Mezheb ve Fıkhi Mezheb Kavramları

A. Mezheb

Lugatta yürüyüp gitmek manasındaki zehâb kökünden gelen mezheb (ç. me-zâhib), gidilen yol, tutulan yol manalarına gelir. Istılahta ise bir müctehidin, ic-tihad ve anlayışlarından meydana gelen i´tikâdî ve fıkhı yol diye tarif edilir. Başka bir ifadeyle bir müctehidin, İslâm´ın itikâdî, amelî-fer´î konularını, nasslann ışı­ğı altında muayyen ve hususî bir şekilde anlaması neticesinde ortaya koyduğu görüş, fikir ve ictihadlarının hey´et-i umumiyesîne mezheb denir. Bir müctehi­din, i´tikad ile ilgili görüş, fikir ve ictihadlan, onun itikadı mezhebini, fer´î-amelî konularla ilgili görüş, fikir ve ictihadlan ise onun fıkhî mezhebini meydana geti­rir. Mesela Hanefî mezhebi, maturidî mezhebi gibi.

B. Mezheb İmâmı

Müctehid mertebesine ulaşmış âlimler, İslâm dininin i´tikad ve fıkıh saha­sında bazı meselelerin delilini bulmak, delillerden hükümler çıkarmak, meselele­ri anlayıp tefsir etmekte birbirlerinden farklı görüş ve fikirler ortaya koymuşlar, farklı ictihadlarda bulunmuşlardır. Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi bir mücte­hidin diğer müctehidlerden farkh görüş, fikir ve ictihadlarının tamamı bir mez­hebi meydana getirir. Kendisine has görüşleri bulunan müctehid´e, başkaları kendisine ittiba ettikleri için imâm unvanı verilmiştir. İşte bu müctehid, mezheb kurucusu ve sahibi olarak kabul edilir . Mezhep sahibi ve kurucusu olarak kabul edilen İmâm, hiç bir surette bir din ve şeriat koyucusu değildir. Bu zât, peygam­ber tarafından tebliğ edilen İslâm dininin i´tikad ve fıkıh sahasındaki nasslara aykın olmayacak şekilde fikirler ileri sürebilen, ictihadlarda bulunabilen mücte­hid bîr kişi olarak kabul edilir.

2.FIKIH MEZHEBLERİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında, müslümanlardan herhangi biri, bir güç­lükle karşılaştığı, dinin bir hükmünü anlayamadığı zaman gelir, bunu Peygam­ber (s.a.s.)´den sorup öğrenirdi. Hz. Peygamber (s.a.s.)´in vefatından sonra Sahabe ve Tâbiûn devirlerinde de ileri gelen âlimler, müslümanlann anlayama­dıkları meseleleri, Peygamber (s.a.s.)´ın kendilerine öğrettiği şekilde Kur´ân ve Sünnet´e başvurarak açıkladılar. Fetihler sonucu İslâm Ülkesinin sınırlan geniş­ledi. Ebû Hanîfe, imâm Mâlik, İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel gibi dinin hü­kümlerini iyi bilen âlimlerin etrafında topluluklar teşekkül etmeğe başladı. Giderek bu topluluklar bir mezheb haline geldi. Böylece Hanefî Mezhebi, Şafiî Mezhebi, Mâlikî Mezhebi, Hanbelî mezhebi gibi fıkhı mezhebler ortaya çıktı. Biraz sonra da izah edileceği gibi fıkhı mezheblerin arasındaki anlaşmazlık dinin fürûu (di­nin uygulama ile ilgili hükümleri) kısmındadır. Mezheb sahibi ve İmâmı olan müc-tehidler daha çok Kur´ân ve Sünnet´ten hüküm çıkarma (istinbat) metodunda, Kıyâs, İstihsân gibi fer´î delillerin şeriatla bağlantılı bir delil olarak değerlendi­rilmesinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunun sonucu hicri 2. ve 3. asırda her mezheb imamı veya onun öğrencileri, Kur´ân ve Sünnet nasslarını, Ashâb ve Tâbiûn´un fıkhı ictihad ve görüşlerini, kendi usûl ve prensipleri muvacehesin­de tahlil etmişler, kabul ettikleri delillerden hüküm çıkarma usulünü açıklayan fıkıh usulü kitapları, çözümlenmiş meseleleri ve hükümleri ihtiva eden fıkıh ki­tapları tedvin etmişlerdir.

3. HİCAZ VE IRAK´DA YETİŞEN FAKİHLER VE EHL-İ REY, EHLİ HA­DİS KAVRAMLARI

Fıkıh tarihi kitaplarında fukahanm genellikle iki kısma ayrıldığını, bir kıs­mını HicâzMa yetişen fakihlerin, diğer grubu ise Irak´ta yetişen fakihlerin oluş­turduğunu görmekteyiz. Hicaz´da yetişen fakihler için genellikle "ehlü´l-hadîs", ashabu´î-hadîs", "ehlü´1-eser", Irak´ta yetişen fakihler için genellikle "eftfü´r-Rey", "ashâbu´r-Rey", tabirleri kullanılmaktadır. Bu terimler, araştırıcıları Hicaz ve Irak fakihlerinin bu şekilde vasıflandırılmışından Ötürü yanlış bir kanaate sevkedebilir. O da şudur: Iraklı fakihler, re´y taraftan oldukları için bu isimle va­sıflandırılmışlar, Hicazh fakihler ise esere (nasslara) bağlı oldukları için kendilerine bu isim verilmiştir. Böyle bir görüş doğru değildir. Çünkü gerek Hicazh fakih­ler, gerekse Iraklı fakihler, hüküm istinbatında aynı kaynaklan kullanmışlardır. Her ikisi de hem Kur´ân ve Sünnet´i ve hem de re´yi hüccet olarak kullanmışlar­dır. Konunun iyi anlaşılabilmesi için re´y hakkında kısa bir bilgi verelim ve Irak­lı fakihlere ehl-i re´y denmesinin sebepleri üzerinde duralım.

RE´Y: Rey lugatta görmek, düşünerek varılan netice ve görüş manasına gel­mektedir. Kaynağı itibariyle rey iki kısma ayrılır: 1. Kaynağım Kur´ân ve Sün-net´ten alan rey; bu muteberdir. Bunun tarifi şöyledir: Kur´ân ve Sünnet´te yeni bir hadisenin açık hükmü bulunmayınca, o hadise hakkında genel prensip ve di­nin ruhundan hareket ederek varılan hüküm ve görüştür. 2. Kaynağını sırf akıl ve hevadan alan rey; bu makbul değildir. Bu tür reyi hiç bir fakih kullanmamış­tır ve caiz de görmemiştir.

Hiç şüphesiz her mes´elenin, her vukua gelen olayın açık hükmü Kur´ân ve Sünnet´te bulunmaz. Bu durumlarda yapılacak ilk iş, o hadisenin hükmünü nass-lar ışığı altında ictihad ederek bulmaktır. Hz. Peygamber devrinden beri bu yol takip edilmiştir. Bu bakımdan Hicaz´da olsun, Irak´da olsun her fakih, yeni or­taya çıkan mes´elenin çözümü için reyi hüccet olarak kullanmak mecburiyetinde kalmıştır. Nitekim İbn Kuteybe, K.el-Meârif adlı eserinde "ashabu´r-rey" başlı­ğı altında Abdurrahman el-Evzâî´yi, Süfyân es-Sevrî´yi, Malik b. Enes´i, Ebû Hanife´yi, Ebû Yusuf´u... zikretmiştir. Halbuki Evzâî Şam, Malik b. Enes Me­dine fakihlerindendir. Şu halde ashabu´r-rey denince sadece Iraklı fakihleri an­lamak ve reyi onlara hasretmek doğru değildir. Rey, Hicaz´da da vardır, Irak´da da. Hatta Davud ez-Zahirî gibi bazıları istisna edilirse fukaha´nın tamamı ashabu´r-rey´dir. Bu duruma göre ehl-i hadis, muhaddislerdir. Çünkü muhad-disler, sadece hadisleri rivayet ederler, fetva vermezler. îbn Kuteybe´nin kitabın­da zikrettiği ehl-i hadis´den bazıları şunlardır: Ma´mer b. Râşid, ´Leys b. Sa´d, Süfyan b. Üyeyne, Abdullah b. Mübarek. Bazı kitaplarda Ahmed b. Hanbel´in ehl-i hadis olduğu zikredilmiştir. Şu halde dört mezheb imamından Ebu Hanife, İmam Şafii, Malik b. Enes ehl-i rey, Ahmed b. Hanbel ise ehl-i hadisdir. Ancak Ahmed b. Hanbel´i de ehl-i rey kabul etmek gerekir. Çünkü o da yeri geldikçe reye başvurmuştur.

Ancak, Hanefi fakihlerinin, rey ile istinbat hususunda diğer mezheb fakih-lerine göre daha ileri seviyede olduklarım söyleyebiliriz.

Irak fukahasma ehl-i rey denilmesinin ve bu terimin bunlara hasredilmesi-nin şu sebeplerden kaynaklandığını zannetmekteyiz:

1. Iraklı fakihler, olmuş ve olmamış olayları müzakere konusu etmişler, on­lar hakkında hükümler vermişlerdir. Hicazh fakihler ise genellikle olan olaylar hakkında hükümler vermişler, farazi olayları müzakere konusu etmemişler, et­menin de doğru olmadığını ileri sürmüşlerdir.

2. Hicaz bölgesi, Hz. Peygamberin yetiştiği bir bölgedir. Oradaki müşkiller Hz. Peygamber zamanında çözümlenmiştir. Pek az yeni olay meydana gelmiş­tir. Bu sebeple de pek o kadar yeni ictihad ve reye ihtiyaç duyulmamıştır. Halbuki İrak yeni fethedilmiş bir bölgedir. Buranın, hayat şartlan, iklim şartlan, örf ve adetleri, geçim kaynaklan, hicaz bölgesinden farklıdır. İşte bu sebeplerle rey İle fazlaca hüküm verilmesi zarureti olmuştur. Buradaki fakihler, Kur´ân ve Sün­net ışığı altında reyleriyle olmuş ve olmamış olayların hükümlerini istinbat et­mişlerdir.

3. Hicazlılar, herhangi bir meselenin hükmünü delili ile birlikte zikretmiş­lerdir. Halbuki, Iraklılar, herhangi bir konuda, varid olan delilleri kendi arala­rında enine boyuna müzakere etmişler, tartışmalar yapmışlar, genellikle vardıkları hükmün delilini zikretmeden, sadece olayı ve hükmünü söylemişler veya yazmış­lardır. Bu yüzden gerek Ebu Hanife ve arkadaşları kendi zamanlarında kendi reyleriyle fetva veriyorlar diye tenkit edilmişlerdir. Ebu Hanife, herhangi bir ko­nuda nasıl bir yol takip ederek fetva ve hüküm verdiğini şu şekilde anlatarak, vaki iddiaları cevaplandırmıştır. "Ben ilk önce Allah ´m kitabıyla hüküm veriyo­rum. Kitapta o meselenin hükmünü buîamazsam, ResuluUahtn sünnetine bakı­yorum. Resulullah Sünnetinde de bir hüküm büiamazsam, o zaman sahabilerin kavillerine bakıyorum. Onların ittifak ettiği hükmü esas alıyorum. O konuda as-hab arasında ihtilaflı görüşler varsa, dilediğim sahabinin kavlini alıyorum, dile­diğimin kavlini almıyorum. Fakat İbrahim Nehaî, Şa´bi, Ata b. Ebi Rebah, Said b. Müseyyeb´in içtihadîanna sıra gelince onlarla amel etmiyorum. Onlar nasıl ictihad ediyorlarsa, ben de öyle ictihad ediyorum." Ebu Hanife hakkında varid olan bu kanaat, onun ictihadlanmn delilleri nelerd:n ibaret olduğu, alimlerce anlaşılınca, bu kanaatten sarfı nazar edilmiştir. Bu husustaki bir kanaat İmam Muhammed İçin de varittir. Muhammed b. Semaa şöyle anlatıyor: İsa b. Eban bizimle birlikte namaz kılıyordu. Onu Muhammed b. Hasan´m derslerine davet ettim. O, bunlar hadise muhalif olarak hareket eden bir kavimdir" dedi. Bir sa­bah bizimle birlikte İsa b. Eban namaz kıldı ve ondan hiç ayrılmadım. O gün İmam Muhammed´in mescidde meclisi vardı. Namazını bitirdikten sonra "Bu İsa b. Eban ´dır. Zekidir ve hadisleri iyi bilir. Ancak sizler hadise muhalefet edi­yorsunuz diyor" dedim. O zaman İmam Muhammed, "Oğlum, hangi konular­da biz hadise muhalefet ediyoruz?" dedi. İsa b. Eban 25 bab hadisten sordu. Şeybani, onların cevaplarını Nâsih mensûhuyle ve diğer delilleriyle birlikte verildi. Ders bittikten sonra İsa b. Eban fikrinden vazgeçtiğini ve ona talebe olacağı­nı ifade etti ve İmam Muhammed´in öğrencilerinden oldu. Şu halde Hanefi mezhebi fukahasma ehl-i rey, ehl-i kıyas denilmesi, mücerred bir ıstılahtır. Yu­karıda izah ettiğimiz hususlardan nes´et etmektedir. Yoksa, bu mezhebde bazı hükümlerin mücerred şahsi reye dayanmış olması iddia olunamaz. Hatta dene­bilir ki, hanefi hukukçuları hadisi şerifleri, diğer mezhep fakihlerinden daha çok delil olarak, kullanmışlardır. Mesela Hanefi mezhebinde, fakih ve müetehid olan bir ravi´nin naklettiği hadis, kıyasa tercih edilir. Hatta o hadis kıyasa aykırı bile olsa. Maliki mezhebinde ise kıyasa muhalif olan hadis kabul edilmez, kıyas ter­cih edilir. Aynı şekilde bir hüküm hakkında ashab arasında ihtilaf bulunsa, İmam A´zarn, bunlardan kendi içtihadına uygun olanını alır ve onunla amel eder. Hal­buki İmam Şafii böyle ihtilaflı rivayetlerle amel etmez. Aynı şekilde hanefiler, mürsel hadislerle amel ettikleri halde, şafiiler bazı zatların mürselleriyle amel eder­ler. Hatta Hanefilerin kıyasa muhalif hadislerle amel etmeleri, bazılarının dik­katini çekmiştir. Mesela İbn Kayyım, hanefilerin kıyasa muhalif olarak rivayet edilen Kahkaha hadisiyle amel ettiklerini ifade etmiştir.[1] Görüldüğü gibi, ha-nefi mezhebinde, diğer rhezheblerde olduğu gibi, rey ve kıyasdan önce gelen esas­lar, Kitap, Sünnet ve İcma´dır.[2] Şurası da bir hakikattir ki, Kur´an, Sünnet gibi kaynakları hüccet olarak kullanmada Ebu Hanife ile arkadaşları arasında bir fark yoktur. Bazı yeni araştırcılarm, Ebu Yusuf´un Ebu Hanife´den, İmam Muhammed´in de Ebu Yusuf´tan hadislere daha fazla bağlı olduğunu, Ebu Ha-nife´ye ulaşmayan bazı hadislerin arkadaşlarına ulaştığını iddia ettiklerini gör­mekteyiz. Bu iddialar, hakikati aksettirmekten uzaktır. Çünkü îmâm A´zam hadis sarrafı idi. O senelerce, Mekke, Medine´de kalmış, oralarda bulunan muhaddis-lere mülaki olmuş, onlarla ilim-hadis alışverişinde bulunmuştur. Bu bakımdan rivayet edilen hadislerden haberdar olmaması mümkün değildir. Böyle bir iddia, hadislerin bütünün birinci asırda sahifelere yazılmış olduğunu ifade eden kay­nak eserlerde verilen bilgilere de aykırıdır.

4. YAŞAYAN - YAŞAMAYAN, SÜNNÎ - GAYR-t SÜNNÎ MEZHEP KAVRAMLARI

a. Sünnî - Gayrî Sünnî Mezhepler:

Fıkıh mezhepleri, sâliklerinin i´tikâdî mezheplerine göre Ehl-i Sünnet ve´l-Cemâat, Ehl-i Bid´ât ve´d-Dalâlet olarak iki kısma ayrılır. Bunlara kısaca sünnî olan ve sünnî olmayan mezhepler diyebiliriz. İslam tarihinde ortaya çıkan fıkıh mezheplerinden, bazılarının bugün müntesipleri bulunduğu halde, bir kısmının müntesipleri bulunmamaktadır. Müntesibi bulunan mezheplere yaşayan mezhep­ler, müntesibi bulunmayanlara ise yaşamayan mezhepler adım veriyoruz, b. Yaşayan Fıkıh Mezhepleri:

Bugün i´tikadda Ehl-i Sünnet mezhebine yani Maturidiyye, Eş´ariyye ve Se-lefiyye mezheplerine mensup olanlar, Harîefî, Şafiî, Hanbelî ve Mâlikî mezhep­lerinden birine mensup olarak yaşamaktadırlar. î´tikâdda mezhebi Şiâ olanlar ise amelde îmamiyye veya Zeydiyye mezheplerinden birine, îtikadda Havâric mez­hebine mensup müslümanlar ise amelde İbâdiyye mezhebine mensup olarak yaşamaktadırlar.

c. Yaşamayan Fıkıh´Mezhepleri:

Bazı fıkıh mezhepleri vardır ki, bunların bugün mensubu bulunmamakta­dır. Bunlara münderis, münkariz mezhepler de denir. Taberî, Sevrî, Evzâî, Za­hirî mezhepleri bunlara misal olarak zikredilebilir. Bu mezheplerin bazılarının fıkıh kitapları günümüze kadar gelmiştir. Bu sebeple onların fıkıh ve usul kitap­larından mezheplerinin esaslarını tesbit etmek mümkündür. Fıkıh mezheplerini bir şema halinde gösterelim.

FIKIH MEZHEPLERİ
SÜNNÎ MEZHEPLER SÜNNÎ OLMAYAN MEZHEPLER
YAŞAYAN YAŞAMAYAN YAŞAYANLAR
Hanefî M. Taberî M. ŞîaM. İmâmiye

(Ca´feriyye

, İsna Aşere)

Zeydiyye

Havarîc

(îbâdiye) M.

Şafii M. Sevri M.

Hanbelî M. Evzâî M

Mâlikî M Leys b. Sa´d M.

Süfyân b. Üyeyne M.

Zahirî M.

Burada dört mezhep ve Şîa mezhebinin hocalar silsilesini bir şema halinde gösterelim.

MEZHEPLERİN HOCALAR SİLSİLESİ

Hz. PEYGAMBER (s.a.s.)

(Hanefî Mezhebi) (Mâliki - Şafiî ve Hanbelî Mezhepleri) (Şîa Mezhebi)

İbn Mes´ûd (öl. 32) Zeyd b. Sabit Hz. Ali (öl. 40)

Alkame (Öl. 62) İbn Ömer (öl. 73) Hz. Hüseyin (öl. 61)

İbrahim en-Nehâî (öl. 95) Nâfi´ (öl. 117) Ali Zeynelâbidîn (öl. 94)

Hamrnâd (öl. 120) Mâlik b. Enes (Öl. 179) Zeyd Muhammed Ca´fer

Ebû Hanîfe (öl. 150) İmâm eş-Şâfiî (öl. 204) b. Ali Bakır es-Sâdık

Ebû Yusuf (öl. 182) Ahfned b. Hanbel(öl. 241) (öl. 122) (öl. 114) (öl. 148)

İmâm Muhammed (öl. 189)

5. FIKIH MEZHEPLERİNİN İHTİLÂF SEBEPLERİ

Her mezhep imâmı, Kur´ân ve Sünnete bağlı kalarak fikir yürütebilir, icti-hadda bulunabilir. Bütün müctehidler gerek i´tikadî ve gerekse amelî konularda aynı şekilde düşünmüşler, aynı kanaati serdetmişlerdir. Ancak fıkhın teferruat sayılan konularında değişik kanaat ve görüşler ileri sürmüşlerdir. Yukarıda da ifade edildiği gibi müctehidlerin değişik kanaat ileri sürmeleri mezheplerin orta­ya çıkmasına sebep olmuştur, şimdi mezheplerin bazı konulardaki ihtilâflarının sebeplerinin önemlilerini maddeler halinde özetleyelim:

1. Kur´ân´la İlgili İhtilâflar:

Kur´ân-ı Kerim, müteşâbih ve muhkem âyetlerden müteşekkildir. Müteşâ-bih âyetlerin tefsir ve te´vili genellikle Allah´a havale edilir. Muhkem âyetler ise te´vil ve tefsir edilebilir. Muhkem âyetlerin bazısı mensûh, bazısı nâsih, bazısı âmm, bazısı hâss ve şâiredir. İşte bu gibi durumlar sebebiyle fakihler ihtilâf et­mişler ve değişik kanaat ileri sürmüşlerdir. Mesela Kur´ân´da kuru kelimesi bulunmaktadır[3]. Hanefiler, bunu hayız, Şâfiiler ise tuhur (temizlik) olarak an­lamış ve tefsir etmişlerdir. Yine Kur´ân´da bulunan lems kelimesini, Şâfiiler ha­kikat, Hanefiler ise mecaz manasında anlamışlardır[4]. Bu sebeple Şâfiiler, abdestin kadına dokununca Hanefiler ise cinsi münasebetle bozulacağı hükmü­ne varmışlardır. Aynı şekilde Kur´ân´da bazı i´râb durumları, harfi çerler, fiille­rinin malum ve meçhul okunması durumları, bazı emir sıygalarının vücub veya nedb ifade edeceği durumları, ihtilâfa sebep olmuştur.[5]

2. Sünnetle İlgili İhtilâflar:

Bilindiği gibi hadisler, ilk devirlerde hem yazılı ve hem de şifahi olarak riva­yet ediliyordu. Bu sebeple hadislerden pek az bir kısmı, müctehidlerin bilgisi dı­şında bulunuyordu. Kendisine hadis ulaşmayan bir müctehidin, o hadisin kendilerine ulaşan müctehidlerden farklı bir şekilde ictihadda bulunması tabiidir. Diğer taraftan hadislerden bir kısmının sübûtu kâfi,bir kısmının ise sübûtu zannidir. Bu sebeple her mezhep sübutü kafi olanlarla amel ettikleri halde, sü-butü zannilerle amel ederken bir takım şartlar ileri sürmüşler ve ileri sürdükleri şartları taşıyan hadislerle amel etmişlerdir. Aynı şekilde hadislerin manaya delâ­let yönünden lafızları, Kur´ân´da olduğu gibi ihtilafa sebep olmuştur.

3. Sahabî Kavlî Ve Fetvasiyle İlgili İhtilaflar:

m Müctehidlerden bazıları sahabî kavlini mutlak olarak delil kabul ederken diğer bazıları bu konuda değişik tavır ortaya koymuşlar. Şöyle ki Malikiler, sahabi kavlini kıyasa tercih etmişlerdir. Buna mukabil Şafiiler bir sahabiye ait kavil ile amel edip etmemede serbest hareket etmişlerdir. Önceden de ifade edildiği gibi Hanefiler, sahabî kavlini hüccet olarak kabul etmişler ve onu kıyasa tercih et­mişlerdir. Burada ifade edelim ki müctehidler özellikle kendi bölgelerinde yaşa­yan sahabîlerin kavli ve fetvalariyle amel etmişlerdir.

4. Hükmün Ületiyle İlgili İhtilaf:

Bazı hükümlerin illeti nasslarla bildirildiği halde, bir kısmının illeti nasslar­la açıklanmamıştır. Müctehidler, hükmün, nasslarla belirtilmeyen illetini tesbit ederken, değişik kanaatler ileri sürmüşlerdir. Mesela, hadisde aralarında riba ce­reyan eden altı madde zikredilmiş, ancak hükmün illeti zikredilmemiştir. Hane­filer, hadisde zikri geçen buğday ve arpada riba hükmünün illeti olarak cins ve kile vasfını kabul etmişlerdir. Şafiiler, cins ve yiyecek vasfının, Malikiler de cins, yiyecek ve iddihar vasfının hükmün illeti olduğunu ileri sürmüşlerdir.

5. Bazı Fer´î Delillerle İlgili İhtilaf:

Mesela fer´î delillerden îstihsân´ı Hanefî ve Malikiler kabul ettikleri halde, Şafiiler buna şiddetle karşı çıkmışlardır. Aynı şekilde mezhepler, Mesalih-i Mür-sele, îstishab ve Zerâyi gibi fer´î delillerin hüccetliği hakkında ihtilafta bulun­muşlardır.

6. Örf Ve Âdetle İlgili İhtilaflar:

Malikiler, Medinelilerin örf ve adetlerine sıkı sıkıya bağlı kılmışlar ve bunu "Amelü Ehli Medine" olarak ifade etmişlerdir. Diğer mezhepler de gerek Medi­nelilerin ve gerekse kendi bölgelerindeki örf ve adetlerin -belirli şartlarla- hüccet olabileceğini kabul etmişlerdir.

7. Delillerin Tearuzu İle İlgili İhtilaflar:

Deliller arasında tearuz vuku bulması halinde, her mezheb kendisine has usul­leri kullanmak suretiyle tearuzu gidermeye çalışmıştır.

8. Hükümle İlgili İhtilaf:

Şer´î delillerden bir kısmı hem vücuba, hem nedbe ve hem de ibâheye delâlet edebilir. Bu durumda bir müctehid bunlardan herhangi birini şer´î hüküm olarak kabul edebilir. Yolcu için dört rekatlı namazların ikişer kılınmasının va-cib veya mubah olup olmaması bu kabildendir. Hanefiler, yolcunun dört rekath farz namazları ikişer rekat olarak kılmasını ıskat ruhsatı olarak kabul etmişler­ken, şafiiler bunu terfih ruhsatı olarak değerlendirmişlerdir.

9. Diğer Konularla İlgili İhtilaflar:

Mesela Şafiilere göre ´´menfaat" mal sayılırken, Hanefiler, bunu mal kabul etmezler. Bu sebeple Şafiilerde menfaatin tazmini gerektiği halde Hanefilerde ge­rekmez. Bugün tatbikat bakımından Şafiilerin görüşü daha elverişlidir.

6. MEZHEPLERİN İÇTİMAİ VE HUKUKİ HAYATTAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Bilindiği gibi dinin esasına taalluk eden meselelerde yani itikadi konularda ihtilâf edilmesi caiz değildir. Ancak fer´î meselelerde ihtilâfta bulunulması tec­viz edilmiştir. Bu da hikmet gereğidir. Bu sebeple bazı meselelerde istişareye, iç­tihada müsaade edilmiştir. Hadiste "Ümmetimin ihtilâfa düşmesi, kolaylığa vesile olacağı için geniş bir rahmettir" buyurulmuştur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), Sahabe ve Tâbiûn devirlerinde bile müşavereler yapılmış, çeşitli ihtilaflar ortaya çıkmış, çeşitli ictihadlarda bulunulmuştur.

Cenab´-i Hak, her olay hakkında kat´î bir nass göndermemiş, tali derecede­ki meselelerin çözümünü müctehidlerin reylerine bırakmıştır. Böylece Allah, müc-tehidleri sayesinde, kullarının fikren yükselmelerini, aklî muhakemelerinin inkişafını temin etmiş bulunmaktadır.

Fıkhın teferruatına ait meselelerde zaman ve mekana göre bazı değişiklikler meydana gelebilir ki, bu içtimai hayatın bir gereğidir. Bu sebeple cemiyette şart­lar ve ihtiyaçlar değiştikçe içtihadı hükümlerin de değişeceği prensibi kabul edil­miştir. Bu durumda müctehidlerin, asrın ihtiyaçlarına en uygun olan görüşüyle amel edilir ve böylece insanlar sıkıntılardan kurtarılmış olur.

İslâm dininde fert ve toplumun dinî, hukukî, İktisadî, içtimaî problemlerini çözmek, faziletli ve şerefli bir iştir. Bu problemler, ancak ilimde yüksek bir paye elde eden müctehidlerce sonuçlandırılabilir, çözümlenebilir. Müctehidler ise ay­nı konuda değişik ictihadlarda bulunabilirler. İnsanİar, aynı konudaki farklı ic-tihadlardan zaman ve mekana göre ihtiyaç ve şartlar değiştikçe faydalanabilirler.

Aynı şekilde Kur´ân ve Sünnet´te nasslar mahdud, olaylar ise nâmahdud-dur. Mahdud nasslann namütenahi olaylara tatbik edilmesinde farklı görüşlerin ortaya çıkması tabiidir. Farklı görüşler ise bir taraftan İslam Hukukunun geliş­mesini, diğer taraftan insanların problemlerinin kolayca çözülmesini temin eder.

Velhasıl, İslam Hukuku kıyamete kadar cemiyette meydana gelecek olayla­ra cevap verecek kudrettedir. O, kudret kaynağını Kur´ân ve Sünnet´ten almak­tadır. Bunların yanında bir de ietihad vardır ki, bununla her meseleye çözüm bulunur, insanların dini, iktisadi ve benzeri problemlerine cevap verilir.

7. FIKIH MEZHEPLERİNİN YAYILMASININ AMİLLERİ

Fıkıh mezheplerinin çeşitli bölgelere yayılmasında ve taraftar toplamasında siyasî, hukukî ve benzeri bir takım sebepler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları­nı sıralayalım:

1. Baştaki idarecilerin muayyen bir mezhebi desteklemesi: Abbasiler, Ebû Yusuf´un kadilkudatlığa getirilmesiyle Hanefî mezhebini desteklediler. Türk hü­kümdarları, genellikle Hanefî mezhebini tuttular. Mahmud b. Sebüktekin, Ni-zamülmülk, Selahaddin Eyyubî gibi hükümdar ve vezirler Şafiî mezhebini desteklediler. Maliki mezhebi, Endülüs´de himaye gördü.

2. Muayyen bir mezhebin hükümlerinin tedris edilmesi gayesiyle medrese ve vakıfların kurulması: Bazı hükümdar ve vezirler, medrese ve vakıf kurduktan sonra bu medrese ve vakfın vazife, gelir ve maaşlarını muayyen mezhep erbabı­na tahsis ettiler. Öğrenciler, bu medresede okuyup onun gelirlerinden istifade edebilmesi, müderrislerin bu medresede vazife yapabilmesi, maaş alabilmesi ve gelirlerinden istifade edebilmesi İçin dört mezhepden birine bağlanmak mecburi­yetinde kaldılar. Bu durum ise vakıf ve medresenin bulunduğa bölgede, hüküm ve esasları tedris edilen mezhebin yayılmasına sebep oldu.

3. Mezhep imamlarının fazla öğrenci yetiştirmeleri ve talebelerin gittikleri yerde imamlarının görüşlerini okutmaları, o mezhebin yayılmasına âmil olmuştur.

4. Mezheplerin esas ve hükümlerinin tedvin edilmesi: Bazı mezheplerin hü­kümlerinin tedvin edilmesi, o mezhebin devam etmesine ve yayılmasına sebep olmuştur. Hükümleri tedvin edilmeyen Leys b. Sa´d gibi müctehidlerin mezhep­leri ise zamanla unutulmuş ve yayılması durmuştur.

8. MEZHEPLERİN COĞRAFİ YAYILIŞI[6]

Biraz önce de ifade edildiği gibi fıkhı mezhepler, İslâm âleminde hicri 2. asır­dan itibaren yayılmış ve her mezhep belirli bölgelerde taraftar toplamıştır. Şimdi mezheplerin yayıldıkları bölgeleri gösterelim:

1. Hanefi Mezhebinin Yayıldığı Yerler: Hanefi mezhebi Abbasi devletinin hâkim olduğu bütün ülkelerde yayılmıştır. Abbasi devleti zamanında Ebû Yu­suf´un kadilkudat oluşu, bu mezhebin yayılmasına âmil olmuştur. Sanki bu mez­hep, devletin resmi mezhebi idi. Tabii halk tarafından da bu mezhebe büyük rağbet olmuştur. Ezcümle Irak, Türkiye, Türkistan, Horasan, Maveraünnehir, Kafkasya, Balkanlar ve Suriye´de Hanefi mezhebi kabul edilip halk tarafından uygulama sahasına konulmuştur. Hali hazırda dünyadaki müslümanların 2/3´ü Hanefi mezhebine mensuptur. Hanefi mezhebi Mısır´a Abbasiler zamanında resmi bir mezhep olarak gelmişse de halk üzerinde bir tesir icra edememiştir. Fatımi devletinin Mısır´ı işgal etmesiyle, Hanefi mezhebinin resmi otoritesini kaldırmış, .yerine Şia mezhebini hakim kılmıştır. Fatimiler yerine geçen Eyyübiler, Şafii mez­hebini desteklemişlerdir. Ancak Nureddin eş-Şehid (öl. 596) Hanefî mezhebini halk arasında yaymaya çalışmış ve bu mezhep için medreseler yaptırmıştır. Mem-lükler devrinde Mısır´da dört mezhebe göre kazai hükümler verilmiştir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa (öl. 1849 m.) Mısır´a hakim olunca tek başına Hanefi mezhe­bini resmi mezhep olarak ilan etmiştir. Hanefi mezhebi, Fas, Tunus, Cezayir´de yayılmamıştır.

2. Şafiî Mezhebinin yayıldığı yerler: Şafiî mezhebi özellikle Mısır´da yayıl­mıştır. Çünkü İmam Şafiî´nin son hayatı burada geçmiş ve Mezheb-i Cedîd´ini burada kurmuştu.

Mısır´da Fatımi devleti zamanında bile halk üzerindeki otoritesini muhafa­za eden Şafiî mezhebi, Eyyubİ Devletinin himayesine mazhar olmuştur. Mem-lükler de bu mezhebi Eyyübiler gibi devletin resmi mezhebi olarak kabul etmiştir. Ancak Memlüklerin sultanı Zahir Baybars, kadıların dört mezhebe göre tayin edilmesi fikrini ortaya atmıştır. Şam´da halk, Önceleri Evzai mezhebine bağlı idi. Fakat sonradan bu mezhebe bağlı olanlar, Şafiî mezhebine girdiler.

Şafiî mezhebi, Irak bölgesinde mevzii kalmıştır. Çünkü orada Hanefi mez­hebi, halk tarafından son derece benimsenmişti. Şafiî mezhebi, Türkiye´nin Gü­neydoğu, Doğu Anadolu bölgelerinde, İran´da, Sicistan ve Türkistan bölgelerinde Hanefi mezhebinin yayında yayılmıştır. Bu mezhep, Endülüs ve Mağrib´de ise bir yer işgal edememiştir.

3. Mâlikî Mezhebinin Yayıldığı Bölgeler: Mâliki mezhebi, Mısır´da, Afrika (Tunus, Cezayir, Fas, Sudarifda ve Endülüs´de yayılma imkânı bulmuştur. Hi­caz bölgesinde az sayıda Mâlikî mezhebine mensup şahsa rastlanır. Bu mezhep özellikle Endülüs Emevi Devletinin resmi mezhebi olması sebebiyle, orada hal­kın üzerinde müessir olmuştur.

4. Hanbelî Mezhebinin Yayıldığı yerler: Hanbelî mezhebi çok taraftar top-layamayan bir mezheptir. Bugün Suudi Arabistan´da bu mezhep, oldukça kuv­vetli bîr durumdadır.

5. Zeydiyye Mezhebinin Yayıldığı yerler: Bu mezhep Yemen´de yayılmıştır.

6. İmamîye Mezhebinin Yayıldığı Yerler: Bu mezhep, İran, Irak, Pakistan, Suriye ve Afganistan´da yayılmıştır.

7. Hariciye mezhebinin yayıldığı yerler: Bu mezhep, Oman, Ceziretülarab,

Cezayir ve Zengibar´da yayılmıştır.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn Kayyım, î´lâm, I, 77.

[2] Bilmen, I, 374.

[3] Bakara, 228.

[4] Mâide, 6.

[5] bk. Bakara, 285; Mâide, 6.

[6] Fuat Köprülü, Medeniyet-i İslamiye Tarihi, s. 287-8, 311-2; Ebû Zehra, Ebû Hanife, ter. O. Keskioğlu, s. 501-7; İmam Şafii, trc. O. Keskioğlu, s. 357-364; İslamda Fıkhı Mezhepler Tari­hi, trc. A. Şener, II, 187-190, III, 156-158, 264-265; Bilmen, I, 323.