Hakim

I- Hakim
a. Kur´ân´dan Deliller:
b. İcmâ Delili
c. Aklî Delil
2- HÜSÜN VE KUBUH
( (İYİLİK - KÖTÜLÜK)
A-Hüsün Ve Kubuh´un Manaları
B- Hüsün Ve Kubuh Hakkında Mezheblerin Görüşleri



1.FASIL

HÂKİM

I- Hakim[1]

Hiç şüphesiz vücûp (vacip), hürmet (haram) gibi hükümlerin bir hâkimi (vâ-zı´ı: hüküm koyucusu) vardır. Bu hükümleri vaz´ eden, Sâri´ Te´âlâ´dır. Kur´ân-ı Kerîm´de bazı âyetler, Cenâb-ı Hakk´m hüküm koyucu olduğunu göstermekte­dir. Müslümanlar bu hususta icmâ halindedirler. Akıl dahi, Cenâb-ı Hakk´m kanun koyucu olduğunu kabul etmektedir.

a. Kur´ân´dan Deliller:

"Allah hâkimler hâkimi değil midir?"[2] "Hüküm ancak Allah´ındır"[3] âyetleri, Allah´ın hüküm koymaya yetkili tek merci olduğunu ifade etmektedir. Bu esasa göre Allah´tan başka hüküm koyacak bir makam yoktur. Peygamberin bu husustaki vazifesi, Allah´ın hükümlerini tebliğ etmek, onları açıklamaktır. Müctehidlerin vazifeleri ise fıkıh usûlü ilminin koyduğu kaide ve esaslar çerçe­vesinde bu hükümleri tanıyıp ortaya koymaktır.

b. İcmâ Delili:

Bütün İslâm âlimleri, ittifakla şu hususu kabul etmişlerdir: Gerek nasslarda zikredilen ve gerekse müctehidlerin ictihâdlarıyla istinbât olunan hükümlerin kaynağı, Sâri´ Teâlâ´dır. Yani hüküm koyan Allah´tır.

c. Aklî Delil:[4]

İnsanlar ancak kaide ve kurallar altında düzenli, tertipli, huzurlu ve güvenli yaşayabilirler. Şu halde cemiyetin huzur ve güvenini temin edecek kaide ve ku­ralların ihdasına ihtiyaç vardır. İlimler, fenler ilerleyip medeniyet seviyesi yük­seldikçe, insanlar, kendi güven ve huzurlarını sağlayacak kaide ve kurallar­ın varlığına daha çok ihtiyaç duyarlar. Ancak hangi kaynaktan çıkacak ka­ide ve kurallar insanlar üzerinde istenilen ölçüde etkili olabilir? Başka bir ifade ile insanlar tarafından ihdas edilmiş kurallar mı, yoksa Yüce bir varlık (Allah) tarafından konulacak kurallar mı insanlar üzerinde daha etkili olabilir?

1. İnsanların akılları farklı olduğundan, birinin koyacağı hüküm ve kaide­leri, diğerleri uygun bulmayabilirler. Bazı konularda birlik sağlansa da pek çok konuda birlik temin edilememesi tabiidir. Şu husus da unutulmamalıdır ki, insan unsuru, her zaman aklıyla hareket edip karar veremez. Bazen, karar ve hareket­lerine hisler de karışmış olabilir. Şu halde akim koyacağı hüküm ve kaideler, bü­tün insanları istenilen ölçüde bir nokta etrafında toplamak gücünde değildir. Diğer taraftan, insanların akıllarıyla koyacakları hüküm ve kaidelerin uygulanması, sa­dece maddi kuvvet ve müeyyideye dayanır. Halbuki insanlar üzerinde en etkili kaideler, maddî müeyyidesi yanında manevî müeyyidesi bulunan kaide ve hü­kümlerdir.

2. Bütün insanları aynı hüküm ve kaidelerle mükellef ve sorumlu tutabil­mek, onları aynı hüküm ve kaidelere saygı ve riâyet ettirebilmek için dinin varlı­ğına ihtiyaç duyulmaktadır. Dinin getirdiği hukuk kaidelerinin maddî müeyyidesi yanında manevî müeyyidesi de bulunduğu için, onların tüm insanlar üzerinde daha etkili olması pek tabidir.

Netice itibariyle diyebiliriz ki, akıl dahi yüksek bir otorite "(Allah) tarafın­dan konan ve manevî müeyyidesi de bulunan hüküm ve kaidelerin insanlar üze­rinde istenilen Ölçüde etkili olabileceğini kabul eder.

Acaba Sâri´ Teâlâ bu hükümleri koymasaydı, insan aklı, bu hükümleri ko­yabilir miydi? Yani şeriat gelmeden önce akıl, fiillerdeki iyilik ve kötülükleri an­layıp bulabilir miydi? Bu, hüsün ve kubuh mes´elesidir. Bu konuda ihtilâf bulunmaktadır.

2- HÜSÜN VE KUBUH[5]

( (İYİLİK - KÖTÜLÜK)

A-Hüsün Ve Kubuh´un Manaları

İyi-kötü, hayır-şer, hak-bâtıl gibi fazilet, rezalet, güzellik ve çirkinlikleri ifade eden ne kadar kelime varsa, bunların hepsinin muhtevası, hüsün ve kubuh ıstı­lahlarının içerisinde bulunmaktadır. Şimdi hüsün ve kubuh tabirleri üzerinde bilgi verelim:

Geniş manada hüsün ve kubuh; insan, insan fiilleri, eşya ve her şeye şâmil olmak üzere güzellik ve çirkinliği, dar manada ise; insanın fiillerinde güzellik ve çirkinlik olan iyilik ve kötülüğü ifade eder. Burada daha ziyade insanların fiil ve davranışları bahis konusu edildiği için, hüsün ve kubuh dar manada ele alına­rak tetkike tabi tutulacaktır.

Esas itibariyle hüsün (güzellik) ve kubuh (çirkinlik, kötülük) dört manada

kullanılır.

a. Bir kemâl sıfatı olan ve insanın değerini yükselten vasf ve özellikler hü­sün böyle olmayanlar ise yani bir noksanlık sıfatı olan ve insan değerini alçaltan vasıf ve özellikler ise kubuhtur. Mesela; bilgi (ilim) güzel, bilgisizlik (cehl) ise kötü­dür. Çünkü bilgi insanı yücelten bir vasıftır. Cehalet ise bunun tam zıddıdır,

b. İnsanın maksat ve gayesine uygun olan şeyler güzel (hasen), aykırı ve uy­gun olmayanlar ise kubuhdur. Mesela; adalet güzel, zulüm ise kötüdür.

c. İnsan tabiatına uygun olan ve hoşuna giden şeyler hüsün, insanın tabia­tına aykırı olan ve hoşuna gitmeyenler ise kubuhtur. Mesela; tatlı güzel, acı ise kötüdür. Herkes tatlıyı sever, zehir gibi-acıdan hoşlanmaz.

Bu üç mana itibariyle hüsün ve kubuh aklîdir. Yani bunların güzelliğini, çir­kinliğini akıl anlayabilir. Başka bir ifadeyle, Sâri´ tarafından bir bilgi gelmemiş olsa bile, yine de İnsanlar akıllarıyla bu konularda hangi şeyin iyi ve hangi şeyin kötü olduğu hükmüne varabilirler.

d. Dünyada medhe (övmeye ve takdir etmeye), ahirette sevaba vesile olan şey­ler, hüsün dünyada zemme (kınamaya), ahirette ikâba (cezaya) sebebiyet veren şeyler ise kubuhtur. Bu mana itibariyle, Allah´a iman, adalet, ibâdetlerden her biri güzeldir. Küfür, düşmanlık, günahlardan herbiri ise kötüdür. Burada "hüsün-kubuh" tabirlerinden kastedilen mana, işte bu son dar manadır. Bu manaya gö­re "hüsün ve kubuh" lafızlarının güzellik ve çirkinlik olarak değil, "iyilik ve kötülük" şeklinde terceme edilmesi daha uygun olur. Ancak biz yer yer hüsün için iyilik güzellik, kubuh için kötülük, çirkinlik tabirlerini kullanacağız.

İşte bu manaca hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir? Yani haddizatında ve gerçekten insanın fiillerinde iyilik ve kötülük var mıdır, yok mudur? Şeriat gelmeden akıl, kendi başına fiillerde iyilik ve kötülük denilen şeyleri anlayabilir, kavrayabilir mi? Yoksa iyilik -ve kötülük şeriatın bildîrmesiyle mi öğrenilebilir? İşte bu konuda mezhepler ihtilâfta bulunmuşlardır.

B- Hüsün Ve Kubuh Hakkında Mezheblerin Görüşleri

Hüsün ve kubuh mes´elesinde Mutezile, Eş´ariyye ve Mâturîdiyye mezhep­lerinin görüşleri önem arzetmektedir. Bu mezheplerin bu konudaki görüşleri tet­kik edilirken aşağıda zikredilen soruların cevapları verilmiş olacaktır.

1. Hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir?

2. Kendilerine din gelmeyen insanların dünyevî-uhrevî mes´uliyetleri var

mıdır?

3. Hükmü nassla açıklanmayan bir konuda akıl, hüküm kaynağı (hâkim)

olabilir mi?

a. Hüsün ve kubuh´un aklîliği ve şer´îliği meselesi:

Bütün mezhepler ittifakla şu hususu kabul etmişlerdir: Cenâb-ı Hakk´ın ya­pılmasını istediği her şey hasen (iyi), yapılmasını yasakladığı (nehyettiği) her şey de kabîh (kötü)dir.

Emredilen şey (me´mûrun bih), haddi zatında Ve gerçekten iyi ve güzel ol­duğu için mi emredilmiştir, yoksa yapılması emredildiği için mi iyi ve güzel ol­muştur? Nehyedilen şey (menhiyyün anh: yasaklanan) gerçekten kötü olduğu için mi nehyedilmiştir, yoksa yasaklandığı için mi kötü olmuştur? Başka bir ifadeyle hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir? Bu konuda ihtilâf vardır. Yukarıda ba­his konusu edilen üç mezhebin bu konudaki görüşlerini ayrı ayrı verelim:

1. Mutezile mezhebinin görüşü: Mutezile mezhebine göre eşya bizatihi gü­zel ve çirkindir. Güzel, güzel olduğu için emredilmiştir. Bizatihi çirkin de kötü olduğu için nehyolunmuştur. Mutezile´ye göre Allah, emretmezden önce de in­san akh eşyada güzelliği anlar ve Allah me´mûrun bih (emrolunan) güzel olduğu için onu emretmiştir. Mutezile´nin bu görüşü "güzel, güzel olduğu için emrolun-du, kötü de çirkin olduğu için nehyolundu" cümlesiyle özetlenebilir. Şu halde Mutezile´ye göre hüsün ve kubuhun anlaşılması akla dayanır. Aklın güzel dediği şey Allah katında da güzeldir. İnsanların çirkin gördüğü şey Allah katında da kötüdür. Tek kelimeyle Mutezile´ye göre hüsün ve kubuh aklîdir, şer´î değildir.

2. Eş´arî mezhebinin görüşü: "Allah, eşyanın güzellerini, fenalarını takdir etti (yazdı). Sonra güzellerin güzelliklerini, fenaların da çirkinliklerini açıkla­dı..."[6] hadis~i kudsisi, hüsün ve kubuh meselesiyle ilgilidir.

Bu ve benzeri nasslan görüşlerine esas kabul eden Eş´arî mezhebine göre eşyada güzelliği, çirkinliği Allah takdir edip güzellerin işlenmesini, çirkinlerden kaçılmasını emretmiştir. Bu mezhebe göre eşyadaki güzellik, çirkinlik zaü değil­dir. Belki Şâri´in takdiriyle meydana gelen geçici bir vasıftır. Allah, namazın fe­nalığını takdir etseydi çirkin olurdu. Şerrin güzelliğini isteseydi, bu da güzel olurdu. Bu mezhebe göre Allah güzelin işlenmesini emrettikten sonra insanlar güzeldeki güzellik vasfını anlayabilirler. Bu mezhebin görüşü "Güzel, Allah em­retti de öyle güzel oldu. Çirkin de Allah nehyetti de öyle çirkin oldu" cümlele­riyle ifade olunabilir. Bu bakımdan bir şeyin güzel veya çirkin olduğuna hükmeden Sâri´ Teâlâ´dır. Akıl ise, Şari´in bu husustaki hitabını, hükmünü anlamak için bir âlettir, bir vasıtadır. Bu duruma göre bu mezhebe hüsün ve kubuh şer´îdir,

aklî değildir.

3. Mâturidî mezhebinin görüşü: Cenâb-ı Hakk´ın emrettiği her şey hasen-dir. Çünkü o, hiçbir zaman kötü bir şeyin yapılmasıyla emirde bulunmaz. Cenâb-ı Hakk, Hakîm´dir. Hakîm olduğu için de bir şeyin yapılmasını emrettiğinde, an­cak onun güzelliği sebebiyle emreder. Kötü bir şeyin yapılmasını emretmek, hik­metle bağdaşmaz. Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk´ın yapılmasını yasakladığı bir şey de kötüdür. "Allah fahşayı emretmez..."[7] "Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği (ihsanı) akrabaya (muhtaç oldukları şeyi) vermeyi emreder, taşkın kötülükler­den, münkerden, zulüm ve kibirlenmeden nehyeder"[8] âyetleri Şâri´in adalet, ihsan gibi iyilikleri emretmesinden ve münker, fahşayı nehyetmesinden Önce gü­zellik ve çirkinlik vasıflarının bu fiillerde mevcut olduğunu göstermektedir. An­cak bu, konuda hâkim olan akıl değil, şeriattır. Çünkü hasen olan bir şeyden dolayı Allah´ın ahirette mükâfat vereceğine akıl hükmedemez.

Mâturidiyye mezhebinin bu konudaki görüşü "Allah, memurun anh ´ı güzel olduğu için emretti, menhiyyün anh´ı da kötü olduğu için nehyetti. Akıl hüsün ve kubuhu anlar, ancak hükümde bulunamaz" cümleleriyle özetlenebilir. Şu halde Mâturidî mezhebine göre, hüsün ve kubuh aklî, hüküm ise şer´îdir. Memurun bihin güzelliği akıl ile idrak olunur fakat, onun hakkında şeriat hükmü bulunur.

b. İnsanların Ahirette Sorumlu Tutulması:

Cenâb-ı Hakk şer´î hükümleri peygamberleri vasıtasıyla kullarına tebliğ et­miş, onlara kitaplar göndermiştir. Gönderilen kitaplarda, fiillerde iyilik ve kö­tülük mes´elesi açıklanmıştır. Allah´ın emirlerine uyup, nehiylerinden içtinap edenlerin ahirette sevaplandırılacağı, emirlere uymayanların, nehiyleri işleyenle­rin cezalandırılacağı ifade olunmuştur. Bu konuda bütün mezheplerler aynı ka­naati paylaşmaktadırlar.

Ancak İslâm âlimleri şu konuda farklı düşüncelere sahip olmuşlardır: Allah, hükümlerini peygamberi vasıtasıyla göndermiş olduğu kitapta açıklamamış olsaydı akıl onları bulmağa muktedir olabilir miydi? Başka bir ifadeyle, insan aklıyla hüsün ve kubuhu bulabilir miydi? Kendisine şeriat ve din gelmeyen bir insan aklıyla iyi ve kötüyü bulup ona uymak mecburiyetinde midir? Fiillerinden ötürü Ahirette sorumlu tutulacak mıdır? Mezheplerin bu konudaki görüşlerini ayrı ayrı verelim:

1- Mutezile Mezhebinin Görüşü: Bu mezhebe göre bizatihi hüsün ve kubuh akılla kavranabilir. Yani, insan, aklıyla Allah´ın hükümlerini bulabilir. Bunla­rın bilinmesi zarurî bir şeydir. İnsanlar akıllanyla zulmün kötü olduğunu, adale­tin iyi olduğunu, yalanın çirkinliğini, doğruluğun güzelliğini bilebilirler. Mesela, Hak Teâla´ya iman haddizatında güzeldir. Bunun güzelliğini şerîat açıklamasa da akıl idrak edebilir. Namaz kılmanın, zekât vermenin güzelliği de böyledir. Cenab-ı Hakk´ın hitabı bulunmasa bile insan bu gibi güzel amelleri takdir edebilir. Mutezile mezhebine göre peygamber gönderilmeyen devreler (fetret devri) ile dünyanın meçhul bölgelerinde yaşayıp kendilerine dinin tebliği ulaşmayan in­sanlar bizatihi güzel olan şeyleri yapmakla, bizatihi kötü olan şeylerden uzaklaş­makla mükelleftirler. Onların da yalan söylemeleri haramdır, doğru sözlü olmaları vaciptir. Onlar da Ahirette zulümlerinden ötürü ceza, adaletli davranışlarından dolayı mükâfat göreceklerdir.

2. Eş´ârî Mezhebinin Görüşü: Eş´arîlerin, hüsün ve kubühun akılla biline­meyeceği görüşünde olduklarını biraz Önce söylemiştik. Onlara göre hüsün ve kubuh Allah´ın bildirmesiyîe bilinebilir. Bu sebeple kendilerine Allah´ın emir ve nehiyleri gelmeyen veya ulaşmayan insanlar iyi ve kötüyü bulmakla mükellef de­ğillerdir. Dolayısıyle fetret devrinde yaşayan insanlar ile kendilerine şerîat ulaş­mayan kimseler ahirette mes´ul tutulmazlar," İyi fiillerinden dolayı mükâfatlandırılmaz ve kötü fiillerinden dolayı da cezalandırılmazlar. Nitekim "Biz herhangi bir topluma peygamber göndermedikçe, onları azaplandırmayız"[9] âyeti bu konuda bir delildir.

3. Mâturîdî Mezhebinin Görüşü: Mâturidîlere göre insan fiillerinin netice­sinde onların iyi veya kötü olduklarına dair bir takım işaretlerin bulunduğunu görür. Bu işaretlere istinaden aklıyla bizatihi kötüyü, bizatihi iyiyi bulabilir. Fa­kat bazı hususlar vardır ki Allah onların iyi veya kötü olduğunu açıklamadıkça insanlar mücerret akıllanyla o hususlar hakkında iyi veya kötüdür diye bir hü­kümde bulunamazlar.

Ancak akıl fiillerdeki işaretlere bakarak onlar hakkında iyi veya kötüdür diye bir hükme varsa da, insan şeriat gelmedikçe mes´ul tutulamaz. Yani, insan­lara şerîat gelecek, insan ona uyacak, iyi işlerinden ötürü sevap kazanacak, kötü fiillerinden ötürü ahirette cezaya çarptırılacaktır. Evet, akıl nass bulunmazsa tek başına bir hükümde bulunamaz. O mutlaka nasstan yardım görmelidir. Ancak bu hususta "Allah´a iman" istisna edilmelidir. Fetret devrinde yaşayan insanlar da akıllanyla Allah´a iman etmenin güzel olduğunu anlayabilirler. Bu sebeple

onlar, Allah´ın varlığına inanmak mecburiyetindedirler. Ahirette bu konuda so­rumlu tutulacaklardır. Yani Allah´a inananlar sevaplandınlacak. İnanmayanlar cezalandırılacaktır. Mâturidîler, "Biz bir topluma peygamber göndermedikçe, onu azaplandırmayız..." âyetini, "bu âyette azaptan murat dünyevî bir azaptır. Veya fetret zamanında namaz, oruç gibi şey ile teklif bulunmadığı cihetle bun­lardan dolayı azap gerekmediğini beyan etmektir" şeklinde tefsir ederler.

c. Akıl Hüküm Kaynağı Olabilir mi?

İslâm dininin gelişinden sonra, Allah´ın hükmünün, peygamberce tebliğ edil­miş olan Kur´ân veya sünnet vasıtasıyla idrak olunabileceğinde âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. Ancak hükmü nass ile açıklanmayan bir konuda aklın hü­küm kaynağı olup olamayacağı ihtilâf konusudur.

Eş´ârî ve Mâturidî mezheplerine göre akıl hükümlerin kaynağı olamaz. Hü­küm koyma yetkisi sadece Allah´a aittir. İnsan nasslar ışığı altında istidlal yapıp o konuda Allah´ın hükmünün ne olduğunu keşfedebilir. Mutezile mezhebine göre akıl bu konuda hüküm kaynağı olabilir. Yani nasslarda hüküm bulunmayan mes´-elelerin hükmü akıl tarafından verilir. Akıl onu güzel bulursa ona uymak vacip olur, kötü bulursa o da haram olur. Ondan kaçınmak gerekir. Çünkü Allah´ın hükmünün esası fiillerde güzellik ve çirkinliktir. Herhangi bir mes´elenin hükmü nasslarda açıklanmamış ise Sâri´, bize fiildeki güzellik ve çirkinliğe dayanarak akla müracaat edip onun vasıtasıyla hükmü anlamamıza izin vermiş olacaktır.

M. Seyyid Bey bu konuda pek yanlış olarak Mutezile hakkında meydana gelen bir kanaati tashih ederken şöyle demektedir:

"...îcâb ve tahrîm, yani vacip kılmak, haram kılmak manasına "hüküm" ancak kanun koyucu Cenâb-ı Hakk´a mahsustur. Bu hususta Cenâb-ı Hakk´-dan başka hâkim yoktur. Akıl bu manada hâkim değildir. Bu konuda Mutezile de dahil olduğu halde İslâm Dini´ne intisap iddiasında bulunan hiçbir mezhebin

ihtilâfı yoktur.

"Vakıa Molla Hüsrev, îbn Kemâl gibi bazı müteahhirîn ulemâsı tarafından Mutezile´nin bu babda aklı hâkim kıldığı beyan olunuyorsa da doğru değildir. Bunlar Mutezile ´nin ne kitaplarını görmüşler, ne de maksatlarını anlamışlar. İn­celemeleri sathidir. İbn Hümâm, Müsellemü´s-Sübût müellifi gibi âlimlerin in­celemelerine göre Mutezile ´nin bu meselede muhalefeti yoktur. Çünkü zikredilen manaya göre aklı hakim kılmak demek, aklı vâzı-ı şeriat (kanun koyucu) yap­mak, din ve şeriattan müstağni kılmak demek olur ki, Müsellemü´s-Sübût Şâri-hi´nin de dediği gibi müslümanlık iddiasında bulunanların lisanına yakışmaz.

"Ancak hüküm "Bu fiil güzeldir, şu fiil çirkindir" gibi kelâm-ı ihbârîdeki nisbet-i haberiyyeyi idrak ve iz´ân manasına alınırsa bu takdirde akıl, Mutezile­ye göre hüsün ve kubuh ile hâkim olabilir. Lâkin bu surette hâkim lafzının ma­nasını vacip kılan, haram kılan; başka bir tabirle şer´î hükümleri va´zeden demek olmayıp belki hüsün ve kubuhu idrak eden demek olur. Beyan olduğu üzere bunda Mutezile yalnız değildir. Mâturidîlerin cumhuru, yani Hanefî fakîhleri dahi on­larla beraberdir."[10]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bu konuda fazla bilgi için bk. Mir´ât, s. 561 ve dev; Fevâtih, I, 35.

[2] Tîn, 8.

[3] Enam,57

[4] Seyyîd Bey, II, 209-210.

[5] Bu konuda fazla bilgi için bk. Serahsî, I, 60 ve dev.: Mir´ât, s. 116 vd.: Teftezânî,Telvîh,s.297 vd Tecrîd, XII, 196-7: İbn Melek, s. 47 vd. SeyyîdBey, II, 209 vd.; Bilmen, I, 54; Telhis, s. 83 vd.

[6] Müslim, K. İmân, 59; Tecrîd, XII, 196-197.

[7] A´râf, 28.

[8] Nahl, 90.

[9] İsra,15

[10] Seyyîd Bey, II, 214-215.