Semavi Kitaplara İman

İlâhî Kitaplar Ve Semavi Kitaplara Îmân.
İlâhî Kitap Ne Demektir ve Niçin Gönderil miştir ?

Hak Teâlâ´nın insanlar arasından seçtiği «Peygamber» dediği­miz mümtaz ve seçkin şahsiyetlere, yalnız kendi milletlerine [1] veya bütün insanlığa tebliğ etmek üzere [2] vahyettiği kitaplara, «İlâhî Kitaplar» veya «Semavî Kitaplar» veya «İnzal olunan Ki­taplar», (Kütüb-i Münzele) adı verilir.

Bu kitaplar, lâfız ve mânâ bakımlarından Allah Kelâmı olup, herşeyden önce insanları her türlü dalâlet ve sapıklıktan, kötü ve karanlık yollardan çıkararak, onları doğru ve güzel yollara sev-ketmek suretiyle Hak ve hidâyet nuruna kavuşturmak için gönde­rilmiştir. Gerçi insan, bütün yaratıklar arasında en kuvvetli ve en şerefli mahlûk olarak yaratılmış, kâinattaki her çeşit varlık ve ya­ratık onun emrine ve hizmetine verilmiş [3] ona bu dünyayı îmâr ve ıslâh etme kuvvet ve kabiliyeti bahşedilmiştir. Fakat insan, nef­sine ve tabiatta bulunan bazı şer kuvvetlere karşı daima başarı sağlayamaz. Hattâ çok defa onlara yenilir. Zira insanın, bilhassa nefsine karşı, buyuk zaafı vardır. Onun en buyuk düşmanı, şer kuv­vetlerinin başı sayılan Şeytan´dır [4] Nitekim, insanoğlunun ve beşeriyetin ceddi Âdem (a.s.)´in nefsine ve Şeytana nasıl aldana-rak uyduğu, Cennet´ten nasıl çıkarıldığı, sonra hatasını anlayarak Allah´tan nasıl af ve mağfiret dilediği ve Cenab-i Hakk´m affına mazhar olduğu Kur´an-ı Kerîm´dc beyân edilmiştir. [5]

Evet, insan herşey karşısında kuvvetli ise de, nefsi karşısında zayıftır. însan, ilâhî bir nur ve ihsan olan aklı ile, sahip olduğu beşerî kuvvetler ve eşya hakkındaki bilgisi sayesinde tabiatı ye­nebilir, bazı hakikatlara erebilir, birçok keşifler yaparak yüksele­bilir. Fakat başarıların en büyüğü kendi nefsini yenmektir. Kemâ­lin en yükseği ise, bu başarıya ulaşmaktır. îşte bu başarı ve bu kemâl ancak ve ancak Hak Teâlâ ile yakın bir alâka kurmak, yâni ilâhî vahyin yardımına ermekle kaabildir.

Nitekim Kur´an´da, insana, nefsinin arzu ve ihtiraslarına kar­şı koyamadığı zamanlarda, ona Yüce Allah´dan «ilâhî bir sös» şek­linde yardım geldiği haber verilmektedir [6] İnsanların ilk babası Âdem (a.s.)´a gönderilen ilâhî yardım ve vahiy, Âdem oğullarına da, ilâhî irşad ve rehber olarak gönderilmiştir. Nitekim Kur´an-ı Kerîm´de meâlen :

Benden sise bir hidâyet gelecektir. O´na tâbi olanlara ar­tık hiç bir korku yoktur. Onî^r mahzun da olmayacaklardır.» [7]

buyur ulmaktadır.

Bu ve daha birçok âyetler, insanın ilâhî vahye muhtaç oldu­ğuna, vahye tabî olursa Şeytan´m tahriklerinden ve birçok kötü­lüklerden korunacağına, her türlü şer kuvvetleri yenerek huzur ve güven içinde kemâle doğru yükseleceğine delâlet etmektedir.[8]

İlâhî Kitapların Hepsine Îmân, Îmân Esaslarım) Andır

İşte bu sebeple Hak Teâlâ, beşeriyeti hidâyete, yani doğru yola sevketmek için, ilâhî nizam, esas ve hükümlerini ihüva eden, «Mu­kaddes Kitaplar» indirmiş, bu kitapları insanlara tebliğ ederek on­lara öğretmek için de, kendi aralarından seçtiği b´ir kısım insanları Peygamber ve İlâhî Elçi olarak göndermiştir. Peygamberler, bifij yüce vazifeyi noksansız olarak yapabilecek ve kendilerine vahyolu-nan ilâhî hükümleri insanlara aynen tebliğ edebilecek kudret ve: kabiliyette yaratılan mümtaz ve sâdık kullar, ilâhî elçilerdir.

O halde; Mukaddes Kitapları beşeriyete tebliğ etmek ve ilâhî hükümleri bildirmek için Peygamberlere, herhangi bir zâtı Pey­gamber olarak kabul edebilmek için de, kendisine vahyedilen ilâhî bir kitaba ihtiyaç vardır. Bu sebebledir ki, müslüman olabilmek için, Allah´a ve Meleklerine îmândan sonra, İlâhî Kitaplara ve Pey­gamberlere îmân etmek şart koşulmuştur.

Çünkü insanlar, nefislerini ve şeytanı yenebilmek için daima Yüce Allah´ın yardımına, yani, vahye dayanan İlâhî Kitaplara, do-´ layısiyle, bu kitapları kendilerine tebliğ edip, öğretecek Peygam­berlere muhtaçtırlar. İlâhî Kitapların ve Peygamberlerin lüzumu­na inandıktan sonra da, insanlık tarihinin her devrinde yaşayan milletlerin bir. Peygambere ve mukaddes bir Kitaba sahib olabile­ceğini kabul etmek ve bunlara da inanmak, akl-ı selimin ve sağ duyunun icâbıdır.

Nitekim Kur´an-ı Kerîm, vahyin ve Peygamberliğin muayyen bir şahsa veya millete mahsus olmadığını ve her millete bir Pey­gamber gönderildiğini şu âyetlerde açıkça bildirmiştir :

«Hiçbir millet yoktur ki, kendi içinde (onları Allah azabıyhı) korkutan biri (yani bir Peygamber) gelip geçmiş olmasın.» [9]

«Her milletin bir Peygamberi vardır.» [10] Yani, her millete mutlaka bir Peygamber gönderilmiştir.

Her Peygambere de, gönderildiği insanlar arasındaki ihtilâfı halletmek için bir kitap verildiği şu âyeti kerîmede bildirilmekte­dir :

«Bütün insanlar bir tek ümmet idi. (Aralarında ihtilâfa düş­tüklerinden) Allah, (rahjnetiyle) müjdeleyici, (azabı ile) korkutu­cu Peygamberler gönderdi. İnsanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hükmetmek için Peygamberle beraber hak (ve gerçek) kitaplar da inzal etti.»[11]

Kendisine müstakil bir kitap verilmeyen Peygamberler ise, daha önce indirilen ilâhî bir kitaba tabî olmuşlar ve onu gönderil­dikleri milletlere talim ve telkin etmekle, hükümlerini öğretmek ve anlatmakla emredilmişlerdir.

Bu sebeple İslâm dînî, yalnız Kur´an´a değil, daha önce dünya milletlerine gönderilen Mukaddes Kitapların hepsine îmân etmeyi emretmekte, bütün İlâhî Kitaplara inanmayı, îmân esaslarından saymaktadır.[12]

Her millete bir Peygamber ve her Peygambere de bir «Kitap* veya «Suhuf» verildiği Kur´an´da bildirilmiş ise de, bütün Peygam­berlere indirilen kitapların isimleri ayrı ayrı, zikredilmemiştir. Bu bakımdan;

, İcmali olarak : «Bütün İlâhî Kitaplara»,

Tafsili olarak da : Kur´an´da isimleri zikredilen Mukaddes Ki­taplara ayrı ayrı inanmak, herbirinin Allah Kelâmı olduğunu kalb ile tasdik etmek lâzımdır.

Tevrat, Zebur ve İncil ile, en son ve en mükemmel İlâhî Kitap olan Kur´anri Kerîm´dİr. Ayrıca yüz adet «Suhuf» (sabiteler) in­dirilmiş, bunların 10 adedi Hz. Âdem´e, 10 adedi Hz. İbrahim´e, 50 adedi Hz. Şît´e ve 30 adedi de Hz. İdris (Aleyhimesselâm)´a veril­miştir.

O halde, geçmiş milletlere gönderilen bütün Peygamberlere in­dirilen «İlâhî Kitaplar» m ve «Suhuf» un hepsine inanmak, her müslümana farzdır.

îmân edilmesi İslâm´a göre farz olan bu kitapların, mukaddes ve ilâhî vasfını kazanabilmesi için, iki şarta sahio olması lâzımdır :

1- It&hî Vahye istinad etmelidir.

Yani, Allahu Teâlâ tarafından Peygamber olarak seçilen şa­hıslara indirilen vahyin, aynen yazılarak toplanmasından meydana gelen bir kitap olmalıdır. Böyle olmayan ve insanlar tarafından daha sonraları yazılan şeyler Allah Kelâmı olmadığından, ilâhî bir kitap olarak kabul edilemez.

2- ilâhî vahye istinad eden ve ona dayanan Allah Kelâmı olduğu tevatür yoluyla bilinmeli, bu husus sabit görülmeli, ait ol­duğu Peygambere indirildiği hususu yine tevatür yoluyla zamanı­mıza kadar gelmelidir.

Bu iki şarta sahip olmayan kitaplar, aslında ilâhî de olsa, bu yüce vasfını ve ilâhî hüviyetini kaybeder. Mukaddes kitap olmak­tan çıkar.

Müslümanlarca inanılması farz olan Mukaddes Kitaplar, işte bu ilâhî vasfa sahip olan Semavî Kitaplardır. Halen ilâhî olduğu iddia edilen kitaplar arasında bu vasfı haiz olduğu tarihen sabit olan yegâne Mukaddes Kitap ise, yalnız Kur´an-ı Kerîm´dİr.

Tevrat, Zebur ve încil´in de, aslında vahye dayanan İlâhî ve Mukaddes kitaplar olduğuna her müslüman inanmakla mükellef­tir. Fakat, halen mevcut olan Tevrat ve Incillerin nasıl tahrif ve tebdil edilerek değiştirildiğini ve ilâhî hüviyetlerini kaybettiğini [13] bir Tevrat ve bir İncil yerine, birbirine uymayan birçok Tevrat ve İncil nüshaları haline nasıl geldiğini biraz sonra özetleyeceğiz. Bu; bakımdan, halen Yahudi ve Hıristiyanların elinde bulunan ve bir­birine uymayan Tevrat ve İndileri ilâhî ve mukaddes kitaülar ola­rak kabul edemeyiz.[14]

3 — Vahyolunan Kitapların İsimleri :

Kur´an-ı Kerîm´de; Hz. Musa´ya [15] Hz. Davud´a, Hz. îsâ´ya

ve en son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)´e kitap indirildiği bil­dirilmiş ve bunlar, Tevrat, Zebur, înciî, Kur´an ve Furkân gibi çe­şitli isimlerle anılmıştır.

Bu kitaplardan Tevrat´ın îsrâil oğullarına [16] Zebur´un Hz. Davud´a [17] incil´in Hz. isa´ya [18] Kur´an-i Kerîm´in Hz. Mu-hammed Aleyhisselâm´a [19] indirildiği açıklanmıştır.

Vahyolunan ilâhî kitaplar, Kur´an-ı Kerîm´de genel olarak şu üç isim altında zikredilmiştir :

1- Kitâb´ın Cem´i (Çoğulu) Olan (Kütüb [20]

Kitab, «yazdı» veya «bir araya topladı» mânâsına gelen «ke-te-be» kökünden gelir.

Başlı basma bir bütün olan yazıya kitap dendiği gibi, bir mek­tuba da kitap denebilir.

Kur´an-ı Kerîm´de kitap kelimesi, bizzat Kur´an veya her sû­resi için [21] o zamana kadar indirilen vahiylerin tamamını ifade için [22] Kur´an ve vahyedilen bütün Mukaddes Kitaplar için [23] ve bazan da, bazı ilâhî emir ve esasları ifade için [24]kullanıl­mıştır.

2- Vahyolunan Kitaplara ve Kur´an-ı Kerîm´e «Sahaf» adı da verilmektedir : [25]

Suhuf, sahife´nin çoğuludur. Sahife «sahf» kelimesinden alın­mış olup, «yazılmış bir şey» demektir. Mushaf, «yazıl» sahifeler mecmuası» demektir. Kur´an´a da bu mânâda «Mushaf» denmek­tedir.

3- Mukaddes Kitaplar, «Zebur» un çoğulu olan «Zübür» adıyla da zikredilin ektedir [26]

Zebur kelimesi «Zebâra» dan alınmıştır. Zebâra, «yazdı» veya «kat´iyetle yazdı», «maharetle yazdı» mânâlarına gelir. Bu bakım­dan «Zebur» da, «bir yazı», «bir kitap» demektir. Nitekim Hz. Da­vud´un «İlâhîler Kitabı» na «Zebur» ismi verilmiştir.

Kur´an-ı Kerîm´de tekrar tekrar zikredilen ilâhî kitaplara ve-; rilen isimler, lügat bakımından birbirlerine yakın mânâları ifade etmektedir. Bunlardan :

a) Tevrat: Aslında İbrânice bir kelime olup, «Talim ve! Şeriat» manasınadır. İslâm´a göre Tevrat, İsrail oğullarından Hz. Musa´ya vahyolunan İlâhî Kitap´tır. Fakat bu kelime Hıristiyan­larca, «Ahd-i Atik» adı verilen kitapların hepsine birden mecazî ola­rak söylenmektedir. Kur´an-ı Kerîm´de Hz. Musa´ya indirilen kita­ba «Furkan» (Hakkı, bâtıldan ayıran) adı da verilmektedir.

b) İncil lâfzı ise; asıl itibariyle Yunanca bir kelime olan «Evangelium» dan alınarak Arapça´ya nakledilen bir kelimedir. «Beşaret ve talim» mânâsına gelmektedir. încil lâfzı Kur´an´da, Hz. îsâ´ya indirilen Mukaddes Kitaba verilen Özel isimdir. Fakat Hıris­tiyanlar nazarında bu lâfız, «Ahd-i Cedîd» den yalnız «Matta», «Markos», «Luka» ve «Yuhanna» nın kitaplarına tahsis edilmiş ve ancak bunlara «îneü» adı verilmiştir. Fakat, «Ahd-i Cedîd» deni­len kitaba ve risalelerin hepsine de mecazî olarak «tncil» adı veril­mektedir. [27]

c) Rur´an´a gelince; O, Hz. Muhammed Aleyhisselâm´a indi­rilen ve okunarak ibâdet olunan Aîîah Kelâm´ına verilen isimdir. O, en son ve en mükemmel ilâhî Kitaptır.

Kur´an kelimesi Arapça bir kelimedir. «Gufran» ve «Şükran» kelimeleri gibi «Fu´l&u» vezninde olup, «Ka-ra-a» fiilinden masdar-Üır. «Kıraat ve Tilâvet» yaıü «okumak» manasınadır. Nitekim [28]

âyet-i kerîmesinde Kur´an, kıraat ve tilâvet mânâsına kullanılmış­tır.

I «Kur´an» kelimesi dil bakımından : «Cem» ve «Zam» yani «Toplama» mânâsına da gelir. [29]

Sonra bu kelime, Hz. Muhammed (s.a.v.)´e indirilen Mukades Kitaba özel isim olmuştur. Kur´an-ı Kennrüii Furkan, Tema), Hak, Hüdâ, Zikrâ, Burhan, Nur, Azız ve Mübin gibi elliden fazlaisimleri vardır.[30]

4 - Vahîy Ne »Emektir, Nasıl Tekamül Ettîbjlmîştir?

îlâhî Kitapları insanlara bildirmek, öğretmek ve telkin etmek­le vazifeli olan Pegamberîerin en açık vasıflan, vahyin en yüksek derecesine ermeleri ve «mû´eize» adı verilen fevkalâde (âdetler üstü) tecellilerle Cenab-ı Hakk´ın te´yidine mazhar olm&larıdır. Bu ba­kımdan Peygamberler ve Peygamberlik için bir şart ve esas olan vahy´in dil ve din dilindeki mânâlarını, nevi ve derecelerini kitabı­mızın ikinci cildinde ele alarak, —inşâallah— etraflı bir şekilde izah edeceğiz.

Ancak, îlâhî Kitaplar da, en yüksek vahiy tarzının bir tecel­lisi olduğundan, zamanla gelişerek Kur´an-ı Kerîm ile en mükem­mel ve en yüksek seviyeye ulaşan mukaddes kitapların nasıl ve niçin geliştiğini anlamak gayesiyle, vahiy, ve tekâmülü, yani Hak Teâlâ tarafından geliştirilmesi hakkında burada kısa bir bilgi ver­meyi faydalı bulduk.

Dilcilere göre vahiy; yapılan anî, sür´atli ve gizli bir telkin, gizli bir söz, işaret ve iiham [31] mânâlarına gelir.

Vahiy, bu mânâda çok genel olup, yalnız Peygamberlere, hattâ yalnız insanlara mahsus değildir, insanlardan başka, meselâ «Bal Arısı» gibi canlı, «Yer ve gök» gibi cansız varlıkları, «Melek ve Şeytan» gibi maddî olmayan yaratıkları da şumûlu içine alan bu husus Kur´an-ı Kerîm´de birçok âyetlerde zikredilmiştir. [32]

Bu vahiy nevilerinden insanlara vâki olan vahy-i ilâhî´nin üç yoldan biriyle husule geldiğini, H^k Teâlâ «Şûra» sûresinde şöyle ifade buyuruyor :[33]

«(Ya) bir vahiy ile, veya bir perde arkasından, veya bir elçi göndererek kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça, Allah´ın hiçbir insanla konuşması vâki olmamıştır...»

Bunlardan birincisi; Cestab-ı Hakk´m dilediklerini, dilediği ku­lunun kalbine ânî bir tesirle ilkâ etmesidir. Bu tarz, ilâhî vahy´in bir nevi «ilham» dediğimiz en genel seklidir. Buna «Vahy-i hafi (gizli vahiy) veya «Vahy-i gayr-i metluv» (yani, kelimeler halinde tilâvet olunmadan indirilen vahiy) denir.

Mânâsı ilâhî, lâfzı beşerî olan «Hadisler» bu nevi vahiyler­dendir.

Vahyin ikinci tarzı; «bir perde arkasından duyulan sözler» dir. Bu, vahye mazhar olan zâtın, Hak Teâlâ´yı görmeden, yüce kelâ­mını işitmeğidir. Musa Aleyhisselâm´m CebeM Tur´da ağaç arka­sından işittiği ilâhî nida (söz) gibi...

Vahyin üçüncüsü ve en yüksek olanı; İlâhî vahyin, Vahiy leği denilen Cebrail Aieyhisselâm vasıtasıyla kelimeler halinde Pey­gamberlere getirilmesi şeklidir. Vahiy Meleği´nin geliş ve vahyi ge--tiriş halleri de çeşitlidir [34] Bu tarz vahye, «Okunarak kelimeler halinde indirilen» mânâsında «Vahy-i Metluv» adı verilir. Kur´an-ı Kerîm, Peygamberimize bu şekilde nazil olmuştur. Daha önce gön­derilen tlâhî Kitaplar da bu tarzda indirilmiştir. Bütün ilâhî kitap­lar, aslında, en yüksek derecede olan bu tarz vahyin kaydeöilme-siyle meydana gelmiştir. Bu balamdan, din dilinde vahiy denince; yalnız Peygamberlere mahsus olan bu vahiy, «Vahy-i Metluv» an­laşılır.

Bütün vahiy şekillerinde, vahiyde iki esas olarak kabul edi­len; «gizlilik» ve «sür´at» mevcuttur. [35]

tslâm itikadına ve Kur´an-ı Kerîm´in beyanına göre, ilâhî ;|jpa-hiy vasıtasıyla Hak Teâlâ´nm beşeriyete hidâyet yolunu gösterme­si, «Ebu´l-Beşer», ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem ile başlar [36] Cenab-ı Hakk´ın büyük bir lütuf ve inayeti olan vahiy nimetinden hiçbir millet mahrum kalmamış, kendi zaman ve ihtiyaçlarına göre vahiy inmiş, ilâhî emir ve yasaklar bildirilmiştir. Zamanın gelişmesi ve beşerî seviyenin yükselmesiyle mütenâsip (orantılı) olarak vahiy de geliştirilmiş, her devirde yaşayan insan­ların kaabiliyetlefine, idrâk ve anlayış seviyelerine uygun olarak her şey gittikçe açıklanmıştır.

İlk insanın idrâk seviyesi ve genel ihtiyaçları ile, daha sonra gelen ve asırlar boyunca gelişen insan topluluklarının anlayış de­receleri ve sosyal ihtiyaçları, şüphe yok ki değişmiş ve gelişmiştir, indirilen vahiyler de bu gelişme ve ihtiyaçlara muvazi (paralel) olarak geliştirilmiş, daha önce lüzum görülmeyen yeni emir ve ya­saklar konmuş, kapalı bırakılan hususlar açıklanmıştır. Hak Teâlâ´-nın İlâhî Varlığı, Yüce Zâtı ve Mukaddes Sıfatları, insanın mebdei (başlangıcı) ve meâdı (sonu ve dönüşü) , ölümden sonraki halleri ve geçireceği merhaleler, Ahiret ve İkinci Hayat, Cennet ve Ce­hennem, ceza ve mes´uliyet, sevap ve ikap gibi ilâhî gerçekler hak­kında daha geniş ve açık bilgiler verilmiştir. Böylece meçhul ve ka­palı kalan hususlar aydınlatılmış, insanların fert ve cemiyet ola­rak gelişmesi, refah ve saadetini sağlayan ahlâkî ve sosyal esaslar Öğretilmiştir.

Beşerî seviye, ilâhî gerçekleri kavrayabilecek bir idrâk sevi­yesine ulaştıktan sonra da, artık bütün insanların inanarak kabul edecekleri genel hükümler ve onları daima iyiye, güzele ve her yön­den ilerleyip yükselmeğe sevkederek refah ve saadetlerini sağla­yacak ilâhî esaslar, emir ve yasaklar bildirilmiştir. Bu hükümler, en son ve en mükemmel gerçekler olduğu için, bütün insanların ona inanması ve uyması emredilmiştir.

İşte, her şeyi en güzel bir şekilde açıkladığını, Allah´ın dinini, en mükemmel haliyle insanlık âlemine sunduğunu, ilâhî kitaplar­dan yalnız Kur´an-ı Kerîm iddia etmiş, daha önceki kitapların nok­sanlarını tamamlayarak onların hükümlerini kaldırdığını ilân et­miştir.

Nitekim Hak Teâlâ Kur´an-ı Kerîm´de :

«Bugün sizin dîninizi sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzeriniz­deki nimetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm´ı

seçtim.» [37] (Yalnız İslâm´dan razı ve yalnız ondan hoşnut ol­dum).

Buyurmakta ve diğer bir âyette de :

islâm´dan başka bir din ararsa, ondan (seçtiği dini) ka­bul edilmiyecektir ve o, âhirette hüsrana (büyük zarara) uğra­yanlardan (olacak) dır.» [38]

Buyurularak, artık İslâm´dan başka hiçbir dinin Allah katın­da kabule şâyân olmadığı açık, kesin ve beliğ bir dille ilân olun­maktadır.

Aslında, bütün semavî dinler, Allah tarafından gönderildiğine göre, hepsinin kaynağı bir olup, ilâhî vahye dayanır. Bu bakımdan bütün semavî dinler, tevhid âkidesine, yani Yüce Allah´ın birliği ve ibadete lâyık tek mâbud olduğu fikrine istinad eder. Bütün ilâhî dinler getirdikleri dini inançlarda ittifak halindedirler.

Buna rağmen, zamanla bu dinlerin ilâhî olan asılları kaybol­muş, veya tahrif edilerek değiştirilmiş, yerlerine çeşitli kalemler­den çıkan, beşer aklıyla hatta birbiriyle çelişen kitaplar konmuş­tur.

Cenab-ı Hakk´ın beyan buyurduğuna göre, bu tebdil ve tahrif-den yalnız Kur´an-ı Kerîm masun (ve uzak) kalmıştır. Kıyamete kadar da muhafaza edileceği [39]

âyet-i kerîmesiyle bütün insanlığa ilân olunmuştur. Bu husus tan-hen sabit olan bir gerçektir.

Müslümanlarca, aslında ilâhî ve mukaddes olduğuna inanılan bu kitapların ne zaman ve nasıl yazıldığı ve herbirinin bu günkü durumları hakkında kısa bir bilgi vermeyi faydalı görüyoruz.[40]

5- İlâhî Kitaplara Toplu Blr Bakış :

A) TEVRAT:

İslâm âkidesine göre inanılması gereken dört büyük ilâhî ki­taptan biri de, Tevrat´tır. Tevrat, tsrâil oğullarından Musevilerin mukaddes kitabı olup, Hz. Musa Aleyhisselâma nazil olmuştur.

Hıristiyanlar, Hz. isa´dan önce gelen «Mukaddes Kitaplar Mec­muasına «Ahd-i Atik» derler ve sayısını altmışa kadar çıkarırlar.

Yahudi an´anesine göre ise, Ahdi Atik (Eski Ahid) üç kısma ayrılır : Tevrat, Sabiim (yani Peygamberlerin sözleri) ve Kütübin (Kitap, tarih, hikmet ve sâireye ait eserler) dir.

Kur´an-ı Kerîm´de adı geçen Tevrat, Hz. Musa´ya nisbet edi­len beş kitap, yani «Esfâr-ı Hamse» dir. Yahudilere göre bunlar­dan :

Birinci Kitaba «Tekvin» adı verilir. Bu kitap, Nuh Tufam´na kadar yaradılış destanından, insanların ilk suçundan (bab : 1 -11), Hz. İbrahim´in v.e oğullarının hikâyelerinden, Hz. İshak, Hz. Yâkub ve Hz. Yusuf´un Mısır´da bulunmalarından (bab : 12 - 50) bahse­der.

İkinci kitap; «Huruç. (Çıkış)» adıyla anılır. Hz. Musa ve îsrâil Oğullan´nm Mısır´dan çıkışından (bab: 1-18), Allahu Teâlâ´nın Tûr dağında Hz. Musa´ya kanunlarını bildirmesinden (bab : 19 - 40) bahseder.

Üçüncü kitap; «Levililer», kurban, kâhinler, temizlik konuları­nı ve bayramların tanzimi gibi âyin ve merasime ait usullerden,

Dördüncü bitap; «Sayılar», İsrail´in Tûr dağından kalkarak Erdem ülkesine girmesinden bahsetmektedir.

Beşinci kitab´a ise, «Tesniye» adı verilmektedir. Bu kitap hak­kında bir Garp tarihçisi diyor ki :

«622 senesinde Yehuda Kralı Yoşiya zamanında kâhinler tara­fından neşredilmiş bir eserdir ki, Musa´nın ölümünden bahsettiği ve Musa´nın zamanında henüz mevcut olmayan birçok âdetleri îmâ et­tiği için, o zamanki ilâhiyatçıların, bozulmuş dîni ıslâh etmek mak­sadıyla yazdıklarını söyliyebiliriz.» [41]

Görüldüğü üzere, Hz. Musa´ya isnad edilen bu kitaplardan yaî-nız beşincisi üzerinde durmak bizleri de, A. Schimmel ve Dinler Ta­rihiyle meşgul olan birçok tarihçiler gibi düşünmeye sevketmekte, Hz. Musa´nın vefatından bahseden bir kitabın bizzat Hz. Musa ta: rafından yazılamıyacağının muhakkak olduğu kanaatma vardır­maktadır. Bu kitabın Hz. Musa´nın vefatından sonra o zamanki bazı ilâhiyatçılar tarafından yazılarak, Hz. Musa´ya isnâd edildiği anlaşılmaktadır.

Nitekim aynı yazar; «Bu dinîn en mühim vesikaları Eski Ahid´-de toplanmıştır. Halbuki Eski Ahid, muayyen bir zamanda muay­yen bir zâtın tesbit ettiği bir eser değildir. Onun tarihi yüzlerce yıl sürmektedir.» [42] demektedir.

Esasen tarihçilerce bilinen bir gerçektir ki, İsrail Oğulları, Hz. Musa´nın vefatından sonra yaptıkları birçok harpler neticesinde millî hâkimiyetlerini kaybederek, asırlarca esaret altında kalmış­lar, uğradıkları felâketler ve karşılaştıkları zorluklar sebebiyle ilâ­hî hükümleri, emir ve yasakları muhtevi bulunan Tevrat´ı ve «Mu­kaddes Sahifeleri» muhafaza edememişlerdir. Çünkü o zaman, de­ğil ilâhî kitapları ezberlemek, yüzünden okuyabilmek bile çok az kimselere nasip olurdu. Bütün bu sebeplerle Tevrat´ın aslî nüsha­sı kaybolmuş, Süleyman Aleyhisselâm´dan sonra gelen Yahudi hü­kümdarlarının ekserisi Hz. Musa´nın dinini terketmişlerdi. Daha sonra gelen Yahudi hükümdarlarından «Bûşiya» isimli zat tekrar Hz. Musa´nın dinine dönmüş, bu hükümdar zamanında yaşıyan «Azrâ» adında bir kâhin, Milâttan 622 yıl önce, Tevrat´ın asıl nüshasını Kudüs´te bulduğunu ilân etmiştir...

Gerçekte ise, bunun bizzat «Azrâ» mn yazdığı ve Hz. Musa´ya nisbet edilen «Beş Sifr» den başka birçok şeyler ilâve ettiği kanaati hâkim ve yaygındır.

ta Esasen, böyle bir tek kişinin sened ve isnaddan mahrum olan iddiası, kuru bir zandan başka bir şey olamaz. Hz. Musa´nın vefa­tından asırlarca sonra yazılan veya ortaya çıkarılan bir kitabın, Hz. Musa´ya isnadı ilmî esaslarla sabit olmadan, değil Allah Kelâ­mı ve mukaddes kitap olarak, Hz. Musa´nın hadisi olarak dahi ka­bul edilemez.

Çünkü bir kitabın mukaddes olabilmesi için, ilâhî vahye isti-nad ettiği tevâtüren sabit olması ve yine tevatür yoluyla zamanı­mıza kadar nakledilmesi lâzımdır. Halen Yahudilerin ve Hıristiyan­ların ellerinde bulunan Tevrat ve Ahd-i Atik ise, böyle bir tarihî senetten mahrumdur. Lâfız ve mânâ bakımından birbirini tutma­yan hadiselerle doludur. Bu kitapların ekserisi çok basit ve fay­dasız mânâları ihtiva etmekte, aralarında fikrî insicam (uygunluk) bulunmamaktadır. Hattâ bu kitaplarda, Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. Dâvud ve Hz. Süleyman gibi büyük Peygamberler; yalan söylemek, gizli münasebette bulunmak ve zevcelerinin hatırı için puta tap­mak gibi «İsmet-i Enbiyâ (Peygamberlerin İsmet Sıfatı)» ile asla bağdaşmayan çirkin iftiralar ve hurafeler mevcuttur.

tşte, bugün elde bulunan Tevratların bazıları, Azrâ´nın, Tev­rat´ın aslı diye ilân ettiği kitaptan çoğaltılıp dağıtılan nüshalardır.

Buna rağmen, bugün İbranice, Yunanca ve Sâmirîce olmak üzere üç çeşit Tevrat bulunmakta, bunlardan İbranice olan; Yahudiler ve ´Protestanlar nazarında, Yunanca olan; Roma ve Şark kiliseleri nez-dinde, Sâmirîce olan ise; Sâmirîlerce muteber tutulmaktadır.

Hz. Musa´nın vefatından asırlar geçtikten sonra müteaddid şa­hıslar tarafından yazılan ve birbirine uymayan çeşitli nüshaları, Tevrat´ın aslı olarak kabul ederek, bunlara mukaddes kitap olarak inanmaya imkân yoktur. Fakat her şeye rağmen, bu nüshalarda asıl Tevrat´tan bazı sözlerin bulunabileceğini inkâr etmeyiz.[43]

Dâvud Aleyhisselâm´a indirilen «Zebur» un bugün elde mevcut bir nüshası bulunmadığı gibi, bu kitaba tabî olan belirli bir millet de bulunmamaktadır.[44]

B) İncil:

Her Müslüman´ın inanması gereken ilâhî Kitaplardan biri de; Hz. îsâ´ya indirilen ve Hıristiyanlarca hükümleri hâlâ ilâhî sanılan ve Mukaddes Kitap olarak kabul edilen «İncil» in Allah tarafın­dan vahyolunan aslıdır. Çünkü bugün mevcut olan ve «İncil» adı verilen kitaplar, muharreftir. Bunlara «Allah Kelâmı» olarak inan­mamız gerekmez.

Hıristiyanlar, yalnız Matta, Markos, Luka ve Yuhanna´mn kitaplarına «İncil» adım vermektedirler. Bu dört kitaptan başka, Re­sullerin işlerini ve Pavlus, Petrus, Yuhanna ve Yahuda gibi Hristi-yan ilâhiyatçı misyonerlerin birçok mektuplarını ihtiva eden «Dînî mecmua» ya, «Ahd-i Cedîd» adını vermektedirler.

Bu kitap ve mektuplar, ilâhî emir ve yasaklan bildiren ve vah­ye istinad eden semavî bir kitap olmadığı gibi veya Hz. İsa´nın ha­yatını/ ahlâk ve sîretini anlatan tarihî ve ilmî bir hal tercümesi bile sayılmaz. Belki bu kitap ve risaleler; «Hıristiyanlığın mes´ele-lerine dokunan ve yeni Hıristiyanların inanıp kullanacakları bir Ma­nevî Tarih» dir. [45]

Zira, Ahd-i Cedidi teşkil eden dört İncil ile diğer çeşitli mek­tup ve risalelerden hiçbirisi, Allah Kelâmı olmadığı gibi, Hak Pey­gamber olduğuna inandığımız Isâ Aleyhisselâm´ın da sözleri değil­dir. Hıristiyanlar da böyle bir iddiada bulunmamaktadırlar. Bütün iddiaları; bu kitap ve risalelerin sahiplerinin de, ilâhî ilhama raaz-har olmuş, resuller olmalarıdır. Hıristiyanlar a göre, Hz. îsâ´nın Pey­gamberliği müddetince kendisine inanan ve Kur´an´da «Havâriyyûn» havariler adıyla anılan on iki şahıs da, ilâhî irşad ve ilhama maz-har olan ve Hz. isa´dan manevî feyz alan «Resuller» dir.

Gerçekte ise bunlar, israil oğullarından Hz. îsâ´ya inanan ve onun Peygamberlik nurundan faydalanan birer sâdık «Sahabe» ve «Hıristiyan Misyonerleri» dirler. Zira bunlardan hiçbiri Peygamber­lik iddiasında bulunmamışlar, Eesulluk iddialarmı isbat için mû´ci-ze izhar etmemişler, bu husus tarihen tevsik edilerek sabit olmamış ve yalan üzere birleşmeleri kaabil olmayan- topluluklar tarafından zamanımıza kadar (Tevâtüren) nakledümemiştir. O halde bu kitap ve mektuplar ne Allah Kelâmı, ne de bir Peygamber sözüdür. Bu sebepledir ki; H?,. İsa´nın hayatından, menkıbelerinden, duaların­dan ve acâip hallerinden bahseden bu incil´ler, yazarlarına isnad edilmekte ve Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncil´i diye anılmak­tadır. Hatta bugün gerçek şudur ki, Hıristiyanlarca muteber sayı­lan bu dört İncil´den hiçbiri, hangi tarihte, lıim tarafından ve han­gi dille yazıldığı ve diğer dillere kimler tarafından çevrildiği kesin olarak bilinememektedir.

İneiller üzerinde araştırma ve incelemelerde bulunan Hıristi­yan ve Batı yazarları, bu konularda ihtilâfa düşmüşler, kesin ve emin bir neticeye varamamışlardır. Meselâ :

1- Matta İncili : Tarihçilerin ekserisine göre, Hz. isa´nın oniki «Havârî» sinden biri olduğu rivayet edilen «Matta» tarafın­dan İbrani, veya Süryânî diliyle Yahudilerden îmân edenler için ya­zılmıştır. Fakat bu İncil´in ele geçen en eski nüshası İbrânice veya Süryânice olmayıp, Yunanca´dır. Yunanca´ya kim tarafından ve hangi tarihte tercüme edildiği bilinememektedir.

Zayıf bir rivayete göre, tercüme eden Yuhanna´dır.

Diğer bir rivayete göre Matta, incil´ini Yunanca yazmıştır. Fa­kat tarihçilerin ekserisi, bu İncil´in İbranî diliyle yazıldığını ve Yu­nanca´ya çevirenin bilinmediğini ifade etmektedirler.

İbrânice yazılan, daha sonra kaybolan aslî nüshanın yazılış ta­rihinde çok çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetlere göre aslî nüs­ha, Milâdî 37, veya 38, veya 41, veya 43, veya 48, veya 61, veya 63, veya 64 senelerinin birinde yazılmıştır.

Görüldüğü üzere bu İncil´in ne vakit yazıldığı, Yunancaya kim tarafından ve ne zaman tercüme edildiği, tercüme edenin ilmî ehli­yeti, metne sadâkati ve bu iki dile vukuf derecesi bilinmemektedir. Esasen asıl metin kaybolduğundan, mevcut Yunanca tercümenin aslî nüshaya uygun olup olmadığı da kontrol edilememektedir.

Bütün bu meçhuller sebebiyle, bu İncil´e Hz. İsa´nın talebesi olan Matta´nın sözleri diye inanmak dahî mümkün değildir. Değil Hz. İsa´ya, talebesine dahî isnadı sabit olmayan böyle bir kitabı, Allah Kelâmı veya Mukaddes Kitap olarak kabul etmek ise, akla, mantığa ve tarihî gerçeklere uymaz.

2- Markos Incili´nin; Yunanca olarak yazıldığında ittifak varsa da, nerede ve hangi tarihte yazıldığı kesin olarak bilineme­mektedir. Hattâ bu İncil´i, Kudüslü bir Yahudi aileden olan ve asıl ismi «Yuhanna» olduğu halde «Markos» lakabıyla tanınan zâtın yazdığında da ittifak yoktur. Zira, ba^ı tarihçiler bu İncil´i, Havâ-rîler´in reisi Petrus´un Roma´da Markos´dan yazdığım, sonra Mar-kos´a isnad ettiğini iddia ediyorlar. Halbuki gerçekte, Petrus Hava­rilerin reisi, Markos ise Petrus´un talebesidir.

Diğer bir rivayete göre ise Markos bu İncili, Petrus ve Pavhıs öldükten sonra yazmıştır. İkinci ihtimal daha kuvvetli ise de, bu1 konuda ittifak edilememiştir.

Sonra Markos, İncil´ini hocası Petrus öldükten sonra yazdığına göre, yazdıkları hangi esasa dayanmaktadır? İncil´in aslına ne de­rece uygundur? Sözleri Hz. isa´ya hangi yolla istinad etmektedir? Şayet yazdıkları Hz. isa´ya istinad etmiyor da, sırf kendi anlayı­şına dayanıyorsa, bu anlayış vahye ve ilâhî gerçeklere ne derece uygundur? Bütün bunlar meçhuldür, tam olarak bilinmemektedir.

Bu İncil´in yazıldığı tarih üzerinde de ihtilâf vardır.

Rivayete göre, milâdî 56 senesiyle 65 senesi arasındaki yıllar­dan birinde yazılmıştır. Fakat kuvvetli bir ihtimale göre 60 veya 63 senesinde, diğer bir rivayete göre de, 61 senesinde yazılmıştır.

3- Luka inciFini yazan zâtın; şahsiyeti, memleketi, san´atı, kimler için ve hangi tarihte yazdığı hakkında, tarihçiler çeşitli gö­rüşlere sahiptirler. Yalnız, Luka´nın, Hz. İsa´nın talebesinden (Ha­varilerden) olmadığı gibi, talebelerinin de talebesi olmadığı husu­sunda ittifak halindedirler.

Bir rivayete göre Luka, Antakya» bir tabibdir. Yahudi değil­dir, Pavlus´a seyahatlarında ve işlerinde refakat etmiştir.

Diğer bir rivayete göre, Antakyah olmayıp, İtalya´da doğan bir Romalıdır. San´atı da tabiblik değil, fotoğrafçılıktır.

Bir rivayete göre Luka, İncil´ini Yunanlılar için, diğer bir ri­vayete göre de Mısırlılar için yazmıştır.

Yazıldığı tarih hakkında da çeşitli rivayetler vardır:

Bunlardan birincisine göre, Kudüs tahrip edilmeden ve Pavlus esir iken, 58 veya 60 senelerinde yazılmıştır. İkinci rivayete göre, Luka İncilini, Markos yazdıktan yani Patrus ve Pavlus öldükten sonra yazmıştır.

4. Yuhanna İnciline Gelince : Hz. İsa´nın «Ulûhiyyet» inden ve Hristiyanlığın şiân sayılan «Teslis akîdesi»nden gayet sarih olarak bahseden bu kitabın yazarı ve yazılış tarihi üzerinde de tarihçiler ittifak edememişlerdir.

Hristiyanların ekserisi, bu İncili, Havarilerden «Yuhanna» nın yazdığını iddia ederler. Bunlara mukabil, bazı muhakkik hristiyan araştırıcılar, bu İncili Havarilerden olan Yuhannâ´nın değil, onun­la ruhanî bir ilgisi olmayan başka bir Yuhannâ´nm yazdığını söyle­mektedirler. Bu iddia, şimdi değil, ta milâdî ikinci asırda başlamış­tır. Bu fikirde olanların içinde, Havârî Yuhannâ´nın talebesi olan Polikarp´m talebesi Erinos da blunmakta ve hocasının hocası olan Fîavârî Yuhannâ´ya böyle bir kitap isnad etmediğini belirtmektedir.

İkinci asırda başlayan ve gittikçe kuvvetlenen bu fikri, 500 hristiyan âliminin iştirakiyle hazırlanan ingiliz Ansiklopedisi de benimsemekte ve bunu, Matta ve Yuhannâ gibi iki Havârî arasın­da bir tenakuz (çelişki) olduğunu gösterme gayreti güden, felse­fe ile meşgul bir zâtın tezviri olarak kabul etmektedir. Mezkûr An-siklopedi´ye göre, bilâhare kilise bu hususu tahkik etmeden, kitabın üzerindeki iddiaya inanmış ve bu İncil´i Havârî Yuhannâ´nın incil´i olarak ilân etmiştir. Halbuki onunla hiçbir ilgisi yoktur.

Bazı tarihçiler ise, bu incil´i yasanın Yuhannâ olmayıp, isken­deriye felsefe mektebinden bir talebe olduğunu, «Ukmım-i Selâse» nazariyesini kuvvetlendirmek gayesiyle bazı papazların arzusuna uyarak yazdığını, böylece bir kısım papazların -inandıkları «Teslis akidesi» nin Hristiyanlığa maksatlı olarak bu İncil vasıtasıyla yer­leştirildiğini iddia etmektedirler.

Bu rivayetlerin hangisi doğru olursa olsun, hepsi de bizi, ayni neticeye ulaştırmaktadır. O da şudur:

Yazan, kitabın muhteviyatı, yazılış tarihi ve yazılış sebebi et­rafındaki kuvvetli şüpheler ve bu geniş ihtilâf, böyle bir kitabı, ha­kîkî İncil´in aslı olarak kabul etmemize imkân bırakmıyor. Bu kita­bın, değil Hak Teâlâ´ya, Hz. îsâ´nın bir talebesine dahi isnadı ve önce. hangi dille yazıldığı kesin olarak bilinememektedir.

Yazılış tarihi hakkında da çeşitli rivayetler dolaşmaktadır. Ez­cümle; Milâdî 68 veya 69 veya 70 veya 89 veya 95 veya 98 inci yıl­da yazılmış olması muhtemel görülmüştür [46]

Nitekim Kur´ân-ı Kerîm de, bu hususu teyid etmekte, Yahudi ve Hristiyanlann Tevrat ve incil´i tahrif ve tebdil ettiklerini (bozup değiştirdiklerini) birçok âyetlerde bildirmektedir [47]

fnciller hakkında buraya kadar özetlediğimiz bilgilerden, bu kitapların hiçbirinin hakîkî tncil olmadığı gibi, Hz. İsa´ya, hattâ Ha­varilerine isnadı, ilmî ve tarihî belgelerle sabit olmadığı anlaşıl­maktadır. Esasen «Ahd-i Cedid»i teşkil eden 27 kitaptan ilk 23´ün-def bu indilerden hiç bahsedilmem ektedir. Bu kitap ve risalelerin hiçbirinde mukaddes kitaplara mahsus olan yüce bir üslûp, ilâhî bir ifade ve manâ bulunmamakta, herbiri diğerini nakzeden îtikadları ihtiva etmektedir. Meselâ bugün Protestanlar, Katolikleri ve Vati­kan´ı tanımazlar. Her mezhep ehli, asırlardır, diğer mezhep ehlini, İnciFde tağyir ve tebdil yapmakla ve küfürle itham etmektedir.

Bu iddia ve itham yalnız biri için değil, tarihçilere göre hepsi için varittir. Bu bakımdan, Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid adı altında toplanan ve müteaddid şahıslar tarafından uzun yıllardan sonra yazılan bu kitapların, Tevrat ve incil´in aslı olmasına imkân yok­tur. Eğer -yle olsaydı, çeşitli dillerle, müteaddid ellerle yazılan ve birbirine uymayan bu kadar çok kitap bulunur muydu?

Şu husus da tarihen sabittir ki, Milâdî 325 yılına kadar Hris-tiyanlar bu gün Hristiyan âleminde mukaddes kitap olarak inanı­lan kitapların hiç birini bilmez ve mukaddes olarak kabul etmez­lerdi. Zira, her milletin elinde başka bir incil nüshası vardı ve yal­nız ona inanırdı. Bu sebeple Hristiyan dünyasında bir çözülme baş­lamış, aralarında birlik ve dayanışma (tesanüd) kalmamıştı. Bu ha! Hristiyanları telâşa düşürdü. Durumun vahametini gören Konstan-tin müdahale ederek, Milâdî 325 senesinde «İznik» te büyük bir «Ruhanî Meclis» kurmaya muvaffak oldu. Hristiyan âleminin her tarafından gelen en yetkili ruhanîler, Hristiyan akaaidini yeniden gözden geçirerek, înciller arasındaki ihtilâfı kaldıracak tedbirleri almak üzere toplandılar.

Konsile arz olunan yüzlerce incil arasından, Dört İncil ile, bu­gün Ahd-i Cedid´i teşkil eden risaleler seçildi. Diğer înciller imha edildi. Bu seçme işi, bini aşan Koıısil üyelerinden Hz. îsâ´mn Uİû-hiyetine (yani ilâh olduğuna inanan yalnız 318 üyenin ittifakıyla yapılmıştır. Bu rakama göre; seçme işi, Konsil´in üçte birini dabi bulmayan bir azınlık tarafından yapılmış oluyor. İşte böylece yukarda kısa tahlilini yaptığımız «Dört tncil», Hz. îsâ´nın Milâdından tam 325 yıl sonra «Mukaddes Kitap» olarak ilân edilmiştir.

Yukarıda Özetlediğimiz sebepler dolayısıyle bu kitaplar, müs-lümanlarca ilâhî vahye dayanan «Semavî Kitap», Hatta Hz. îsâ´ya isnad edilen «Hadisler Mecmuası» olarak dahi kabul edilmemekte ve bunlara birer «Siyer ve Mev´iza» kitabı nazarıyla bakılmakta­dır [48]

Kur´ân-I Kerim Ve Hususiyetleri [49]

Eüslümanlar nazarında asılları ilâhî olduğu halde, (yukarıda verdiğimiz bilgilerin ışığı altında) tahrif ve tebdil edilerek ilâhî hü­viyetlerini kaybeden ve birbirine uymayan müteaddid nüshalar ha­line gelen Tevrat ve incil´e mukabil, nazil olduğu tarihten bu güne kadar bir kelimesi dahî değiştirilmeden ilâhî hüviyetini muhafaza eden yegâne semavî kitap, Kur´ân-ı Kerîm´dir. Bu, mesnetsiz bir iddia değil, tarihî ve ilmî bir gerçektir. Çünkü :

Bu gün, tarihî gerçeklere vâkıf, ilim ve insaf sahibi herkes, Kur´ân-ı Kerîm´i Milâdî 571 senesinde Mekke´de doğan, ümmî, yani okuma yazma bilmeyen, Arapça konuşan ve Arap milletinin Ku-reyş kabilesine mensup, nesebi Hz. İbrahim Aleyhisselâma kadar uzanan Abdul Muttalip oğlu Abdullah´ın oğlu, «El-Emîn» lakabıy­la tanınan Muhammed adında, yüksek ahlâklı, mübarek bir zâtın diliyle bildirilen yüce bir kitap olduğunu bilmektedir.

Her insaf sahibi şunu da bilmektedir ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) 40 yaşından sonra Peygamberlik iddia ve ilân etmiş, öm­rünün 23 senesini buna hasretmiş, karşılaştığı bütün sıkıntı ve zor­luklara rağmen yolundan dönmemiş, büyük bir cesaret ve maha­retle dâvasını ömrünün sonuna kadar yürütmüş, hiç bir beşere na­sip olmayan büyük bir başarıya ulaşarak, 23 yıl gibi kısa bir müd­det İçinde, tarihin de misline sahid olmadığı, ruhî, ahlâkî ve içtimâi o büyük inkılâbı yapmıştır. En büyük mu´cize olarak da, Arap be-lâğat ve fesahatinin zirvesine ulaşmış olan Kur´ân-ı Azimü´ş-şân´i bırakmıştır.

Büyük bir dikkat ve itina ile ashabına aynen tebliğ ettiği, ya-, zurnasını ve hıfzedilmesin! emrettiği bu hikmet ve hakikat dolu Köz­lerin, kendi beşerî sözleri olmadığını, Hak Teâlâ tarafından Cebrail vasıtasıyla kendisine vahyölunan Allah Kelâmı olduğunu bildirmiş­tir. Hatta, kendi sözlerinin, Allah Kelâmına karışmaması için, söz­lerinin yazılmasını şiddetle menetmiştir.

Kendisinin bütün beşeriyeti «Tevhid Akidesi»ne, hak ve hidâ­yet yoluna sevk etmek ve en güzeı ahlâkı tamamlamak için gönde­rilen en son Peygamber olduğunu, getirdiği ilâhî kitabın da bütün insanlık âlemine hitabeden en son ve en mükemmel Semavî Kitap olarak indirildiğini, bu kitaptan sonra kitap, kendisinden sonra da Peygamber gönderilmeyeceğini kesin bir dille ilân etmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.)´nin bütün hayatı, siyret ve ahlâkı en ince teferruatına kadar zaptedilmis, yirmi üç sene sûreler ve âyet­ler halinde inzal buyrulan Kur´ân-ı Kerîm, Peygamberimizce tayin olunan «Vahiy Kâtipleri» tarafından aynen yazılmış, binlerce sa-hâbî tarafından hafızalarda muhafaza edilmiştir. Bütün bu huaus-lar dînî birer gerçek olarak nesilden nesile intikal etmiş ve tevatür yoluyla zamanımıza kadar gelmiştir [50] İslâm´ın büyük Peygam­beri Hz. Muhammed (a.s.) bütün sîret ve sünnetiyle, mukaddes ki­tabı Kur´ân-ı Kerîm, bütün hikmet ve azametiyle islâm ve ilim âle­minin her yerinde bilinmekte, bütün bu gerçekler tarihî belgelerle sabit görülmektedir. Aradan ondört asra yakın bir zaman geçtiği halde, Kur´ân-ı Kerîm hiç bir tağyir ve tebdile uğramadan ilâhî hü­viyetini aynen muhafaza etmektedir.

Kur´ân-ı Kerîm´in dünyada mevcut bütün nüshaları aynıdır. İs­lâm âleminin en uzak beldelerinde yasayan hafızlar karşüaştırılsa-lar, okudukları Kur´ân´ın aynı Kur´ân olduğu görülür. Bilhassa bu husus, günümüzde çeşitli radyo neşriyatıyla sabit olmaktadır. Kı­yamete kadar da bu şekilde devam edeceğini Hak Teâlâ Kur´ân´nv dan ilân etmektedir [51] Yalnız bu gerçek dahi, Kur´ân-ı Kerîm´in Allah Kelâmı ve ilâhî hüviyetini muhafaza eden yegâne semavî ki­tap olduğunu isbata kâfidir.

Esasen Hz. Muhammed gibi; okuma yazma bilmediği, her angi bir dinden, medreseden, âlim veya mürşidden ders almadığı, ilmî ve felsefî hiç bir mükesebâtı bulunmadığı, kayda değer bir se­yahat yapmadığı sabit olan, ümmî bir zâtın, Kur´ân-i Kerîm gibi Arap fesahat ve belagatının zirvesinde olduğu itiraf edilen, ilâhî gerçek ve hikmetlerle dolu bir kitabı yazabilmesine imktn var mı­dır?

Nitekim Kur´ân-ı Kerîm böyle bir şüpheyi çürütmek için, Arap edebiyatının altın çağı sayılan o zamanda belâğât ve fasâhatlanyla şöhret yapan bütün edip ve şâirleri, önce Kur´ân´ın bir mislini [52] sonra on sûresinin mislini [53] daha sonra bir sûrenin mislini [54] en sonunda da, bir âyetinin mislini [55] getirmeye davet etmiş, Kur´ân´a veya sûre ve âyetlerine benzeyen böyle bir nazîre´nin ne o zaman ve ne de gelecek zamanlarda asla getirilemiyeceğini ilân et­miştir. Bu meydan okuyuşun her seferinde, Arap Edip ve Şairleriy-le, bütünj Arapların zamanımıza kadar âciz kaldıkları yine tarihen sabittir.

Arapça olarak inzal buyrulan Kur´ân-ı Kerîm´in bir sûre veya âyetine, Üdebâ ve Fusehâ bir nazire getiremediğine göre, Arap ol­mayan milletlerin Kur´ân´a bir nazire getiremiyecekleri daha açık ve bedîhî bir gerçektir. O halde Kur´ân, Hz. Muhammed (s.a.v.) in sözü değil, Cenâb-ı Hak´km yüce katından inzal olunan ilâhî bir söz, edebî bir mu´cizedir.

Şu husus da inkârı kaabil olmayan bir gerçektir ki, en kuvvet­li edipler ve şâirler, nihayet muayyen sahalarda maharet göstere­bilirler ve çeşitli üslûplardan bir veya bir kaçında başarı sağlaya­bilirler. Meselâ: ahlâkî, hukukî ve ilmî konuların hepsinde de ;ıynı fasâhat ve belagatı gösteremezler. Kur´ân-ı Hakîm ise, ihtiva ettiği ilmî, hukukî, içtimâi, ahlâkî ve tarihî bütün sahalarda aynı edebî üs­lûp, fasâhat ve belagatı göstermiş, en derin ve geniş manâları en veciz ve güzel bir ifadeyle beyan buyurmuştur, iste bu sebebledir ki Kur´ân-ı Mübin, dâima zevkle okunur, her okunuşta insana mâ nevî bir haz ve huzur verir.

Bu ilâhî kitabın bir imtiyazı da, hiç bir kitaba nasip olmayacak şekilde,kolayca eaberlenebilmesidir. Bu sebeple, her asırda Kur´ân-ı Kerîm´i çok genç yaşlarda ezberliyen binlerce hafızlar bulunmakta dır.

Diğer bir husus da; Kur´ân-ı Mübin´in bir çok ilmî gerçekleri, keşfolmadan önce bildirmesi, bildirdiği gerçeklerin ilim ve fen ile dâima bağdaşması, müstakbelde vâkî olacak bir çok hâdiseleri Ön­ceden haber vermesi ve bunların zamanı gelince aynen tahakkuk et­mesidir. Meselâ Güneşin kendi mihveri etrafında döndüğü[56] Se-mâvât âleminde ve yıldızlarda hayat sahibi varlıklar bulunduğu [57] Kur´ân´da haber verilmiştir.

Şimdiye kadar yapılan ilmî keşiflerin hiç biri Kur´ân´ın ilâhi beyanına aykırı düşmemiş, belki onu teyid etmiş ve desteklemiştir. Müslümanların Mekke´yi fethedeceklerine [58] insanların bölük bö­lük ve akın akın İslâm´a gireceklerine, [59] İranlılara yenilen Rum­ların, üç ile dokuz sene zarfında iranlıları tekrar yeneğine dair [60]

müstakbel hakkında verdiği haberler, aynen vâkî olmuştur.

Buraya kadar beyan etmeğe çalıştığımız Kur´ân-ı Kerîm´in bü­tün özellikleri, lâfız ve manâ bakımından sabit olan ve teslim olunan yüceliği, O´nun beşer tarafından yazılan bir eser olmayıp, lâfız ve manâ bakımından ilâhî bir mu´cize ve mukaddes bir kitap olduğu­nu göstermektedir.

Bu bakımdan Kur´ân-ı Mübin, beşeriyete hak ve fazilet, ilim ve irfan, ittihat, terakki ve tekâmül yollarını´ öğreten, onlara bir­lik ve beraberlik ruhunu aşılayan, îmân, ibâdet ve ahlâk esaslarını ve sosyal düzeni sağlayan her türlü nizâmı bildiren, insanları en güzel ahlâka ve ebedî saadete erdiren, ilâhî hükümleri ihtiva et­mektedir.

taraf-ı ilâhî´den, Cibril-i Emin vasıtasıyla sevgili Peygamberimi) miz Hz. Muhammed Aleyhisselâma nazil olan Kur´ân-ı Kerîm´in hem Arapça olan lâfzı, hem de manâsı ilâhî olduğundan, bu ikisi Kur´ân´m mahiyet ve hakikatini teşkil eder. İkisinden biri bulun­mazsa, ona Kur´ân denmez.

Bu ilâhî kitaba «Kur´ân» kelimesinin özel isim olmasının se­bebi, dâima okunması veya âyetleri ve sûreleri yukarda işaret edi­len yüce hakikatları, ilâhî hükümleri, emir ve nehiyleri ihtiva et-mesindendir.

Diğer bir sebep de; kalemlerle bilfiil yazılmış olmasıdır. Zira bu isimle tesmiye edilmesinde, bu yüksek kitabın hem kalbîerde, hem de satırlarda hıfzedilmesinin, zârûrî olduğuna ilâhî bir işaret var­dır. Nitekim Müslümanlar nazarında, her hangi bir hafızın okudu­ğunu Kur´ân olarak kabul etmek için, Sahâbîlerin icmâ´ı ile sabit olan ve bize kadar tevâtüren naklolan Kur´ân´ın yazık nüshasına uygun olması, her hangi bir kimsenin yazdığını Kur´ân olarak ka­bul edebilmek için de bunun, tevatür yoluyla sabit olan hafızların zihinlerindekine uygun düşmesi lâzımdır.

İşte Müslümanların bu dikkat ve ihtimamı ile Kur´ân-ı Kerîm, zamanımıza kadar tahrif ve tebdilden masun kalmış, şu âyet-i ke­rîmenin mealine göre de kıyamete kadar ilâhî hüviyetini muhafaza edeceğini Cenâb-ı Hak va´d buyurmuştur:

«Muhakkak ki Kur´ân-ı Biz indirdik. Onun koruyucuları da mutlak surette Biziz.» [61]

Daha önce gönderilen ilâhî kitaplar tağyir ve tebdile maruz kaldığı ve ilâhî hüviyetim kaybettiği halde, Kur´ân-ı Kerîm´in mu­hafaza edilmesinin sırrı, Tevrat ve tncü gibi kitapların zaman ve mekânla mukayyet olmaları ve muayyen bir millete gönderilmele­ri, Kur´ân-ı Kerîm´in ise; zaman ve mekânla mukayyet olmayarak,

ebedî ve bütün beşeriyeti kıyamete kadar irşad için gönderilmiş ol­masıdır[62]

«Ey Babbimiz!

Bize doğru yolu ihsan ettikten sonra kalplerimizi (Hak ve ger­çekten) saptırma.

Bize yüce katından rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı sonsuz, olan yalnız Sensin.»

(Kur´ân-ı Kerim: Al-i tmrân: 8)[63]

LÜGATÇE

Abes: Bog, saçma şey, faydasız.-Acz : Beceriksizlik, güçsüzlük. Acz-ı Hâlıeyn : Var olduğu fafzettiien her iki ilâhın da, aciz ve güçsüz oî ması.

Âdâb : Edepler, bütün aoz ve hare­ketlerde terbiyeli davranışlar. Aı´âleı-t İlâhîyye : İlâhi adalet. Yüce Allah´ın şaşmax adaleti. Adem : Yokluk, varlığın, vücudun zıddı.

Âdem : ilk yaratılan insan ve ilk pey­gamber (Nebi) Hz. Âdem (a.sj. Âdil-İ Mutlak : Mutlak adalet sahibi olan Yüce Allah (c.c.) Ağyarım mani : Yabancı unsurların girmesine engel. (
Ahd-ı Atik : İsrail oğullarına Hz. İsa´­dan Önce gönderilen peygamberlere indirilen kitaplara verilen bir isim. (Tevrat, Zebur ve Mezamir gibi.) Ahd-ı Cedirî : Hz. İsa´ya indirilen ilâ-

hî kitap. İncil ile sonradan yazılan ve İncil adı verilen kitaplar ve ekleri... Ahfâ - min kesbi´l Eş´arî : îmam ı Eîş´arî´nin kaza - kaderdeki nden daha kapalı, daha zor. Bu nazariyeye göre; kul ihtiyari fiil terinin .kâsibh yani kazamcisı, Hak Teâîâ İse halikı (yaratıcısı)dır. Âhir : Son. sonraki, en sonra. Âhirel : Öbür dünya, öteki dünya, kıyametten sonra kurulacak ebedi hayat yeri.

Âbiret Ahvali : Âhiret hayatına mah­sus olan haller; Hesab. kitap, mizan. sırat, cennet, cehennem ve sevab. ikab gibi dinî gerçekler. Kur´an âyet-leriyle sabit olan hakikatler. Ahkâm : Hükümler, emirler. Ahkâmı Akliyye : Akli hükümler. Yani; akla dayanarak çıkarılan hü­kümler. B i; Ahkâm-ı Ameliyye ; Ameli hükümler. Dinin amel (işler ve fiiller) ile ilgili olan fer´î ve fıkhı hükümleri. Ahkâm-ı Fer´iyya : Fer´i hükümler. Dinir. akaid gibi temel esasları dışın­da kalan fıkhî ve cüz´i mes´eleler. Ahkâm-ı Hulukiyye : Ahlâk ile ilgili olan «ahlâkî hükümler., prensipler. Ahkâm-ı İtikadiyys: İtikadı hüküm ler, itikad ile. iman ve inançla İlgili dini hükümler.

Aitkâm-ı Şer´iyye : ger´i hükümler. Kur´an ve hadise dayanan dinî hii kümler, emir vs yasaklar. Ahvâl : Haller, durumlar, oluşlar. Aka id : Akideler, dinî inançlar, ina­nılan şeyler. Dinin esasını teşkil eder> îmanla ilgili inanılan şeylerin tamamı m içine alan ve onlardan bahseden ilme verilen îsimlerdan biri. (Akidenin çoğulu) -

Akıbet : Nihayet, son. Akide : îman, itikad, inanç, dini ina­nış.

Akl-i Selim : Sağ duyu. İyi ve doğru düşünüp isabetli kararlara ulaşabi -len akıl, kusursuz olan sıhhatli akıl.

Alâka : İlgi. ilişki, münasebet. Alâmet : İşaret, nişan, belge. iz.

Âlem : Kâinat, dünya, cihan. Allah´ tan başka mevcut varlıkların hepsi. Aleni : Açık, gizli olmayan.

Âlim : Bilgin, çok okuyan ve bilen kişi.

ÂÜm-i Mutlak : Mutlak âlim. yani her şeyi bilen Yüce Allah (c.c). Amel-i Salih : İyi, yararlı işler, di­nen yapılması emredilen güzel şeyler.

Âmeli İcma´ : Azimet fkararlılık) yolu ile İslâm Müctehitlerinin yaptık­ları ve dinen kesinlik ifade eden sa­rih (açık) icma, yani kavli (sözlü) icma´.

Âmil : Yapan, işleyen, sebep olan. Analiz : Tahlil, esas unsurlara ayır­ma, çözümleme. Mantık ilmi dilinde is-tidlâî yollarından biri olan .temsil». Araz : İşaret, alâmet, sonradan baş ka bir cevherle meydana gelen, hal. keyfiyet.

Ânz obnak : Bir şeyin aslında yok­ken sonradan hâsıl olan, ortaya çıkan. Arifin : Marifet ehli. hakka1! - yakîn derecesine ulaşan, Allah dostu olan kişiler.

Ashab ; Hz. Peygamberi gören ve O´nunla -sohbet eden mü´minler.

Asi : Karşı gelen, günahkâr, ahlâkı bûzuk.

Âsîm : Günahkâr, kabahatli. Aslah : Daha iyi, daha sâlih, daha uygun. (Bkz. Salah - Aslâh, Kelâm il­minde meşhur bir konu.) Aslî Rükün : Aal ve esas rükün, te­mel dayanak.

Ast´uî-usul: Asılların, köklerin aslı. ■ Kitâbullah olan Kur´an-ı Kerîm, dini delillerin asl´ul usulü.dür. Asr : Yüzyıl, çağ. zaman. Bazı mü-fessirlere göre ikindi vakti. Aşikâr: Belli, açık, meydanda, ba­riz.

Atalet : Tembellik, işsizlik, hareket­sizlik, durgunluk.

Ateist : Allah´ı inkâr eden. Allah´a İnanmayan dinsiz, imansız kişi. Âvâne : Tâbi olanlar, uyanlar, kafa darlar.

A´yân : Cevher, öz, âlemi teşkil eden esas varlıklar, asıl unsurlar. Ayet-i Celile : Allab´m yüce âyetleri. Ayne´l yakın : Gözlem ve deney yolu ile elde edilen bilgiler. Azimet: Kararlılık, kararda titizlik. takva ile amel ediş, gidiş, gitme.

Azrail : Dört büyük melekten birinin adı. Ruhları almaya memur edilen clüm meleği.

— B —

Bab : Konu. mesele, mevzu, bölüm.

kısım.

Bahis : Konuşulan şey, konu. söz.

Bakaa : Sonu olmamak. Allah´ın Selbİ

ve Tenzihi (olumsuzlukla ilgili, noksanı

kaldıran) ilâhi sıfatlarından biri.

Baki : Dâima var olan (Allah (c.c.)

m yüce isimlerinden biri.)

Baliğ : Buluğa eren, erişmiş, ergin.

Bârı : Yaratan, yaratıcı. Yüce Allah´

m güzel isimlerinden biri.

Bariz: Açık. aşikâr, meydanda.

Ba´s : Ölümden sonra dirilme.

Basar : Görmek. Allah´ın subütî (yanı Zâtına ezelde sabit olan kemâl sıfat larından biri.)

Bâsıra : Görmek hassası, görme kuv veti, göz.

Basir : Gören, iyi görüp anlayan {Al­lah´ın yüce isimlerinden biri.). Basiret : Seziş, İleriyi görüş, uyanık .Uk.

Ba´sa Ba´del Mevt : Öldükten sonra dirilme, kabirlerden çıkarılıp. Man şer´e, İlâhi Hesap yerine gönderilme. Ba´sn Cismani: Cisimle dirilme. Bâtıl : Hükümsüz, boş, çürük, yalan; yani doğru olmayan ve gerçeğe uy mayan, gerçek dışı. Bedihî : Apaçık olan, delilsiz bilinen. Belagat : İyi, güzel, pürüzsüz ve ye­rinde söz söyleme.

Beliğ : Fasih, düzgün söz söyleyen, durumun gerektirdiği şekilde konuşan.

Bereket : Bolluk, Allah´ın verdiği ni metleri ve rızkı arttırması.

Berzah : Dünya ile âhiret arasında geçen kabir hayatı. Âhiret´in başlan­gıcı.

Beşaret ve Ta´lim : Müjde ve öğre­tim, müjde alâmetleri. Beşer : însan, insanoğlu. Beşeriyet : İnsanlık âlemi, bütün in sanlık.

Beyan : Bildirme, söyleme, açıklama. Beyan etmek : Açıklamak, bildirmek.

Beyne´l ■ Havfi ve´r - Recâ : Korku ile ümit arasında olmak. Allah´ın rah­metini umarken, azabından da kork­mak. İkisi arasında olmak.

Bİd´at: Dinin aslında olmayan, son­radan ilâve edilen, ihdas ve icad olu­nan, yapılan yeni İşler.

Bid´at ehli : Dinin aslında olmayan, sonradan yapılan ve ihdas edilen şey­lerin peşinde giden kişiler, gruplar.

Bidayet: Başlama, başlangıç. Bilâhare : Sonra, sonradan, sonunda.

Bil´akis : Aksine, tersine.

Bilfiil : Gerçekten, fiilen.

Bilhassa : Hususi olarak, özellikli1.

hususiyle, tahsisen.

Bil • vasıta : Vasıtalı, aracı ile.

Binaen ; ..... der,, dolayı.

Binaenaleyh : Bunun özerine, buno göre.

Binnetice : Netice, sonuç olarak. Bi´set: Allah´ın İnsanlara peygam­berler göndermesi. Bizatihi : Kendiliğinden, zâtı ile. Burhan : Kesin delil, kuvvetli delil. Burhanı deliller : Kesinlik ifade eden akli, kuvvetli deliller. Borhân-ı tatbik : Teselsülün bâtıl ve imkânsız olduğunu übat eden aklî vr mantıkî kuvvetli bîr delil. Burhan-1 temana´ : Allah´ın birliğini isbat eden aklî kesin bir delil. (İki ilâhın —eğer varsa- aralarında çıka­cak ayrılığa, zıtlaşmaya dayanan mantıkî delil.)

Burhan-ı tevânıt : Allah´ın birliğini isbat eder, aklî kesin delil. Farzedilen iki ilâhın anlaşırlarsa âciz olacakları esasına dayanan delil. Butlan : Bâtıllık, boşluk, çürüklük. Bühtan : Yalan, iftira, asılsız ve kötü bir şeyi bir kimsenin üzerine atmak, ona isnad etmek, dayamak.

Biiluğ : Erginlik çağına girmiş ol­mak.

Caiz ; Yapılmasında dinî bakımdan mahzur olmayan şey, sakıncasız. Câizât: Caizler, sakıncasız olan. ya pılmasına izin verilen şeyler. Câiz-i akli : Akıl yönünden olabile­cek, aklen mümkün olan, muhal olma yan şeyler. Cânib : Taraf, cihet, yan.

Cazibe : Alımlılık, sevimlilik, cezbe­den, çeken. Cebbar : Kuvvet ve kudret sahibi.

Cebel-i tûr : Tûr dağı. Ceberut ; Aşırı büyüklük, aşın pek ziyade kibir.

Cebrail : Vahy meleği, dört büyük melekten biri.

Cebr-i Mutavassıt : Vasai. orta cebir, erta zorlama. îtikâdî meşhur mezhep­lerden biri olan Cebriye mezhebinin • Mutlak cebir- fikrî ile, Kaderiyeci´ leiin «mutlak ihtiyar» fikri arasındaki «ortak cebir> fikri. Yani kul, ihtiyari fiillerinin kâsibi (kazanıcısı) Yüce Allah Yaratıcısı.

Cebriyye : İnsanın kudret ve irade­sini inkâr ederek, onu hayrı veya şer­ri yapmaya mecbur ve zorunlu gören ve yaptıklarından sorumsuz sayan bâ-Ul bir mezhep. Ced : Dede, büyük baba. Ccdel : Sert tartışma, zan ifade aden sözler. Cehalet : Cahillik, bilgisizlik.

Çalışma, çabalama, gayret

Bilmeme, bilgisizlik. Toplama, bir araya getirme. Gizledi, örttü (fiil-i mazi si-

Cehd : etme. Cehil :

Cem : Cenne

gası).

Cevaz : İzin. müsaade.

Cevher : Öz. kendi kendine ayakta

duran ar.a unsur.

Cihet ; Yan, yön, taraf, sebep, ilgi.

Cismâni : Bedenle ilgili.

Cismâniyet : Cisim, vücut, cisimlilik.

Cismî : Bedene, vücuda, cisme âit

filan.

Cumhur : Halk, ahali, kalabalık, bü­yük çoğunluk.

Cumhur-u Fukahâ : Fakihlerin. yani İslâm hukukçularının büyük çoğunlu­ğu-

Cumhuru Muhakkıkiyn : İnceleme ve araştırma sahibi olan Ehl-i Sünnet âlimlerinin, yara Muhakkıkların bü­yük çoğunluğu. Cumhuru Mu´tezile : tMu´tezile» adı

verilen kelâmı (itikadı) mezhep âlim lerintn ekserisi (çcğunluğu). Cumhur-u ulema : Âlimlerin, bilginle rin büyük çoğunluğu. Cünun : Delilik.

Cüz : Parça, bir bütünü meydana ge­tiren parçalar, zerreler. Ciiz´i : Az miktarda. küUTnin zıddı. Cüz´iyyât : Cüz´i, basit olan ufak te fek şeyler, Önemsiz sayılanlar. Ciiz´iyye : Az. pek az. az miktarda olan.

Cüz-ü lâ yetecezze´ : Parçalanmadığı sanılan en küçük zerre. —Bölünme­yen en küçük parça— (Yeni ilmî ge­lişmelerle atom parçalanmış, ilim ve tekniğin hizmetine girmiştir.)

_ D —

Dalâlet : Sapıklık. Hidâyet´in. doğru yolun zıddı.

Delâlet : Yol gösterme, kılavuzluk. Dercetmek : Sckmak, arasına koy mak, dürmek.

Delil : Yol gösteren, belge, tanık, şa­hit.

Delil-İ Hulf : Bir dâvanın (iddianın! aksini iptal e´derek, o dâva ve iddia­nın aslını isbat eden mantıkî bir delil.

Delil-i Kat´î : Kesin delil. Zan ve

şüpheden uzak olan delil, belge.

Delili Zannî : Zan ifade eden. kesin

olmayan delil.

Dinamik : Kuvvetli, hareketli.

Dünyevi : Dünyaya âit. dünya ile il

gili.

Dünyevi ahkâm : Dünya ile ilgili hü

kümler.

Düstur : Kanun, kaide, anayasa.

— E —

Ebert. : Sonu olmama. EbeCi : Sonsuz, sonu olmayan. Ebedi saadet : Sonsuz mutluluk, Âhi-ret mutluluğu.

Ebediyyet: Sonsuzluk, sonu olma­mak.

Ebeveyn : Ana - baba. Ebu´l Beşer : insanların babası ve en büyük ceddi olan ilk insan (Hz. Âdem). Ecel : Bir şeyin bütün müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu. Ömrün´ son ânı, ölümün geldiği an. Ecir : Âhirete ait sevap, mükâfat, üc ret,

Ecxâ ; Cüzler, parçalar, kısımlar. Ed - dâıû´l - Âhire : Âhiret, ahim evi. Edeb : Terbiye, güzel ahlâk. Ediîli! : Deliller, esaslar. Edilley-i Şer´iyye : İlâhî bir esasa da yanan dinî - nakli deliller. Ef´âl : Fiiller, yapılan işler. Ef´âl-i Hissiye : Hİ3se dayanan fiil­ler, işler.

Ef´âl-i İbad : Kulların yaptıkları fiil­ler, işler.

Ef´âl-i İhtiyariye : Kulların kendi iradeleri ile yaptıkları işler. Efdal : En faziletli, en erdemli, ^fâaliyet : Daha faziletli, daha üs­tün olma.

Efrad : (Ferdin çoğulu), fertler.

Efradını cami : Fertlerini toplayan (Bir ilmin tarifi, o İlmîn bütün konu­larını içine almalı ve...) Mantıkî bir tarifte aranan şartlardan biri (Cins). Ehad: Her yönden bir, tek (Allah ehaddır).

Ehâdis : Hadisler, peygamberimizin sözleri, hadisin çoğulu.

Ehemmiyet : Önem. mühim olma, kıy­met, değer.

Ehl-i Beyt : Peygamber efendimizin hane halkı, çocukları, torunları ve ya­kın akrabaları.

Ehl-i Ma´rjfet: Arifler, hakka´l yakın derecesine ^ulaşan seçkin zevat, seç­kin kişiler. ■

Ehlü´l Hak : Hakikat ehli. îmanı bü­tün, doğru kişiler.

Ehl-i Sünneti Âmme : îtikadda «Ehl-i Sünnet Mezhebi» olarak bilinen Eş´a-riyye ve Matüridiyye mezheblerine verilen isim. (Sünnet ehlinin umumu).

Ehl-i Sünnat-i Hassa : •Selefiyye» mezhebi elarak bilinen ilk Ehl-i sün­net âlimlerine verilen özel ad. Ekmel : En mükemmel, kusursuz, ek­siksiz.

Ekseri : Çek defa, çoğu zaman. Ekvân-ı Erbaa : Dört clu§ : Harekeı. sükûn, içtima (toplanma) vt iftirâu (ayrılma).

El - emin : Güvenilen kişi. Hz. Mu bammed (s.a.vje. Peygamberliğinden ence verilen isim, sıfat. Elfâz : Lâfızlar, kelimeler, sözler. Ei - Kaza; ve´l - Kader : Kader; her şeyin ezelde tesbit edilen ilâhî ölçü­sü, kaza ise; bu ilâhî ölçüye göre vak­ti gelince icad edilmesi. îman esas­larından biri.

El - Kebire : Büyük günahlar, büyük fesada sebep olan, dinen sjddetli ce­zayı gerektiren kötü fiiller. El - menziletü beyne´l menzÜeteyn : Mu´tezile´ye göre büyük günah işle­yenlerin kalacağı cennet ile cehen­nem . arasındaki bir menzil, bir mekân. bir yer.

Emin : Kendisine güvenilen, emniyet olunan kişi veya şey. Emniyet : Eminlik, korkusuzluk, inan mak, güvenmek. Emsal : Eşler, benzerler, örnekler.

Enbiyâ : Peygamberler, nebiler, ilâhi elçiler. Allah´ın gönderdiği elçiler. Erkân : Rükünler, bir bütünün par­çaları. ■

Ervâh-ı Ulviyya : Ulvi, yüce ruhlır. fizik ötesi ruhanî varlıklar. Ervâb-ı Süfliyye : Süfli, kötü ve âdi ruhlar.

Esas-ı îman : îmanın aslı. Kalb İle tasdik, dil ile ikrar. Esbâb : Sebepler, nedenler. Esbaba Tevessül : Sebeblere sarılma. Mü´minin tedbir almakta n kusur iste­memeye dikkat etmesi. Esbabu´l - İlm : İlmin sebepleri, sağj lam beş duyu organı, akıl ve sâdık haberler.

Esfâr-ı Hamse : Beş büyük kitap. Hz. Musa´ya r.isbet olunan beş kitap : Tekvin, Huruç, Levüiler, Sayılar ve Tesniye.

Esîr : Kâinatı dolduran ve bütün ci­simlere nüfuz eden çok küçük zerre­cikler.

Esmâ-i Hiisnâ : Allah´ım Yüce Zâtına mahsus güzel isimleri olup. >99> adet­tir.

Eş´ariyye : İmam, Ebu´l Hasan el -Eşarî´nin kurduğu itikadı mezheb. Bu mezhepte olanların görüşleri. Etüö : İnceleme, araştırma, çalışma. Evham : Sanılar, zanlar, şüpheler. kuşkular, kuruntular. (Vehmin ço gulu).

Evleviyyet : Üstün tutulma, üstünlük. daha uygun.

Evliya : Erenler, Allah´a daha yakın olanlar, keramet sahipleri. Evsâf: Kaliteler, vasıflar, sıfatlar, tâtelikler.

Evvelâ : İlk olarak, her şeyden önce. ilk önce.

Ezelî : Evveli, öncesi, başlangıcı ol­mayan.

Fail : Yapan, İşleyen. Fail ve Mûcid : Yaratan, icad eden. Her şeyi yaratan Yüce Allah (c.c). Fâil-i Muhtar : Dilediğini yapmakta serbest olan Yüce Allah.

Fakih : Fıkıh âlimi, İslâm hukukçu­su.

Fakru zaruret : Zaruret ve çaresizlik içinde olmak, yoksulluk, fakirlik. Fâni : Ölümlü, geçici, muvakkat.

Dinen yapılması kesin olarak emredilen, yapılmaması yasaklanan, bu husus kesin bir dinî delil ile sabit olan hüküm.

Farz-ı Ayn : Her müslümamn yap­ması dini kesin delille sabit olan ilâhi emirler.

Farz-ı Kifâye : Bir kısım müslüman-

lann´ yapması ile diğerlerinden sakı! olan (düşen) dinî emirler. Fâsık : Allah´ın emirlerine aykırı ha­reket eden, açıktan günah işleyen kimse, (Fısk´dan gelir). Fâsid : Bozuk, kötü, yanlış şey. Fatihâtü´l — Kitab : Fatiha sûresine verilen isimlerden biri. Fâzıl : Faziletli, fazilet sahibi, erdem­li, üstün.

Fazilet : Erdem, güzel vasıf, iyi huy. Fazl : Fazla, ziyade, erdem, fazilet, lütuf.

Fedakâr : Kendini ve şahsî imkân ve menfaatlerini başkasından esirgemi yen, feda eden, cömert. Fena : Son bulma, ölüm, yok olma. Fer : Dal, budak, şube. Feragat: Vaz geçme, başkası adına kendi yararından vazgeçme. Fer´î : Asıl olmayan, ikinci derece­deki ferde, cüz´e, şubeye mensup olan Şey.

Fesahat : Güzel ve düzgün konuşma. İyi söz söyleme yeteneği. Fesat : Bozukluk, fitne. Fetânet : Zihin açıklığı, akıllılık, ça­buk kavrayış.

Fetret Devri : İki peygamber arasın­da, peygambsrsız olarak geçen zaman. Fevc : Bölük, cemaat, takım. Feyiz : Bolluk, verimlilik, lütuf ve ih san.

Feyz-i İlâhî : Allah´ın verdiği bolluk, maddî, mânevi verimlilik. İlâhi lütuf, nimet ve ihsan. Feza : Uzay.

Fıkıh : Şeriat ilmi, şeriatın amel ile ilgili olan hükümleri, amelî ve şer´i mes´elelsrden bahseden ilim. Fıkh-ı Ekber : En büyük fıkıh. İslâm inançlarından bahseden akaid İlminin diğer bir ismi. İmam-ı A´zamın akaid-de yazdığı meşhur kitabın adı. Firak: Bölükler, fırkalar, takımlar. £hl-i Sünnet ve cemaattan ayrılan fır kalar.

Firak-ı İslâmiye : İMmi fırkalar, iti kadi konularda ortaya çıkan fırkalar.

Fırlta : İnsan kalabalığı, grub. Muay­yen bir inanç görüş ve prensipler et­rafında toplanan bir zümre. Fısk : Hak yoldan çıkmak, Allah´a is yan.

Fısk-ı Fücur : İsyan, işret (içki iç­mek), sefihtik (akılsızlık, adilik), gü­nahkârlık ve .ahlâka aykırı haller (içki içmek, zina etmek ve eğlence­lere dalmak gibi.). Fıtri : Tabiî, yaratılıştan. , . Fıtrat: Yaratılış, tabiat, mizaç, huy. Fiilî : İşe, eyleme âit. Fİil-i Cevârih : Uzuvların, yani bir vücudun azalarının yaptığı fiiller. FİİÎ-i Kalb : Kalbi fiil. Kalbden çı­kan, kalbde olan fiil. FİU-i Lisan: Dilin yaptığı iş, yani dille söylenen sözler. Fiilî Sünnet: Peygamberimizin fiil ve hareketleri, davranışları. FîiUyyât: Gerçekten yapılan işler, fiilen var olan şeyler. Filhakika : Hakikaten, gerçekten, doğ­rusu.

Fİr´avn : Mısır´da M. Ö. yaşayan ve Hz. Musa ile mücadele eden kâfir hü­kümdar.

Furkan: îyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren, hak­kı bâtıldan ayıran Kur*an-ı Kerîm. Ftinun : Fenler, san´atlar, hünerler.

— G —

Gafur: Affedici, bağışlayıcı. Yüce Allah´ın bir sıfatı. Gâib : Görünmeyen, hazır olmayan. Galebe : Galib gelme, yenme, üstün­lük, çokluk.

Garb: Güneşin battığı taraf, batı. gün batısı. (Batı; Memleketimizin yö­nüne göre, Avrupa.) Gaybi : Göze görünmeyen şeylare âit, görünmezlik dünyasına âit. Gayhiyyât: Göze görünmeyen şeyler, görünmezlik dünyasına mensup var­lıklar.

Gaye-i Hilkat : Yaratılıştaki gaye, a maç.

Gazab : Kızma, hiddetlenme. Öfkelen­me.

Gazve: Akın, cenk, din düşmanları üzerine yapılan sefer. Gufran : Affetmek, merhamet etmek, bağışlamak.

Günâh-i Kebâir: Büyük günahlar. Ehl-i Sünnet ile Mu´tezile arasında tartışılan itikadı Önemli bîr konu.

— H —

Haber-i Meşhur : Meşhur haber, Pey gamberimizden bir veya birkaç râvi tarafından rivayet edildiği halde, da­ha sonra 2. ve 3. asırlarda şöhret bu­lan hadis. Hadis nev´ilerinin ikincisi. Haber-İ Mütevâtır: Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan büyük bir topluluğun bildirdikleri ha­ber. Hadis nevilerinden biri (üçüncü nev´i).

Haber-i Resul: Peygamberlerin ver­dikleri haber. Mu´cîze ile peygamber ligi sabit olan Enbiyâ´nm verdiği ha­ber.

Haber-i Sâdık: Sâdık, doğru haber, bir hakikatin ifadesi olan gerçek ha ber.

Haberi Vahic1.: Bir veya bir kaç râvi (emîn kişi) tarafından peygamberi-mizden nakledilen haber ki, «zan» ifade eder. Hadis nev´il erinden biri. Hadd-i zâtında : Zaten, esasen, yara. tıhşta, aslında. Hadis : Sonradan olan. Hâdise: Vakıa, olay, yeni bir $ey. ilk defa çıkan $ey. Hatfs : Zan, tahmin, se/gi. Hafaza : Kur arı´da «Kiramın Kati; ; bin» adı verilen insanların yapi^ı H leri yazmakla görevli melekler. Koru yucu bekçiler. (Luğat mâıâsO. Hafıza: Görüler, işitilen ve okuman şeyleri zihinde saklayan hasse, tisi lek.

Haham : Yahudilerin din adamı. Hakâık : Hakikatlar, gerçekler. Hakikat : Gerçek, doğru olan şey. Hakikat´ül - İslâm : îslâmın hakikati. Hakikî : Gerçek, doğru, hakikat. Hakim : Hikmetli söz söyleyen, âlim kişi, düşünen bilgin, filozof. Yüce Al­lah´ın güzel isimlerinden biri. Hakka´l - Yakın : Gerçekliğinden hiç şüphe olunmayan, kalb ile sezilip, biz­zat duyulan ve fiilen yaşanarak bili­nen kesin bilgi CKelâmcüarca; ilmin en yüksek derecesi kabul edilmiştir.). Hali hazırda : Şu anda, şimdi. Hâlık : Yaratıcı, Yüce Allah (c.c). Hâlıkıyyet t Yaratıcılık. Hâlık-ı Zülcelâl : Celâl sahibi olan Yüce Yaratıcı Allah´u Teâlâ. Halkı Efali İbad : Kulların yaptık lan işlerin yaratılması. Hamd,: Şükür, sena etmek, Allah´a şükran duygularını bildirmek. Haram : Yapılması dinen kesin nass-larla (delillerle) yasaklanan şeyler. Haram: dinen mükellef olan müslü-manlarla ilgili dinî hükümlerden biri­dir. Yalan söylemek, içki içmek gibi... Harici : Harice, dışarıya mensup, Hz. Ali´ye karşı çıkan ve isyan eden ce­maatın bir Terdi.

Harikulade : Âdetin üstünde, haricin­de, fevkalade.

Hasebiyle: Sebebiyle, itibariyle, do-layısiyls.

Hasenat : İyilikler. (Hasen´in çoğulu) Hâsıl olan : Meydana gelen, olan, tü­reyen, ortaya çıkan. Hasım: Düşman, düşmanlık duyulan kişi, rakib.

Hatabî : Zan ifade eden, kesin olma­yan.

Hatabi deliller : Zan, tahmin ifade e den aklî deliller.

Hâtera-i Nübüvvet : Peygamberlik mührü.

Havâriyyûn: Hz. İsa´nın oniki kişi­den ibaret yardımcıları, yakın arka­daşları.

Havass-ı selime-: Sağlam duyu or-g anları.

Havi : İhtiva eden, içine alan, topla yan.

Hayât-ı İnsâniyye : İnsanlık hayatı. Hayrat : Sevap kazanmak için yapı lan hayırlı şeyler, işler. Hayy : Hayat sahibi, diri. Yüce Al­lah´ın güzel isimlerinden biri. Hayvân-ı Nâtık : Konuşan düşünebi­len hayvan, yani insan. Mantık ilmin de insanın tarifi.

Hayyiz : Mekân, mevki, meydan. Felsefede; uzam, boşluk. Hazer etmek: Sakınmak, gocunmak, kaçınmak, çekinmek. Hazf : Yok etmek, ortadan kaldırmak, aradan çıkarmak, silmek... Helak : Mahvolma, yok olma.

Hicret-t Nebeviyye : Peygamber aley-hisselâm efendimizin Mekke´den Me­dine´ye göç etmeleri. Hidâyet: Hak yoluna, doğru yola kılavuzlama.

Hikmet: Anlamlı söz, bir şeyin akla uygun olması.

Hikmet-i İlâhiyye: Ancak Allah´ın

bilebileceği şeyler, Allah´ın fiillerinde

ki gaye, amaç ve yüce hikmetler.

Hilaf : Karşı, zıt, yalan.

Hilkat : Yaratılış.

Himmet: Gayret etmek, çalışmak,

çabalamak.

HÎS5-İ Bâtıni: Kalb ile sezmek, altın

cı his.

Hiss-i Müşterek : İç âlemde duyulan

ortak his, kalb ile sezgi, buna hissi

bâtını de denir.

Hurius : Sonradan var olmak.

Huief â-i Râşİdln : Peygamberimizin

dört büyük hâlifesi : Hz. Ebu Bekir.

Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.

Anhun).

Huruç : Çıkış, çıkmak.

Huruf : Harfler.

Husul: Üreme, türeme (bkz. hâsıl a

lan).

Hususiyet: Bir kişinin özel hayatı ite

ilgili şey. özellik.

Hutama : Cehennemin beşinci katı,

kırmak, dökmek.

Hüccet : Delil, senet, vesika.

Hülâsa : Bir şeyin kısası, bîr sözün

Özü.

Hüsün : Güzellik. Dünyada medhe,

âhiretie sevaba vesile olan.

Hüsün Liaynihi: Zâti güzellik, zâti

bakımdan güzel olan.

Hüsün Lİgayrihi : Zâtı ile değil, zâtı dışındaki bir şeyle güzel olan. Hüsün ve Kubiıh : Güzellik ve çirkin­lik. Dinen emrolunanlar güzel, ya­saklananlar da çirkindir.

Hüviyet : Mahiyet, bir şeyin aslı, ha­kikati, bir kişiyi tanıtan kimlik.

— I —

Idlâl : Dalâlete düşürme, saptırma, azdırma, doğru yoldan çıkarma, kötü­lüğe sevk etme.

T´kab : Ceza, azap, eziyet. Inkıyad etmek: Boyun eğmek, itaat etmek.

Islâh : tyi hale koymak, düzeltmek. Israr : Ayak direme, direnme, diret­me.

Istılah: Tâbir, terim, bir kelimenin bir ilimdeki karşılığı.

Itlak : Salıverme, koyuverme. Izdırari : Mecburi, irade ve istek dışı.

-I —

İbadât : İbadetler. Allah´ın emirlerine uyarak, ilâhi rızasını kazanmak ve O´na tapmak gayesi ile, bedenle, mal la yapılan taatlar.

İbadet re taat : Allah´ın emirlerine uyarak, O´na tapmak, tapınmak; Al­lah´ın her emrini yerine getirmek. O´na itaat etmek.

İbarede Vücud : Zihinden geçen bir anlamı sözle ifade etmek. İbda´ : Eşi, benzeri vs örneği olma­dan yaratmak.

İbda´ ve İUet-i Gâiyye : Allah´ın var­lığını, yaratmadaki eşsiz ve üstün ga­yeye dayanarak isbat eden bir delilin ismi.

İblis : geytan, hilekâr. İcabet : Kabul etmek, uymak. îcâbiyye : Mutlak cebir fikrine daya­nan ve maddî cebircilik (determinizm) adı ile tanınan felsefî ve sapık bir mezhep.

îcma* : İttifak, toplanma, bir araya gelme. (Terim olarak ise; aynı asırda yaşayan İslâm müçtehidlerinin şer´î bir hüküm üzerine birleşmeleri.). İcmâ-ı Ümmet : Ümmetin, yani İslâm âlimlerinin ittifakı. Peygamber Aley-hisselâmın vefatından sonra herhangi bir asırda, o asırda yaşayan İslâm müçtehidlerinin dinî bir hüküm üze­rinde birleşmeleri.

îemâlen : Kısaca, toplu olarak. İcmâlî : Kısa, toplu, tafsilât olmaksı­zın, geniş olmayan.

İcmali îman: Peygamberimizin bil­dirdiği dinî esas ve hükümlerin tama­mına toplu olarak inanmak, îmân et­mek.

İcra : Yapma, yerine getirme. icra etmek : Yapmak, bir İşi yerine getirmek.

İçtİhad : Fer´î olan dinî bir hükmü ana kaynaklarından çıkarma hususun­da bütün takat ve kudreti (daha faz­lasından âciz kılacak kadar) sarfet-mek.

fçtima´ : Toplanma, biraraya gelme. İçtimai : Topluma âit, sosyal, toplum­sal.

İçtima-i Nakizeyn : İki karşıtın bir­leşmesi. Vücud ve adem gibi iki kar-51tan bir anda bulunması. (Bu mantı­ken muhaldir, mümkin değildir.). İdâme : Devamlı, daimî kılma, devam ettirme, sürdürme.

İddia : Haklı haksız bir hükümde di renme.

İdhal etmek : Dâhil etmek, içeri s m ak. İdrak : Ar.layıg. akıl erdirme.

4YU

İfa etmek t Yerine getirmek, bir işi -apmak.

îfrat : Aşırılık, İleri gitme, haddi aşma.

İftirak : Ayrılma, birbirinden ayrı olma.

Ihâtâ : Kavrama, anlama. İhiâs : Kanşıfcsız, riyasız ve samimi inanç.

İhtilâf: Ayrılık, aykırılık, anlaşmaz­lık.

İhtimal: Mümkün olma, bir şeyin olabilmesi.

İhtimam : Dikkatle, gayretle sarılma, özenerek iş görme. İhtira: tcad etme, benzeri olmayan bir şeyi meydana getirme. İhtirak : Tutuşup yanma. İhtisas : Uzmanlık, her hangi bir ko­nuda derinliğine bilgi sahibi olma. İhtiva : tçine alma, içinde bulundur-,ma.

İhtiyaç : Muhtaç olma, gerek duy­ma.

İhtiyar : Seçme, seçilme, seçme gücü. İhtiyar etmek: Seçmek, beğenmek, seçip yapmak.

İhtiyari: İsteğe bağlı olan, mecburî ve zarurî olmama.

thve-i selâse : Üç kardeş (bu isimle meşhur olan itikadı bir mes´ele).

İhya: Diriltme, canlandırma, uyan­dırma. Hayat verme. İkame : Ayakta durdurma, yerine koyma. İkna : Razı etme, kandırma.

İktila : Yeter bulma, aza kanaat et­me, yetinme.

İktisab : Kazanma, sahip olma. Edin­me, cebretme, zorlama.

ikrah : Tiksinme, kötü görme, iğren­me.

İkrar : Kalb ile tasdik edilen şeyi dil ile söyleme, kabul etme,

tîrtiza : Lâzım gelme, gerekme. İlâhi Adalet: Allah´ın Yüce adaleti. İlâhiyyât: Allah´ın Zât ve Sıfatların­dan ve Allah (c.c.) ile ilgili mevzu­lardan bahseden bir ilim, bir bölüm.

İlâhiyyûn : Yüce Allah´ın Zât ve Sı­fatları ile ilgili konulardan bahseden ilahiyat filozofları.

İlhâd : Allah´ın varlığını ve birliğini inkâr, gerçekten hak din olan İslâm´­dan dönme, cayma. İlham : îçe doğuş, seziş. Allah tara­fından insanın kalbine bir hayrın, bîr şeyin doğması.

İlhamcılar : Aklı değil, yalnız ilhamt esas alanlar, Allah´ın ilhamına daya­nanlar.

İllet : Sebep, gaye, hedef. İİlet-i Gâiyye: Allah´ın varlığını is-bat etmekte, kâinatın yaradıhgındaki hikmet ve gayeleri esas alan aklî de­lil. Gaye esasına dayanan delil. Üliyyûn : Cennetin ve gök yüzünün r-n yüksek tabakası, Allah´a dâima ibadet eden melekler.

İltifat-ı İlâhî : İlâhi iltifat, Allah´ın Yüce iltifatına, lütfuna erme, erişme. İlmııllah: Allah´ın ezelî ve herşeyi kuşatan ilmi.

îlm-i Ezelî : Allah´u Teâlâ´ya mahsus olan ezelî (Öncesi olmayan) ilâhî (mutlak, külli) ilim. İlm-i İlâhî : Allah´ın Yüce Zâtına mahsus olan ilâhi, külîî ilmi. îlm-i Nakli : Birinden diğerine geçen, intikal eden naklî ilim. İlzam : Cevap veremez hale getirme, susturma.

îman : İnanç, inanma, bir şeyin doğ u ve gerçek olduğunu tasdik etme. İslâm´ın bildirdiği bütün gerçekleri dil ile ikrar ve kalb ile tasdik etme. İman-i Hükmî: Hakikî iman olmayıp, galip bir zanna dayanan tasdikler. Ha kikî ve yakînî imanın karşıtı. (Mu kallid´in İmanı gibi.). İman-ı Şer´i : Şer´î İman. Din dilinde­ki imanın mânâsı, iman edilmesi ge­reken şeyleri kalb ile tasdik, dil iîe İkrar etmek.

İmtina : Geri durma, çekinme, (men" den gelir). *

İndî: Kendince, kendi görüşüne da­yanan.

udinde : Katında, yanında, nazarın­da .

jnâdiyye : Eşyanın hakikatim, mahiye tini inkâr eden sapık bir felsefî ekol (Sofistlerden bir kol).

İnayet : İyilik etmek, bağışlamak. İnâyet-i İlâhiyye : Allah´ın görüp gö­zetmesi.

înd-i İlâhi : Allah indinde. Allah ka­tında.

înûiyye: Eşyanın hakikati, zâtı de­ğil nisbidir, indîdir diyen felsefî ekol. (Sofistlerden ikinci kol.). İnfial: Gücenme, darılma, feveran etme.

İnhisar : Tekel, bir şeyi bir maddeyi, bir işi, yalnız bir kişiye veya kuruma İnkâr : Kabul etmeme, reddetme. (Al fah´ı. Peygamberi veya Âhireti kabul etmeme gibi.), verme.

İnkişâf: Meydana çıkma, açılma, gelişme.

İnsicam : Bir kararda uyumlu olma, bir düziye gitme, düzgün söz söyleme. İnşikak : Yarılma, çatlama, ikiye ay nlma.

İnşirah : Açılma, açıklık, ferahlık. İntikal: Bir yerden başka bir yere geçme, bir konudan başka bir konu ya geçme.

İntizar: Bekleme, beklenilme, gözle me, gözlenilme. inzal : İndirme, indirilme. İptidai : İlkel.

iptal etmek: Kabul etmemek, yaniı? lığını isbat etmek, çürütmek. İrad : Getirme, söyleme, îrado-i İlâhİyye: Allah´ın iradesi, muradı.

İrade vf, ihtiyar : İstemek ve seçmek. İrade-i Cüz´iyve: Her insanda bulu­nan seçme gücü. İnsanın elinde olan kendi iradesi.

îrade-İ Knllİyye : Külli, tam, tüm irade. Allah´ın mutlak, külli ve ilâhi iradesi. Keîâm âlimlerînce. insanlar arasındaki ortak iradeye de. bu iti bara göre «Millî irade» adt veriliyor.

çevirme, geriye

irca´ : Eski haline döndürme.

İrşad : Uyarma, doğru yolu gösterme. İrtifâ-i Nabizeyn : Karşıtların ikisi­nin birden kalkması ki. aklen müm-kin değildir. (Vücud ve ademin "yok­luğun" ayns anda kalkması gibi. Man­tıkçılara göre bu imkânsızdır.). İrîihâl : Göçme, göç etme. ölme. İrtikâb et´en : Kötü bir iş yapan, rüş­vet yiyen.

İsbat: Bir şeyin doğruluğunu delil veya sözle ortaya koymak. İsbât-i Halâ: Boşluğun (bir mefhum, bir anlam olarak) isbatı.

İskâr : Sarhoş etme, sarhoşluk yerme. İsrafil: Dört büyük melekten biri. İstidat: Yetenek, kabiliyet. Bîr şeyin kabulüne, kazanılmasına olan tabii meyil, anlayış.

İstidlal: Bir delile dayanarak, bir şeyden bir netice çıkarma, delil İle anlama.

İsmet-i Enbiya : Günahlardan uzak

olma. Peygamberlere vâcib olan bir

sıfat.

İsm-t fail : İşi yapan, kendisinden iş

çıkan kimselere verilen isim. Cümlede

geçen özne.

tsnad : Dayandırma, dayama.

İstihkak: Hakkı olma, hak kazam îan, hak edilen şey. İstihsal: Hâsıl etme, meydana getir­me, üretme, elde etme. İstihsan : Beğenme, güzel bulma. İstikra´ : Bir şey hakkında etraflı bilgi edinme. Çoğu cüz´î ve özel olan hükümlerden, genel ve külü hüküm lere, önerilere varmak. İstikrâ-i Nakıs : Noksan bilgi edinme. Bazı cüzleri (nevi ve cinsleri) incele­yerek yapılan ve zan ifade eden nok­san bilgi. Aklî. istidlal yollarından biri. İstikra-i Tam : Bütün cüz´îleri tetkik­le yapılan ve kesinlik ifade eden bil­gi edinme.

İstikrar : Karar bulma, kararlaştır ma.

İstilâ : Kaplama, kuşatma. Bir yeri kuvvet kullanarak ele geçirme. İstilzam : Gerektirme, gerekme, ge­rekli kılma.

İstinaf! : Dayanma, güvenme. İstinbat: Bir söz veya bir işten giz­lenmiş mânâyı çıkarma. İstiva : Denk olma, kaplama, kuşat­ma.

İtibar : Saygı gösterme, değer verme. İtibari : Gerçek olmayan, var sayı­lan.

İtidal: Ölçülü olma, ağın olmama, orta yolda olma, mutedil olma. İtikad : İnanma, iman etme, kalb île tasdik etme.

İtikâd-i Câzim: Kesin inanç, şüphe olmayan iman.

İtikat : İnanmaya âit, imanla İlgili. İtimad : Dayanma, güvenme, emniyet etme.

İtiraz: Bir fikri, bir hükmü kabul etmeme, çürütmeye kalkma, karşı koyma, karşı çıkma. İtiyad : Alışkanlık.

■ İtmİ´nan : Güvenme, kalbteki huzur ve sükun.

İftihad : Bir olma, birleşme, aynı fi­kirde olma. birlik. İttihaz : Edinme, kabul etme. İttikaa : Sakınma, Allah´tan korkma. İttisal: Bitişme, kavuşma, ulaşma, birbirine dokunma.

İzafî: Bağlı bulunduğu şey ite bera­ber değişen.

izafî ve İtibari : Bağlı bulunduğu şey ile değişen ve gerçek olmayan, haki­kî olmayan.

izahat: Açtk anlatma, açıklama. İzâle : Giderme, giderilme, yok etmp. İz´an : Anlayış ve kavrayış. İzhar : Gösterme, meydana çıkarma.

— K —

Kaabil: Mümkin, olabilen, kabul edi­len. (Hz. Âdem´in bir oğlunun adı) Kaadir: Muktedir, güçlü. Yüce Al­lah´ın bir kemâl sıfatı.

Kaadiri Mutlak : Mutlak kudret sa­hibi olan Yüce Allah (c.c).

Kaadiriyyet: Kudretülik, güçlülük.

Kaaim : Başka bir seyir, yerini tutan,

ayakta duran.

Kabili : Çirkin, yakışıksız, kötü, fena,

dinde yasak edilen.

Kadler: Allah´ın ezelde takdir ettiği

ilâh! ölçü.

Kader-i Muallak : İnsan İradesine

taalluk eden ilâhi ölçü.

Ka£er-i Mübrem : İnsan irade ve

kudreti dışında olan ilâhi ve değiş­mez kader.

Kadim : Başlangıcı olmayan, ezelî. Yüce Allah´ın zâtı ve selbi bir sıfatı. Kâfir : Küfreden, küfredici, hakkı ta-nımıyan. bilmeyen, Allah´ın varlığına ve birliğine inanmayan. Kaide : Kural, esas, temel, usui, ni­zam.

Kâinat : Var olan şeylerin hepsi, ya­ratıkların tamamı, evren. Kâmil: Olgun, yetişkin, gelişmiş. Kasd-ı evvel: İlk istek, ilk amaç. önceki kasıt.

Kasd-ı sânı : İkinci kasıt, ikinci is­tek, birinci derecede olmayan amaç, gaye.

Kâsib : Kazanan, kesb eden, yapan, işleyen.

Kasr : Kısa kesme, kısaltma, kısma. Kaasır : Zorla işleten, kusurlu. Kat´î : Kesin, tereddüde mahal olma yan şey.

Kat´iyyet : Kat´ilik, kesinlik. Kavlî Sünnet: Peygamber Efendimiz (s.a.v.)´İn söylediği «Hadis-i Şerîf>ler. Kayyûm : Baaki ve kaaim olan, ezelî Allah (c.c).

Kayyûmiyyet: Devamlılık. Devamlı, baakî kalmak.

Kâzİb : Yalancı, yalan söyleyen. Kaziyye : Mesele, dâva, teklif. Man­tık dilinde önerme.

Ktbâir : Büyük günahlar, büyük fe­sada sebep olan ve dinen şiddetli ce­zayı gerektiren suçlar. (Zina gibi) Kebîre : Büyük günah. (Kumar gibi)

Kelâm Binefsifi : Allah´ın Kelâmı, sözleri.

Kelâm Sıfatı: Allah´ın subutî, zâtına sabit ve mahsus olan kemâl sıfatla­rından bîri. Yüce Allah´ın sese, harfle­re, telime ve cümlelere muhtaç olma­dan konuşması.

Kelâm-! İlâhî : Yüce Allah´ın ilâhî kelâmı, yüce sözü.

Kelâm-ı Lâfzı: Lisan ile, dil ile ifa­de olunan söz.

Kelâm-ı Lâfn-İ ilâhi : Yüce Allah´ın Zâtı ile kaaim, -Kelâm-ı Nefsi» yi idrâke vâsıta olan ve ona delâlet eden ibare ve işaretler, âyet ve sûrelerden meydana gelen ilâhî kelâmı, sözleri. Kelâm-ı Nefsi : Nefiste bulunan ve nefis ile kaaim olan mânâ. Kalbde mevcut söz.

Kelâm-ı Nefsî-î İlahî: Yüce Allah´ın Zâtında bulunan ve O´nunla kaaim (var ve sabit) olan ilâh! mânâlar. Yüce anlamlar, sözler. Kelâmullah: Allah´ın Kelâmı, Kur´an-ı Kerîm.

Kelâmuİlah-ı Kadim : Kadîm ve ezeli olan Allah´ın Kelâmı, Kur´an-ı Kadim gibi.

Kelîme-i Şehâdet: Şehadet Kelimesi. Bu kelimeyi, yani Allah´tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed´İn Al­lah´ın Resulü olduğuna kalbiyle İna­narak söyleyen kimse müsîüman olur. Kelime-İ Tevhid : Allah´ı birleme sözü, yani «Lâ ilahe İllallah» demek. Kelimetollah : Allah´ın Kelimesi, ilâ M sözü. Allah´ın Kelimesi ki; Kur´an ile bildirilen Müslümanlığı yüceltmek, her müslümanın vazifesidir. Kemâl: Olgun, yetkinlik, tamlık. Kemâlât: İnsanın bilgi ve ahlâk gÜ zslliği bakımından olgunlukları. Kemâlât-ı îlâhiyye : Allah´ın mükem mellikleri, Kemâl Sıfatlan. Kemâl-i İman : İmanın kemâli, olgun luğu, en yüksek derecesi. İbadetler ve sâlih ameller, imanın kemâlinden dır.

Kerâhiyyei : İğrenme, tiksinme, baskı ile yapma. Kelâmcılara göre; irade­sizlik, acizlik, irade sıfatının zıddı. Keramet : Evliyâ´nın, Allah´ın izniyle gösterdiği fevkalâde hâdiseler, kerem bağış.

Kerem : Cömertlik, lütuî, ihsan. Kesb : Çalışıp kazanma, bir şeyi ira­de ve ihtiyar sarfederek elde etme. Kesbi: Kesb etmeye, kazanmaya âit. Kesb ve ihtiyar : Kendi isteğiyle, ira­desiyle seçme, kazanma. Kevnî : Var olmaya âit, var varlık.

Keyfiyet : Nitelik, husus. Bir şeyin iyi veya kötü olma cihati. Kıdem: Evveli olmama. Allah´ın sıfatı. (Selbî sıfatlarından biri). Kıraat : Okuma, devamlı ve düzgün okuma.

Ktyam binefsihi : Kendi Zâtı İle kaaim olan Allah´ın- Selbî (tenzihi) Sıfatla­rından biri.

Kıyamet : Kâinatın nizamının bozul ması, her şeyin altüst olarak son bul­ması.

Kıyas : Dinî delillerden biri. Bir veya daha çok noktalarda birbirine benze­yen şeyleri Ölçmek, bir şeyin hükmünü benzerine vermek. Mantık ilminde kul­lanılan İlmî bir terim. Kıyas-ı OH : Açık kıyas. İlleti, yani sebebi açık elan ve Müctehid tarafın dan kolayca anlaşılan kıyas nev´i. I Kıyas-ı Fukaha : Fakihlerin, yani Fi kıh âlimlerinin yaptıkları ilmî kıyas. Ser´î bir delil ile daha önce sâbii olan bir şey hakkındaki hükmün mis lini, ortak bir illete (sebebe) dayana rak, diğer bir şeyde izhar etmek ve açıklamaktır.

Kıyas-ı Hafi : Kapalı kıyış. İlleti ka | palı olan kıyas ki, buna «İstihsali* da denir.

Kinaye: Maksadı kapalı olarak an latma.

Kirâmen Kâtibin : Şerefli yüce yazı cılar, insanların yaptıklarım yazarı melekler.

Kitâbu´l - Hakk : Doğru ve gerçek o-lan kitap. Kur´an-ı Kerîm´in bir ismi. Kftabullafc : Allah´ın Kitabı, Mukad­des Kitabımız Kur´an-ı Kerîm. Kitâbu´l ■ Münir : Kalpleri ve fikirleri aydınlatan ilâhî hitap; Kur´an-ı Ke­rîm.

Kitabede vücud : Zihinde geçen bir mânâyı yazıya dökerek ifade etme. Kizb : Yalan, doğru olmayan Kubuh : Kötü, çirkin, Allah´ın yasak kıldığı.

Kubuh Liaynihİ : Zâtında bulunan bir sıfattan dolayı çirkin olan. Kubuh Ligayrihi : Zâtı dışındaki bir şeyden dolayı çirkin olan. Kudenıa : Kadimler, yani öncesi ol mayan şeyler. Varlığının evveli olma­yan varlıklar «Kadim» olan. yalnız Yüce Allah´dır.

Kudret: Kuvvet, takat, güç, Allah´ın ezelî gücü, Kemâl sıfatlarından birisi. Kadref-î îlâhiyye : Allah´ın Yüce ve sonsuz olan kudreti. Kudretullah : Yüce Allah´ın ezeli kud reti, ezelî gücü.

Kutsi : Mukaddes, ilâhî, Allah´tan ge­len ve indirilen kutsal şeyler. Kutsiyet : Yücelik, ilâhhk, Kur´an-ı mesmu: Okunarak işitilen Kur´an-ı Kerîm.

Kuvve-i te´yidiye : Destekleyici kuv­vet.

Küfür : Allah´a ve dine âit şeylere i Banmama, Cenâb-i HaBr´s orlak koş ma, dinsizlik, imansızlık, İslam dininin esaslarına uymayan davranışlarda bu­lunma.

Küllî : Bütün, umumî, tam, çok, pek çek.

Küllîyyat : Külli, umumi, genel oHn şeyler.

Künh : Bir şeyin. ash, hakikati, te­meli.

Kütübin : Tevrat ve Ahd-İ Atikden bir kısım, özel bir terim. Kütüb-Î Münzele: Allah tarafından Peygamberlere indirilen Mukaddes Ki­taplar.

Kütübü Sİtte : Altı Kitap. En mute­ber en sağlam meşhur altı hadis ki­tabı.

Lâ Edriyye : Sofistlerden bir zümre, hiç bir şeyi kesin olarak bilmedikle­rini iddia eden felsefî sapık bir ekol. (Sofistlerin üçüncü kolu). Lâfız : Söz, kelime, harf. Lâfz-ı ilâhî : İlâhî söz, Allah kelâmt. Kur´an-ı Kerîm ve âyetleri. Lâhik : Yetişen, ulaşan, eklenen.

Lâmİse : Dokunmakla olan duyma

duygusu. Temas eden el ve vücud de­risi.

Letafet : Lâtiftik, güzellik, hoşluk.

nezaket.

Levh-i Mahfuz : Allah´ın ezelde tak

dir ettiği, kaza ve kaderin yazıldığı

ilâhi levha.

Lczâ : Ateş alevi, cehennemin bir

ismi.

Lİzâtihi ve bizatihi : Vücudu, zâtı için.

vücudu zâtına vâcib, yani zaruri olan

Yüce Zât.

Lütuf : îkram etma, istekle verme.

— M —

Mâ bihi´l - İmtiyaz : Kendisiyle ayrı­lan ve temayüz olunan (seçilen) şey ki, buna -tfantık dilinde, «fasıl» de­nir.

Mâ bihi´l - İştirak : Kendisiyle iştirak, ortak olunan şey. Buna Mantık ilmin­de «cins» denir.

Ma´bud: îlâh, kendisine ibadet olu­nan, tapılan Yüce Allah (c.c). Maddiyyım : Maddeciler, yalnız mad deye inananlar.

Ma´dom : Var olmayan, yok olan şey. Mağfiret: Affetmek, bağışlamak, ört bas etmek. Allah´ın kullarım affetme-

Mahdut : Sınırlı, belirli. Mahiyet : Bir şeyin ash, hakikati. Mahiyet-i Mahlâta : Karışık mahiya. Bunlar, hariçte mevcut olan şeylerdir. Mâhiyet-i Mutlaka : Mutlak mahiyet. Kelâmcılara göre zihinde mevcut olan bu gibi şeyler, hariçte fiilen oîa-bilir de, olmayabilir de.. Mâhiyet-i Mücerrede : Mücerred, so­yut mahiyet, hariçte bulunmayan, fakat zihinde mevcut olan şeyler. Mahluk : Yaratık, yaratılan her var­lık.

Mahlukât: Yaratıklar, yaratılmış bü­tün şeyler, varlıklar, canlılar. Mahsusât: Hissedilen, gözle görü Ien şeyler.

Mahzun : Tasalı, kaygılı, hüzünlü. Makâsıt: Maksatlar, niyetler, istek-lar, amaçlar, arzular (maksad´ın ço­ğulu).

Makastarı Aslîye : Aslî maksatlar. Bir ilimde hedef oîarak kabul edilen şeyler, esaslar, temel konular. Makbul : Kabul olunmuş, alınmış şey, beğenilen, hoş karşılanan. , Makîs : Kîyas erlilen, benzetilen, (Kı­yâs kelimesinden türetilmiştir) Maksat; Kasd olunan, istenilen §ey, amaç, hedef.

Maktul : Öldürülmüş, vurulmuş kini se.

Ma´kulât: Akıl ile bilinen, aktın >;>-gun bulduğu, hislerle görülmeyen şey­ler.

Mâlâyâni : Boş, faydasız, anlamsız, şey, mânâsız söz.

Mâlik: Sahip, bir şeye sahip olan, (Yüce Allah´ın ulûhiyyet afatlarından biri)

Ma´lum : Bilinen, belli olan şey. Malûmat : Malum olan, bilinen şey­ler.

Mâni : Engei, men eden, geri bira kan, alıkoyan.

Ma´rife* : Bitmek, biliş, hüner, usla tık.

Marifetutlah : Allah´ı bilmek. (Her İnsan Allah´ı eserlerine bakarak aklı ile bilebilir, bitmekle mükelleftir) Ma´nıf : Herkesçe bilinen, tanınan. Masdar : Bir şeyin çıktığı yer, kay­nak, membaa.

Ma*siyet: İşlenen bir günah, isyan, asilik, itaatsizlik.

Maslahat: İş, emir, husus, keyfiyet, ehemmiyetli iş, menfaata uygun olan. Maslahat ve Mebsedet: Menfaat ve zarar, maksada uygun olan ve olma­yan.

Massetmek : Emmek. Masun : Korunmuş, korunan. Materyalist: Maddeci, her şeyin as hm maddeye dayayan kimse. Matlub : Talep edilen, istenilen, ara nılan şey.

Matuf : îsnad olunmuş, yöneltilmiş. Mâturidîyye : Ebû Mansur Muham-med b. Muhammed, b. Mahmut el-Ma-tûrîdî´nin kurduğu itikadda Ehl-i Sün-net´in ikinci hak mezhebi, itikadda mez

nebimiz.

Mâ yüntefau bihi : Kendisinden fay

dalamlan şey.

Mâzİ : Geçmiş zaman.

Mead : Sonunda dönülen yer. âhiret.

Mçâl: Bir yazının, sözün anlamı, özü.

Mebâdi´ : İlk esaslar, temel unsur

lar, prensipler,

Mebfc t Başlangıç, prensip, ilk üi>

sur, ilmin ilk kısmi.

Mebde-i İlliyyet: İlliyet kanunu, İl­let ve ma´lul. sebep ve müsebbeb üiş

kişini gösteren kanun.

Mebde-i İştikak: Bir kökten gelen

kelimelerin birbiri ile olan ilişkilerinin

asîı.

Mebdei Tekvin: Var olmanın asft.

başlangıcı: Tekvin Sıfatının aslı.

Metmi : Bir şeye dayanan.

Mecburi : Zorunlu, mecbur, yapma

zorunda olma. ister istemez: zar al

tında.

Mecelle : Kitap, mecmua, dergi. İs­lâm Hukuku ve Kanunu ile ilgili ola­rak hazırlanan meşhur bir eserin is­mi.

Mecmu* : Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi. Mecûsî : Ateşe tapan. Meçhul ; Bilinmeyen. Medar : Bir şeyin üzerinde dönece ği, devredeceği, hareket edeceği yer. Medih : Övme.

Medlul: Üzerine delil getirilmiş olan şey.

Mefhum : Anlaşılmış, sözden çıkarı lan mânâ. kavram. Mefsedet : Fesatlık, münafıklık, boz­gunculuk.

Mekârim-i Ahlâk : Övülmeye lâyık olan yüksek ahlâk, güzel huylar. Mekkî : Mekke´ye ait, -Mekke´de Pey­gamberimiz (A.S.)´e indirilen âyet ve sûreler.

Meknuz : Yere gömülü, hazinede sak´ h.

Mekruh : Hoşa gitmeyen, tiksinti ve ren, iğrenç. İslâm dinînde haram de recesine varmayan ve zannî deliller­le sabit olan yasak şeyler. Melâike : Melekler. Meleke: Alışkanlık, tekrarlaya tek-rariaya meydana gelen bir hassa, bir huy.

Melekut : Melekler ve ruhlar âlemi. Memat: Ölüm. (Hayatın zıddı) Menba*: Kaynak.

Mendub : Yapılması iyi, uygun görü­len. Dini emir ve yasaklardan olma yan, fakat yapılması iyi ve makbul olan şeyler.

Menfaat: Yarar, fayda. Menfî : Olumsuz, sürgün edilmiş, her şeyin olmayacak tarafını, aksini dü­şünen.

Mcnkabe : Çoğu tanınmış veya tari he geçmiş kimselerin hallerine âit fık­ralar, hikâyeler.

Men lem yezak lem ya´rif : Bir şeyi tatmayan, onun ne olduğunu bilmez. Menşe*: Bir şeyin çıktığı yer.

Kulsi : Kutsal, yüce ve ilâhi kaynak.

Menşe-i Tekvin : Tekvin (Var- etme, yaratma) sıfatının kaynağı. Menzile : Mertebe, derece, yükseklik derecesi.

Mertebe : Derece, rütbe. paye. Merzuk : Rızıklanmış, rızık verilmiş. Mesâil : Mes´eleler. çözülmesi gere­ken işler.

Mes´ele : Sorun, çözülmesi ve karsı-lığı istenen şey, problem. Meserret : Sevinç, sevinme. Mesnet : Dayanak, dayanılan §ey. Mesnetsiz : Dayanıksız, asılsız.

Mes´ul: Sorumlu, sual sorulmuş, ken­disinden sorulmuş. Mes´ulîyet : Sorumluluk. Meşhur : Şöhretli, şöhret kazanmış, ün almış.

Meşiat : Dileme, .irade £tme, iiteme. Meşru : Şeriatın, dinin müsade ettiği, toplumun uygun gördüğü, aklın ve vicdanın kabul ettiği şey.

Metafizik: Fizik ötesi., tabiat Ötesi. Metodoloji : Metotlar ilmi. Mevcudat: Var olan şeyler, mahluk lar, yaratılanlar.

Mevcudiyet : Mevcut olma, varlık. Mevhibe : İhsan, bağış. Mevhibe-i İîâhiyye : îlâhî vergi, Al­lah´ın lütfedip verdiği üstün yetenek. Mcv´izs : Nasihat etme. öğüt verme. Mevzu : Konu. bahis. Mevzmıbahs : Söz konusu, bahis ko­nusu, bahsotunan.

Meze etmek : Katmak, katıştırmak. Mezheb : Gidilen, tutulan yol. bir di nin itikad veya ameli hükümleri etra­fında teşkil edilen ekol.

Mihver : Eksen.

Mikâil: Dört büyük melekten biri.

Misli: Benzeri, tıpkısı.

Muâhaze : Azarlamak, kusurlu gör

inek, sorumlu tutmak.

Muamelât : Kayıt, takip ve saire gibi

işler. İnsanların aralarındaki işlerle ü

gili. dinî. amelî hükümler.

Muasır : Çağdaş, bir asırda yaşa­yanlardan her biri. Muattal : Tatil edilmiş, bırakılmış, kullamlmaz.

Muazzam : Çok büyük. Mûcid : İcad eden. Mu´cîze : Âdetler üstü, fevkalâde bir olay, benzeri yapıîamıyan bir şey, bir olay.

Mu´cizii´l-Beyan: Okuyan ve duyan lan âciz bırakan fevkalâde üstün be­yan. Kur"an-ı Kerim, mu´cizü´l-beyan´-dır.

Mufassal: Uzun U2un anlatılan, taf süâtlı. detaylı olarak bildirilen. Mugayir : Aykırı, başka, uygun ol­mayan. MııgayyebiU : Görülmeyen şeyler, gâ-

ib âlemi.

Muğlak : Kapalı, çapraşık, özü anla­tılmayan.

Muhafaza: Saklama, koruma, hıfzet­me.

Muhakkak: Kesin. Doğruluğu ve gerçekliği belli olan şey. Muhakkikim : Tahkik eden. inceden İnceye araştıran âlimler. Muhal: İmkânsız, olmayacak bir

şey.

Muhalefet: Muhaliflik, aykırılık, uy­gunsuzluk.

Muhalefettin H-1-Havâdis : Yüce Al­lah´ın hâdiselere, yaratıklara benze memesi. (Yüce Allah´ı noksanlardan tenzih eden Selbî Sıfatlardan biri.) Muhalif : Karşı çıkan, aykırı görüş sahibi, zıt görüş, aykırı, zıt. Muhatab : Kendisine söz söylenen, hi tap olunan, dinleyen. Muhayyile : Hayal etme gücü. Muhdis : Yok iken var eden. icad eden yaratıcı.

Muhit: Çevre, etrafını çeviren, kuşa­tan. Yüce ALLAH (C.C.)´m isimlerin den biri.

Muhkem : Tahkim edilmiş, sağlam kılınmış, sağlam, kuvvetli. Muhtasar : Kısaca, özetle. Muhtelif : Birbirine uymayan, zıt. çe­şitli, türlü.

Maliyi : Hayat veren, dirilten, can­landıran. Yüce Allah´ın isimlerinden

biri.

Mukabil: Karşı karşıya gelen, birse-yin karşısında bulunan, karşılığında. Mukadder : Takdir olunmuş, kıymeti biçilmiş, alnında yazılı olan kaderi. Mukadderat : Ezelde takdir olunan, Allah´ın takdir ve tesbit ettiği şeyler. Mukaddes : Takdis edilmiş, mübarek kutsal, temiz, ilâhî. Mukaddime : Önsöz, giriş, başlangıç, Mukallit: Taklit eden, başkasına ben­zemeye Özenen.

Mukarrebön: Allah´a yakın olan. yaklaştırılan melekler. Mukayese: Karşılaştırma, Ölçme, kt yaslama.

Muktedir: îktidarh, yapma gücüne sahip olan, güçlü kişi. Mukt*za : Gereken, îcabeden. Mukteza-i Hikmet: Hikmet icabı, Hik­metin gerektirdiği şey. Muktezi : îcabeden, iktiza eden, lâ­zım gelen, icabettiren, gerektiren. Murad : îstenen, irade olunan. Murad etmek: İstemek, arzulamak. Murad-ı İlâhi : İlâhî istek. Allah´ın yüce isteği, ezelî iradesinin gereği. Musahhar: Teshir olunan, emrine, iradesine verilen. Mutabık : Birbirine uyan .uygun.

uyumlu.

Mutasarrıf : Tasarruf eden, dilediğini yapan, tasarruf hakkına vs gücüne sahip olan. Muteber : İtibarlı, şerefli, hatırı sayı­lır, saygın. İnanılır, güvenilir. Mu´tezile : Ehl-i Sünnet dışı sayılan itikadı bir mezhep. Kaderi ve Allah´ın Subûtî sıfatlarını inkâr ederler. Kur´-an´a mahlûktur derler... Mutlak : Kayıtsız, şartsız. Mutlak Hayır : Kayıtsız, şartsız ha­yır.

Mutlak Kemal : Kayıtsız kemal. Al lah´a mahsus olan kemal, olgunluk yücelik. Mutmain : Huzur içinde olan.

Muârrız : Ta´riz eden, dokunaklı sÖ2 söyleyen, taş. atan, sataşan. Muttali: Öğrenmiş, haber almış. Ha­berli.

Muttasıf : Vasıflanan, nitelenen. Mnvâcehe : Karşı karşıya, yüzyüze gelme, yüzleşme.

Muvafakat : Uygunluk, uyma. uzlaş ma, razı olma.

Muvaffak : Başarılı, işi rast giden, beceren, Allah´ın yardımına erişen, mazhar olan.

Mnvaffık : Muvaffak eden, başarı ka­zandıran Yüce Allah. Muvafık : Uygun, yerinde.-Muzdar : Çaresiz, mecbur. Mubah : Yapılması da, yapılmaması da dinen ca´iz olan şeyler. Yemek, iç­mek gibi. (Cezasız, sevapsız işler) Sa­kıncasız.

Mübahâse: Bir iş etrafında karşı lıklı konuşma, bahse girme, iddialaş ma.

Mübîn : Hayrı şerri, iyiyi ve kötüyü beyan eden. açıklayan. Mübrem: Lüzumlu, kaçınılmaz, aci­le yapılmasî gerekli olan. zorunîu o!an §ey.

Mücâdele : Savaşma, uğraşma, bir konu etrafında çekişme. Mücâzât : Ceza, karşılık verme, ce­zalandırma.

Mücbir ve muzdar: Mecbur, icbar olunan, zorlanan, yapmak mecburiye­tinde, zorunîuğunda olan. Müceddid : Yenileştiren, yenilik ha­reketine girişen.

Mücehhez : Donanmış, donatılmış. Ha­zırlanmış.

Mücerred : Diğer bir şeyle kanşik ve­ya beraber olmayan, sırf. yalnız, so­yut.

Müctehid : İctihad eden. Gücü yetti­ği kadar çalışarak, dinî hükümleri kaynaklarından (âyet vt ı> a dişlerden) çıkarmaya muktedir olan büyük din âlimleri, imamları.

Müdafaa: Karşı koyma, savunma, bir saldırışa karşı koyma. Müdahale : Karışma, araya girme.

Müddet : Süre, belirli bir zaman. Müdebbirât : Tedbirli, düşünceli. Kâi nat nizamı ile görevli oîan melekler. Müesses : Tesis edilmiş, kurulmuş. Müessir : Tesir eden, etkin, etkili. MÜeyy*d: Te´yid olunan, destekte´ nen.

Miifret : Tek, yalnız, basit. Müfsit: Bozan, ifsat eden, şartları­na uygun olan bir şeyi, bîr hükmü ve­ya bir ibadeti bozan şey. Mühim : Önemli, gerekli, lüzumlu, ehemmiyetli.

Muhtedİ : Vaşaklardan kaçınan, hidâ­yete eren, doğru yolda olan. Mükâfaat: îyi ve güzel bir hizmet karşılığında verilen şey. Mükellef : Bir şeyi yapmaya mecbur olan vazifeli, (sorumlu) yükümlü. Mükellefiyet : Yükümlülük, yapmak zorunluluğu (sorumluluk). Mükemmel: Olgun, kusursuz, kema­le erdirilmiş.

Mükevven: Tekvin olunan, yaratı­lan.

Mükevvin: Tekvin eden, yaratan Yü­ce Allah (c.c). Mülâhaza : İyice düşünme. Mülayim : Uygun, yumuşak huylu, uy­sal,

Mülhid: Allah´ı İnkâr eden, dinsiz, imansız. Mamaselet: Denklik, benzerlik.

Mümkün : Olabilen, olabilir, olması da olmaması da caiz olan şey.

Mümkinât: Olabilecek şeyler. Münkinü´l-VÜcnt : Vücudu, varlığı başkasından olan, var olmak için bir

yaratıcıya muhtaç bulunan şeyler.

Mümtaz : Seçkin, temayüz eden. Mümteni´ : Mümkün olmayan, im­kânsız.

Münafık : Kâfir olduğu halde kendi­sini müslüman gösteren, nifak sokan. Mİtnâfi : Zıt. aykırı, uymayan. Münâkaşa : Tartışma, çekişme, atış­ma.

Münâsebet; İlgi. alâka, yakınlık, uy­gunluk, vesile, sebep, ilişki.

Münazara : Kural´ava uygun olarak karşılıklı konulma, ilmî tartışma (Mantık terimi)

Münevver : Aydır; kimse, aydınlatıl­mış, nurlandırılmış. Mâneızeh : Temiz, kusur ve noksa m bulunmayan, hiç bir şeye muhtaç olmayan.

Münferid : Tek, yalnız olan, ayrı. kendi başına.

Münkariz : Sonu gelen, son bulan. Münkeşif : Keşf olunan. Münker : İnkâr olunan. Münkerât: İnkâr olunan şeyler (ço gul).

Münker ve Nekir: Soru melekleri. (Ölen bir kimseye dini belirli sorulan soran bu adla bilinen melekler) Münkir : İnkâr eden, İnanmayan. Müreccih : Tercih eden, ihtimallerden birini seçen.

Müreccihsİz : Tercih edici olmadan. Mürekkeh : Birleşmiş, karışmış, teş­kil olmuş, tertip olunmuş, cüzlerden meydana gelmiş olan şey.

Mürid : İrade eden. emreden, buyu­ran, isteyen, irade sahibi (Allah´ın i-, simlerinden biri).

Mürşîd : Doğru yolu gösteren, iyiliğe yönelten, rehber, önder. Mürted : Dinden dönen. îslâm dinin­den çıkan, irtidad eden. Müsait: Elverişli, uygun, yardım eden.

Müsavi : Eşit,

Müsellem : Teslim edilmiş, doğruluğu herkesçe kesinlikle kabul edilmiş. Müstağni: Muhtaç olmayan. Miisiiihii : İmkânsız, boş, mânâsız, saçma şey, var olması imkânsız olan. Müstecab : Kabul olunan. Müstehab : Peygamber (A.S.)´ın se­vap olduğunu bildirdiği ve kendisinin de bazen yaptığı şeyler. Müstehak : Lâyık olan, hak eden. Müstahilât : Var olması imkânsız olan şeyler.

Müstelâhu´l-Hadis : Hadis İstılahların­dan, hadisin nevilerinden, derecelerin­den bahseden Hadis Usuîü ilmi. MüsteSzîm : İstilzam eden, icab eden, gerektiren.

Müstenid : îstinad eden, dayanan. Müşabehet : Benzerlik. Müşahede : Gözlem. Müşkil : Zor, çetin, kolay değil, en­gel, mâni.

Müşkilât : Güçlükler, zorluklar, mâ­niler, engeller.

Müşrik : Allah´a eş, ortak koşan. Müştakkât : Bir kelimenin kökünden türetilen yeni kelimeler, ism-i fail gi­bi.

Müşterek : Ortaklaşan, ortak olan. -Mütalaa : Görüş, düşünce, okuma... Müteaddit: Birkaç, birçok, bîrden çok, türlü türlü.

Müteahhirûn : Sonradan gelenler, da­ha sonra gelen âlimler. Müteâref : Herkesin bildiği, ünlü. meşhur.

Mütedeyyin : Dindar, dinî esaslara bağlı.

Mütefekkir : Düşünür, tefekkür sahi bi.

Mütekâbilât : Nakizler ve zıtlar. MÜtekad^imûn : Önce gelen ilk âlim ´er.

Mütekâmil : Olgun, kemal sahibi, ka mil, kemale eren. Mütekellîm : Kelâm âlimi. MiUekellimım : îlm-i Kelâm âlimleri, kelâm ilminde bir terim, bütün kelâm âlimleri.

Mütemerrld : Dik başlık eden, inat eden, direnen.

Mütenâhî: Nihayet bulan, sona eren. Mötenâkız : Birbirini bozan, birbiri­ne uymayan.

Mütenâsip : Uygun olan. her bakım­dan birbirine uyan.

Mütevakkıf : Bir şeye bağlı olan, an­cak onunla olabilen, duran, bekleyen. Mâtevassıt : Tavassut eden. vasıta olan, orta. vasat şey.

Mütcvntir : Ağızdan ağıza geçerek ge [en (Bkz. tevatür). Müteveccihen: Yönelerek, niyetlene­rek, yönelenler.

Mütevetlidât :. Yapılan bir İşten do­ğan, o iş dolayısıyla icab eden ve or ıya çıkan şeyler. Kelâm ilminde bit­terim.

Müveeet» : Tevcih edilmiş, yüzü bir tarafa döndürülmüş, herkesin teveccüh ettiği.

Müyesser: Kolayı bulunup yapılan. kolay gelen.

Nafile : Farz ve sünnetler dişindi yapılan ibadetler olup, yapılmasında sevab vardır. Nafile, namaz ve sada­kalar gibi..

Nâfai : Nehyeden, yasaklayan, önle­yen, meneden.

Nakd-ı Rical : Hadis râvileri ile ilgi­li Hadis ilmi. (Usûlü Hadisten, Hadis İlimlerinden biri. Diğeri ise; Musta-lahu´l-Hadis´tir).

Nakıs: Noksan, kusurlu, eksik, tam olmayan.

Nakîz : Zıt, karşı, karşıt. Nakİ7İerin içtimai: îki karşıtın bir araya gelmesi. Varlık Üe yokluğun bir anda bir araya gelmesi gibi ki. bu aklen imkânsızdır.

NaJtîzlerin irtifâi : İki karşıtın bîr anda ortadan kalkması. Bir şeyin ne var, ne de yok oîması gibi.. Nakli ; Akla değil, dinî metinlere, ya­ni nakle dayanan. Nakz: Bozma, çözme, kırma.

Namütenahi : Sonsuz, ^sonu olmayan,

uçsuz, bucaksız.

Nasib : Kısmet, pay, hisse.

Na*« : Sarihlik, açıklık, kat´ilik, mâ- ■

nfisında kesinlik ve açıklık bulunan

Kur´an âyetleri. Dinde delil darak

gösterilen dinî metinler.

Nazar ; Bakma, göz atma, düşünme.

Nazar-ı aklî : Akla dayanarak irice îemek, araştırmak, bir şeyi îsbat et­mek.

Nazarî istidlal : Nazar! ve aklî ola­rak düzenlenen delilden netice çıkar­mak.

Nazır : Nezaret eden. bakan. gö>e-ter..

Nazire : Örnek, karşılık, benzer. Nazil: Yukarıdan aşağı inen, Allah tarafından indirilen. Nebat : Bitki.

N^bî : Peygamber, Allah´ın elçisi. Nebiyyi zişân : Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v,) Kadri yüce olan Nebi.

Nefsânî: Nefisle ilgili, nefse âit. Nefs-i emr : Gerçek. Vakıaya, gerçe­ğe uygun olan.

Nefs-i Natıka: însan ruhu. İnsanın canlılar arasındaki yerini belli eden cevher, akıl veya aklın bir kuvveti. Nefy : Sürme, sürgün etme, uzağa gönderme.

Nchiy : Bir şeyin yapılmasını yasak etme.

Neş´et: Doğuş, meydana gelme, çık­ma.

Neşretmek: Yazmak, dağıtmak, her­kese duyurmak. „__ Neşvünema: Yetişip büyüme, canla­nıp var olma ve gelişme. Nezâhet : Temizlik, paklık, incelik. Nezih : Temiz, pak. Nifak: Bozgunculuk, münafıklık, iki yüzlülük, arayı bozma. Nihayetsiz : Sonsuz, uçsuz bucaksız. Niyaz : Yalvarma, yakarma. Nizâm : Düzen, zamanın şartianna göre konulan belirli esaslar. Nizâm-ı âlem : Âlemin nizamı, düze­ni, Allah´ın varlığım isbat eden aklî bir delil, {i

Nübüvvât : Peygamberler ve Peygam­berlikle İlgili mes´eleler bölümü. Nübüvvet: Peygamberlik. Nüfusu Mücerrede: Maddeden uzak olan soyut cisimler. Nüzul: Aşağı inme, indirilme.

— P —

Paye : Rütbe, mertebe. Peygamber : İlâhî elçi, Allah´ın Re sulu, Nebîsî.

Protoplazma: Hücreyi dolduran kim­yevî sıvı madde. (Stoplazma)

— R —

Rabb : Terbiye eden, yetiştiren ve kemâle eriştiren Yüce Allah. Rabbu´l - Âlemin : Âlemlerin Rabbi, yani herşeyin yaratıcısı olan Allah (c.c.).

Râcî : Âit, ilgili.

Rahim : Mü´minlere acıyan, merha met eden Yüce Allah (c.c). Rahman : Bütün insanlara merhamet eden, merhameti sonsuz olan Yüce Al­lah.

Râvi: Rivayet eden, Peygamberimiz­den hadis nakleden kimseler. Râzık : Rızık veren (Bkz. Rezzâk)´. Re´sen : Kendi kendine, kimseye da­nışmadan.

Resul: Peygamber, Allah´ın elçisi, ne­bi.

Resuîullah : Allah´ın Peygamberi, el­çisi Hz. Muhammed (s.a.v.). Resul-ü Ekrem: Peygamber Efendi­miz.

Resnl-fi Zişân: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.). Kadri, derecesi yüksek olan Allah elçisi. Revaç : Sürüm, geçerlik. Rey : Görüş.

Rezzâk : Rızık veren, her canlıya rız­kını veren Hak Teâlâ (Allah´ın yüce isimlerinden).

Rezzâk-ı âlem: Âlemde mevcut her canlıya nzlunı veren Yüce Allah. Rıdvan : Razı olma, hoşnutluk. Rıza : Hoşnutluk, memnunluk. Riza-ı ilâhi : Allah´ın hoşnutluğu, rı­zası.

Rizâ-İ Kalb : Kalb rızası, kalb hoş­nutluğu.

Rızk : Yiyecek, içecek şey, Yüce Allah´ın herkese verdiği nimet. Riâyet : Gözetme, gütme, saygı. Risale : Mektup, kısa yazılmış küçük kitap, mecmua, dergi. Risalet : .Peygamberlik, elçilik, nebî-Hk.

Rivâyat : Söylemek, bir haber, söz ve­ya hadisenin nakledilmesi, bildirilme­si.

Bîyazî : Hesap ile, matematik ile il-güi.

Rububiyet Sıfatlan :´ İîâhlık, ulûhiyet sıfatları (Rab, Rahman, Rahim ve Mâ­lik).

Ruhanî : Ruha âit, ruhla ilgili. Gözle görülmeyen, cismi olmayan. Ruhu´t Emin : Vahiy meleği olan Cebrail (a´.3.)´ın diğer ismi. Ruhu´l-Kadüs ; Kutsi ruh, vahiy me­leği. (Hristiyanlıkta Hz. Meryem kas-dedilir)

Rnsul-i Kiram : Şerefli, keremli, pey­gamberler, Allah´ın resulleri, nebileri. Rükn : Temel, esas, bir şeyin en sağlam tarafı, istinadgâh, dayanak. Rü´yetullah : Mü´minlerin âhirette A1T lah´ı (c,c.) görmeleri.

-s-

Saadet: Mutluluk, huzur ve neşe için­de olma.

Sabim : Yıldızlara tapanlar. Sabit : Hareketsiz, kımıldamadan ye­rinde duran.

Saded : Asıl mevzu, konunun Özü. Sahih : Gerçek, doğru, hâlis kusur­suz, ayıpsız güzel.

Sahihân : Buhari ve Müslim adıyla meşhur olan iki sahih hadis kitabı. Saik : Sevk eden, süren, yön veren, sürücü.

Sakıt: Düşen, düşücü, hüküm ve iti­bardan düşmüş, hükümsüz. Salih: îyilik yapan, dindar, dinin icaplarını yapan, iyi insan. Salih amel: İyi, güzel işler, dinin ya­pılmasını emrettiği şeyler.

Salim: Sağlam, sıhhatli, sakatı ve rksiği olmayan.

Sâmia : İşitme, işitme kuvveti, ku­lak.

Sarahat : Açıklık, ibare ve sözde açık­lık.

Sarih :: Açık meydanda, belli. Sebat : Sözünde durmak, kararından dönmek, işine ve sözüne bağlılık. Sebkat :: Geçme, ilerleme. Sebkat etmek : Önceden gelmek, iler­lemek. Önce meydana gelmek. Sehv :: Yanlış, yanılma. Sehven : Yanlışlıkla, yanılarak. Sekenât : Durma, duruş, davranış (lar) (Sekne´nin çcğulu. Dilimizde müf-ret gibi kullanılır.). Sekr : Sarhoşluk.

Selb :■ ■ Kaldırma, giderme, olumsuz-iaştırma.

Selbî : Olumsuzlukla ilgili. Allah´ın bazı sıfatlarına verilen isim. Selef : Önce gelip geçenler. Selefiyye :: Sahabe ve Tabiîlerin Kur´an ve Hadislere dayanarak ortaya koydukları yolda elan Fukaha, Muhad-dis ve ilk Kelâmcılar. Bunlara Kelâm âlimlerince «Ehl-i Sünnet-i Hassa> adı da verilir.

Selim : Sağlam, kusursuz doğru. Semavât: Gökler, semalar. Semavî : Sema ve gök ile ilgili. Sem´î : İşitilerek bilinen, işitmekle il­gili-

Sem´iyyât : İşitilerek bilinen şeyler. Dinî nasslarm metinleriyle bilinen hü­kümler.

Sem´ : îşiten, işitme kuvveti olan. Yüce Allah´ın Subûtî Sıfatlarından biri. Sena : Övme, övüş, övgü. Scneviyye :: Hayır ye şer ilâhı diye iki ilâha tapanlar. (Bâtıl bir din). Serdetmek : Düzgün ve uygun söz söylemek.

Sevap ve İkap : Mükâfaat ve ceza, azab.

Sevk : Önüne katıp sürme, ileri sür­me, gönderme. S&vk-i Tabii : İç güdü. Sıtfk : Doğruluk, gerçeklik, kalb te-

mizliği, P2ygamberlere vâcib olan sı

Tatlardan biri.

Sıfât-ı Bârî : Allah (cc.)´ın Mukad

des Sıfatlan.

Sıfât-ı İkram : Allah´ın Subûtî Sıfat

larıca verilen isimlerden biri.

Sıfât-ı Fiil : Yaratma, rızık verme

diriltme ve Öldürme gibi ilâhî fiille

rin râcî olduğu «Tekvin Sıfat» na ve

rilen bir isim.

Sıfat-ı itibarî : İtibari sıfat, hakiki

olmayan sıfat.

Sıfât-ı Kemal : Allah´ın Kemal sıfat­ları.

Sıfât-ı Meâni : Allah´ın Zâtına sabit

olan Subûtî Kemal Sıfatları.

Sıfat-ı Nefsiyye : Allah´ın Zâtına

mahsus olan «Vücud Sıfatı*.

Sıfât-ı Selbiyye: Allah´ın sânına ya

kısmayan ve O´nu noksanlardan tenzih

eden sıfatlar. Kıdem, Bekaa ve Vah

daniyet gibi.,

Sıfât-ı Subütiyye : Allah´ın Zâtına sâ bit olan Kemal Sıfatlan (Hayat, İlim, rade ve Kudret gibi...).

Sıfât-ı Tenzih : Yüce Allah´ın noksan

lardan uzak olduğunu bildiren sıfatlar. Sıfât-ı Zâtiyye : Allah´ın Yüce Zâtına sabit olan Selbî ve Tenzihi adı verilen sıfatlar.

Sifâtullah : Allah´ın mukaddes sıfat­lan (Selbî-Zâtı ve Subûtî sıfatlar.). Sırat: Cehennem üzerinde uzanan son derece ince ve keskin bir köprü. Silsile : Zincirleme, ard arda olan şeylerin meydana getirdiği sıra. Siyer : Sîret´in çoğulu. Hal, gidiş, gi­dişat, ahlâk ve yüksek vasıflar. Pey­gamberimizin hayatını- anlatan kitap­lar.

latan kitaplar, ahlâk ve yüksek va­sıflar.

Siycr-i Nebi : Peygamberimiz (s.a.v.) in sîreti, güzel ahlâkı ve hayatı, bu­nunla ´ ilgili ilmin İsmi. Su^ûr : Meydana çıkma, olma. Sahuf : Sahîfeler, Cenâb-i Hakk´ın bazı peygamberlerine indirdiği fcudsi sahifeler., Su-i zan : Kötü zan, kötü sanı.

Sukûti : Sessiz, suskun. Sûr : Kıyametin kopmasını ilân eden ve mahiyeti bilinmeyen ilâhî boru. Siibiiî : Sabit olma, gerçekleşme. Söbutî : Sübut ile ilgili, Allah´ın Zâ­tına sabit olan sıfatlara verilen isim. Süfli : Aşağı, aşağılık Sükûn : Durma, kımıldamama, hare ketsizlik.

Sükut : Susma, konuşmama, söz söy­lememe.

Sünnet : Peygamberimizin sözleri, iş: leri ve tasvip ettiği şeyler. Sühnetullah : Allah´ın koyduğu ilâhi nizam, ilâhî esaslar. SÜnnet-i İlâhiyye : İlâhî sünnet. Al-lah´m koyduğu yüce esaslar. SÖnnet-i gayrî müekkede : Peygam­berimizin bazan yapıp, bazan yapma­dığı fiiller. Yatsı namazının ilk sün­neti gibi...

Stinnet-i Müekkede : Peygamberimizce çok defa yapılıp pek az terkedilen farz ve vâcib dışındaki işler.

jâhetii - Vücuh : Yüzleri kara olsun. Şamanîst: Şamanizme inanan kimse. Eski Türklerin inandığı bâtıl dinde olan kimse.

Şâmil : İçine p´an, kaplayan, çevre leyen.

Şâmme : Koku alma kuvveti, b;irun. Şâri-i: Hakîm, hikmet sahibi olan ilâhi kanun koyucu (Allah c.c). Şâri-i Miibin : İlâhî kanun sahibi Yüce Allah.

Şecaat : Yiğitlik, yüreklilik. Şefaat: Bir suçun bağışlanması için rica etme, affını isteme. Şehâdet : Tanıklık, şahitlik, bir şeyin doğruluğuna inanma; Allah yolunda şehit olma.

Şehâdet-i Amme: Bütün insanların tanıklığı (aklî bir delilin ismi). Şemm : Koklama, koklanma. Şer´an : Şeriatça, dinen, şeriata uy­gun olarak. Şcr´î : Dini, şeriata dayanan şey.

Şcr´î Ahkâm : Dinî hükümler. Şeriat : Cenâb-ı Hakk´ın kullan İçin koymuş olduğu dinî ve dünyevî hü­kümlerin tamamı.

Şer´i İman : Dinin bildirdiği şekilde inanma. Şerik : Ortak.

Şerir : Şerli kişi, çoğu kez kötülük ya­pan.

Şeyâtin-i Cin : Cin şeytanları. Şeyâtin-i İns : İnsan şeytanları. Şeytânü´l Arab : Arab dilcilerince A-rap şeytanları adı verilen yılan. Şirk : Allah´a ortak koşma. Allah´tan başka mabud olduğuna inanma. Şirk-î İstiklâli : Allah´tan başka canlı veya cansız, bîr veya bir çok müs­takil varlıklara tapınma. Şirk-i Takrib : Allah´ın birliğine inan­makla beraber, O´nun katında şefaat­çi bulmak amacı ile Allah´ı bırakıp putlara tapma.

Şirk-i Teb´îz : Allah´a inanmakla be­raber, O´na bazı şeyleri ortak kabul etmek (teslis inancı gibi.). Şumûl: İçine alma, kaplama, âit ol­ma, delâlet etme, kaplam, kapsam. Şuur : Bilinç, anlama anlayış, hisset­me, duyma.

Şüyu : Duyulma, yayılma, bilinme, da­ğılma.

_ T —

Taaddiid : Birden çok olma. Vahdani­yetin zıddı.

Taakkul: Akıl erdirme, zihin yora­rak anlama, hatırlama. Taalluk : Bir şeyin başka bîr şey ile ilgili olması.

TaaDok&t-ı Ezeliyye : Ezelde takdir edilmiş olan şeylerle ilgili. Taalluk-ı Lâ Yezâli : Taalluk-ı Hadis. Allah´ın ezelî iradesine göre her şeyin zamanı gelince olması veya olmaması. TaaUnku Hadis : Kudret Sıfatının i-kinci taalluku olup, ezelî iradenin ter cihine göre herhangi bir şey bunun­la var veya yok olur. (Bk. Taalluku Lâyezalî).

Taalluku Kadim : Kudret Sıfatının eze­lî olan birinci taalluku olup, bir müm kinin fiilen var olmasını temin eden ezeli ilgi. ilişki.

Taassnb.: Birine taraftarlık etme, kendi dinini üstün görüp başka dinde-kilcre düşman olma. Taat : îbadet, itaat, Allah´ın emirle­rini yapma.

Taayyün : Belirme, belirli olma. Tâbi : Bağlı.

Tabiin : Sahabeden hadis dinleyen­ler. Sahabe devrinden sonra gelen de­virde yaşayan müslüman bilginler. Sahabeye uyanlar. Tadil ; Değişiklik, doğrulama. Tafsil : Etrafıyla, derinliğine olarak bildirme, uzun uzun açıklama.. Tafsilî : Geniş ve etraflı olarak an îatma Uman esaslarım, tafsili, etraflı olarak bilme, anlatma, tamamına inanma gibi).

Tafsili îman : Peygamberimizin va­hiy yoluyla Allah´tan getirdiği kesin olarak bilinen dinî esas, hüküm ve haberlerin tamamına iman etmek. Bunları kalb ile tasdik, dil ile ikrar. Tağyir : Değiştirme, bozma, başkalaş-tırma.

Teadtfi: Meydan okuma. Tahakkuk : Hakikat olarak ortaya çık­ma, gerçek olduğu anlaşılma. Tahalluk : Bir huy, bir tabiat edinme. Tahfiirt : Kısıtlama, sınırlama. Tahlil : Bir şeyi ana unsurlarına göre ayırma, çözme. Tahrif : Değiştirme, bozma. Tahrimen Mekruh : . Harama yakın derecede mekruh olan, kerih görülen. Tahsis : Ödonek, bir şeyi birine veya bir yere mahsus kılma. Tahzîr : Men etme, yasaklama, sa­kındırma.

Taife : Bölük, gurup, kavim, kabile. Takat : Güç, kuvvet. Takdir : Değer verme, beğenme. Takdir-i İlâhi : Ezelde Allah´ın olma­sını istediği ve tesbit ettiği şeyler. Takrir : Yazma, anlatma, yerleştirme, bildirme.

Takriri Sünnet : Peygamberimizin hu zurunda söylenen sözleri veya yapı lan işleri sükûtla karşılamak suretiy­le onları takrir ve.kabul etmesi. Takva : Allah´ın azabından korkarak emirlerini dikkatle tutma, yasakların­dan titizlikle kaçınma. Talim : Öğretme.

Tarif : Etraflı olarak arlatma, etrafı ile bildirme, bir şeyi bütün gerekli noktalarıyla bir ibarede anlatma. Tasavvur : Zihinde şekillendirme, zi­hinde göz önüne getirme. Takdis : Kutsallaştırma, ululama, bü­yük sayg gösterme. Mukaddes sayma, Tasavvurât : Tasavvurlar. Mantıkta­ki önermelerin zihinde meydana ge­lişi.

Tasdik : Doğrulama, gerçek olduğunu söyleme, onaylama.

Tasdikât : Tasdik edilen şeyler, dinen inanılması gereken şeyler. Tasdik´î fiilî : Söylenen sözün gereği­ni bilfiil yapma.

Tasdik-i gaybî : Gözle görülmediği halde varlığına delâlet eden bir eser vasıtası ile tasdik.

Tasdik-İ Kavli: Yalnız dil ile ikrar etme.

Tasdiki Şuhûdi : Görülen ve bilfiil mevcut olan bir şeyi tasdik etme. Tasrih : Açık açık söyleme, açıkça -bildirme.

Tatbik etmek : Uygulamak, bir şeyi diğer bir şeye uydurmak. Tatminkâr : Emniyet ve huzur verici olma, doyurucu.

Tâyin : Ayırma, belli etme,, belirle­me.

Tazammun : İçinde olan başka şey­ler arasında bir şeyi daha çok ihtiva eden..

Ta´zim: Büyükleme, ululama, saygı gösterme.

Teatî: Alıp - verme, birbirine verme (Teati-i sfkâr), karşılıklı fikir verme, fikir alış - verişi yapma. Teâvira : Birine yardım etme,- yar: dımlaşma.

Tebcil : Ululama, büyükleme, ağırla ma.

Tebeddül : Değişme, başka hale gir­me, bozulma.

Tebeyyün : Belli olma, anlaşılma, meydana çıkma.

Tebdil : Değiştirme, başka şekle sok ma, bozma.

Tebliğ : Bildirme, eriştirme. Tebligat : Tebliğler, bildiriler, duyu rular.

Tecâvüz ; Sınırı aşma, saldırma, sa taşma.

Teceddüt : Tazelenme, yenilenme. Tecelli : Belirleme, görünme, açık­lanma.

Tecezzi´ : Kısım kısım bölünme, cüz­lere ayırma.

Tecrübe : Deneme, sınama, bir konu­da bilgi sahibi olma. Tecviz : Caiz görme, izin varme, ka­bul etme.

Tedricî : Yavaş yavaş,■ azar, azar. derece derece.

Tec´vîn : Bir araya toplayarak tertip­leme, derleme, kitap haline getirme. Teemmül : İyice, bütün yönleriyle dü­şünme.

Tefekkür : Düşünme, akıl yürütme. Teferruat : Ayrıntılar, detaylar. Teferrnt : Ayrılma, dağılma, kopma. Tefrik : Ayırt etme, ayırma. Tefrit: Geri kalma, azalma. Tehdîd: Korkutma, gözdağı verme, gözünü yıldırma.

Te´hir : Erteleme, sonraya bırakma. Tekâmül : Olgunlaşma, kemale erme. Tekasüf : Sıklaşma, fazlalaşma. Tekbir : Allah´ın büyüklüğünü anmak için söylenen; «Allahuekber»´ sözü. Tekebbür : Kibir gösterme, büyüklen-me. Allah´ın Yüce zâtı ile ilgili sıfat­larından biri.

Tekvin : Yaratma, Yüce Allah´ın ya­ratma sıfatı.

Teksir : Çoğaltma, çoğaltılma. Tekzib : Yalanlamak. Tekerrür : Tekrarlama, bir daha olma. Telâffuz : Söyleyiş, söyleniş. Tdâkki etmek : Almak, kabullenmek.

Telkin : Bir fikri aşılama, bir şeyi zihnine koyma.

Temayüz : Kendini gösterme, sivril­me, yükselme, ilerlems, üstün olma. Tenakuz : Çelişme, insanın bir sözü­nün diğerine uymaması. Teneffüs : Nefes alma, soluk alma, yorgunluğu gidermek için dinlenme, -Tenfîz : Hükmünü yürütme. Tensib : Uygun görme, münâsip bul ma.

Tenkid : Eleştirme, bir konuyu bir ya­zıyı değerlendirmek üzere gözden ge cirme. «

Tenvir : Aydınlatma. Tenzih : Kusur kondurmama, eksik -.likten uzak olduğunu kabul ve itiraf etme.

Tenzihsn mekruh : Helâle yakın dere cede mekruh, kerih görülen. Tenzih-i Bari : Çenâb-ı Hakk´ın bü tün noksanlardan uzak olduğuna inan­mak ve itiraf etmek.

Tenzih ve Tthlil : Allah´ın noksan sı­fatlardan uzak olduğunu kabul etmek ve «Lâ ilahe İllallah» demek. Tenzil : İndirme, azaltma. Terâkki : İlerleme, yükselme, gelişme. Tercih : Üstün tutma, beğenme. Tereddüt: Kararsızlık, düşünme, ka­rar verememe, duraklama. Tereddütsüz:. Kararlı, inançlı, kesin. Terfittüb : Sıralama, sırası gelme, ge-rc-kme-

Teslis : Hrisüyanlıktakİ üçleme (Ba­ba, Oğul, Ruhu´t Kudüs) akidesi. Tesmiye : Adlandırma, isim verme.. Tesniye: Hz. Musa (a.s.)´ya indiri len Tevrat´ın beş kitabından biri. Teşahhas ve Teayyün : Bir şeyin ha­riçteki görünüşü ve bunun hariçte fii­len bulunması.

Teşvik : İsteklendirme. gayrete, şevke getirme.

Tetkik : İnceleme, araştırma Tetkikât : İncelemeler Tevakkuf : Durma, bekleme

İ

Tevarüs : Bir şeye, bazı ■ sıfat ve has letlere vâris olma.

Tevatür : Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir top.luluğun verdikleri haber. Bir haberin ağızdan ağıza dolaşarak yayılması. Teveccüh : Çevrilme, yöneltilme, sev­gi ve sempati gösterme. Tevekkül : Allah´a ve- takdirine boyun eğme.

Tevessül ; Sarılma, girişme, başvur­ma.

Tevhîd : Bir Allah´a inanma ve O´ nun eşi ve ortağı olmadığını kabul et­me.

Tevhidi Ameli : Allah´ı birleme ve O´na ortak koşmayarak ihlâsla iba­det etme.

Tevhid-i Hâlıkıyyet : Allah´ı yaratıcı clarak birleme, ibadete lâyık tek ma-bud olduğunu kabul etme. Tevhid-i İlâhî : Yüce Allah´ı birleme, O´nun birliğine İnanma (Bk. TevhidV

Tevhid-i İlmî : Allah´ı ilim ve sözle birleme;

Tevhid-i İradî : Allah´ı söz ve irade ile .birleme.

Tevhid-i Mabûdîyyet : Allah´ı hem sözle, hem de irade ve amelle birle­me.

Tevhid-i IJlûhiyyet : Cenab-ı Hakkın bir tek ilâh olduğunu bilerek O´nu bir­leme.

Tevhid ve Tenzih âkidesi : Allah´ı bir temek ve O´nu noksanlardan uzak tutma inancı.

Tevâfuk : Uyuşma, birbirine uygun cima.

Te´vil : Sözü çevirme, söze ayrı mânâ vermeye kalkışma (Bu mânâ. dilcilere göredir. Tefsir ilminde bir ıstılah olup. mânâsı başkadır.).

Te*yid : Destekleme, kuvvetlendirme. Teyid etmek: Sözle veya fiille bir şeyi desteklemek, kuvvetlendirmek. Tezahür : Meydana çıkma, belirme. Tezad : Zıt, karşıt, aksi, ters. Tilâvet : Kur´an-î güzel sesle ve usu-

lüne göre okumak, O´nun usulünce o-kunması.

Töhmet : Zann, isnat, işlendiği sanı­lan, fakat İşlendiği kesinlik kazanma­yan suç.

. — V —

Uhrevi : Âhİretle ilgili, öbür dünyaya âit.

Uhrtvî Ahkâm : Âhiret ile ilgili hü­kümler.

Uknum-ı stlâse : Üç uknum (EkaaninV in müfredi, tekili). Hristiyanlardaki «Baba, oğul ve ruhul kudüs» şeklin deki bâtıl inanç, (Teslis akidesi). Ukûbât : Ceza ile ilgili hükümler. Fi kın ilminde büyük bir bolümün adı. Ukûlu âliye : Yüksek akıllar, madde dışındaki manevî âlemde bulunan var lıklar.

Ulemâ: Âlimler, ilim sahibi kimse ler.

Uhıhiyet : Tanrılık, ilâhlık. Ulûm : îlimler, bilgiler. Ulvî : (Mânevi ve fikrî şeyler hak kında), pek yüksek, pek büyük. Unsur : Bir bütünü meydana getiren parçalardan her biri. Usul-ı Fıkıh : Fıkıh ilminin mstodla rından yöntemlerinden bahseden ilim. Usul-i Hadis : Hadis ilminin dayandı ğı esaslar, hadis ilminin metod ve yöntemlerinden bahseden ilim. Usulu´f* - Dîn : Dînin asılları, temel­leri, tslâm inançları, akaid.

-ü-

Üç Uknum : Teslis (Üçleme) inancı (Hristiyanlardaki baba. oğul, rühul kudüs) akidesi, (Bkz. Uknum-ı selâse maddesi.).

Üramü´î - Kitab : Arşın üzerindeki kaza ve kader levhası, (Tefsir ilmi­ne göre, Fatiha sûresinin isimlerinden biri), Fatiha sûresi.

__V__

Vâcib : .Terki caiz olmayan, yapılma­sı dînen lüzumlu olan, farz derecesi­ne yakın bulunan.

Vâcibât : Yapılması zorunlu olan şey­ler.

Vâcibu´l - Vücut : Yokluğu olmayan, varlığı zarurî ve vücudu zâtının i-cabı olan Yüce Allah (c.c). Vâeib Hğâyrihi : Zâtından dolayı 02-ğil, zâtı dışındaki bir varlıkla vâcib olan. Buna «MÜmkin lizatihi» de denir. Vâcib lizatihi : Zâtından dolayı vâcib

lan şey. Yani vücudu zâtına vâcib elan Allâhu Teâlâ (c.c). Vâfİ : Yeter, vefalı, sözünün eri. Vahdaniyet : Allah´ın birliği, Allah´ın en önemli sıfatlarından biri, Allah´ın Zâtında ve Sıfatlarında bir, eşsiz ve benzersiz olması.

Vahşet : Vahşîlik, yabanîlik. Vahy : Allahu Teâlâ´nın dilediği hü­kümleri, hakikatleri peygamberlerine bildirmesi.

Vahy-i gay-i metîuv : Kelimeler ha­linde okunmadan indirilen vahy. Vah­yin bir türü. Hadis-İ kudsî gibi.

Vahy-ı hafi : Gizli vahy. Açıktan, a-lenî olarak indirilmeyen vahy.

Vahy-ı İlâhî : İlâhî vahy. Allahu Teâlâ´nın dilediği şeyleri, emir, yasak, hüküm ve haberleri, seçtiği peygam­berlere vahy meleği ile veya doğru­dan doğruya bildirmesi. Vahy-ı metluv: Okunarak kelimeler halinde indirilen vahy. Kur´an-ı Kerîm âyetleri gibi, Allah kelâmı. Vahy Kâtipleri : Peygamberimize in­dirilen Kur´an âyetlerini yazmak için Peygamberimizin görevlendirdiği Sa habîler.

Vahy meleği : Allah´ın vahyini pey­gamberlere tebliğ etmekle görevli o-ian büyük melek, Cebrail (a.s.). Vaîd : Birini iyiliğe yöneltmek ve kö­tülükten men etmek için korkutma. Vâki : Meydana gelen, ortaya çıkan. Vâki olan : Gerçekleşen, vuku bulan.

Vârid : Gelen, hâsıl olan, ulaşan. Vasıf : Nitelik, özellik. Vâsıl : Ulaştıran, kavuşturan, birleş­tiren.

Vasıta : Aracı, ulaştıran, vesile. Vaz´ etmek : Koymak. Vâzı-ı hakikî : Gerçek koyucu, Allah (c.c).

Vecîbe : Görev, dinin, ahlâkın yerine getirilmesini istediği şey, vazife, bir nevi borç.

Veciz : Kısa ve hikmetli anlatılan. Vefakâr : Vefalı, sözünde duran, sö­zünü yerine getiren, dostluğuna güve­nilen.

Vehbî : Allah yergisi, kesbî olmayan, çalışılarak değil, Allah´ın lutfu ve ih­sanı olarak verilen. Vehim : Şüphe, kuruntu, yersiz korku. Velî : Allah (c.c.)´a çok ibadet eden, Allah´ın hoşnutluğunu kazanan sevgili kulu.

Vtseniyye : Putperestlik, puta tapan. Vuku : Olma, meydana gelme, ger­çekleşme.

Vusul : Ulaşma, erişme, yetişme. Vücud : Var olma, varlık. Vüeudî : Vücuda âit, vücutla ilgili. Vücud Sıfatı : Allah´ın Zatî Sıfatla­rından biri. Zâtı´nın aynı olan ve Zâtı1-na vâcib bulunan Allah (c.c)´ın ilâhî vücudu.

Vücudu Bari : Allah (c.c.)´m ilâhî, mukaddes vücudu.

Vücudu Zâti : Allah (e.c.)´ın Zâtı´ntri aynı olan, kutsal vücudu. Vücudu Zihni : Zihinde mevcut olan vücud.

Yakîn: Kalben bir şeyin sıhhat vp hakikatına inanıp asla şüphe ve tered­düt etmeme.

Yakîniyyât: Kesinlik ifade eden bil­giler.

•Yeitcellâ : Açığa çıkar ve belli olur, anlamında, müzârî. istikbal fiili.

— Z —

Zabıta : Tutan, itaat zorunda bırakan. Zabt-ı Tam : Tam kaydetme. Sahih hadisleri bilmekte gerekli üç esastan biri.

Zafiyet: Zayıflık, güçsüzlük, halsiz­lik.

Zahir : Açık, anlaşılır, belirli görü­nen.

Zahiren : Görünüşte, görünüşe göre. meydanda olarak.

Zahirî : Görünen. Zahire, görünene âit. Zâid : Fazla.

Zâid rükün : Aslî olmayan, fazladan olan esas.

Zât-ı Ezelî : Vücudunun evveli olma­yan. Yüce Zat, Yani Allah (c.c). Zâika : Tatma, tat duyurucu kuvvet. Zail: Sona eren, devam etmiyen, geç­miş.

Zann : Tahmin, sanı, öyle sanma. Zanni : Tahmini, kesin değil. Zannî delil: Zan, şüphs, tereddüt ifa­de eden delil. Kesin hüküm ifade et­meyen delil.

Zann-ı gâlîb : Daha kuvvetli bir sam.

Zarûrât-ı Diniyye: Dinen bilinmesi

zorunlu olan şeyler. İman ve İslâm

esasları gibi...

Zaruret : Mecburiyet, zorunluluk.

Zarurî : Mecburî, zorunlu.

Zât-ı Bari : Allah (c.c.)´ın Yüce Zâtı

Zât-ı İlâhî : Allah (c.c.)´ın Yüce Zâtı. Zâtı : Kendisiyle ilgili, zâtına âit. Zâti ve Subûtî Sıfatlar : Allah (c.c.)´ın Yüce Zâtı hakkında vâcib olan îlâhî Sıfatlan.

ZâtoIIah : Allah (c.c.)´ın Yüce Zâtı. Zât ve Âlimiyyet : Allah´ın Zâti ile, bi­linmesi gereken şeyler arasındaki nis-bet,

Zât ve Kaadiriyet : Allah´ın, Zâta He yaratılacak şeyler arasındaki nisbet. Zât-ı Akdes : En kudsî olan Zât. Yani Yüce Allah´ (c.c).

Zâti ve hakikî : Zâta âit olan. gerçek şey.

Zaviye : Açı, köşo. Zer t üş t : Bâtıl bir din, ateşe tapan. Zerre : Tane, en küçük cüz. çok kü­çük parça. Zeval : Yok olma.

Zeval bulmak : Yok olmak, kolay ol maya yüz tutmak.

Zevat : Kişiler, şahıslar (zâtın ço­ğulu).

Zevk-i vicdani : Ariflere mahsus olan ve basiret (kalb gözü) ile varılan ma­nevî zevkler.

Zeydiyye : Hz. Hüseyin´in evlâdından Zeyd b. Ali Zeynelâbidin´e tabî olan­lara verilen ad, Zeydiyye mezhebi. Zımnî : Üstü kapalı, açıktan olmaya­rak, dolayısıyla anlatılan. Zîkr : Anma, bir şeyi söyleme (Ta­savvufta bir terim -Allahı» zikir). Ziyâde : Artma, çoğalma, fazla. Kıymetli eşya. Karanlık.

Zubûl : Yanılarak yapılan yanılma. Zohûr : Görünme, meydana çıkma, tü­reme.

Zulmanî ; Karanlığa âit, karanlığa mensup.

Zöhf1. ve takva : Allah (c.c.)´m aza­bından çekinerek, her türlü maddî zevklere karşı koyarak ibadet etmek. Muttaki müslüman, Allah´tan ziyade­siyle korkan, emirlerine sarılan, ya­saklarından kaçan.

Zö´l - Cenâheyn : İki kanat sahibi, 7âhirî ve bâtını, yani dünya ve âhiret bilgisi geniş olan kimse.

Ziynet : Zulmet

BİBLİYOGRAFYA

ABDULBÂKÎ, Fuad Muhammed : Mu´Cenıu´l - Müfehres U Elfâzı´l Kur´ân (Kur´ân Lâfızları Alfabetik Fihristi), Kahire -1958

ABDUH, Muhammed : El - İslâm, ve´n - Nasrâniyye, Kahire, 1953

ABDUH, Muhammed : Risâletü´t - Tevhid, Kahire, 1956.

ABDURRÂZIK, Mustafa : Temdîd li Dirâseti´l - Felsefeti´l - İsla-miyye, Kahire -1944

el-AKKAD, Abbas Mahmud : Hakâiku´l - İslâm ve Ebâtılu Husûmihî.

el-AKKÂD, Abbas Mahmud : El - Felpefetü´l - Kur´âniyye, Kahire -

1947

el-AKKAD, Abbas Mahmud, Hakaik-ul îslâm ve Ebatıl-u Husûmihî AKSEKİ, Ahmet Hamdi : İslâm (Tabiî ve Umumi Bir Din´dir.) AYDIN, Ali Arşlan : El - Ba´su ve´l - Hulud Beyne*! - Mütekellimi-

ne ve´l - Felâsife, Kahire, 1961 (gayrı matbu) AYDIN, Ali Arslan : İslâm - Hristiyan Diyalogu ve İslâm´ın Zaferi,

Ankara -1977 el-BAĞDÂDİ, Ebu Mansur Abdulkaahir b. Tahir : Usulu´d - Dîn,

İstanbul, 1928. el-BAĞDÂDl, Ebû Mansur Abdülkâhir : El - Farku beyn´el - Firak,

Kahire -1948 el-BAKİLLÂNÎ, Ebû Bekr Muhammed : Et - Temhid fi-r-Beddi ala´l´-

Mülhideti´l-Muattala... Kahire-1947

el-BEYDÂVÎ, Ebû Saîd Abdullah b. Ömer: Envâru´t - Tenzil ve Esrâru´t - Te´vîl (Tefsir-i Beyzâvî), Kahire, 1305 H.

la BEAUME, Junes : Tafsilu´l - Âyâti´I - Hakim (Mevzu´ya Göre Kur´ân Fihristi) Arapçaya nakleden : M. Fuad Abdulbâkî, Ka­hire, Tarihsiz

BİLMEN, Ömer Nasûhi : Tefsir Tarihi, Ankara -1955

de BOER, T. J. : Tarihu´l - Felsefe fi el - İslâm. M. Abdulhâdî Ebû Ride Ter. Kahire-1938 (Dilimize Çev. Yaşar Kutluay; İslâm´da Felsefe Tarihi, Ankara -1960)

el-BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. ismail : Sa-hihu´l - Bıihâ-ri, Kahire, 1378. H.

ÇANTAY, Hasan Basri : Kur´ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm, İstanbul -1945

el-CÜRCÂNÎ, Es-Seyyid Ali b. Muhammed : Şerhu´J - Mevâkıf, Ka­hire, 1311 H.

el-CÜVEYNl, Abdulmelik b. Abdillah : Kitâbu´l - trşad ilâ Ka-vatı-ı´l - Edille fi Usuli´I - î´tikad, Kahire, 1959.

ÇANKI, Mustafa : Büyük Felsefe Lügati, istanbul -1954

DÂVUD, Abdulehad : İncil ve Salîb, istanbul -1913

el-DEMİRDAŞ Abdu´l - Hamid Serhan : Allahu Yetecellâ fi Asrı´l îlm. (Ingilizceden Arapçaya terceme 1958, Kahire, Türkçe ter-ceme «Niçin Allah´a İnanıyoruz?» ist. 1977).

DESCARTES, Rene : Metafizik Düşünceler, Çeviren : Mehmet Ka-rasan, Ankara -1948

DESCARTES, Rene : Metot Üzerine Konuşma, Çeviren : M. Ka-rasan, Ankara -1947

DEVELÎOĞLU, Ferit : Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Lügat,

Ankara, 1970.

el-DEVVANÎ, Muhammed b. Celâl : El-Akâidu´I - Adııdİyye, Kahi­re, 1322 H.

DIRAZ, Muhammed Abdullah : En - Nebeu´l - Azîm, Kahire, 1952.

DIRAZ, Muhammed Abdullah : El - Dîn, Kahire, 1952.

EBU-S - SUÜD b. Muhammed el - İmâdî : trşadu - Aklı´s - Selim ilâ

Mczâyâ´l - Kitah el-Kerîm (Tefsiri Ebû´s-Suûd) (Mef âtihul* -

Gayb kenarında) EBU ZEHRE, Muhammed : Muhâdarât fi´n - Nasrâniyye, Kahire,

1949 I -

EBU ZEHRE, Muhammed : El - Hadîs ve´l - Muhaddisûn, Kahire,

1958

.

EFENDİ, Mütercim Âsim : Kâmûs Tercümesi, İstanbul, 1272 H. EFENDİ, Büyük Haydar : Usûl-i Fıkıh Dersleri, istanbul, 1326 H. ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır : Hak Dini Kur´ân Dili, is­tanbul -1935 , I

EMİN, Osman : Descartes, Kahire -1942

el-EŞ´ARÎ, Ebû´l - Hasan : Makâlâtü´l - tslâmiyyin, tstanbul - 1928 el-EŞ´ARÎ, Ebû´- -Hasan : KitâbuM - Luma., Kahire - 1955 el-FÂHÜRÎ, Hanna ve Nalil CER : Târihu´l -Felsef eti´l - Arabiyye,

Beyrut -1957 FENNİ, ismail : Maddiyyun Mezhebinin İzmihlali, istanbul - 192S

FENNÎ, ismail : Lûgatçe-i Felsefe, istanbul, 1341 H. GAUTHÎER, Leon ; El - Medhal fi Dırâseti´l - Felsefeti´l - İslâmiyye.

Muhammed Yusuf Musa Tercümesi, Kahire -1945 el-GAZÂLÎ, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed : El - îktisâd fi´1

t´tikâd, Kahire (Tarihsiz) el-GAZÂLÎ, Ebû Hâmid Muhammed : İhyâu Ulumi´d - Din, Kahire,

1933. GELENBEVI, ismail : Haşiye alâ Şerh-i Ceİâleddin el - Devvânî,

Kahire -1958 el-GURÂBÎ, Ali Mustafa : Târihu´l - Firakı´l - Islâmiyye, Kahire -

1958

el-HARBÜTÎ, Abdullâtif : Tenkihu´I - Kelâm..., istanbul, 1330 H. el-HATÎB, Abdulkerîm : El - Kaza ve´! - Kader, Kahire - 1961 HALLÂF, Abdulvahhâb : tlmu Usuli´I - Fıkh, Kahire, 1354 H. ÎBNl KESİR, ismail : Ihtisâru Ulumi´l - Hadîs, Kahire, 1355 H. İBNt RÜŞD, Ebûl - Velîd Muhammed b. Ahmed, b. Muhammed :

Menâhicu´I - Edille fi Akaidi Ehli´l - Mille, Kahire, 1955. İZMİRLİ, İsmail Hakkı : Yeni tlm-i Kelâm, İstanbul, 1341 H. İZMİRLİ, İsmail Hakkı : Şerh ve İzahlı Kur´ân-ı Kerim Tercümesi,

istanbul -1932 ÎNAN, Abdülkaadir : Şamanizm Kalıntıları (Türk Tarih Kurumu

Yay.) İstanbul -1932

el-KÂRİ, Molla Ali: Şerhu´l - Fıkhı´l - Ekber, Kahire, 1323 H. KEREM, Yusuf : Târihu´l - Felsefe el - Hadîse, Kahire - 1949 MAHLÜF, Hasaneyn Muhammed : Safvetü´I - Beyân li Meâni´l -

Kur´ân (Tefsir), Kahire - 1956 el-MÂTÜRÎDÎ, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmud :

Kitâbu Şerhi´l - Fıkhı´l - Ekber, Haydarâbâd, 1321 H. MATTA ve Difer İnciller : Ahd-i Cedid, istanbul, 1895 İbni MANZÜR, Ebû´l - Fadl Ceİâleddin Muhammed b. Mukrin : Li-

sânu´I - Arab, Mısır, 1303 H. MİMARZÂDE, Muhammed Emîrullah : Mir´ât-i Edyân ve Mezâhib.

İstanbul, 1330 H.

MONSMA, John Clover : Allâhu Yetecellâ fi Asrı´l - Hadis, Ingiliz­ceden Arapçaya Çeviren : El - Demirdas Abdulmecid Serhan, Ka­hire -1958

el~MUTTAKÎ, Ali : Kenzu´ 1- Ummâl (Hadis), Haydarâbâd, 1312 H. en-NECCÂR, Et-Tayyib Hasan : Teysîru´l - Vusul ilâ tlnıi´l -

Kahire -1951

en-NEVEVl, Ebû Zekeriyya Yahya : Şerhli Sahih-î Müslim, Kahi­re

NOFEL, Abdurrezzâk : Allâhu ve´l - İlmu´l - Hadîs, Kahire - 1957

NURBÂKÎ, Haluk : Tek Nur, İstanbul, 1958.

RAHMETULLAH, Hindî : Izhâru´l - Hak (Tercüme), İstanbul (Ta­rihsiz)

er-RÂGIB, el - Isfahânî Ebû´l - Kasım Hüseyin b. Muhammed b. el -Fadl : El - Müfredat fi Garibi´l - Kur´atı, Kahire, 1328 H.

el-RÂZÎ, Muhammed Fahreddin : El - Erbain fi Usuli´d - Dîn, Hay-darâbad, 1353 H.

el-RÂZİ, Muhammed Fahreddin : Mefâtîhu´I - Gayb (Tefsir-i Ke­bîr), İstanbul, 1307 H.

RIZA, Muhammed Reşîd : Tefsiru´l - ^

i´l - Hakim, Kahire -

1945

RIZA, Muhammed Reşîd : El - Vahyu´l - Muhammedi, Kahire -1956

SABRI, Mustafa : Mevkıfu´I - Beşer tahte Sultânı*! Kader, Kahire -1352 H.

SAMİ, Şemseddin : Kâmûs Türfeî, İstanbul - 1316 H.

es-SUYÜTÎ, Abdurrahman Celâleddin : El - Câmra´s - Sağır fi Aha-disi´l - Besir en - Nezir, Kahire, 1321 H.

es-StlYÜTÎ, Abdurrahman Celâleddin : El - ttkân fi Ulumil - Kur´-ân, Kahire - 1951

es-SUYÛTÎ, Abdurrahman Celâleddin : Fethu´l - Kebîr, Kahire -1351 H.

ŞEHRİSTÂNÎ, Ebû´l - Feth Muhammed b. Abdulkerim : El - Milei ve´n - Nihal, Kahire - 1949

ŞEREF, Salih MUSA : Müzekkirât fi´t - Tevhîd, Kahire - 1952

SCHMMEL, Annemarie : Dinler Tarihîne Giriş, Ankara -1955

ŞELTUT, Mahmud : El - tslâmu Akîdetün ve Şerîa, Kahire -1960

et-TABBÂRA : Afif Abdülfettah, «Ruhu´d - Dîni´l - tslâmî, Kahire -1964» (Terceme : Mustafa Öz, İst. 1977 «timin Işığında İslâ­miyet» )

TAFTÂZÂNİ, Sâdeddin Mes´ûd b. Ömer : Şerhu´l - Makâsıd.., İs­tanbul, 1277 H.

TAFTÂZÂNÎ, Sâdeddin Mes´ûd b. Ömer : Şerhu´l - Akâidi´n - Ne-sefıyye, Kahire-1939

et-TÜSÎ, Alâeddin Ali : Kitâbu´st - Zahire, Haydarâbâd (Tarihsiz)

ZEMAHŞERÎ, Mahmud b. Ömer : El - Keşsâfu an Hakâıkı´t - Ten-zil... (Tefsir-i Zemahşerî), Kahire-1948

es-ŞEYH, Muhammed Yusuf : Müzekkirât fi´t - Tevhîd, Kahire -1952 ´

--------------------------------------------------------------------------------

[1] ) Hz. Musa (A.S.) ya indirilen Tevrat, Hz. Dâvud (A.S.) indirilen Zebur. Hz. tsa (A.S.) a indirilen İncil gibi..

[2] Hz. Muhammed (S.A.V.) e indirilen en son ve en mükemmel ilâhî kitapKur´ân-i Kerim gibi..

[3] İbrahim : 32-33; Nahl : 12. 14; Hacc : 37,65.

[4] Isrâ : 53; Yasin : 60; Fâtır : 6.

[5] Bakara ; 35-37. Bu hâdisenin vuku bulmasmdaki ilâhî hikmet, insanları ikaz. irşad ve onlara ilâhî bir derstir

[6] Bakara : 37,£em, Rabbinden kelimeler öğrenip aldı. (Rabbine yalvarıp mağfiret diledi.) O da tevbesini kalıul etti. Çünkü tevbeyi en çok kabul eöcti,

en çok acıyan O´dur.»

[7] Bakara : 38

[8] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 419-420.

[9] Fâtır : 24.Ayrıca. İsrâ sûresinin 15 inci âyetini? bakınız

[10] Yûnus 47.

[11] Bakara : 213

[12] Bakara : 4, 117, 285, Nisa : 136

[13] Bakara :75,113; Nisa : 45; Mâide : 13, 41; Araf : 162

[14] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 420-423.

[15] Bakara: 53, 87; İsrâ : : 2; Kasas : 43; A´Iâ : 18

[16] Âl-i İmrân : 48, 50, 65. 93; Mâide : 46,66.

[17] Nisa : 163; İsrâ :55

[18] Mâide : 46.

[19] En´âm : 19; Tevbe 111; Yûsuf : 3; Sûra : 7 ve daha birçok âyetler.

[20] Bakara : 4, 177.285; Nisa :136

[21] Beyyine :3

[22] Ra´d : 43.

[23] Bakara : 185; Âli İmran : 119.

[24] Bakara : 1.78, 183; Enfâl : 68

[25] Abese : 13; Beyyine : 2.

[26] Şuarâ : 195; Kamer : 43

[27] Rahmetullah el-Hindî : Izharu´1-Hak. C. I.

[28] Kıyamet : 17-18. «Onu Yani Knr´âş´ı kalbinde) toplamak ve ona (âililc) okutmak şüphesiz bize âiddir. O halde (Biz) onu okuduğumuz zaman (sem muin kıraatma uy.»

[29] Prof. Muhammed Abdullah Dıraz: En-Nebe-uI-Azîm s. 5-6. Kahire. 1957

[30] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 423-426.

[31] Lisanu´I-Arab : C.XX, s.257; Kâmusu´İ-Muhit Tercümesi : C.III, s. 945: Müfredât-ı Rağıb, s. 36.

[32] Bak; Bal arısına: Nahl : 68.69 - Yer ve Gök için: Fussiiet :11.12: Melekler için : Enfal : 12; Necm : 10; Şeytan için : En´âm : 112, 121

[33] Âyet : 51.

[34] Bu konuda daha geniş bilgi, ikinci ciltte verilecektir,

[35] M. Reşid Rıza: El-Vahy-ut-Muhammedî. s.39-40, Kahire 1955

[36] Bakara : 34: ÂUi İmrân : 33. 4.

[37] Mâide : 3.

[38] Âl-i İmrân :85

[39] Hicr : 9. Meali :Muhakkak ki Kur´ân1! Biz indirdik da mutlak surette Bizu.bkoruyucuları

[40] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 429-426.

[41] Annemarie Schimmel :Dinler Tarihine Giriş. Ankara,1955, s.101.

[42] Ayni eser, s. 100.

[43] Tafsilât için bak : Rahmetullah (Hintli) İzbârHıl-Hak Birinci ve ikinci bablar. Mimârzade M.Emrullah: Mir"âM Edyân ve Mezâhib. s.30-124.

[44] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 430-432.

[45] Annemarie Schİmmel : Dinler Tarihine Giriş : s.UT.

[46] Muhammed Ebu Zehre: Muhâdarât fin-Nasrâniyye, s. 38-54, Kahirs 1949: Rahmetullah (Hintli) İzhâm´1-Hak, s. 84-330; Abdulehad Dâvud : İncil ve Salib 1, 3 ve 5 inci bablar, İstanbul 1913. Muhammed. Abduh : El - İsiâmu ven Nasrâniyye. Kahire, 1954

[47] Bakara : 75, 113; Nisa : 48; Mâide : 13, 41; Ârâf : 162

[48] Bu konuda daha fazla bilgi edinmek istiyenler; Dinler Tarihinden, Hıristi­yanlık ve Ahd-i Cedid´den bahseden {bilhassa
Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 432-438.

[49] Hazret-i Muhammed (s.a.v.) "ir. en son Peygamber, Kur´ân-ı Kerîm´in de, en büyük mu´cizesi olduğu hususları, kitabımızın ikinci cildinde,,
[50] Kur´ân ı Kerimin nasıl yazıldığını, nasıl toplanıp bir kitap haline getirildi­ğini, Dini Hükümler ve Kaynaklarından bahseden birinci kısmın birinci bölümünde beyan ettik

[51] Hicr : 9.

[52] İsrâ : 88 (Bu âyette bütün insanlık ve cin âlemine meydan okunmuştur)

[53] Hûd : 13

[54] Bakara : 23; Yûnus : 38

[55] Enbiyâ : 5.

[56] Yasin : 38

[57] gûrâ : 29.

[58] Fetih: 1, Nasr : 1.

[59] Masr : 2

[60] Rum : 1-4.

[61] Hicr : 9

[62] Bu konu, kitabımızın ikinci cildinde daha etraflı olarak incelenecektir. Daha fazla bilgi için bakınız : M. Reşit Rıza : El-Vahyu´1-Muhammedî, Ka­hire 1956; Muhammed Abduh : El-îslâm ven-Nasrâniyye. Kahire 1954; M. Ab­dullah Dıraz : En-Nebe´ul-Azim, Kahire 1957.

Ömer Nasuhi Bilmen : Tefsir Tarihi, Ankara 1955

[63] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 438-443.