sıygasının ifade ettiği en az sayının kaç olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Malikî, Şafiî ve Hanbelilere göre cemi siygasımn şamil oldu­ğu en az sayı ikidir."

âyetinde olduğu gibi.[74]

Hanefîlere göre cemi´ siygasımn şamil olduğu en az sayı üçtür. Ancak mi­ras, vasiyyet konularında cemi siygası en az ikiye şamil olabilir.[75]



B. Tahsis

B. Âmin´m Tahsisi.

Tahsis âmm´ın içine aldığı bazı fertleri onun hükmünden çı­karmaktadır. Tahsis eden delile muhassıs tahsis olunan âmm´a mu-hassasadı verilir. Bu konuda hanefilerle diğer mezhebler farklı görüşlere sahiptirler.

aa. HanefÜerin görüşü:

Hanefîler, muhassısın âmm ile birlikte (âmm´a mukarin) olmasını yani mu-hassısm amm ile beraber gelmiş olmasını ve muhassısın bulunduğu kelâm´dan ayrı (müstakil) bulunmasını şart koşarlar. Eğer muhassıs âmm´a mukarin değil­se yani onunla beraber aynı zamanda gelmemişse, muhassıs olamaz; nâsih olur. (Nesh ile tahsis arasındaki fark şudur: Nesli, âmm´ın hükmüne giren bazı fertleri sonradan çıkarmaktadır. Tahsis ise, bazı fertl erin ilk başta âmm´a girmemiş olduğunu beyan etmektir.) Aynı şekilde muhassıs, âmm lafızdan ayrı (müstakil) olmaz ise -meselâ istisna gibi- muhassıs olamaz. Önceden de ifade edildiği gibi hanefîlere göre muhassisın kat´î delillerden olması gerekir. Yani zannî bir delil ile âmm´ın tahsis edilmesi mümkün değildir. Ancak kat´î bir delil ile tahsis edi­len anım, artık ikinci defa zannî bir delille de tasis edilebilir.

bb.Hanbelî, Şafiî ve Mâlikî Mezheplerinin Görüşü:

Bu mezheplerin Hanefilerin muhassısda koştukları şartları aramamaktadır­lar. Bunlara göre tahsîs, âmm olan nassa mukarin olan veya âmm nassa muka-rin olmayan bir delille yapılabilir. Ancak bu delildeki şart, âmm olan nass ile amel edilme vaktinden sonra vârid olmamasıdır. Âmm ile amelden sonra vârid olan delil, muhassıs değil, nâsih olarak kabul edilir. Önceden de İfade edildiği gibi bu mezheplere göre âmm´ın delaleti zannîdir, dolayısıyle onu zannî bir delil de tahsis edebilir.

b. Tahsîs Yönünden Âmm´ın Nev´ileri:

Tahsisi mümkün olup olmama itibariyle âmm üç kısma ayrılmaktadır:

1. Tahsisi mümkün olmayan amm: Bazı ammlar vardır ki hiç bir zaman tahsis edilemezler. Mesela "Allah her şeyi bilir" âyetinde ?biküllişey", Anneleriniz­le, evlenmeniz haramt kılındı" âyetinde ümmihatiküm, Yeryüzünde hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıklan Allah´ın üstünedir.[76] âyetin "dabbe ve "rizkuha" amm´dir. Bu âmmlar hiç bir zaman tahsis edilemezler.

2. Tahsis edilmiş Ammlar: âmdır ve ondan sonra gelen kısım âyetinde bey onu tahsis etmiştir. "âyetinde el-meyte âmm´-dır, meyte´nin yenilmesi haramdır. Ancak meyte´den zaruret halinde hayatı kur­taracak kadar yenilmesine ruhsat verildiği için bu durumda yenilmesi haram değildir.

3. Kendilerinde tahsis murad edilen âmmlar: "na­mazı dosdoğru Ar/m iz "[77] Ona gü­cü yetenler Kâ´be´yi hacc etmesi, Allah´ın insanlar üzerinde bir hakkıdır"[78] âyetlerinde olduğu gibi. Birinci âyetteki lafzındaki çoğul zamirinde ikinci âyetteki dan murad,mükellef kimselerdir. Şu halde ehliyeti bulunmayan delilere, çocuklara namaz kılmak, hac etmek farz kılınma­mıştır. İnsan aklı, bunun böyle olduğunu ilk bakışta anlar.

C. Tahsis Nevileri

Âmm´ı tahsis eden deliller iki nev´idir:

aa. Muttasıl (bitişik) muhassıs.

bb. Munfasıl (müstakil) muhassıs. [79]

Muttasıl delil, kendi başına müstakil değildir. Amm ile birlikte zikro-lunmuştur; manası kendisinden önceki lafızla alakalıdır ve amm olan kelimeye şamil kelâmın bir parçasıdır. Müstakil delil ise, başlı başına müstakil ve ayrı olup, âmm lafza şamil kelamın bir parçası değildir.

Aa. Muttasıl Muhassıs Ve Ney´ileri:

Bunlar. İstisna, şart, sıfat ve gayedir.

1. İstisna ile âmm´ın tahsisi:

ve benzeri istisna edatlarıyla âmm´ın hükmün­den, fertlerden bazıları çıkarılır. Meselâ, rnüdayene âyetinde Cenab-ı Hak, vere­siye aİış-verişlerle bir borç doğduğu takdirde, yazı ile, senet ile tesbitini emrettikten sonra, An­cak elden ele devrettiğiniz -peşin yaptığınız- ticaret işlerinde senet yapmamakta bir vebal yoktur" buyurur.

2. Şart ile âmm´ın tahsisi: gibi şart edatlarıyla âmm tahsis edilmektedir.[80] "Çocuklarınızı emzir­mek İsterseniz, ücreti uygun verdiğiniz takdirde size vebal yoktur" âyetinde lafzı âmmdır ve sonra gelen şart kısmıyla tahsis edilmiştir.

3. Sıfat ile âmm´ın tahsisi:

"Aranızda hür ve mü´min kadın almaya servet ve gücü yetmeyenler, müz­minlerin cariyesi olan mü´min kızlardan alsın" âyetinde, "mü´min kızlardan" mealinde olan kısım bir sıfattır ve "cariyelerden alsın" kısmını tahsis eder.

4. Gaye ile âmm´ın tahsisi:

Gaye bir şeyin sonu ve sinindir ve sıygaları "Orucu geceye kadar tamamlayın" âyeti orucun ge­ceye kadar devam ettiğini gösterir âyetinde meleklerin fec- rin tülüuna kadar devam ettiğim gösterir. "Ey iman edenler, Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın" tinde alimler gayenin mugayyeye dahil olup olmadığında ihtilafa düşmüşlerdir.

Bb. Munfasıl Muhassıs Ve Nev´ileri:

Bu muhassıs dört nev´idir: 1. Âmm ile muttasıl (bitişik), müstakil, 2. Âmm-dan ayrı (munfasıl) müstakil kelâm, 3. Akıl, 4. Örf.

1. Âmm ile muttasıl, müstakil kelam:

Müstakil demek, tek başına tam olan demektir. Âmm´a muttasıl demek, âmm ile birlikte zikredilmiş, âmm´ın akabinde yer alan demektir. Mesela, Yüce Al­lah´ın "İçinizden kim (Ramazan) ayı­na erişirse, orucunu tutsun" âyeti gibi. Bu ayete göre, Ramazan ayma erişen herkese oruç îutmak farzdır. Fakat bu âyetteki umumilik, kendisine muttasıl, müstakil bir kelam olan ,[81] "Kim hasta olur­sa..." âyetiyle tahsis edilmiştir. Şu halde, Ramazan ayma erişmiş olan orucun farz olduğu hükmündeki nassın umumiliği, hasta ve yolculara şamil değildir.

2. Âmm´dan ayrı (munfasıl) müstakil kelam:

Kendisi tam olmayan, fakat amm lafzın bulunduğu nassla bağlantısı olma­yan kelamdır. Mesela, Yüce Allah´ın[82],

âyetindeki " lafzı, amm´dır. Zifafa girmiş ve girmemiş olan boşanmış kadınlara şamildir. Fakat bu âyet,[83] âyeti ile, zifafa girmiş ve boşanmış kadınlar olarak tahsis edilmiştir. âyeti[84] ölen hayvanların etinin yenilmesinin haramlığı hususunda âmmdır. Fakat bu âyet, hadisiyle, deniz hayvanlarının ölüsü haricindeki ölü hayvanlar ile lahsis edilmiş­tir. Bu izahlar, cumhurun görüşüdür. Çünkü onlar, muhaşsism, âmm´a muka-rin (yakın ve bir arada) bulunmasını şart koşamamaktadırlar.

3. Akıl:

Âmmbazan akıl ile tahsis olunabilir. Meselâ, âyetin­deki, "külli şey" (herşey) tabiri âmm´dır. Ancak akıl, Cenab-ı Hakk´ın buna dahil olmadığını anlar.

Aynı şekilde, "namazı kılınız:" âyeti, âmmdır. Akıl, na­mazın çocuk ve delilere farz olmadığı neticesine varır.

4. Örf:

Âmm, örf ile de tahsis olunabilir. Bir kimse, "Ben baş yemem" diye yemin etse, kuşun başını yemekle hanis olmaz. Çünkü böyle âmm olarak söylenilen baş­tan, örf ve adete göre mutat olan koyun başı gibi başlar kasdedilir. Bunun kuş başına şümulü yoktur.

D. Amm´ın Nüzul Veya Vürûd Sebebi İle Tahsis Edilip-Edilmemisi:[85]

Bazı nassların, nüzul ve vurûd sebebleri vardır. Bir âmm lafzı, onun nüzul veya vurûd sebebine hasretmek doğru değildir. O sebepte müşterek olan bütün fertlere şamildir.

Bir sual, bir olay üzerine gelen âmm lafzı, umûmu üzere bakidir. Buna göre - s âmm siga ile vâridse, nassın umûmu üzere amel etmek gerekir. Hanefî, Han-"af- ^ezhebleri ile diğer bazı fakihler bu görüştedirler. Bu konu ile ilgili bazı mi­saller verelim:

1. Bir şahıs, "deniz suyu ile abdest alalım mı?" diye sorunca Peygamberi­miz (S.), "onun suyu temiz, ölüsü helaldir" buyurdu. "Onun suyu temizdir" lafzı, âmmdır. Zaruret hali ve gayr-i zaruret haline şamildir. Nassın hükmü, sa-dece´soru sorana ait değildir. Âmm bir lafız olduğu için herkese şamildir.

2. Hırsızlık âyeti, Safvan adlı bir şahabının hırkasının çalınması üzerine na­zil olmuştur. Bu âyetin hükmü, sadece Safvan´ın hırkasını çalmış olana ait de­ğildir; bu hüküm, bütün hırsızlar hakkında geçerlidir.

3. Bir rivayete göre, Hz. Peygamber (S.), Meymûne´nin Ölü bulunan koyu­nun yanından geçti ve "Tabaklanan deri temizlenmiştir" buyurdu. Burada peygamberimizin kullandığı ifade, âmmdır. Gördüğü o koyunun derisine hass değildir, bu hükme bütün deriler dahildir.

4. Lian ayeti, Bilal b. Ümeyye hakkında nazil olmuştur.[86] Bu âyet, onun hakkında nazil olmuşsa da, âmm lafzı ile geldiğinden, ondan başka şahıslar da bu âyetin hükmüne dahildirler.

E. Âmm´ın Mütekellimin Maksat, Niyyet Ve Arzusu İle Tahsis Edilip-Edilmemesi:

Âmm´ı mütekellimin garazına tahsis, yani, mütekellimin kelâmı, âmm siygası ile vârid olsa bile, lafzın muktezasına bakmayarak, hükmü yalnız mütekelli­min o kelâmdan maksadı ne ise, ona bina etmek ve mütekellimin arzusu (garaz) olmayan yerlerde sözün hükmünü icra etmemek demektir ki, Hanefilere göre bu,

fasid istidlallerdendir.

Şafiüere göre bir ânımın irad edilmesinden maksad (garaz), mütekellimin sözünde zikredilmiş gibidir. O halde şekil olarak âmm görünen bir lafız, manen has lafız olacağı için, o garaza münhasır olur, Mesela, âyetindeki ebrardan Allah´ın muradı, ashâbı kiramdır. Binaenaleyh bu âyetteki cennetle müjdelenme hükmü, sadece ashaba mahsusdur, diğer ebrara şamil değildir. Hanefilere göre, âyet, ebrar olanları ni­metlere kavuşacaklarını tebşir ediyor, ashab da ebrar olduklarından dolayı, bu müjde onlara da, diğerine de şamildir.

3. MÜŞTKRKR

a. Tarifi:

Müşterek (eşsesli), iki veya daha fazla mânâya ayrı ayrı (müteaddîd) vaz´-larla vaz´olunmuş (konulmuş) olan ve tebâdül suretiyle deiâleı eden lâfızdır.[87] Bu tarifte, "iki vedaha fazla mânâya" kaydıyla, müşterek, hâssdan ayrılmış olur. Çünkü hâss bir mânâya delâlet eden bir lâfızdır. Ayrı ayrı (müteaddid) kaydıyla da, âmmlar hâriç kalıyor. Çünkü âmm, fertlerine şümulü bir vaz´iledir.

Meselâ, "ayn" lâfzı, göz, pınar, casus, ticâret malı, altın, diz kapağı gibi mânâlara; câriye lâfzı, köle kadın, gemi mânâsına; lâfzı, siyah veya beyaz" mânâsına; mevlâ, azad eden ve azad edilen mânâsına; müşteri, satın alan ve yıldız mânâsına konulmuştur.

B. Müşterekin Hükmü:

Müşterek bir lâfzın hükmü, ayrı ayrı (müteaddid) mânâlarından hangisinin kasdedildiği anlaşılıncaya kadar tevakkuftur. Mânâlarından biri, teamrnül ve tet­kik neticesinde tercih edilince, bu mana kabul edilir, diğer manaları artık nazar-ı dikkate alınmaz. Yani, müşterek bir lafzın manalarından biri, delil, karine ve emarelerle tercih edilince, lafız müştereklikten çıkar ve müevvel adını alır.

Bu konuyu iki misalle anlatalım..[88]

1. âyetindeki kuru, müşterek bir lafızdır.[89] Kuru´un müfredi kar´, lugatta hem hayız, hem de tuhur manasına gelir. Buna göre müctehid, burada bu lafızdan hangi mananın kasdedildiğini anlamak için var gücünü sarf edecektir. Çünkü Cenab-ı Hak, iki manadan birini kasdetmiştir. Şafiîler, kur´un "tuhr" manasına geldiğini söyler­ken, Hanefîler, hayız manasında kullanıldığını ifade etmişlerdir. Şafiîler, bu ka­naate varırken şöyle bir yol takip etmişler, şöyle istidlalde bulunmuşlardır: Âyetteki kelimesinin sonunda, müenneslik ta´sı vardır. Bu da, ma´-dudun müzekker olduğunu gösterir. Bu da hayza değil, tuhr dur. Bu sebeple, ayetteki kur´dan maksat, tuhur (temizlik hali)dur.

Hanefiler, bu konuda şöyle istidlalde bulunmuşlardır: Ayetteki lafzı hassdır; ve manası kat´i olarak delalet edeceğinden, iddet müddeti de, ek­siksiz, tam üç kur´ olacaktır. Tam üç kur´ ise, ancak kur´un hayız olarak kabul edilmesiyle olur. Aynı zamanda, kar´ın, toplanma ve akma manalarını gözönünde bulundurarak, bu kelimeyi hayz manasında almış ve te´vil etmişler­dir. Çünkü hayz halinde rahimde kan toplanır ve dışarı akar. ji) âyeti de, kur´un hayz olduğunu açıklar. Bu duruma göre, Hanefîler, kur´u hayz olarak, Şafiiler ise, tuhr olarak tercih etmişlerdir.

2. [90]âyetinde, "kelâle" müşte­rek bir lafızdır. Kelâle:

1. Baba ve çocuk bulunmadığı zamanki varis olma durumu,

2. Mirasçılardan, baba ve çocuk olmayanlar,

3. Baba ve çocukların vâsıta oldukları hısımlar için kullanılır. Müctehidler, araştırma neticesi bu âyette kelânenin, 1. manada kullanıldığını tercih etmişlerdir.

C. Müşterek´in Umumu

Umümu´l-müşterekten maksat, müşterek lafzın kullanılıp, hangi manalara tayin ve tahsis olunmuşsa, o manaların hepsinin birden kasdedilmesidir

Şâfiîlere göre, umumi müşterek, caizdir. Yani onlara göre, müşterek bir laf­zın, bir söyleyişte, müteaddid manaları birden kasdedilebilir. Fakat Hanefîler-ce, böyle bir şey bazan iki zıd mananın birden kasdedilmesini gerektireceğinden, caiz görülmemiştir. Mesela, "cevn" lafzı, hem siyah, hem de beyaz manasına gelir. Binaenaleyh, "Şu şey cevndir" denilse, bunun hem siyah hem de beyaz olduğu nasıl kasdedilmiş olabilir?

Şâfiîler, delil olarak âyetini getirir­ler. Onlara göre bu âyette sâlat, Allah´dan rahmet, meleklerden istiğfar manala­rında kullanılmıştır. Hanefîlere göre buradaki salât, inayet (yardım) manasınadır. Rahmet ve istiğfar manaları inayet lafzında bulunmaktadır.

"Göklerin ve yerdekihrin... secde ettiklerini görmüyor musun?"[91] Bu nassda secdenin hem boyun eğmek, hem de namaz secdesi anlamlarında kullanıldığı görülmektedir.[92]

[93]âyetinde, müşterek bir lafızdır. Hayvanın bizzat kendisi ve kıymeti manalarına gelir. İmam Muhammed ve İmam Şafiî´ye göre, buradaki "misi" lafzı hayvanın hem kıyme­ti ve hem de kendisi manalarına gelir.

Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ise hayvanın kıymeti manasına geldiğini tercih ettiler.

D. Müşterek Lafızlar:

Müşterek, bazen isim olur, bazan fiil olur, bazan edat (harf) olur.

1. İsim olan müştereke misâl: "Hırsız erkek ve kadınların ellerini kesin"[94] ayetinde geçen el lâfzı, parmakların ucundan, koltuk altına kadar olan kola, parmak uçlarından dirseğe kadar, pazu ile avuç arasındaki kısma; (par-mak´uclarından, bileğe kadar olan) avuca, sağ ve sol ele denir. Müctehidler bu­nu ameli sünnete dayanarak tayin etmişlerdir. Bu da, son mânâ, yani parmak uçlarından, bileğe kadar olan kısımdır.

Abdest ayetindeki el (yed) ise, parmak uçlarından, dirseğe kadar olan kısmı ifade eder.

2. Fiil olan müştereke misal: Bu da emir sıygalarında görülür. Emir sıygası,

vucûb ve mendubluğu ifade eder. Ancak bunu, Hanefî mezhebi alimleri kabul etmez.

3. Harf olan müştereke misal:[95] "Allah´ın adının üzerinde anılmadığı hay­vanın etini yemeyin ve o şüphesiz fıskdır" ayetindeki "veatıf harfi ve hal için kullanılmakta müşterektir. Burada ve Men hal manası kasdedüirse âyetin manası, "Fısk olduğu halde Allah´ın adının üzerinde anılmayan.,." olur. Yani kesildiği anda Allah´ın adından başkası anılmıştır. Eğer "ve"den bağ edatı kasde­düirse, âyetin manası yukarıdaki şekilde olur. Yani, hayvan kesildiği anda üzeri­ne mutlak surette Allah´ın adı anılmamıştır, başka bir adın anılıp, anılmadığı söz konusu edilmemiştir, Müctehidler, âyette hangi mananın kasdedildiği husu­sunda ihtilaf etmişler ve bazıları (vavı) hal manasına, bazıları ise atıf manasına almışlardır.[96]

4. MÜEVVEL

a. Tarifi:

Müevvel, "evi" kökünden türemiş bir kelime olup, lugatta, aslına döndür­mek manasına gelir.[97]

Müşterek lafzın müteaddid manalarından birisi, zannî bir delil ile veya re´y-i galib (ictihâd) ile diğer manalara tercih edilirse, buna müevvel lafız denir. Bazı­larına göre müevvel sadece müşterekin tercih edilen manalarından biri için değil, aynı zamanda, hâfî, müşkil, mücmel, zahir ve nassın tercih edilen manaları için de kullanılır.[98] Bu sebeple hâfî, müşkil, mücmelin kapalılığı, haber-i vâhid, kı­yas gibi zannî delille giderilirse o da müevvel adını alır. Aynı şekilde zahir ve nass için de aynı şeyler söz konusudur.

Keşin bir delille müşterek lafız açıklığa kavuşursa, ona müfesser denir.

Meselâ, "nikâh" lafzı, hem evlilik akdi manasına, hem de cinsi münasebet manasına konulmuştur.[99] âyetindeki "tenkihe" lafzı, vat´ (cinsi münasebet) manasına hamledilmiş olduğu cihetle, bu manasında mü­evvel bulunmaktadır.

Müşterekin te´vilinde tutulacak yol: Müşterekten kasdedilen manatesbit edi­lirken başvurulacak yollar şunlardır:

1. Lafzın sigasma bakılır: Müşterek lafzın hangi kökten türediği, türediği kökün ne manaya geldiği araştırılır. Meselâ Hanefîler, kur´u asıl manasına top­lamak manasına geldiği nazar-ı itibara almışlar ve bu -kelimenin hayız manasına gelmesini tercih etmişlerdir. Çünkü hayız halinde kan rahimde toplanır.

2. Lafzın sibakına bakılır: Müşterek lafızdan önceki kelimeye bakılır. Ha­nefîler, "kuru" kelimesinden Önce gelen lafzının hass bir lafız olduğu­nu ve hassın kesinlik ifade ettiğini,.kuru´nun hayız manasına geldiğini kabul etmekle, hassın kesinlik ifade edebileceğini ileri sürmüşlerdir. Böylece müştere­kin te´vilinde sibak karinesinin önemli bir yeri olduğu anlaşılır.

3. Lafzın siyakına (gelişine) bakılır: Müşterekten kasdedilen mananın tesbi bitinde, siyak karinesinden de yararlanılır. Ra´d sûresinin 15. ayetinde secde laf­zının boyun eğmek manasında kullanıldığı siyaktan anlaşılmıştır. Aynı şekilde,[100] ayetinde, lafzı, (konaklamak manasına geldiği, siyakında bulanan ikâmet edilecek yurt tabirinden anlaşıl­mıştır. âyetinde lafzının he­lal olmak manasına geldiği, tabirinden anlaşılmıştır.

4. Müşretek lafızla ilgili diğer delillere bakılır. Müşterek lafzım açıklayan başka nasslara bakılır. Mesela,[101] âyetinde üç ay ta­biri, diğer âyetteki üç kur´ tabirine bedeldir. Ye´s (Ümit kesme) de ancak hayızla. olur. Çünkü temizlikten kesilme diye birşey yoktur. İşte başka bir delil de yine kur´un temizlikle değil hayızla te´viline yardımcıdır.[102]

B. Müevvel´in Hükmü:

Müevvilin hükmü, hata ihtimali ile birlikte, kendisiyle amel etmektir. Se-rahsî, müevvel ile amel olduktan sonra hata olduğu anlaşılınca, bu takdirde o amelden rücû edileceğini ve doğru olan şeyin yapılacağını ifade eder.

5. el-CEM´U´L?MÜNEKKER

(HARF-İ TARİFLİ OLMAYAN ÇOĞUL).
a. Tarifi:

"Şumûl olmaksızın sınırsız birçok ferd için bir defada konulmuş (vaz edil­miş) lâfza münekker cem´i denir."[103]

1. Bir defada konulmuş olması, onu müşterekten,

2. "Sınırsız birçok ferd" ifâdesi onu hâssdan,

3. "Şumûl olmaksızın" kaydı onu âmrndan ayırıyor.

Bu tarifin içerisine, başlarında harf-i tarif bulunmayan, gibi cem´i kelimeler ile, gibi çokluk ifâde eden isimler girmektedir.

b. Hükmü:

Cem´iler en az üçü gösterdikleri için, el-cem´ul-münekkerler de (ister cem´-i kıllet, ister cem-i kesret olsun) en az üçe ve daha fazlasına şâmildirler. Fakat bu şumûl, âmm´da olduğu gibi sınırsız ve sayısız değildir. Sınırsız ve sayısız olmadı­ğı için üçten fazlaya olan şümulü meçhul bulunmuştur. Âmm olan kelimelerden tahsis ve istisna yapıldığı halde, bunlardan yapılmaz.

Bazılarına göre böyle cem´iler, ikiye de şâmildir. Mesela; O kişinin birden fazla kardeşi varsa, anasına altıda bir hisse...". İşte bu âyetteki "ihva" ikiye de şâmildir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mâide, 89.

[2] Muhammed, 4.

[3] Bakara, 234.

[4] Bakara, 187.

[5] Mücâdele, 4.

[6] Şâkiru´l-Hanbeli, s. 105-108; Zeydan, s. 366.

[7] Mâide, 3.

[8] En´âm, 145.

[9] Mâide, 89.

[10] Mâide, 38.

[11] Mâide, 6.

[12] Mücâdele, 3.

[13] Nisa, 92.

[14] Telhis, s. 51-53; Şakini´1-Hanbelî, s. 58-59.

[15] Taiâk, 7.

[16] Bakara, 43.

[17] Bakara, 185.

[18] Bakara, 228.

[19] Nisa, 59.

[20] Nûr, 33.

[21] Mâide, 2.

[22] Fussilet, 40

[23] Bakara, 282.

[24] Bakara, 23.

[25] İbrahim, 41.

[26] Hicir, 46.

[27] Tûr, 16.

[28] Bakara, 65.

[29] Nûr, 63.

[30] Ahzâb, 36.

[31] Fevâtih, I, 387-388; Zeydân, s. 383.

[32] Mâide, 1.

[33] A´râf: 33; Mecazî nehiy için şu âyetlere bakınız: Nisa, 23; Bakara, 32; Nahl, 90; Âl-i İmrân, 97.

[34] En´âm, 151.

[35] Âl-i İmrân, i

[36] Tahrîm, 7.

[37] Mâide, 101

[38] Şâkiru´l-Hanbelî, s. 92.

[39] İbn Melek, s. 66.

[40] Şakini´1-Hanbeİî, s. 111

[41] Mir´ât, s. 165; İbn Melek, s. 82-83.

[42] Bakara, 233.

[43] Nisa, 7,

[44] Nisa, 23.

[45] Tevbe, 103.

[46] Müzemmil, 15-16. Müzemmil, 15-16.

[47] Nahl, 18.

[48] Âl-i İmrân, 185.

[49] Nisa, 10.

[50] Nisa, 24.

[51] Bakara, 245.

[52] Bakara, 185.

[53] Bakara, 234

[54] Talâk, 4.

[55] Tevbe, 5.

[56] Tevbe, 7.

[57] ÂI-i İmrân, 173.

[58] Nisa, 25.

[59] Buhârî, Nikâh, 27; Müslim, Nikâh, 37.

[60] Mâide, 3.

[61] Nisa, 24.

[62] Mâide, 38.

[63] Bakara, 221,

[64] Buhârî, Zekât, 56.

[65] Buhârî, Zekât, 55.

[66] Gazâlî, II, 79.

[67] Bakara, 3.

[68] Mir´ât, s. 184-185; Zeydân, 397-8.

[69] Gazâlî, II, 65, 80-81.

[70] Gazâlî, II, 65-66, 81.

[71] Ahzâb, 1.

[72] Ahzâb, 5.

[73] Zümer, 65.

[74] Nisa, 11.

[75] İbn Melek, s. 93, Zeydân, 339.

[76] Hûd, 6.

[77] Nûr, 56.

[78] Âl-i îmrân, 97.

[79] Gazali, II, 98 ve dev.

[80] Bakara, 233.

[81] Bakara, 185

[82] Bakara, 228.

[83] Ahzâb, 49.

[84] Mâide, 3

[85] Mecâmi´, s. 44.

[86] Nur , 6-10

[87] Mir´ât, s. 185; Şâkiru´l-Hanbeli, s. 138.

[88] Bulûğu´1-Merâm, III, 440.

[89] Bakara, 228.

[90] Nisa, 12.

[91] Hac, 19.

[92] Zehra, s. 146-147.

[93] Mâide, 95.

[94] Mâide, 38.

[95] En´âm, 121.

[96] Hallâf, s. 327-28.

[97] Ibn Melek. s. 96.

[98] Ibn Melek, s. 96; Zehra, s. 146.

[99] Ibn Melek, s. 97; Şâkiru´l-Hanbelî, s. 140-141.

[100] Fâtır, 35.

[101] Talâk, 5:

[102] İbn Melek, s. 95.

[103] Menâfi´, s. 67; Şâkiru´İ-Hanbeli, s. 137.