Hüsün ve Kubuh

A) Hüsün Ve Kubuh´un Lügat Ve Istılah Manaları
B) Bu Konudaki Mezhepler

A) Hüsün Ve Kubuh´un Lügat Ve Istılah Manaları :

1- Dilcilere göre hüsün : Güzellik, Kubuh da : Çirkinlik ma­nasınadır. Fakat Ehl-i Sünnet Kelâmcıları nazarında Hüsün ve Ku-buh´un meşhur olan ıstılah mânâları :

Hak Teâlâ´nın emrettiği ve yasakladığı şeyler, veya işlerdir. Yani dînen emrolunan her şey güzel, nehyolunanlar da çirkindir.

Hüsün ve Kubuh´a verilen bu ıstılahı mânâlar, Allahu Teâlâ hakkında söz konusu olamaz. Yani Cenab-ı Hak, ne emrolunan mâ­nâsında olan hüsün ile, ne de nehyolunan mânâsına geren vasfolunabilir. Buna rağmen, «Hüsün ve Kubuh» bahsrajft Fiilleri» ile İlgili konular arasında zikredilmesi, Hüsün ve Kubuhu da Hak Teâlâ´nın yaratması, dolayısiyle bunların da O´nun fiilleri­nin eserlerinden olması bakımındandır.[1]

. Bu konunun, esas konumuz olan «Allah´ın Fiilleri» bahsi ile il­gisini böylece belirttikten sonra, bu iki kelimenin ıstılah mânâları­nı ve hangi´ mânâlarında ittifak, hangilerinde ihtilâf edildiğini beyan edeceğiz.

2- Hüsün ve Kubüh´un Istılah Mânâları :

Kelâm âlimieri Hüsün ve Kubuh´a, çeşitli olan mevzu ve mahir yetleri bakımından aşağıdaki mânâları, vermektedirler :

a) Hüsün : Bir şeyin kemâl sıfatı olması,

Kubuh da : Bîr şeyin noksan sıfatı olmasıdır.

Meselâ : «İlim hüsündür, güzeldir» denir. Yani ilimle ımıtta-sıf olan kimse kemâl ve yücelik sahibidir. O şahsa ilim kemâl, yani olgunluk verir demektir. «Cahillik çirkindir» deriz. Zira cehalet, yani bilgisizlik, onunla muttasıf olan kişiye noksanlık verir.

Hüsünün bir kemâl sıfatı, kubhun bir noksan sıfat olduğunda ve >u mânâların, ilgili sıfatlarda bizatihi mevcut ve sabit bulunduğun­da, dolayısiyle bu mânâların akıl ve idrak edildiğinde ittifak yardır.

b) Hüsün : Maksada mülayim, yani uygun olan,

Kubuh da : Maksada muhalif, yani gayeye aykırı olan de­mektir.

O halde maksada uygun olan şeyler güzeldir. Adalet gibi..-. Mak­sada aykırı olanlar da çirkindir. Zulüm gibi... Bu mânâdaki hüsün -ve kubuha, «Maslahat ve Mefsedet» de denir. Yani hüsün; kendi­sinde maslahat ve menfaat olan, kubuh da; kendisinde mefsedet, yani fesat ve zarar olan demektir. Ancak maslahat ve menfaat îti-bârî olup, şahsa göre değişir. Meselâ bir, kimsenin Öldürülmesi, düş­manlarına nazaran maslahat, aile efradına nazaran mefsedettir.

Bu ihtilâf, «Hüsün ve Kubuh»a verilen mânâların, zâti ve hakikî olmayıp, izafî ve îtib&rî olduğuna delâlet eder. Aksi halde böyle bir ihtilâf olmazdı.

Hüsün ve kubuhun bu mânâlarının da aklî olduğunda, yani kılla idrak edildiğinde ittifak vardır.

c) Hüsün : Dünyada medhe, âhirette sevaba vesile olan,

Kubuh da : Dünyada zemine, âhirette ikâba sebebiyet ve­rendir.

Bunlar dışında kalan şeyler ise ne güfeel, ne de çirkindir.

O halde dünyada medhe, âhirette sevaba vesile olan ibâdetler üzel, dünyada zemme ve tenkide, âhirette de ceza ve ikâba sebe­biyet veren küfür, fısk ve isyan gibi mâsiyet ve günahlar çirkin (İcabih) dir.

Hüsün ve kubuh´a verilen bu mânâlar, kulların fiillerine naza-randır. Allah´ın Fiillerine nazaran sevap ve ikâb söz konusu olma­dığından medhetmek ve zemmetmekle yetinilmiştir. [2]

B) Bu Konudaki Mezhepler

Kelâmcılar hüsün ve kubuhun işte bu üçüncü mânâsında ihti­lâfa düşmüşlerdir,

Ehl-i Sünnet ulemâsı hüsün ve kubuh´un bu mânâlarda şer´î, Mû´tezile ise aklî olduğunu iddia etmişlerdir [3]

Bu mezheplerin görüşlerini şöyle özetleyebüiriz :

1- Eş´ariyye Mezhebi :

«Şer´an emrolunan şeyler güzeldir. Hüsün, emrin mûcebidir. Yani emir, emrolunan şeylerin hüsnünü (güzel olmasını) îcâbetti­rir. Vâcib ve mendub olan" şeyler ile, Hak l´eâlâ´nın fiilleri gibi... Birçoklarına göre mubah olan şeyler de, hasen cinsindendir. Şer´an nehyolunan da (tahrimen veya tenzîhen olsun) kabih´tir, çirkindir. Dînen haram olunan şeyler gibi... Zira bütün fiiller, fiil olması ba­kımından birbirine müsavidir. Yani hiçbirinin zâtında failini medh ve sevaba veya zem ve ikâba müstahak kılacak bir şey yoktur. Em­rolunan şeyler ancak, Şâri-i Hakim tarafından emroluııduğu için güzel olmuş, onu işleyen, medih ve sevaba lâyık görülmüştür. Nehy olunanlar da aynı sebepten çirkin görülerek, sahibi cezaya müsta­hak olmuştur. Emrolunan şeylerin güzel olması, yasaklananların da çirkin olması, zâtında meknuz olan gizli bir sebebden değildir.

Bu sebeble akıl, bu gibi şeylerin güzel veya çirkin olduğuna hükmedemez. Zira şeriatın beyanından önce akıl, hiçbir fiilin hüs­nünü veya kubhunu bilemez [4] Bu hükmü, beyan ve ispat eden şer´i şerif´dir. Akıl ise; ancak, Şâri-i İlâhî´nin bu hususdaki hük­münü idrake, bunlardaki ilâhî hikmeti beyana vasıta, nakledenin doğruluğunu ispata âlettir. Faraza şeriat, bildirdiklerinin aksini söylese idi, yani emrederek tahsin ettiğini nehyetse, nehyederek takbih ettiğini emretseydi, o vakit kabîh olan hasen, hasen olan da kabîh olurdu. Nitekim Nesih âyetleriyle evvelce haram olan bir şey, helâl ve vacibe, vâcib olan bir şey de harama inkılâbetmiştir.» di­yorlar. Bu esasa göre; Eş´arîler nazarında hüsün ve kubuh, aklî değil, şer´îdir, zatî değil» izafîdir.

2 - Mû*tezile Mezhebi :

Mû´tezile´ye göre her fiilin; aslında ve hadd-i zâtında veya sıfâtında onu işliyeni nıedhe ve sevaba lâyık kılacak bir güzellik ci­heti, veya zemmeve azaba müstahak kılacak bir çirkinlik ciheti var­dır. Bu hususu akü, şeriatın beyanından önce idrak edebilir. îmân´ın, güzelliğini, küfrün çirkinliğini idrak etmek gibi... Bir şeyin şeriat tarafından emredilmesi, o şeyin zâtında veya sıfatında bulunan bir güzellik sebebiyledir, işte o güzellik, o şeyin emrolunnıasım icabet-tirir. Bir şeyin nehyedilerek dînen yasak edilmesi de aynı sebep­tendir. Yani o şeyin zâtında veya sıfatında bulunan çirkinlik, onun yasaklanmasını gerektirir. O halde bir şeyin güzellik ve çirkinliğine hükmeden akıldır. Şeriat, onu keşfedip beyan eder. Bu bakımdan; hüsün ve kubuh, şer´î değil, aklîdir, izafî ve itibarî değil» zatîdir.

Her şeyin zâtında veya sıfatında bulunan bu güzellik veya çir­kinlik ciheti; ,.

a) Bazan araştırmaya, fikir ve istidlale muhtaç olunmadan zarurî olarak idrâk olunur, Faydalı doğruluğun güzelliği,´ zararlı yalanın çirkinliği gibi...

bV Bazan de nazarî olur. Araştırma, tefekkür ve istidlal yo­luyla idrâk olunur. Zararlı bir doğruluğun güzelliği, faydalı bir ya­lanın çirkinliği gibi...

c) Bazan da ne zarurî, ne de nazarî olur. Yani bu neviden olanlar şeriatın beyanından önce akıl vasıtasıyla ve metodları ile bilinemez. Ramazan aymm son gününde oruç tutmanın . güzelliği, Şevval aymın ilk gününde oruç tutmanın çirkinliği gibi...

3- Maturîdîyye ve Cumhuru Hanefiyye Mezhebi:

Bu mezheb, Eş´ariyye mezhebine yakın ve esasta onunla müt­tefik olmakla beraber, bazı hususlarda Mû´tezile görüşüne daha ya­kındır.

Buna göre hüsün, emrin mûcebi olmayıp, emrin medlulüdür. Yani emir´, emrolunan şeyin hüsnünü îcabettirmez. Emir ancak, em-rolunan şeyin güzel olduğuna delâlet eder. Fakat şeriat, emrettiği şey güzel olduğa için yapılmasını emretmşitir. Yasak kıldığı şey de, çirkin olduğu için, zâtında bir çirkinlik ciheti bulunduğu için yasaklamıştır. Ancak; bu hususu idrâk ederek, güzellik veya çir­kinliğe hükmeden ?Mû´teâle´nin dediği gibi? akıl olmayıp, şeriat­tır. Çünkü akıl, güzel olan bir şey yapıldığı için âhirette mükâfat verileceğine hükmedemez. Zira Yüce Allah, Fâil-i Muhtardır. Zât-ı Hanisine hiçbir şey vacip hükmünde değildir. Mü´minlere vereceği

mükâfat, rahmet ve tefaddülü (lütuf ve keremi) îcâbı, kâfirlere yapacağı azap da, ilâhî adaletinin bir muktezâsı ve icabıdır.

Bütün bu hususlar, şer i şerif vasıtasiyle bilinir. Akıl bunları anlamaya bir vesileden ibarettir. Ancak, şurası da muhakkaktır ki» akıl, Hak Tealâ´nın kendisine verdiği fıteat ve kabiliyet sayesinde bazı şeylerin güzellik ve çirkinliğini idrâk ve beyan edebilir. Mese­lâ akıl, şeriat gelmeden de Allah´ın varlığım, Mârifetullah´ı, mucibe izhar «den saten Peygamberliğini idrâk edebilir. Bu sebebdendir ki, fetret devresinde yaşayan ve hiçbir dinden haberi olmayan kimse­ler de Allah´a inanmakla mükelleftirler. Çünkü akü, MârefitullâV-da kâfidir. O halde; Mâtürîdüere göre hüsün ve kubuhf aklî değB şer´î, izafî değil zâtidir. Birinci noktada Eş´arîlere, ikinci noktada Mû´tessüe´ye benziyorlar. Buradaki son misâlde de Mû´teziîe ile aynı neticeye varıyorlar.

Görüldüğü üzere bu mezhep, ilk iki mezhebden daha mutedsî, akıl ve gerçeğe daha yakındır. Şüphesiz her mezhebin kendi görü­şünü teyîd eden delilleri vardır. Fakat bu delilleri ve münakaşasın* burada zikretmiyoruz. Tafsilât için daha geniş ana kaynaklara mü­racâat edilmelidir.[5]

Hüsün ve kubuhun kısımları vardır. Başlıcaları : Hüsün li aynihî, Hüsün li gayrihî, Kubuh li aynihî, Kubuh îi gayrihî´dir.

Li aynihî hüsün; emredilen şeyin zâtında bulunan bir güzellik­ten dolayı olur. Allah´a îmân gibi...

Hüsün li gayrihî ise; zâtında bulunmayan, fakat başka bir se­bepten güzel olan şeylerdir. Cihad emri gibi...

Kubuh îi aynihî de; hissî fiillerden olan ve mutlak surette ya­saklanan şeylerdir. Haksız yere vuku bulan kaatillik gibi...

Geçici ve arızî bir aebeble yapılan yasaklar, ise kubuh ü gay-rihîdir. Âdet esnasında zevceye yaklaşmak gibi.[6]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şerh-i Makâsid : c. II, s. 109

[2] Şerhi Makâsıd : c. II, s. 109

Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 381-382.

[3] Şerhi Mevâkıf : c. IH, s. 146.

[4] Bu hüküm, hüsün ve kubhun ihtilâf olunan son mânâsına göredir

[5] Tafsilât için Bkz : Şerh-i Mevâkıf ; c. III. s.145 -146. Şerh-İ Makâsıd : c, XI, s. 109-113; Kitabu´İ - İrşâd ve diğer ana kaynaklar

[6] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 383-385.