Hakim
I- Hakim
a. Kur´ân´dan Deliller:
b. İcmâ Delili
c. Aklî Delil
2- HÜSÜN VE KUBUH
( (İYİLİK - KÖTÜLÜK)
A-Hüsün Ve Kubuh´un Manaları
B- Hüsün Ve Kubuh Hakkında Mezheblerin Görüşleri
1.FASIL
HÂKİM
I- Hakim[1]
Hiç şüphesiz vücûp (vacip), hürmet (haram) gibi hükümlerin bir hâkimi (vâ-zı´ı: hüküm koyucusu) vardır. Bu hükümleri vaz´ eden, Sâri´ Te´âlâ´dır. Kur´ân-ı Kerîm´de bazı âyetler, Cenâb-ı Hakk´m hüküm koyucu olduğunu göstermektedir. Müslümanlar bu hususta icmâ halindedirler. Akıl dahi, Cenâb-ı Hakk´m kanun koyucu olduğunu kabul etmektedir.
a. Kur´ân´dan Deliller:
"Allah hâkimler hâkimi değil midir?"[2] "Hüküm ancak Allah´ındır"[3] âyetleri, Allah´ın hüküm koymaya yetkili tek merci olduğunu ifade etmektedir. Bu esasa göre Allah´tan başka hüküm koyacak bir makam yoktur. Peygamberin bu husustaki vazifesi, Allah´ın hükümlerini tebliğ etmek, onları açıklamaktır. Müctehidlerin vazifeleri ise fıkıh usûlü ilminin koyduğu kaide ve esaslar çerçevesinde bu hükümleri tanıyıp ortaya koymaktır.
b. İcmâ Delili:
Bütün İslâm âlimleri, ittifakla şu hususu kabul etmişlerdir: Gerek nasslarda zikredilen ve gerekse müctehidlerin ictihâdlarıyla istinbât olunan hükümlerin kaynağı, Sâri´ Teâlâ´dır. Yani hüküm koyan Allah´tır.
c. Aklî Delil:[4]
İnsanlar ancak kaide ve kurallar altında düzenli, tertipli, huzurlu ve güvenli yaşayabilirler. Şu halde cemiyetin huzur ve güvenini temin edecek kaide ve kuralların ihdasına ihtiyaç vardır. İlimler, fenler ilerleyip medeniyet seviyesi yükseldikçe, insanlar, kendi güven ve huzurlarını sağlayacak kaide ve kuralların varlığına daha çok ihtiyaç duyarlar. Ancak hangi kaynaktan çıkacak kaide ve kurallar insanlar üzerinde istenilen ölçüde etkili olabilir? Başka bir ifade ile insanlar tarafından ihdas edilmiş kurallar mı, yoksa Yüce bir varlık (Allah) tarafından konulacak kurallar mı insanlar üzerinde daha etkili olabilir?
1. İnsanların akılları farklı olduğundan, birinin koyacağı hüküm ve kaideleri, diğerleri uygun bulmayabilirler. Bazı konularda birlik sağlansa da pek çok konuda birlik temin edilememesi tabiidir. Şu husus da unutulmamalıdır ki, insan unsuru, her zaman aklıyla hareket edip karar veremez. Bazen, karar ve hareketlerine hisler de karışmış olabilir. Şu halde akim koyacağı hüküm ve kaideler, bütün insanları istenilen ölçüde bir nokta etrafında toplamak gücünde değildir. Diğer taraftan, insanların akıllarıyla koyacakları hüküm ve kaidelerin uygulanması, sadece maddi kuvvet ve müeyyideye dayanır. Halbuki insanlar üzerinde en etkili kaideler, maddî müeyyidesi yanında manevî müeyyidesi bulunan kaide ve hükümlerdir.
2. Bütün insanları aynı hüküm ve kaidelerle mükellef ve sorumlu tutabilmek, onları aynı hüküm ve kaidelere saygı ve riâyet ettirebilmek için dinin varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. Dinin getirdiği hukuk kaidelerinin maddî müeyyidesi yanında manevî müeyyidesi de bulunduğu için, onların tüm insanlar üzerinde daha etkili olması pek tabidir.
Netice itibariyle diyebiliriz ki, akıl dahi yüksek bir otorite "(Allah) tarafından konan ve manevî müeyyidesi de bulunan hüküm ve kaidelerin insanlar üzerinde istenilen Ölçüde etkili olabileceğini kabul eder.
Acaba Sâri´ Teâlâ bu hükümleri koymasaydı, insan aklı, bu hükümleri koyabilir miydi? Yani şeriat gelmeden önce akıl, fiillerdeki iyilik ve kötülükleri anlayıp bulabilir miydi? Bu, hüsün ve kubuh mes´elesidir. Bu konuda ihtilâf bulunmaktadır.
2- HÜSÜN VE KUBUH[5]
( (İYİLİK - KÖTÜLÜK)
A-Hüsün Ve Kubuh´un Manaları
İyi-kötü, hayır-şer, hak-bâtıl gibi fazilet, rezalet, güzellik ve çirkinlikleri ifade eden ne kadar kelime varsa, bunların hepsinin muhtevası, hüsün ve kubuh ıstılahlarının içerisinde bulunmaktadır. Şimdi hüsün ve kubuh tabirleri üzerinde bilgi verelim:
Geniş manada hüsün ve kubuh; insan, insan fiilleri, eşya ve her şeye şâmil olmak üzere güzellik ve çirkinliği, dar manada ise; insanın fiillerinde güzellik ve çirkinlik olan iyilik ve kötülüğü ifade eder. Burada daha ziyade insanların fiil ve davranışları bahis konusu edildiği için, hüsün ve kubuh dar manada ele alınarak tetkike tabi tutulacaktır.
Esas itibariyle hüsün (güzellik) ve kubuh (çirkinlik, kötülük) dört manada
kullanılır.
a. Bir kemâl sıfatı olan ve insanın değerini yükselten vasf ve özellikler hüsün böyle olmayanlar ise yani bir noksanlık sıfatı olan ve insan değerini alçaltan vasıf ve özellikler ise kubuhtur. Mesela; bilgi (ilim) güzel, bilgisizlik (cehl) ise kötüdür. Çünkü bilgi insanı yücelten bir vasıftır. Cehalet ise bunun tam zıddıdır,
b. İnsanın maksat ve gayesine uygun olan şeyler güzel (hasen), aykırı ve uygun olmayanlar ise kubuhdur. Mesela; adalet güzel, zulüm ise kötüdür.
c. İnsan tabiatına uygun olan ve hoşuna giden şeyler hüsün, insanın tabiatına aykırı olan ve hoşuna gitmeyenler ise kubuhtur. Mesela; tatlı güzel, acı ise kötüdür. Herkes tatlıyı sever, zehir gibi-acıdan hoşlanmaz.
Bu üç mana itibariyle hüsün ve kubuh aklîdir. Yani bunların güzelliğini, çirkinliğini akıl anlayabilir. Başka bir ifadeyle, Sâri´ tarafından bir bilgi gelmemiş olsa bile, yine de İnsanlar akıllarıyla bu konularda hangi şeyin iyi ve hangi şeyin kötü olduğu hükmüne varabilirler.
d. Dünyada medhe (övmeye ve takdir etmeye), ahirette sevaba vesile olan şeyler, hüsün dünyada zemme (kınamaya), ahirette ikâba (cezaya) sebebiyet veren şeyler ise kubuhtur. Bu mana itibariyle, Allah´a iman, adalet, ibâdetlerden her biri güzeldir. Küfür, düşmanlık, günahlardan herbiri ise kötüdür. Burada "hüsün-kubuh" tabirlerinden kastedilen mana, işte bu son dar manadır. Bu manaya göre "hüsün ve kubuh" lafızlarının güzellik ve çirkinlik olarak değil, "iyilik ve kötülük" şeklinde terceme edilmesi daha uygun olur. Ancak biz yer yer hüsün için iyilik güzellik, kubuh için kötülük, çirkinlik tabirlerini kullanacağız.
İşte bu manaca hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir? Yani haddizatında ve gerçekten insanın fiillerinde iyilik ve kötülük var mıdır, yok mudur? Şeriat gelmeden akıl, kendi başına fiillerde iyilik ve kötülük denilen şeyleri anlayabilir, kavrayabilir mi? Yoksa iyilik -ve kötülük şeriatın bildîrmesiyle mi öğrenilebilir? İşte bu konuda mezhepler ihtilâfta bulunmuşlardır.
B- Hüsün Ve Kubuh Hakkında Mezheblerin Görüşleri
Hüsün ve kubuh mes´elesinde Mutezile, Eş´ariyye ve Mâturîdiyye mezheplerinin görüşleri önem arzetmektedir. Bu mezheplerin bu konudaki görüşleri tetkik edilirken aşağıda zikredilen soruların cevapları verilmiş olacaktır.
1. Hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir?
2. Kendilerine din gelmeyen insanların dünyevî-uhrevî mes´uliyetleri var
mıdır?
3. Hükmü nassla açıklanmayan bir konuda akıl, hüküm kaynağı (hâkim)
olabilir mi?
a. Hüsün ve kubuh´un aklîliği ve şer´îliği meselesi:
Bütün mezhepler ittifakla şu hususu kabul etmişlerdir: Cenâb-ı Hakk´ın yapılmasını istediği her şey hasen (iyi), yapılmasını yasakladığı (nehyettiği) her şey de kabîh (kötü)dir.
Emredilen şey (me´mûrun bih), haddi zatında Ve gerçekten iyi ve güzel olduğu için mi emredilmiştir, yoksa yapılması emredildiği için mi iyi ve güzel olmuştur? Nehyedilen şey (menhiyyün anh: yasaklanan) gerçekten kötü olduğu için mi nehyedilmiştir, yoksa yasaklandığı için mi kötü olmuştur? Başka bir ifadeyle hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir? Bu konuda ihtilâf vardır. Yukarıda bahis konusu edilen üç mezhebin bu konudaki görüşlerini ayrı ayrı verelim:
1. Mutezile mezhebinin görüşü: Mutezile mezhebine göre eşya bizatihi güzel ve çirkindir. Güzel, güzel olduğu için emredilmiştir. Bizatihi çirkin de kötü olduğu için nehyolunmuştur. Mutezile´ye göre Allah, emretmezden önce de insan akh eşyada güzelliği anlar ve Allah me´mûrun bih (emrolunan) güzel olduğu için onu emretmiştir. Mutezile´nin bu görüşü "güzel, güzel olduğu için emrolun-du, kötü de çirkin olduğu için nehyolundu" cümlesiyle özetlenebilir. Şu halde Mutezile´ye göre hüsün ve kubuhun anlaşılması akla dayanır. Aklın güzel dediği şey Allah katında da güzeldir. İnsanların çirkin gördüğü şey Allah katında da kötüdür. Tek kelimeyle Mutezile´ye göre hüsün ve kubuh aklîdir, şer´î değildir.
2. Eş´arî mezhebinin görüşü: "Allah, eşyanın güzellerini, fenalarını takdir etti (yazdı). Sonra güzellerin güzelliklerini, fenaların da çirkinliklerini açıkladı..."[6] hadis~i kudsisi, hüsün ve kubuh meselesiyle ilgilidir.
Bu ve benzeri nasslan görüşlerine esas kabul eden Eş´arî mezhebine göre eşyada güzelliği, çirkinliği Allah takdir edip güzellerin işlenmesini, çirkinlerden kaçılmasını emretmiştir. Bu mezhebe göre eşyadaki güzellik, çirkinlik zaü değildir. Belki Şâri´in takdiriyle meydana gelen geçici bir vasıftır. Allah, namazın fenalığını takdir etseydi çirkin olurdu. Şerrin güzelliğini isteseydi, bu da güzel olurdu. Bu mezhebe göre Allah güzelin işlenmesini emrettikten sonra insanlar güzeldeki güzellik vasfını anlayabilirler. Bu mezhebin görüşü "Güzel, Allah emretti de öyle güzel oldu. Çirkin de Allah nehyetti de öyle çirkin oldu" cümleleriyle ifade olunabilir. Bu bakımdan bir şeyin güzel veya çirkin olduğuna hükmeden Sâri´ Teâlâ´dır. Akıl ise, Şari´in bu husustaki hitabını, hükmünü anlamak için bir âlettir, bir vasıtadır. Bu duruma göre bu mezhebe hüsün ve kubuh şer´îdir,
aklî değildir.
3. Mâturidî mezhebinin görüşü: Cenâb-ı Hakk´ın emrettiği her şey hasen-dir. Çünkü o, hiçbir zaman kötü bir şeyin yapılmasıyla emirde bulunmaz. Cenâb-ı Hakk, Hakîm´dir. Hakîm olduğu için de bir şeyin yapılmasını emrettiğinde, ancak onun güzelliği sebebiyle emreder. Kötü bir şeyin yapılmasını emretmek, hikmetle bağdaşmaz. Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk´ın yapılmasını yasakladığı bir şey de kötüdür. "Allah fahşayı emretmez..."[7] "Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği (ihsanı) akrabaya (muhtaç oldukları şeyi) vermeyi emreder, taşkın kötülüklerden, münkerden, zulüm ve kibirlenmeden nehyeder"[8] âyetleri Şâri´in adalet, ihsan gibi iyilikleri emretmesinden ve münker, fahşayı nehyetmesinden Önce güzellik ve çirkinlik vasıflarının bu fiillerde mevcut olduğunu göstermektedir. Ancak bu, konuda hâkim olan akıl değil, şeriattır. Çünkü hasen olan bir şeyden dolayı Allah´ın ahirette mükâfat vereceğine akıl hükmedemez.
Mâturidiyye mezhebinin bu konudaki görüşü "Allah, memurun anh ´ı güzel olduğu için emretti, menhiyyün anh´ı da kötü olduğu için nehyetti. Akıl hüsün ve kubuhu anlar, ancak hükümde bulunamaz" cümleleriyle özetlenebilir. Şu halde Mâturidî mezhebine göre, hüsün ve kubuh aklî, hüküm ise şer´îdir. Memurun bihin güzelliği akıl ile idrak olunur fakat, onun hakkında şeriat hükmü bulunur.
b. İnsanların Ahirette Sorumlu Tutulması:
Cenâb-ı Hakk şer´î hükümleri peygamberleri vasıtasıyla kullarına tebliğ etmiş, onlara kitaplar göndermiştir. Gönderilen kitaplarda, fiillerde iyilik ve kötülük mes´elesi açıklanmıştır. Allah´ın emirlerine uyup, nehiylerinden içtinap edenlerin ahirette sevaplandırılacağı, emirlere uymayanların, nehiyleri işleyenlerin cezalandırılacağı ifade olunmuştur. Bu konuda bütün mezheplerler aynı kanaati paylaşmaktadırlar.
Ancak İslâm âlimleri şu konuda farklı düşüncelere sahip olmuşlardır: Allah, hükümlerini peygamberi vasıtasıyla göndermiş olduğu kitapta açıklamamış olsaydı akıl onları bulmağa muktedir olabilir miydi? Başka bir ifadeyle, insan aklıyla hüsün ve kubuhu bulabilir miydi? Kendisine şeriat ve din gelmeyen bir insan aklıyla iyi ve kötüyü bulup ona uymak mecburiyetinde midir? Fiillerinden ötürü Ahirette sorumlu tutulacak mıdır? Mezheplerin bu konudaki görüşlerini ayrı ayrı verelim:
1- Mutezile Mezhebinin Görüşü: Bu mezhebe göre bizatihi hüsün ve kubuh akılla kavranabilir. Yani, insan, aklıyla Allah´ın hükümlerini bulabilir. Bunların bilinmesi zarurî bir şeydir. İnsanlar akıllanyla zulmün kötü olduğunu, adaletin iyi olduğunu, yalanın çirkinliğini, doğruluğun güzelliğini bilebilirler. Mesela, Hak Teâla´ya iman haddizatında güzeldir. Bunun güzelliğini şerîat açıklamasa da akıl idrak edebilir. Namaz kılmanın, zekât vermenin güzelliği de böyledir. Cenab-ı Hakk´ın hitabı bulunmasa bile insan bu gibi güzel amelleri takdir edebilir. Mutezile mezhebine göre peygamber gönderilmeyen devreler (fetret devri) ile dünyanın meçhul bölgelerinde yaşayıp kendilerine dinin tebliği ulaşmayan insanlar bizatihi güzel olan şeyleri yapmakla, bizatihi kötü olan şeylerden uzaklaşmakla mükelleftirler. Onların da yalan söylemeleri haramdır, doğru sözlü olmaları vaciptir. Onlar da Ahirette zulümlerinden ötürü ceza, adaletli davranışlarından dolayı mükâfat göreceklerdir.
2. Eş´ârî Mezhebinin Görüşü: Eş´arîlerin, hüsün ve kubühun akılla bilinemeyeceği görüşünde olduklarını biraz Önce söylemiştik. Onlara göre hüsün ve kubuh Allah´ın bildirmesiyîe bilinebilir. Bu sebeple kendilerine Allah´ın emir ve nehiyleri gelmeyen veya ulaşmayan insanlar iyi ve kötüyü bulmakla mükellef değillerdir. Dolayısıyle fetret devrinde yaşayan insanlar ile kendilerine şerîat ulaşmayan kimseler ahirette mes´ul tutulmazlar," İyi fiillerinden dolayı mükâfatlandırılmaz ve kötü fiillerinden dolayı da cezalandırılmazlar. Nitekim "Biz herhangi bir topluma peygamber göndermedikçe, onları azaplandırmayız"[9] âyeti bu konuda bir delildir.
3. Mâturîdî Mezhebinin Görüşü: Mâturidîlere göre insan fiillerinin neticesinde onların iyi veya kötü olduklarına dair bir takım işaretlerin bulunduğunu görür. Bu işaretlere istinaden aklıyla bizatihi kötüyü, bizatihi iyiyi bulabilir. Fakat bazı hususlar vardır ki Allah onların iyi veya kötü olduğunu açıklamadıkça insanlar mücerret akıllanyla o hususlar hakkında iyi veya kötüdür diye bir hükümde bulunamazlar.
Ancak akıl fiillerdeki işaretlere bakarak onlar hakkında iyi veya kötüdür diye bir hükme varsa da, insan şeriat gelmedikçe mes´ul tutulamaz. Yani, insanlara şerîat gelecek, insan ona uyacak, iyi işlerinden ötürü sevap kazanacak, kötü fiillerinden ötürü ahirette cezaya çarptırılacaktır. Evet, akıl nass bulunmazsa tek başına bir hükümde bulunamaz. O mutlaka nasstan yardım görmelidir. Ancak bu hususta "Allah´a iman" istisna edilmelidir. Fetret devrinde yaşayan insanlar da akıllanyla Allah´a iman etmenin güzel olduğunu anlayabilirler. Bu sebeple
onlar, Allah´ın varlığına inanmak mecburiyetindedirler. Ahirette bu konuda sorumlu tutulacaklardır. Yani Allah´a inananlar sevaplandınlacak. İnanmayanlar cezalandırılacaktır. Mâturidîler, "Biz bir topluma peygamber göndermedikçe, onu azaplandırmayız..." âyetini, "bu âyette azaptan murat dünyevî bir azaptır. Veya fetret zamanında namaz, oruç gibi şey ile teklif bulunmadığı cihetle bunlardan dolayı azap gerekmediğini beyan etmektir" şeklinde tefsir ederler.
c. Akıl Hüküm Kaynağı Olabilir mi?
İslâm dininin gelişinden sonra, Allah´ın hükmünün, peygamberce tebliğ edilmiş olan Kur´ân veya sünnet vasıtasıyla idrak olunabileceğinde âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. Ancak hükmü nass ile açıklanmayan bir konuda aklın hüküm kaynağı olup olamayacağı ihtilâf konusudur.
Eş´ârî ve Mâturidî mezheplerine göre akıl hükümlerin kaynağı olamaz. Hüküm koyma yetkisi sadece Allah´a aittir. İnsan nasslar ışığı altında istidlal yapıp o konuda Allah´ın hükmünün ne olduğunu keşfedebilir. Mutezile mezhebine göre akıl bu konuda hüküm kaynağı olabilir. Yani nasslarda hüküm bulunmayan mes´-elelerin hükmü akıl tarafından verilir. Akıl onu güzel bulursa ona uymak vacip olur, kötü bulursa o da haram olur. Ondan kaçınmak gerekir. Çünkü Allah´ın hükmünün esası fiillerde güzellik ve çirkinliktir. Herhangi bir mes´elenin hükmü nasslarda açıklanmamış ise Sâri´, bize fiildeki güzellik ve çirkinliğe dayanarak akla müracaat edip onun vasıtasıyla hükmü anlamamıza izin vermiş olacaktır.
M. Seyyid Bey bu konuda pek yanlış olarak Mutezile hakkında meydana gelen bir kanaati tashih ederken şöyle demektedir:
"...îcâb ve tahrîm, yani vacip kılmak, haram kılmak manasına "hüküm" ancak kanun koyucu Cenâb-ı Hakk´a mahsustur. Bu hususta Cenâb-ı Hakk´-dan başka hâkim yoktur. Akıl bu manada hâkim değildir. Bu konuda Mutezile de dahil olduğu halde İslâm Dini´ne intisap iddiasında bulunan hiçbir mezhebin
ihtilâfı yoktur.
"Vakıa Molla Hüsrev, îbn Kemâl gibi bazı müteahhirîn ulemâsı tarafından Mutezile´nin bu babda aklı hâkim kıldığı beyan olunuyorsa da doğru değildir. Bunlar Mutezile ´nin ne kitaplarını görmüşler, ne de maksatlarını anlamışlar. İncelemeleri sathidir. İbn Hümâm, Müsellemü´s-Sübût müellifi gibi âlimlerin incelemelerine göre Mutezile ´nin bu meselede muhalefeti yoktur. Çünkü zikredilen manaya göre aklı hakim kılmak demek, aklı vâzı-ı şeriat (kanun koyucu) yapmak, din ve şeriattan müstağni kılmak demek olur ki, Müsellemü´s-Sübût Şâri-hi´nin de dediği gibi müslümanlık iddiasında bulunanların lisanına yakışmaz.
"Ancak hüküm "Bu fiil güzeldir, şu fiil çirkindir" gibi kelâm-ı ihbârîdeki nisbet-i haberiyyeyi idrak ve iz´ân manasına alınırsa bu takdirde akıl, Mutezileye göre hüsün ve kubuh ile hâkim olabilir. Lâkin bu surette hâkim lafzının manasını vacip kılan, haram kılan; başka bir tabirle şer´î hükümleri va´zeden demek olmayıp belki hüsün ve kubuhu idrak eden demek olur. Beyan olduğu üzere bunda Mutezile yalnız değildir. Mâturidîlerin cumhuru, yani Hanefî fakîhleri dahi onlarla beraberdir."[10]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu konuda fazla bilgi için bk. Mir´ât, s. 561 ve dev; Fevâtih, I, 35.
[2] Tîn, 8.
[3] Enam,57
[4] Seyyîd Bey, II, 209-210.
[5] Bu konuda fazla bilgi için bk. Serahsî, I, 60 ve dev.: Mir´ât, s. 116 vd.: Teftezânî,Telvîh,s.297 vd Tecrîd, XII, 196-7: İbn Melek, s. 47 vd. SeyyîdBey, II, 209 vd.; Bilmen, I, 54; Telhis, s. 83 vd.
[6] Müslim, K. İmân, 59; Tecrîd, XII, 196-197.
[7] A´râf, 28.
[8] Nahl, 90.
[9] İsra,15
[10] Seyyîd Bey, II, 214-215.
a. Kur´ân´dan Deliller:
b. İcmâ Delili
c. Aklî Delil
2- HÜSÜN VE KUBUH
( (İYİLİK - KÖTÜLÜK)
A-Hüsün Ve Kubuh´un Manaları
B- Hüsün Ve Kubuh Hakkında Mezheblerin Görüşleri
1.FASIL
HÂKİM
I- Hakim[1]
Hiç şüphesiz vücûp (vacip), hürmet (haram) gibi hükümlerin bir hâkimi (vâ-zı´ı: hüküm koyucusu) vardır. Bu hükümleri vaz´ eden, Sâri´ Te´âlâ´dır. Kur´ân-ı Kerîm´de bazı âyetler, Cenâb-ı Hakk´m hüküm koyucu olduğunu göstermektedir. Müslümanlar bu hususta icmâ halindedirler. Akıl dahi, Cenâb-ı Hakk´m kanun koyucu olduğunu kabul etmektedir.
a. Kur´ân´dan Deliller:
"Allah hâkimler hâkimi değil midir?"[2] "Hüküm ancak Allah´ındır"[3] âyetleri, Allah´ın hüküm koymaya yetkili tek merci olduğunu ifade etmektedir. Bu esasa göre Allah´tan başka hüküm koyacak bir makam yoktur. Peygamberin bu husustaki vazifesi, Allah´ın hükümlerini tebliğ etmek, onları açıklamaktır. Müctehidlerin vazifeleri ise fıkıh usûlü ilminin koyduğu kaide ve esaslar çerçevesinde bu hükümleri tanıyıp ortaya koymaktır.
b. İcmâ Delili:
Bütün İslâm âlimleri, ittifakla şu hususu kabul etmişlerdir: Gerek nasslarda zikredilen ve gerekse müctehidlerin ictihâdlarıyla istinbât olunan hükümlerin kaynağı, Sâri´ Teâlâ´dır. Yani hüküm koyan Allah´tır.
c. Aklî Delil:[4]
İnsanlar ancak kaide ve kurallar altında düzenli, tertipli, huzurlu ve güvenli yaşayabilirler. Şu halde cemiyetin huzur ve güvenini temin edecek kaide ve kuralların ihdasına ihtiyaç vardır. İlimler, fenler ilerleyip medeniyet seviyesi yükseldikçe, insanlar, kendi güven ve huzurlarını sağlayacak kaide ve kuralların varlığına daha çok ihtiyaç duyarlar. Ancak hangi kaynaktan çıkacak kaide ve kurallar insanlar üzerinde istenilen ölçüde etkili olabilir? Başka bir ifade ile insanlar tarafından ihdas edilmiş kurallar mı, yoksa Yüce bir varlık (Allah) tarafından konulacak kurallar mı insanlar üzerinde daha etkili olabilir?
1. İnsanların akılları farklı olduğundan, birinin koyacağı hüküm ve kaideleri, diğerleri uygun bulmayabilirler. Bazı konularda birlik sağlansa da pek çok konuda birlik temin edilememesi tabiidir. Şu husus da unutulmamalıdır ki, insan unsuru, her zaman aklıyla hareket edip karar veremez. Bazen, karar ve hareketlerine hisler de karışmış olabilir. Şu halde akim koyacağı hüküm ve kaideler, bütün insanları istenilen ölçüde bir nokta etrafında toplamak gücünde değildir. Diğer taraftan, insanların akıllarıyla koyacakları hüküm ve kaidelerin uygulanması, sadece maddi kuvvet ve müeyyideye dayanır. Halbuki insanlar üzerinde en etkili kaideler, maddî müeyyidesi yanında manevî müeyyidesi bulunan kaide ve hükümlerdir.
2. Bütün insanları aynı hüküm ve kaidelerle mükellef ve sorumlu tutabilmek, onları aynı hüküm ve kaidelere saygı ve riâyet ettirebilmek için dinin varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. Dinin getirdiği hukuk kaidelerinin maddî müeyyidesi yanında manevî müeyyidesi de bulunduğu için, onların tüm insanlar üzerinde daha etkili olması pek tabidir.
Netice itibariyle diyebiliriz ki, akıl dahi yüksek bir otorite "(Allah) tarafından konan ve manevî müeyyidesi de bulunan hüküm ve kaidelerin insanlar üzerinde istenilen Ölçüde etkili olabileceğini kabul eder.
Acaba Sâri´ Teâlâ bu hükümleri koymasaydı, insan aklı, bu hükümleri koyabilir miydi? Yani şeriat gelmeden önce akıl, fiillerdeki iyilik ve kötülükleri anlayıp bulabilir miydi? Bu, hüsün ve kubuh mes´elesidir. Bu konuda ihtilâf bulunmaktadır.
2- HÜSÜN VE KUBUH[5]
( (İYİLİK - KÖTÜLÜK)
A-Hüsün Ve Kubuh´un Manaları
İyi-kötü, hayır-şer, hak-bâtıl gibi fazilet, rezalet, güzellik ve çirkinlikleri ifade eden ne kadar kelime varsa, bunların hepsinin muhtevası, hüsün ve kubuh ıstılahlarının içerisinde bulunmaktadır. Şimdi hüsün ve kubuh tabirleri üzerinde bilgi verelim:
Geniş manada hüsün ve kubuh; insan, insan fiilleri, eşya ve her şeye şâmil olmak üzere güzellik ve çirkinliği, dar manada ise; insanın fiillerinde güzellik ve çirkinlik olan iyilik ve kötülüğü ifade eder. Burada daha ziyade insanların fiil ve davranışları bahis konusu edildiği için, hüsün ve kubuh dar manada ele alınarak tetkike tabi tutulacaktır.
Esas itibariyle hüsün (güzellik) ve kubuh (çirkinlik, kötülük) dört manada
kullanılır.
a. Bir kemâl sıfatı olan ve insanın değerini yükselten vasf ve özellikler hüsün böyle olmayanlar ise yani bir noksanlık sıfatı olan ve insan değerini alçaltan vasıf ve özellikler ise kubuhtur. Mesela; bilgi (ilim) güzel, bilgisizlik (cehl) ise kötüdür. Çünkü bilgi insanı yücelten bir vasıftır. Cehalet ise bunun tam zıddıdır,
b. İnsanın maksat ve gayesine uygun olan şeyler güzel (hasen), aykırı ve uygun olmayanlar ise kubuhdur. Mesela; adalet güzel, zulüm ise kötüdür.
c. İnsan tabiatına uygun olan ve hoşuna giden şeyler hüsün, insanın tabiatına aykırı olan ve hoşuna gitmeyenler ise kubuhtur. Mesela; tatlı güzel, acı ise kötüdür. Herkes tatlıyı sever, zehir gibi-acıdan hoşlanmaz.
Bu üç mana itibariyle hüsün ve kubuh aklîdir. Yani bunların güzelliğini, çirkinliğini akıl anlayabilir. Başka bir ifadeyle, Sâri´ tarafından bir bilgi gelmemiş olsa bile, yine de İnsanlar akıllarıyla bu konularda hangi şeyin iyi ve hangi şeyin kötü olduğu hükmüne varabilirler.
d. Dünyada medhe (övmeye ve takdir etmeye), ahirette sevaba vesile olan şeyler, hüsün dünyada zemme (kınamaya), ahirette ikâba (cezaya) sebebiyet veren şeyler ise kubuhtur. Bu mana itibariyle, Allah´a iman, adalet, ibâdetlerden her biri güzeldir. Küfür, düşmanlık, günahlardan herbiri ise kötüdür. Burada "hüsün-kubuh" tabirlerinden kastedilen mana, işte bu son dar manadır. Bu manaya göre "hüsün ve kubuh" lafızlarının güzellik ve çirkinlik olarak değil, "iyilik ve kötülük" şeklinde terceme edilmesi daha uygun olur. Ancak biz yer yer hüsün için iyilik güzellik, kubuh için kötülük, çirkinlik tabirlerini kullanacağız.
İşte bu manaca hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir? Yani haddizatında ve gerçekten insanın fiillerinde iyilik ve kötülük var mıdır, yok mudur? Şeriat gelmeden akıl, kendi başına fiillerde iyilik ve kötülük denilen şeyleri anlayabilir, kavrayabilir mi? Yoksa iyilik -ve kötülük şeriatın bildîrmesiyle mi öğrenilebilir? İşte bu konuda mezhepler ihtilâfta bulunmuşlardır.
B- Hüsün Ve Kubuh Hakkında Mezheblerin Görüşleri
Hüsün ve kubuh mes´elesinde Mutezile, Eş´ariyye ve Mâturîdiyye mezheplerinin görüşleri önem arzetmektedir. Bu mezheplerin bu konudaki görüşleri tetkik edilirken aşağıda zikredilen soruların cevapları verilmiş olacaktır.
1. Hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir?
2. Kendilerine din gelmeyen insanların dünyevî-uhrevî mes´uliyetleri var
mıdır?
3. Hükmü nassla açıklanmayan bir konuda akıl, hüküm kaynağı (hâkim)
olabilir mi?
a. Hüsün ve kubuh´un aklîliği ve şer´îliği meselesi:
Bütün mezhepler ittifakla şu hususu kabul etmişlerdir: Cenâb-ı Hakk´ın yapılmasını istediği her şey hasen (iyi), yapılmasını yasakladığı (nehyettiği) her şey de kabîh (kötü)dir.
Emredilen şey (me´mûrun bih), haddi zatında Ve gerçekten iyi ve güzel olduğu için mi emredilmiştir, yoksa yapılması emredildiği için mi iyi ve güzel olmuştur? Nehyedilen şey (menhiyyün anh: yasaklanan) gerçekten kötü olduğu için mi nehyedilmiştir, yoksa yasaklandığı için mi kötü olmuştur? Başka bir ifadeyle hüsün ve kubuh aklî midir, şer´î midir? Bu konuda ihtilâf vardır. Yukarıda bahis konusu edilen üç mezhebin bu konudaki görüşlerini ayrı ayrı verelim:
1. Mutezile mezhebinin görüşü: Mutezile mezhebine göre eşya bizatihi güzel ve çirkindir. Güzel, güzel olduğu için emredilmiştir. Bizatihi çirkin de kötü olduğu için nehyolunmuştur. Mutezile´ye göre Allah, emretmezden önce de insan akh eşyada güzelliği anlar ve Allah me´mûrun bih (emrolunan) güzel olduğu için onu emretmiştir. Mutezile´nin bu görüşü "güzel, güzel olduğu için emrolun-du, kötü de çirkin olduğu için nehyolundu" cümlesiyle özetlenebilir. Şu halde Mutezile´ye göre hüsün ve kubuhun anlaşılması akla dayanır. Aklın güzel dediği şey Allah katında da güzeldir. İnsanların çirkin gördüğü şey Allah katında da kötüdür. Tek kelimeyle Mutezile´ye göre hüsün ve kubuh aklîdir, şer´î değildir.
2. Eş´arî mezhebinin görüşü: "Allah, eşyanın güzellerini, fenalarını takdir etti (yazdı). Sonra güzellerin güzelliklerini, fenaların da çirkinliklerini açıkladı..."[6] hadis~i kudsisi, hüsün ve kubuh meselesiyle ilgilidir.
Bu ve benzeri nasslan görüşlerine esas kabul eden Eş´arî mezhebine göre eşyada güzelliği, çirkinliği Allah takdir edip güzellerin işlenmesini, çirkinlerden kaçılmasını emretmiştir. Bu mezhebe göre eşyadaki güzellik, çirkinlik zaü değildir. Belki Şâri´in takdiriyle meydana gelen geçici bir vasıftır. Allah, namazın fenalığını takdir etseydi çirkin olurdu. Şerrin güzelliğini isteseydi, bu da güzel olurdu. Bu mezhebe göre Allah güzelin işlenmesini emrettikten sonra insanlar güzeldeki güzellik vasfını anlayabilirler. Bu mezhebin görüşü "Güzel, Allah emretti de öyle güzel oldu. Çirkin de Allah nehyetti de öyle çirkin oldu" cümleleriyle ifade olunabilir. Bu bakımdan bir şeyin güzel veya çirkin olduğuna hükmeden Sâri´ Teâlâ´dır. Akıl ise, Şari´in bu husustaki hitabını, hükmünü anlamak için bir âlettir, bir vasıtadır. Bu duruma göre bu mezhebe hüsün ve kubuh şer´îdir,
aklî değildir.
3. Mâturidî mezhebinin görüşü: Cenâb-ı Hakk´ın emrettiği her şey hasen-dir. Çünkü o, hiçbir zaman kötü bir şeyin yapılmasıyla emirde bulunmaz. Cenâb-ı Hakk, Hakîm´dir. Hakîm olduğu için de bir şeyin yapılmasını emrettiğinde, ancak onun güzelliği sebebiyle emreder. Kötü bir şeyin yapılmasını emretmek, hikmetle bağdaşmaz. Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk´ın yapılmasını yasakladığı bir şey de kötüdür. "Allah fahşayı emretmez..."[7] "Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği (ihsanı) akrabaya (muhtaç oldukları şeyi) vermeyi emreder, taşkın kötülüklerden, münkerden, zulüm ve kibirlenmeden nehyeder"[8] âyetleri Şâri´in adalet, ihsan gibi iyilikleri emretmesinden ve münker, fahşayı nehyetmesinden Önce güzellik ve çirkinlik vasıflarının bu fiillerde mevcut olduğunu göstermektedir. Ancak bu, konuda hâkim olan akıl değil, şeriattır. Çünkü hasen olan bir şeyden dolayı Allah´ın ahirette mükâfat vereceğine akıl hükmedemez.
Mâturidiyye mezhebinin bu konudaki görüşü "Allah, memurun anh ´ı güzel olduğu için emretti, menhiyyün anh´ı da kötü olduğu için nehyetti. Akıl hüsün ve kubuhu anlar, ancak hükümde bulunamaz" cümleleriyle özetlenebilir. Şu halde Mâturidî mezhebine göre, hüsün ve kubuh aklî, hüküm ise şer´îdir. Memurun bihin güzelliği akıl ile idrak olunur fakat, onun hakkında şeriat hükmü bulunur.
b. İnsanların Ahirette Sorumlu Tutulması:
Cenâb-ı Hakk şer´î hükümleri peygamberleri vasıtasıyla kullarına tebliğ etmiş, onlara kitaplar göndermiştir. Gönderilen kitaplarda, fiillerde iyilik ve kötülük mes´elesi açıklanmıştır. Allah´ın emirlerine uyup, nehiylerinden içtinap edenlerin ahirette sevaplandırılacağı, emirlere uymayanların, nehiyleri işleyenlerin cezalandırılacağı ifade olunmuştur. Bu konuda bütün mezheplerler aynı kanaati paylaşmaktadırlar.
Ancak İslâm âlimleri şu konuda farklı düşüncelere sahip olmuşlardır: Allah, hükümlerini peygamberi vasıtasıyla göndermiş olduğu kitapta açıklamamış olsaydı akıl onları bulmağa muktedir olabilir miydi? Başka bir ifadeyle, insan aklıyla hüsün ve kubuhu bulabilir miydi? Kendisine şeriat ve din gelmeyen bir insan aklıyla iyi ve kötüyü bulup ona uymak mecburiyetinde midir? Fiillerinden ötürü Ahirette sorumlu tutulacak mıdır? Mezheplerin bu konudaki görüşlerini ayrı ayrı verelim:
1- Mutezile Mezhebinin Görüşü: Bu mezhebe göre bizatihi hüsün ve kubuh akılla kavranabilir. Yani, insan, aklıyla Allah´ın hükümlerini bulabilir. Bunların bilinmesi zarurî bir şeydir. İnsanlar akıllanyla zulmün kötü olduğunu, adaletin iyi olduğunu, yalanın çirkinliğini, doğruluğun güzelliğini bilebilirler. Mesela, Hak Teâla´ya iman haddizatında güzeldir. Bunun güzelliğini şerîat açıklamasa da akıl idrak edebilir. Namaz kılmanın, zekât vermenin güzelliği de böyledir. Cenab-ı Hakk´ın hitabı bulunmasa bile insan bu gibi güzel amelleri takdir edebilir. Mutezile mezhebine göre peygamber gönderilmeyen devreler (fetret devri) ile dünyanın meçhul bölgelerinde yaşayıp kendilerine dinin tebliği ulaşmayan insanlar bizatihi güzel olan şeyleri yapmakla, bizatihi kötü olan şeylerden uzaklaşmakla mükelleftirler. Onların da yalan söylemeleri haramdır, doğru sözlü olmaları vaciptir. Onlar da Ahirette zulümlerinden ötürü ceza, adaletli davranışlarından dolayı mükâfat göreceklerdir.
2. Eş´ârî Mezhebinin Görüşü: Eş´arîlerin, hüsün ve kubühun akılla bilinemeyeceği görüşünde olduklarını biraz Önce söylemiştik. Onlara göre hüsün ve kubuh Allah´ın bildirmesiyîe bilinebilir. Bu sebeple kendilerine Allah´ın emir ve nehiyleri gelmeyen veya ulaşmayan insanlar iyi ve kötüyü bulmakla mükellef değillerdir. Dolayısıyle fetret devrinde yaşayan insanlar ile kendilerine şerîat ulaşmayan kimseler ahirette mes´ul tutulmazlar," İyi fiillerinden dolayı mükâfatlandırılmaz ve kötü fiillerinden dolayı da cezalandırılmazlar. Nitekim "Biz herhangi bir topluma peygamber göndermedikçe, onları azaplandırmayız"[9] âyeti bu konuda bir delildir.
3. Mâturîdî Mezhebinin Görüşü: Mâturidîlere göre insan fiillerinin neticesinde onların iyi veya kötü olduklarına dair bir takım işaretlerin bulunduğunu görür. Bu işaretlere istinaden aklıyla bizatihi kötüyü, bizatihi iyiyi bulabilir. Fakat bazı hususlar vardır ki Allah onların iyi veya kötü olduğunu açıklamadıkça insanlar mücerret akıllanyla o hususlar hakkında iyi veya kötüdür diye bir hükümde bulunamazlar.
Ancak akıl fiillerdeki işaretlere bakarak onlar hakkında iyi veya kötüdür diye bir hükme varsa da, insan şeriat gelmedikçe mes´ul tutulamaz. Yani, insanlara şerîat gelecek, insan ona uyacak, iyi işlerinden ötürü sevap kazanacak, kötü fiillerinden ötürü ahirette cezaya çarptırılacaktır. Evet, akıl nass bulunmazsa tek başına bir hükümde bulunamaz. O mutlaka nasstan yardım görmelidir. Ancak bu hususta "Allah´a iman" istisna edilmelidir. Fetret devrinde yaşayan insanlar da akıllanyla Allah´a iman etmenin güzel olduğunu anlayabilirler. Bu sebeple
onlar, Allah´ın varlığına inanmak mecburiyetindedirler. Ahirette bu konuda sorumlu tutulacaklardır. Yani Allah´a inananlar sevaplandınlacak. İnanmayanlar cezalandırılacaktır. Mâturidîler, "Biz bir topluma peygamber göndermedikçe, onu azaplandırmayız..." âyetini, "bu âyette azaptan murat dünyevî bir azaptır. Veya fetret zamanında namaz, oruç gibi şey ile teklif bulunmadığı cihetle bunlardan dolayı azap gerekmediğini beyan etmektir" şeklinde tefsir ederler.
c. Akıl Hüküm Kaynağı Olabilir mi?
İslâm dininin gelişinden sonra, Allah´ın hükmünün, peygamberce tebliğ edilmiş olan Kur´ân veya sünnet vasıtasıyla idrak olunabileceğinde âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. Ancak hükmü nass ile açıklanmayan bir konuda aklın hüküm kaynağı olup olamayacağı ihtilâf konusudur.
Eş´ârî ve Mâturidî mezheplerine göre akıl hükümlerin kaynağı olamaz. Hüküm koyma yetkisi sadece Allah´a aittir. İnsan nasslar ışığı altında istidlal yapıp o konuda Allah´ın hükmünün ne olduğunu keşfedebilir. Mutezile mezhebine göre akıl bu konuda hüküm kaynağı olabilir. Yani nasslarda hüküm bulunmayan mes´-elelerin hükmü akıl tarafından verilir. Akıl onu güzel bulursa ona uymak vacip olur, kötü bulursa o da haram olur. Ondan kaçınmak gerekir. Çünkü Allah´ın hükmünün esası fiillerde güzellik ve çirkinliktir. Herhangi bir mes´elenin hükmü nasslarda açıklanmamış ise Sâri´, bize fiildeki güzellik ve çirkinliğe dayanarak akla müracaat edip onun vasıtasıyla hükmü anlamamıza izin vermiş olacaktır.
M. Seyyid Bey bu konuda pek yanlış olarak Mutezile hakkında meydana gelen bir kanaati tashih ederken şöyle demektedir:
"...îcâb ve tahrîm, yani vacip kılmak, haram kılmak manasına "hüküm" ancak kanun koyucu Cenâb-ı Hakk´a mahsustur. Bu hususta Cenâb-ı Hakk´-dan başka hâkim yoktur. Akıl bu manada hâkim değildir. Bu konuda Mutezile de dahil olduğu halde İslâm Dini´ne intisap iddiasında bulunan hiçbir mezhebin
ihtilâfı yoktur.
"Vakıa Molla Hüsrev, îbn Kemâl gibi bazı müteahhirîn ulemâsı tarafından Mutezile´nin bu babda aklı hâkim kıldığı beyan olunuyorsa da doğru değildir. Bunlar Mutezile ´nin ne kitaplarını görmüşler, ne de maksatlarını anlamışlar. İncelemeleri sathidir. İbn Hümâm, Müsellemü´s-Sübût müellifi gibi âlimlerin incelemelerine göre Mutezile ´nin bu meselede muhalefeti yoktur. Çünkü zikredilen manaya göre aklı hakim kılmak demek, aklı vâzı-ı şeriat (kanun koyucu) yapmak, din ve şeriattan müstağni kılmak demek olur ki, Müsellemü´s-Sübût Şâri-hi´nin de dediği gibi müslümanlık iddiasında bulunanların lisanına yakışmaz.
"Ancak hüküm "Bu fiil güzeldir, şu fiil çirkindir" gibi kelâm-ı ihbârîdeki nisbet-i haberiyyeyi idrak ve iz´ân manasına alınırsa bu takdirde akıl, Mutezileye göre hüsün ve kubuh ile hâkim olabilir. Lâkin bu surette hâkim lafzının manasını vacip kılan, haram kılan; başka bir tabirle şer´î hükümleri va´zeden demek olmayıp belki hüsün ve kubuhu idrak eden demek olur. Beyan olduğu üzere bunda Mutezile yalnız değildir. Mâturidîlerin cumhuru, yani Hanefî fakîhleri dahi onlarla beraberdir."[10]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu konuda fazla bilgi için bk. Mir´ât, s. 561 ve dev; Fevâtih, I, 35.
[2] Tîn, 8.
[3] Enam,57
[4] Seyyîd Bey, II, 209-210.
[5] Bu konuda fazla bilgi için bk. Serahsî, I, 60 ve dev.: Mir´ât, s. 116 vd.: Teftezânî,Telvîh,s.297 vd Tecrîd, XII, 196-7: İbn Melek, s. 47 vd. SeyyîdBey, II, 209 vd.; Bilmen, I, 54; Telhis, s. 83 vd.
[6] Müslim, K. İmân, 59; Tecrîd, XII, 196-197.
[7] A´râf, 28.
[8] Nahl, 90.
[9] İsra,15
[10] Seyyîd Bey, II, 214-215.
Fıkıh Usulü - Fahrettin Atar
- Önsöz
- Fıkıh Usulü
- Asli Deliller
- Fer´i Deliller
- Hakim
- Hüküm
- Mükellef Olmanın Şartları
- Mükellefin Fiilleri
- Nasslardan Hüküm Çıkarma ve Kaideleri
- Şümul Yönünden Lafızlar
- Manası Açık ve Kapalı Lafızlar
- Kullandığı Yer ve Hale Göre Manaları Değişen Lafızlar
- Delalet Yönünden Lafızlar
- Tearuzu´l Edille ve Çözüm Yolları
- Hikmetu´t Teşri
- İslam´ın Gaye ve Maksadları
- Fıkıh Kavramı
- Fıkıh
- Mezheb ve Fıkhi Mezheb Kavramları
- Dört Mezheb
- Bibliyografya