Salah ve Aslah

I - Konunun Allah´ın Fiilleri Ve Kelam İlmiyle İlgisi

Allahu Teâlâ´nı, yarattığı ve kendisine ibâdetle mükellef tut­tuğu insanlardan her biri için en muvafık ve en sâlih olan şeyleri yaratması vacip midir?

Kul için aslâh olan nedir?

Bir kul için en muvafık ve en menfaath olan şeyi yaratmak Allahu Teâlâ üzerine vacip olur mu? Vacip ise, bunlar dünya ha­yatı için mi, âhiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için midir?

îşte bu soruların cevabım inceleyen Kelâmcılar arasında, «Sa­lâh ve Aslâh» adıyla meşhur olan bu konu, Hak Teâlâ´nm Fiilleri ile yakından ilgilidir.

Bu bölüme başlarken belirttiğimiz gibi, Yüce Allah´ın FüllerF-nin başında «halk ve icâd», yani «yaratma» fiilleri gelir. Kulların menfaatına en uygun olan şeyleri Allah´ın yaratmasının * vacip olup olmadığı hususu, Hak Teâlâ´nm yaratma fiili de, dolayısiyle İrade ve Kudret Sıfatlarıyla ilgilidir.

Ehl-i Sünnet´e göre, Allahu Teâlâ´nm bütün fiilleri Yüce Zâtı´-nm icabı olmayıp, îlim, İrade, Kudret ve Tekvin Sıfatlarının birer taallûku olarak «Mümkraât» tan, yani «Câizât» tandır. Bu fiiller «Vâcibât» dan değildir. Çünkü bu fiiller, Zât-ı Ilâhî´den, icâb tari­kiyle zarurî olarak değil, irade ve ihtiyar tarikiyle südûr eder. Zira Hak Teâlâ, Fâil-i Muhtar´dır. O´na hiç bir fiili yapmak vacip ol­maz.

Bu esasa rağmen, biraz sonra açıklayacağımız veçhile Mû´te­zile, «Kul için aslâh, yani en uygun veya en menfaath olan şeyi yapmak, Allahu Teâlâ´ya vâcip´tir» demişler ve bu esas üzerinde birleşmişlerdir. Böyle bir görüşe sahip olmaları, «Halk-i Ef´âI4 ibâd» bahsi ile, «Hüsün ve Kubuh» meselesindeki görüşlerinden doğ­muştur. O halde, Salâh ve Aslâh mes´elesi, bu iki aslî mes´eleden doğan fer´î bir inanç konusudur. Ehl-i Sünnet ile Mû´tezile arasın­da orada çıkan ihtilâftan yeni ihtilâflar doğmuştur. Bu ihtilâfların en meşhurlarından biri de «Salâh ve Aslâh» mes´elesidir."

Verdiğimiz bilgilerden, bu bahsin, Allah´ın Fiilleri, dolayısiyle Halfe-ı Efâ´l-i tbâd ve Hüsün - Kubuh mes´eleleri ile olan yakın ilgisi anlaşılmıştır. Saydığımız bu ana mes´elelerin Kelâm îlmindeki önemli yeri daha önce belirtilmiştir.

îşte bu sebeplerle, Ehl-i Sünnet ile Mû´tezile arasında önemli bir ayrılık ve tartışma konusu olan «Salâh ve Aslâh» bahsini kita­bımıza eklemeyi ve bu bölümde, «Hüsün ve Kubuh» mes´elesinden sonra incelemeyi uygun bulduk.[1]

Bu Konudaki Mezhepler Ve Delilleri

A) Mezheplerin Beyanı

«Allahu Teâlâ´mn, insanlardan her birinin menfaatına en uy­gun ve en sâlih olan şeyleri yaratması vacip midir?» sorusuna, Ehl-i Sünnet «hayır», «Mû´tezile ise «evet» diye cevap vermiştir. Böylece, «Salâh ve Aslâh» adıyla şöhret yapan bu Kelâm mes´elesi ve yukarıda kısaca temas ettiğimiz mezhepler ortaya çıkmıştır.

Aslında bu mezhepler, Ehl-i Sünnet ve Mû´tezile olarak ikidir. Ancak, Ehl-i Sünnet mezhepleri olan Eş´ariyye ve Mâtürîdiyye, esas ve delil yönünden bir olmakla beraber, aralarında küçük bii" görüş farkı mevcuttur.

«Kul için aslâh olan her şey, Allah üzerine vaciptir» kaziye­sinde birlesen Mû´tezüe ise, asîâh´m mânâsında, bunun dünya ha­yatı için mi, âhiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için mi, olduğu hususunda ihtilâfa ve esaslı görüş ayrılığına düştüklerinden, üç ayrı mezhep olarak ortaya çıkmıştır.

Şu hususa da işaret edelim ki, bu mezheplerin, özellikle Mû´te-zile mezheplerinin görüşlerini ve debilerini tesbitte, ana kaynaklar­daki metinlere istinat edilmiştir. Bu kaynaklar, Kelâm ilminde ve Fırak-ı îslâmiyyede muteber ana kaynaklardır. Bunlardan Özellik­le; îmam-ı Eş´arî´nin, «Mâkâlâtu´l lslâmiyyin»i, Şehristânî´nin «EB Milel ve´n - Nihal»i, İmâmül Haramey´in «Kitâbü´l - îrşâd...»ı îmâm-ı Râzînin «El-Muhassal...»ı, Seyyid-i Şerifin «Şerh-i Mevâ-kıf »ı, Saadeddin et - Taftâzânî´nin «Şerh-i Makâskbı ve «Şerh-i Akâid»i ve Haşiyeleri esas alınmış, bütün bu kaynakları eleştire­rek, bu bahisteki mezhepleri ve delillerini metodlu olarak arzeden ve tartışmasını yapan Kzher Üniversitesinin bu konudaki en yetkili iki profesörünün [2] yazdığı «Fakülte Notlarından büyük Ölçü­de faydalanılmıştır.

Şimdi, saydığımız ana kaynaklardaki nakillerden ve Fakülte notlarından faydalanarak, bu önemli konudaki dört mezhebin her birini önce beyan edecek, sonra her birinin delillerini ve münaka­şasını özetliyeceğiz [3]

1- Ehl-i Sünnet Mezhebi:

Bunlara göre, Hak Teâlâ fiillerini yapmakta muhtardır. Çün­kü bütün fiilleri Yüce Zâtı´nin muktezası (icabı) olmayıp, ilim, trade, Kudret ve Tekvin sıfatlarının taallûk ettiği (ilgili olduğu) ve bunların sahasına giren şeyler olarak «mümkînât»tandır. Hak Teâlâ´mn ilâhî hikmetine uygun olarak vukua gelen hiç bir füü işlemek, Yüce Allah üzerine vacip olamaz. Aksi halde bu fiiller Kak Teâlâ´mn irade ve ihtiyarı ile değil, Zat-ı îlâhî´den icap ve fü-yuzât tarikiyle zarurî olarak sudur etmiş olur. Bu ise, Allahu Teâlâ hakkında muhaldir, imkânsız olan bir noksanlıktır.

Bu esas prensipten hareket eden Ehl-i Sünnet, Yüce Allah üze­rine hiç bir fiili işlemek vacip olamaz. O halde; «Kullar için aslâfr olan, yani menfaatlerine en uygun ve en sâlih olan şeyleri yarat­mak» Allahu Teâlâ, hakkında vacip değildir. Bu sebeple kul için astâh olan bir şeyi.terkedebilir.» demişler ve bu esasta Eş´arÜerle Mâ-türidiler genel olarak ittifak etmişlerdir. Bu bakımdan ilerde göre­ceğimiz gibi, dâvalarını isbat için aynı delilleri, hasımlarını ilzam için de aym metodu kullanmışlardır.

Bu ittifaktan sonra, Hak Teâlâ´nın, kul için aslâh olan bir şeyi nasıl terk edeceği hususunda iki görüş ortaya çıkmıştır.

Bunlardan birincisi Maturidîlor´e aittir. Bunlara göre Allahu Teâlâ, kul için aslâh olanı, ilâhî hikmeti terketmeyi icap ettirirse terkederek, onun yerine başka bir şeyi yapabilir. Çünkü Hak Teâîâ*-nın Fiilleri, hikmetten hâlî değildir, ilâhî Fiillerin mutlak bir hik­mete dayanmaması, Allah´ın münezzeh olduğu bir noksanlıktır.

Mâtnrîdîler: «Hak Teâlâ´mn Fiillerinde mutlak hikmet ve menfaat gözetmek vardır» derlerse de, bu, Allah üzerine vâcip´tir. demezler. Ayrıca, «özel bir hikmet gözetimi vaciptir» de demezler. «Hak Teâlâ´mn Fiillerinde mutlak hikmet gözetimi vardır.» sözüF «Hak Teâlâ üzerine hiç bir şey vacip değildir» hükmüne aykırı düş­mez. Çünkü Mâtürîdîler, kul için lütuf ve aslâh gibi «Hususiyât denilen şeylerde «vücûbu», yani «mutlaka vuku bulması» esasını

reddederler.

İkincisi Eş´arîlere aittir. Bunlara göre Hak Teâlâ kul için as­lâh olan her şeyi, yani «mutlak a$lâh»ı, terkedilmesini gerektiren bir hikmet olmasa dahi terkedebiiir. Çünkü Allahu Teâlâ üzerine hiç bir şey vacip değildir. Onda özel hikmetler veya mutlak hik­metler bulunması bu hükmü değiştirmez.

2 - Bağdad Mû´tezilîleri´nin Mezhebi :

Bunlara göre; «Kullar için dünyada ve dinde aslâh olan şey­leri yapmak, Allahu Teâlâ´ya vaciptir.»

Yukarda bahsettiğimiz ana kaynaklar bunların görüşünü şöy-te tesbit ediyor :

a) Aslâh; kul için Enfa´ = en faydalı olan) değil­dir. Aslâh; ,CÎ ahkem, yani hikmete ve tedbire en uygun olan-dır [4]ve Hak Teâlâ´ya vaciptir.

b) Dünya´da ve yaratılışın başında kul için aslâh, yani ah koni olanı yapmak, Allah´a vacip olur. Bu cümleden olarak, kulu yarat­tığı zaman onu mükellef tutacağını bildiği İçin, onun akimi tamam­lamak, ona kudret vermek ve teklife esas olacak sebepleri hazır­lamak, Allah´a vacip olur.

c) Sonsuz lütuf. Yani Hak Teâlâ´ya, kullarına karşı bilgisin­de olan ve kulun inandığı bütün lütuflan son had ve derecesine ka­dar göstermek, onları kula vermek vaciptir.

d) îmâm-ı Râzi´nin «Muhassal» ma göre, Hak Teâlâ´ya, snç-lulara azap (ceza) vermek de ?bunlara göre? vaciptir.

3- Basra Mû´tezîlÜeri´nin Cumhura Mezhebi:

Bunlara göre; «Kullar için aslâh olan şeyleri yapmak, Allanır Teâlâ´ya vaciptir.» Ancak bu aslâh, dünya´da değil, din´dedir.

Bunların görüşünü de (ana kaynaklara göre) şöyle Özetîiye-biliriz :

a) Aslan´ın mânâsı; kul için dininde Enfa´), e» f ay d alı olandır.

b) Teklif vâki olduktan sonra sonsuz lütuf vermek. Yani, Hak Teâlâ´ya kullarına karşı bilgisinde olan bütün lütuflan son haddi­ne kadar göstermek vaciptir.

Bunlara göre lütuf : Kulu itaata yaklaştıran ve onu masiyet-ten (günah ve isyandan) uzaklaştıran her şeydir. Bu, Allah´ın ful­lerinden olup, tekliften sonra, onları kul için yapmak, Hak Teâlâ´­ya vaciptir.

c) Yalnız din´de, ikdar ve temkin vermek, yani dinin icâbını yapma gücüne sahip kılmak Allah´a vaciptir. (Bu esası Bağdatlı­lar da kabul etmektedirler.)

d) Aslâh bunlara göre; yalnız din´de en menfaatti olan mânâ­sına geldiğinden, Bağdatlıların yukarda (b) fıkrasında iddia ettik­leri, yani yaratma esnasında aklını tamamlamak gibi dünya ile il­gili aslâh´ın Hak Teâlâ´ya vacip olmasını (en isabetli rivayet sayı­lan İmâm-ı Haremeyn´e göre) kabul etmezler.

Bu ösasa göre Allah, mükellef olan müslüman için üzerine va­cip olanı yaptığı gibi, kâfir olan için de yapmıştır. Kâfirin küfrüm kendi zâtının ve kendi kudreti ile yaptığı fiilinin eseridir. Çünkü bunlara göre kul kendi ihtiyarî fiillerinin sahibidir.

e) Bir rivayette, kulların selim havash, yani sağlam âzah (duyu organlı) olmaları, ayrıca nimetleri elde etmeye müsait bu­lunmaları da Hak Teâlâ´ya vaciptir. [5]

Görüldüğü gibi her iki mezhep de, bir çok noktalarda birleşi­yor ve kul için aslâh olanı yapmak Allah´a vaciptir, diyorlar.

Ayrıldıkları en Önemli nokü. ise, aslâh´ın mânâsı ile bunun dinde veya din ve dünyada Hak Teâlâ´ya vacip koşulmasıdır.

önemli bir husus da şudur : Yukarda Özetlediğimiz bu iki Mû´-tezilî mezhep, ?Şehristânî´nin rivayetine göre? «Salah»ın, din ve dünyada Hak Teâlâ´ya vacip olduğunda ittifak halindedirler.[6]

4- Basra Mû´tezilîlerinden Ebu Ali El - Cübbâi´nin Görüşü ; Mû´tezile reislerinden sayılan bu zâta göre : «Allahu Teâlâ´nm ilmine göre kul için dinde aslâh olan şeyleri yapmak, Hak Tealâ´ya vaciptir.»

Aslâh´ın mânâsı; kul için din´de enfa´, yani en faydalı olandır. Kabul ettiği bu ana esasa göre, kul için dininde faydalı olacağını bildiği îman´ı yaratmak, yani kulu mü´min kılmak Hak Teâlâ´ya vacip olduğu gibi, kul için dininde faydalı olmadığını bil­diği küfrü yaratmayı terketmek de vacip olur. Hattâ bu fiili işle­mek Allah hakkında muhaldir, imkânsızdır.

Böylesine acaip ve mesnetsiz bir iddiada bulunan Cübbâî, vak­tiyle kendisinin talebesi olan Ebu´l Hasan El - Eş´arî tarafından meşhur «îhve-i selâse = üç kardeş» sorusuyla ilzam olunarak sus­turulmuştur. Çünkü bu esasa göre mükellef çağdaki kâfirlerin ya­ratılmaması, veya çocukken öldürülmesi, veya aklının alınması ge­rekirdi. Zira küfrün kul için dininde bir faydası olmadığı, bilâkis onuebediyyen (sonsuz olarak) cehennemde azap görmeye mahkûm ettiği aşikârdır.

Yapılan bu itirazla Basra Mû´tezilîlerinin Cumhuru da ilzam olunur. Ancak onlara, çocukken ölen veya büyüdükten sonra deli-ren kimseler misâl gösterilir. Çünkü bu hal, onlar için din´de asîâb sayılmaz.

Bu konudaki mezhepleri böylece özetlemiş bulunuyoruz. [7]

Şimdi Ehl-i Sünnet mezhebinin delillerini, sonra Mû´tezüe mez­hebinde olanların müşterek delilini ve Ehl-i Sünnetin verdiği ce­vaplan kısaca beyan edeceğiz.[8]

B) Mezheplerin Delilleri

1- Ehl-Î Sünnet*in Delilleri ve Münakaşası:

Ehl-i Sünnet, yukarıda beyan ettiğimiz mezheplerini isbat et­mek için, bir çok deliller serdetmişlerdir. Bu konuda muhalifler ?Saadeddin Et - Taftâzânî´nin beyanına göre? bütün Mû´tezilîler-dir. Bu delillerden en kuvvetlileri şunlardır :

a) Birinci Delil:

Eğer kol için aslâh olan Allahu Teâlâ´ya vacip olsaydı, dünya ve âhirette azap gören fakir kâkiri yaratmazdı. Fakat, bu tip in­sanların yaratıldığı müşahede ile sabittir. O halde, kul için aslâh olan Hak Teâiâ´ya vacip değildir.

Bu delili biraz açıklıyahm : Dünya´da fakir kâfirler çoktur. Bunlar, yoksulluk ve zaruret içinde kıvrandıkları için dünya haya­tında azap içindedirler. Kâfir oldukları için de yarın âhirette de­vamlı ve şiddetli azaba mâruz kalacaklar. Halbuki bu gibiler için aslâh olan, yaratılmamak idi. Eğer var olmak, yokluktan hayırlı­dır, onun için yaratıldı denirse, küfrü sebebiyle göreceği azaptan kurtulması için» mükellef olmadan öldürülmesi veya aklının alın­ması gerekirdi. Halbuki bunların hiç biri olmamış, kâfir olarak ya­şamış ve kâfir olarak ölüp ebedî (sonsuz) azaba müstahak olmuş­tur.

O halde, kul için aslâh olan Hak Teâlâ üzerine vacip değildir.

Bu delil, Mû´tezileden Cübbâî´nin iddiasını açıkça ilzam etmektedir.

Delilin münâkaşası :

sBağdad Mû´teziIUerine göre aslâh; «Hikmet ve tedbire en uy­gun olanadır. Öyle ise, kâfirin yaratılmasında bizim bilmediğimiz bir hikmet vardır ve onun için yaratılmıştır, denemez. Çünkü bun­lara göre kul için aslâh olan; bizzat kendi şahsı için uygun olan hal olması gerekir. Genel nizam îcâbı olan ilâhî hikmet ve tedbir değil. Aksi halde, kul için aslâhm bir mânâsı kalmaz. Bu esasa göre, fakir bir kâfirin yaratılmasında kendisi için aslâh olan nedir? Elbette ki küfürde hiç bir menfaat yoktur. Bilâkis dünya ve âhi­rette bol azap vardır. Sonra, daha önce belirttiğimiz ve kabule daha çok şayan görülen İmâmu´l - Harameyn´in rivayetine göre, Bağdat­lılara göre de aslâh, enfa´, yani en menfaatlı manasınadır.

Bu sebeple, Ehl-i Sünnet´in zikredilen delilinin Bağdad Mû´te-zilîlerini ilzam ettiği aşikârdır.

Basra Mû´tezilîlerinîn Cumhuru : Bize göre aslâh; yaratılmak ve mükellef tutulmak, dinde ikdar ve temkindir. Çünkü yaratılmak ve mükellef tutulmakta insan için ebedî saadeti kazanma gücüne sahip olmak vardır. Kâfirin azap görmesi, kendi iradesi ile seçti­ği kötü yol sebebiyledir. Diyerek itiraz etmişlerse de, Ehl-i Sünnet bunları da ilzam etmek için delillerini daha geniş bir ifade ile şu şekle getirmişlerdir :

Eğer kul için aslâh olan Allah´a vacip olsaydı, çocuğu mükel­lef yaşa gelmeden Öldürmezdi. Fakat bu husus, görülen bir gerçek­tir. O halde kul için aslâh olan Hak Teâiâ´ya vacip değildir.

Delil, bu hali üe bütün Mû´tezilîleri ilzam etmektedir.

b) İkinci Delil :

Eğer kul için aslâh olan Hak Teâiâ´ya vacip olsaydı, kullan üzerine fazlı ve keremi, kulların da O´na minnettarlığı olmaz, ver­diği hidâyet ve çeşitli hayırlar sebebiyle, şükredilmeye hak kazan­mazdı.

Çünkü Hak Teâlâ kula karşı ancak üzerine vacip olanı, yani terketrnesi mümkün olmayan şeyleri yapmış olurdu. Zira bunları yapmazsa Mû´tezile´ye göre Allah (hâşâ) bahîl (pinti) ve sefih (!)

olurdu. Bu sebeble, terkedemeyeceği fiilleri yapmakla hamd ve şükre hak kazanmazdı. Bu ise bâtıldır. Çünkü bu neticenin bâtıl olduğu, yani Hak Teâlâ´nm sırf kendi iradesi, lütfü ve fazlı ile insanlara genel, mü´minlere özel nimetler verdiği ve şükrünü is­tediği şu âyetlerle sabittir :

«Şüphe yok kî Allah (c.c.) insanlar hakkında lütuf ve kerem sahibidir...»[9]

«Andolsun İd, Allah (c.c.) mü´minlere büyük bir lütuf ta (iyi­likte) bulunmuştur...» [10]

Bana şükrediniz ve Bana karşı nankörlük etmeyiniz.» [11]O halde kul için aslâh olan, Hak Teâlâ´ya vacip değildir.

Delilin Münakaşası :

Bu delile, «Babanın evlâdına karşı şefkati vacip olduğu ve bunu terkedemediği halde, ona karşı minnettarlık duyulur ve şük­re hak kazanırdı. Hak Teâlâ´ya vacip olması hali, babanın fıtrî olan şefkati gibidir. Çünkü her ikisi de iddianıza göre terki mümkün ol­mayan cinstendir ve faili şükre istihkak kesbetmez. O halde, bu itirazınız varit değildir.

Bu delil, Mû´tezüe´yi ilzam eden ve Ehl-i Sünnet görüşünü is-bat eden kuvvetli bir delildir.

c) Üçüncü Delil:

Eğer kul için aslâh olan Hak Teâlâ´ya vacip olsaydı^ Cenab-ı Hakk´ın Peygamberine olan lütuf ve ihsanı, Ebu Cehü´e olandan fazla olmazdı.

Çünkü Allahu Teâlâ, onlardan her biri için kudretinde olan «aslâh»ı %100 yaptı. Zira herbirini selîm, sağlıklı, özürsüz olarak yarattı, mükellef kıldı, dilediğini yapma İmkânını her ikisine de verdi. Bu sebeple, her ikisine karşı yapması vacip olan aslanı nok­sansız ve. farksız olarak yerine getirmiş oldu. O halde bu durumda Hak Teâlâ´nın Peygamberi (s.a.v.) üzerine Ebu Cehil´e gösterdi­ğinden daha fazla fazl ve imtinânı, lütuf ve nimeti yoktur, demek gerekir [12] Fakat bu iddianın bâtıl olduğu aşikârdır. Çünkü Al­lahu Teâlâ, Peygamberimize en büyük dereceyi, nimet ve fazilet­leri vermiş, kâinata rahmet olarak göndermiştir. Nitekim Hak Teâlâ :

«... Allah´ın fazlı keremi senin üzerine büyük oldu» buyurmuştur. Bu konuda âyetler çoktur.

O halde kul için aslâh olan, Hak Teâlâ´ya vacip değildir.

d) Dördüncü DeKl:

Ehl-i Sünnet, zikrettikleri çeşitli delillerden sonra Mû´tezile1-nin dâvası (iddiası) nın aslını iptal etmek için «vücûb» kelimesinin mânâsını tahlil ederek şöyle bir delil zikretmişlerdir :

Eğer kul için aslâh olan Hak Teâlâ´ya vacip olsaydı, «vücûb» :

Ya «Onu terkedenin zemme (kötülemeye) ve cezaya müstehak olduğu» mânâsına,Veya; «Fiilin kendisinden zarurî olarak süduru ve bu fiili ön­leme gücüne sahip olmaması» mânasına gelirdi.

Bu mânâların murad olunması Hak Teâlâ hakkında caiz de­ğildir. Çünkü :

Birinci mânânın kasdolunması bâtıldır. Zira Cenab-ı Hak, Şâri-i Hakimdir. Her hangi bir fiili terk ettiği için zem ve ikab´a müste­hak olması, şer´an ve aklen caiz değildir. Çünkü Hak Teâlâ, ye­gâne Hâlık ve yegâne Mâliktir. Mutlak tasarruf sahibidir. Her hangi bir fiilinden dolayı cezaya müstehak olamayacağı hususun­da İslâm âlimleri arasında ittifak vardır. Sonra Hak Teâlâ´yı âdeta[13] bir mükellef gibi tasavvur ederek O´na bazı vacipler farz kılmak, bâtıl bir kıyas ve sapık bir düşüncedir [14]

ikinci mânânın da bâtıl olduğu aşikârdır. Çünkü onda, bazı filozofların sapıttığı gibi, Hak Teâlâ´dan iradeyi selbetme (kaldır­ma) mânâsı vardır. Halbuki O, Fâil-i Muhtar´dır. Bu hususta bü­tün îslâm âlimleri ittifak halindedir.

O halde, Hak Teâlâ´ya hiç bir fiili işlemek vacip olamaz.

Bu sebeplerle, Mû´tezilenin bu konudaki görüşü, Hak Teâİâ´-dan «irade ve ihtiyarı» bir bakıma selbettiği (kaldırdığı) için, şid­detle tenkit edilip kötülenmiş, ilahiyat bahsinde kısır düşünce, nok san bigli ve «Gaibi şâhid´e kıyas etmek» ile itham olunmuşlar dır [15]

2- Mû´tezile´nin Delili ve iptali :

Yukarda herbirinin ana hatlarını belirttiğimiz Mû´tezile mez­hepleri, «Kul için aslâh olan Allah´a (c.c.) vaciptir» esasında birle­şiyorlar. Aynı kaynakların bildirdiğine göret bu mezheplerin müş­terek ve meşhur bir delili vardır. Biz burada bu delili ve Ehl-i Sün-net´in verdiği cevabı Özetlemekle yetinecek, Mû´tezile liderlerinden sayılan ve «Keşşaf» Tefsiri sahibi Ez - Zemahşerî´nin : [16] âyetine verdiği mânânın münakaşasına girmeyi, konuyu daha faz­la dağıtmamak için uygun görmüyoruz.

Diyorlar ki :

«Eğer kul için aslâh olanı terketmek Hak Teâlâ için caiz ol­saydı, Allah (c.c.) a, âciz olmak, veya cehalet, veya bahülik, veya sefihlik (hafiflik) veya abes iş yapmak caiz olurdu. Fakat bu sa­yılanlar Hak Teâlâ hakkında bâtıldır. O halde, aslanı terketmek caiz değildir, öyle ise vaciptir.»

Delili biraz açıklıyalım :

«Hak Teâlâ´mn kul için aslâh olanı terketmesı : Eğer onu yap­maya kaadir olmadığından ise, âciz olması gerekir. Kaadir, fakat onu bilmediği için ise, (hâşâ) câhil olması, bildiği halde yapmazsa bahîl olması icap eder. Bütün bu hususları, Hak Teâlâ hakkında muhal olduğundan, kul için aslâh olanı yapması vacip olur.» Di­yorlar.

Ehl-i Sünnet´in Cevabı :

Hak Teâlâ´mn kul için aslâh olanı terketmesi, saydığınız susların hiç birini gerektirmez. Çünkü aslâh olan şeyler de Allah´ın (c.c.) hakkı ve mülküdür. Hak Teâlâ´mn aslâh olanı terketmesi caiz ise de : Her şeye Kaadir, sonsuz Kerem, Lütuf ve Hikmet sa­hibi olduğu kesin delillerle sabit bulunduğundan, asiâhı terketmesi, ezelî ilminde sabit olan üâhî bir hikmetin icâbıdır. Çünkü O, sizin de bildiğiniz ve inandığınız gibi, Kerim´dir, Alîm´dir. Her şeyin ba­şını ve sonunu büir. Kâinatın yegâne sahibi ve Mâliki olduğundan mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hak Teâlâ (hâşâ), mükellef bir kul mudur ki, bazı şeyleri yapmak O´na vacip olacak? Bu se­bepledir ki, Hak Teâlâ´ya hiç bir şey vacip olmaz. Yüce Alladın, insanların bilmediği bir hikmete binaen asiâhı terketmesi ve diğer bir topluluğun menfaatma (faydasına) olanı .yapması, Hak Teâlâ´­ya caiz olan bir şeydir. [17]

Buraya kadar, İslâm inançlarının temelini teşkil eden ve «îlâhiyyat» adı verilen Allahu Teâlâ´mn Yüce Zatı, Mukaddes Sı­fatları ve İlâhî Fiilleri ile ilgili bu mühim iman ve itikad mesele­lerini beyan ettik. Bu kısımda; «Alemlerin Rabbı» ve Varlıkların Halikı olan Yüce Allah´ın varlığını ve birliğini isbat eden dinî, aklî, felsefî ve ilmî delillere geniş yer verdik. Bilhassa genç okuyucula­rımızın Allah´a imanlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, çağımızın müsbet ilim dallarında otorite sayılan bilginlerin, Yüce Allah´ın varlığını, kendi deney ve gözlemlerine dayanan ilmî gerçeklerin ışığı altında isbat eden delillerinden bir buket sunduk.

Daha sonra, Hak Teâlâ´mn Mukaddes Sıfatları ve Fiilleri ile ilgili olan «Kaza ve Kader», «Hayır ve Şer» akidesini ve bunlardan doğan diğer iman meyvelerini açıkladık. Böylece, iman esaslarından ikisini (Allah´a ve Kaza - Kadere îman) etraflı olarak beyan etmiş olduk.

Şimdi kitabımızın bu cildinde yer alan diğer iki iman esasını yani «Meleklere ve İlâhî Kitaplara İman» konusunu işleyeceğiz.

înşaallah bu kitabın ikinci cildinde İslâm´ın Âmentüsü´nde yer alan diğer iki iman esasını; Peygamberlere ve Âhirete îmanı, Ba´s ve Haşre (Ölümden sonra dirilmeye), Kıyamet ve Âhiret ahvaîiyle bunlarla ilgili diğer iman ve itikad meselelerini etraflı olarak beyan edeceğiz.[18]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 386-387.

[2] Prof. Muhammed Yusuf Eş - Şeyh ve Prof. Sâlih Musa Şeref

[3] Özetliysceğiz dedik. Çünkü, bu geniş ve ihtilaflı bahsi derinliğine inceleye Fek, yapılan nakilleri ayrı ayrı değerlendirmeğe ve beyan edilen bütün de­lillerin münakaşasını yapmaya, kitabımızın hacmi ve gayesi müsait değildir.

[4] îmâmu´l Haremeyn, Kltâbu´l-îrşâd´da aslah´ra banlara göre de (Basralılar gibi) enfa´ yani (en menfaatlı olan) manâsına geldiğini beyan etmektedir. (Bkz : Kitabü´l - İrşad : 279 - 298.)

[5] Prof. Salih Musa Şeref : Müzekkirât fi´t - Tevhid : c. IV. s. 37

[6] Prof. M. Yusuf El Şeyh : Müzekkirât fi´t - Tevhid : c. IV, s. 37.

[7] Fazla bilgi için yukarda sayılan kaynaklarda bu bahse ve özellikle Ezher-H iki Prof.´ün Fakülte Notlarına (s. 32-37) bakınız.

[8] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 387-392.

[9] Bakara : 243.

[10] Âli İmrân : 164.

[11] Bakara : 152.

[12] Hak Teâlâ´nın, değil Peygamberimize (s.a.v.). zâhid herhangi bir müslü-mana olan fâzıl ve keremi Ebu Cehil´e olandan fazla değil midir

[13] ????????????

[14] Prof. M. Yusuf Eş - Şeyh : Müzekkirât fi´t - Tevhîd. c. IV, s. 52.

[15] Fazla bilgi için Bkz : Şerh-ul-Akâid en-Nefesiyye ve Haşiyeleri s. 389-395; M. Yusuf Eş-Şâyh : Müzekkirât C. IV, s. 37-44, 48; Salih Musa Şeref : Mü­zekkirât C. IV, s. 37-42, 44-46

[16] Mâide : 118. Meâî ; «Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen, muhakkak ki Sen Aziz ve Hâkim´sin.

[17] Bkz : 63 No.lu dip notta belirtilen a.g.e.. (s. 396).

[18] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 392-398.