Teşride Gaye ve Hedefler


Sâri´in hüküm koymaktaki maksadı, insanlar için faydalı olanı celb, za­rarlı olanı defetmek suretiyle bu dünyada onların maslahatına olanı gerçekleş­tirmektir. Bu maslahatlar zarûriyyât, haciyyât ve tahsîniyyât arasında değişir. Şeriatin hükümlerinin dikkatle gözden geçirilmesi sonucunda tesbit edilmiştir ki hükmü koyan bunları koyarken insanların maslahatını gözetmiş, maslahatlar­dan hiç bir şeyi ihmal etmemiştir, her hükmü ancak insanların maslahatını te­min etmesi için koymuştur. "Peygamberler, müjdeciler ve azab habercileri (gönderdik). Ta ki peygamberlerden sonra insanların Allah´a karşı bir bahane­leri olmasın" (Nisa: 4/165); "Biz seni alemlere ancak rahmet için gönderdik" (Enbiya: 21/107) gibi ayet-i kerimeler bunu ifade etmektedir.

Makâsıd-ı şerîa: Bütün hükümlerde veya ekseriyetinde din için düşünülen hedef ve manalar demektir. Veya sâri´in şeriatın hükümlerinden her birine yer­leştirdiği gaye ve sırlar demektir. Bunların devamlı ve herkesçe bilinmesi zaruridir: Müctehid hüküm istinbat ederken, nasları anlarken; müctehid olmayan da ahkamın sırlarına muttali olması için bunların bilinmesi zaruridir. Müctehid her hangi bir hadisenin hükmünü verebilmek için nassları anlaması lazımdır ki onları o hadiseye tatbik edebilsin. Tearuz eden (çatışan) delillerin arasını tevfik etmek isterse hükümlerin konulmasındaki gaye ve hedeflerden istifade etmelidir. Yeni bir mesele hakkında kıyas, istislah veya istihsan gibi deliller yolu ile Allah´ın hükmünü beyan etmesi lazım gelirse dikkatle şeriatın hedef ve maksadlarını araştırmalıdır.

Hükümler ister teklîfî ister vaz´î olsun teşrî´in ona gayesinin beyanı hak­kındaki bu kaidenin bilinmesi zarurîdir.

Her hükümde şu üç şeyin bulunduğunu anladığımız zaman şeriat çerçe­vesi içinde bu kaidenin yeri kendiliğinden tesbit edilmiş olur:

a) Hükmün illeti: Bu, kıyasın esası olan zahir, munzabit vasıftır.

b) Hükmün hikmeti: Bu, sâri´i ahkam koymaya sevkeden meşakkat ve teysir gibi illetin esası olan amillerdir.

c) Hükmün gayesi: Şâri´in ahkam koymaktan maksadı insanlar için celb-i menfaat tayda sağlama veya def-i mazarrat yani zararı önlemedir.

İşte bunlar dinin bütün hükümlerinin ayrılmaz özellikleridir. Hiç bir hü­küm yoktur ki onda ya bir maslahat elde etme veya bir mefsedeti kaldırma, dünyayı serlerden ve günahlardan temizleme gayesi gözetilmiş olmasın. Bu da, şeriatın bir umumi gayeyi gerçekleştirme azminde olduğuna delâlet eden husus­lardandır ki bu ana gaye ferdi ve toplumu mesud etma, nizamı koruma, dün­yayı imar etme insanların maslahatını gözetmektir.

Maslahatın Çeşitleri

Masalih-i mürsele bahsinde de açıklandığı gibi kuvvet ve tesir bakımın­dan maslahatlar üç çeşittir[1]

1- Zarûriyyât

Zaruri maslahat: Bu, insanın dinî ve dünyevî hayatının kendisine bağlı olduğu şeydir. O olmadığı zaman dünyada hayatın düzeni bozulur, fesad yayılır, âhirette ebedî cennet kaybedilmiş, azaba duçar olunmuş olur. Maslahatların en kuvvetlisi budur, hiç bir şey bundan ileri olmaz. Bu sebeple zaruri bir şeyin ihlâlinin söz konusu olduğu yerde tahsînî veya hâcî olana artık riayet edilmez.

İslâm, bu zarûrıyyâtın muhafazası için iki koldan hükümler meşru kıl­mıştır: Birincisi, bu hükümlerin yapılması ve ortaya konması için, ikincisi de­vamı için.

Meselâ din, insanların Rabbi ile ve birbirleriyle olan alakalarını tanzim etmek için Allah´ın koyduğu akideler, ibadetler ve muameleler manzumesidir. Allah (c.c.) bu dinin var olması için İslâmın beş rüknünün yapılmasın farz kılmıştır. Bunlar kelime-i şehâdet, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak, gücü yetenlerin haccetmesidir. Ayrıca hikmetli bir üslup ile ve mevıza-i hasene ile dine davet etmeyi de farz kılmıştır.

Dinin muhafazası, himayesi ve devamının garantisi içinde de cihad hü­kümleri, dini iptal etmek, dinden uzaklaştırmak, dinden dönmek veya ahkamını tahrif etmek isteyenlere, onu yıkmak ve helali haram haramı helal yapmak su­retiyle özünü bozmak için açıktan propaganda yapanlara cezalar koymuştur. Ayrıca zaruri yyâtı muhafaza etmek için zaruret halinde haramları mubah kıl­mıştır.

Beşerin varlığına gelince: İslâm insan türünün varlığı ve devamı için de zaruret miktarı yemeyi, içmeyi ve giyinmeyi, adam öldürene kısası, diyet ve keffaret cezasını farz kılmış, canı tehlikeye atmayı men etmiş ve onu korumayı ve gelecek zararları defetmeyi vacib kılmıştır.

Akıl, insanı diğer yaratıklardan ayıran büyük bir nimettir. Allah (c.c.) aklın selâmeti ve geliştirilmesi için ilim tahsilini ve tecrübeyi meşru kılmış, muhafazası için de sarhoşluk verici ve uyuşturucu maddeler gibi aklı zayıflatıcı ve onu ifsad edici her şeyi haram kılmış ve bunların kullanılmasına karşı caydırıcı cezalar koymuştur.

Neseb veya ırzın bekası için evliliği meşru kılmış, zinayı ve zina iftira­sını haram saymış ve bunların muhafazası, neseb karışmasının engellenmesi, insanlık haysiyet ve şerefinin korunması için zina ve zina iftirasına karşı had (ceza) koymuştur.

Mal ise hayatın temeli ve vasıtasıdır. Kazanılması için din rızık peşinde koşulmasını emretmiş, alış-veriş, kira, hibe, şirket, iare, rehin ve benzeri in­sanlar arasındaki muamelatı meşru kılmıştır. Malın muhafazası için de hırsız­lık yapmayı haram kılmış, hırsızlık cezasını koymuştur. Aldatma, hiyanet, gasb, faiz ve diğer haksız yere insanların malını yeme yollarını haram kılmış, telef edilen malın tazminini vacib kılmış, sû-i tasarrufa, kendisine ve başkala­rına zarar verilmesine mani olmak için sefih, gafil, müşflis ve borçluya mâlî ta­sarruflarında hacir konulmasına cevaz verilmiştir.

Zarûriyyâtın muhafaza edilmesi meselesi şer´î hükümlerle beraber zikredilen illet ve hikmetlerle de tekit edilmiştir. Meselâ abdest, namaz, kıble ve oruç hakkında gelen ayet-i kerimelerde şöyle denilmektedir:

"Allah size her hangi bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak istiyor." (Maide: 5/6).

"Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (Ankebût: 29/45).

" Yüzünüzü o yöne doğru çevirin ki insanların elinde aleyhinizde bir delil olmasın." (Bakara: 2/150).

"Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz," (Bakara: 2/183).

Cihad, kısas ve malın zulmen alınmasına karşı korunması hakkında da şu ayetler vardır:

"Kendileriyle savaşılanlara, zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaşa) izin verildi" (Hac: 22/39).

"Fitne tamamen yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar onlarla savaşın." (Bakara: 2/193).

"Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır." (Bakara: 2/179)

".ve kendiniz bilip duruken insanların mallarından bir kısmını günahla yemeniz için onları hakimlere aktarma etmeyin" (Bakara: 2/188).

Tevhidi koruma sadedinde de: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlarda da: Evet, şahid olduk demişlerdi, (işte bu şahidlendirme) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz içindi." (Araf: 7/172).

İhtimallere açık veya garar = aldanma bulunan satışların menedilmesi hu­susunda Rasûlullah (s.a.) salahı ortaya çıkmadan meyva satışını nehyetmesi-nin illetini beyan ederken "Peki Allah meyva vermezse ne yaparsın? O kişi din kardeşinin parasını neyin karşılığında alır." buyurmuştur. Birbirinin mahremi kadınları bir nikah altında toplamanın niçin menedildiğini beyan ederken de "Siz bunu yaparsanız akrabalık bağlarını kesmiş olursunuz" buyurmuşlardır.

2. Hâciyyât

İnsanların hayatlarını kolaylaştırmak ve sıkıntıları hafifletmek için muh­taç oldukları maslahatlara hâciyyât denir. Zarûriyyâtta olduğu gibi bulunmadığı zaman hayat düzeni bozulmaz, ancak insanlar bir takım sıkıntılara, meşakkat­lere düşerler. İslâm insanların sıkıntılarını gidermek ve hafifletmek maksadıyle ibadetler, muamelat ve ukûbât çerçevesinde çeşitli hükümler koymuştur:

İbadetlerde: Seferde namazları kısaltma, iki vakti birleştirme, hasta ve yolcunun ramazanda oruç tutmaması, namazı ayakta kılamayanın oturarak eda etmesi, hayızlı ve nifaslılardan namazın sakıt olması, hazerde ve seferde mest­ler üzerine mesh yapılması, hastalıktan veya su bulamamaktan dolayı teyem­mümün caiz olması, hayvan veya araba veya gemi gibi binekler üzerinde yönü kıbleye doğru olmasa da nafile namaz kılınabilmesi gibi şer´î ruhsatlar getiril­miştir.

Âdetlerde. Avlanma, yeme, içme, giyinme ve mesken konularında rızıkların güzel olanlarından istifade etme mubah kılınmıştır.

Muamelâtta: İnsanların ihtiyaçlarını giderecek alış-veriş, kira, şirket, mudarabe, tazmin ve teberru gibi bütün akid ve tasarrufların mubah kılınması, selem, istisna, muzâraa, müsâkât ve müğârase gibi akidlerin umumi kaidelerden istisna edilerek mubah kılınması, istisnaî hallerde icârede olduğu gibi akdin feshedilmesi, ihtiyaç veya zaruretten dolayı boşama yolu ile evliliğe son verme, küçük yaştakilerin maslahat için velileri tarafından evlendirilmeleri, haramların mubah olması konusunda hacetlerin zaruretler gibi sayılması... hep bu kabil­dir.

Ukûbâtta: Veliler için kısastan vazgeçme hakkı meşru kılınmış akraba arasındaki dayanışmanın gerçekleşmesi ve katile kolaylık olması için hata ile öldürmelerde diyet âkileye yüklenmiş, töhmet altındaki kişinin lehine olarak şüphelerden dolayı had (ceza) lar düşürülmüştür.

Teşrî´a ait naslar, ihtiva ettikleri şer´î hikmetleri ve illetleri de beyan etmek suretiyle -hükümler konulurken- hacetlerin göz önünde bulundurulduğunu teyid etmektedir. Meselâ teyemmümün meşruiyeti hakkındaki ayette "Allah sizin üzerinize bir güçlük yapmayı dilemez." (Maide: 5/6), dinin "meşakkati

defetme" esası üzerine kurulduğunu beyan etme sadedinde "Dinde üzerinize hiç bir güçlük de yüklenmedi" (Hac: 22/78); "Allah size kolaylık ister, zorluk istemez." (Bakara: 2/185); "Allah sizden hafifletmek ister, insan da zayıf olarak yaratılmıştır." (Nisa: 4/283). Rasûlullah (s.a.) de "Din kolaylıktır, kim kendisini takati üstünde ibadetlere zorlarsa muhakkak din ona galip gelir", "Ben müsamahakâr hanîf dini ile gönderildim" buyurmuştur.

3. Tahsîniyyât

Bunlar nezaket ve nezâhetin gerektirdiği maslahatlardır ki bununla âdet­lerin ve ahlakın güzelliklerini alma kastedilir, kaybedildiği zaman zarûriyyâtta olduğu gibi hayatın düzeni bozulmaz, hâciyattâ olduğu gibi güçlüklere düşül­mez, ancak aklî ölçülere göre hayat sevimsiz hale gelir.

Bu maslahatlar da diğer zarûriyyât ve hâciyyât gibi ibadetlerde, âdetlerde, muamelâtta ve ukûbatta mevcuttur. Tahsînât için meşru kılınanlar ya farz olur veya şart olur veya nafile ve tâat kabilinden olur.

Meselâ ibadetlerde taharetler (abdest ve gusül), necasetlerden temizlenme, namazda setr-i avret şart kılınmış, her mescide ve toplum içine gidişte güzel giyinme, güzel görünme için koku kullanma meşru kılınmış, namaz, oruç ve sadaka gibi çeşitli ibadetlerle Allah´a yakın olma teşvik edilmiştir.

Muamelâtta: Necasetlerin ve zararlı şeylerin satışı, suyun ve meranın fazlasının satışı, pazarlık üstüne pazarlık, dünür üstüne dünür menedilmiştir. Aldatma, hile, israf ve cimrilik haram kılınmış, insanların eşleri ile muaşere­tinde iyi ve nazik olmaları emredilmiş, kadın bizzat nikah akdi yapmaktan örfen haya edeceği için bunu velinin yapmasına musâde edilmiş, öneminden dolayı nikah akdinin şahitler huzurunda yapılması vacib kılınmıştır.

Adetlerde: Dinimiz yeme-içme âdabını öğretmiş, zararlı yiyecek ve içe­ceklerin alınmasını yeme, içme ve giyim gibi hususlarda israfı haram kılmıştır.

Ukûbatta: Din işkence ile yakarak öldürmeyi menetmiş, savaşta kadınla­rın, çocukların ve râhibler gibi sivil insanların öldürülmesini haram saymış, ahde vefayı vacib kılmış, zulmü ve anlaşmaları bozmayı haram etmiş ve mef-sedete götüren yollan kapatmıştır.

Çeşitli naslarda din, teşrî´î hikmetleri ve illetleri beyan ederken buna ri­ayet edildiğine işaret etmiştir. Meselâ taharetler hakkında: "Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini ta­mamlamak istiyor" (Maide: 5/6). Rasûlullah (s.a.) da "Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim", "Allah nezihtir, ancak nezih olanı kabul eder". "Allah güzeldir, güzelliği sever" buyurmuştur.

4. Tamamlayıcı Hükümler

Yukarda geçen üç gayenin iyi muhafaza edilmesi ve gerçekleştirilmesi için Allah (c.c.) bu zaruri, hâcî ve tahsînî maslahatları muhafaza edecek hükümlerin tamamlayıcısı olmak üzere başka hükümler de vazetmiştir ki bunlar bulunma­dığı takdirde hükümlerin asıl hikmetlerine bir halel gelmez.

Zarûriyyâtın tamamlayıcısı hükümlere misal olarak şunlar zikredilebilir: Şâir-i diniyyenin ilanı, tamamlanması ve ikmali için cemaatle namaz, ezan ve kamet. Yeni düşmanlıkların alevlenip daha başka kan dökülmesine mani olmak için kısas tatbikinde mümâselet (işlenen cinayetle kısasın aynı miktarda ol­ması). İşte bu "canı muhafaza" için konulan kısas hükmünü tamamlayan bir hükümdür.

Alkolün azının da haram olması -çünkü bu çoğunun içilmesine sebep olur- Bu da aklı muhafaza için konulan hükmün tamamlayıcısı bir hükümdür. Zinaya giden yolları kapatmak için yabancı kadına bakmanın ve onunla baş-başa kalmanın haram olması. Bu da ırzı ve nesebi korumak için zinanın haram kılınması hükmünü ikmal eden bir hükümdür. Bir vacibin ancak kendisiyle ta­mam olabileceği şeyin de vacip kılınması ve bütün hükümlerde harama giden yollan kapatmak için harama götürecek mubahların menedilmesi de tamamla­yıcı hükümlerdendir.

Hâciyyâtı tamamlayıcı hükümlere misal olarak şunlar zikredilebilir: Eşler arasında uyum ve ülfetin sağlanması için denkliğin şart olması, nikah akdi es­nasında mehir konuşulmamış ise evliğin devamı için mehr-i mislin meşru oluşu, ahş-veriş, kira, şirket gibi muamelâta ait hükümlerin konulmasında garann, belirsizliğin ve olmayan şeyin satışının nehyedilmesi, hıyârâtın (alıp-almama serbestliği) meşru kılınması, rızanın tam olması; kin, niza ve husûmetlere sebep olmaması için akidlerde bazı şartların yerine getirilmesinin şart olması. Akidleri sağlama almak için şahid huzurunda olmanın, rehin ve kefaletin meşru kılınması, seferde namazın kısa kılınması hükmünün tekmili olarak iki vaktin birleştirilmesinin caiz olması... ikmal edici hükümlerdendir.

Bunlar meşru kılınmamış olsaydı dahi tahfif ve teysir esasına bir halel gelmezdi. Tahsînâtı tamamlayıcı hükümlere misal olarak da şunlar zikredilebi­lir: Def-i hacet âdabı, abdest ve güslün mendupları, usûlüne uygun şekilde başladığı ibadetleri iptal etmemek, "Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadı­ğınız pek âdı, bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın" (Bakara: 2/267) ayet-i kerimesi gereğince zekat ve diğer sadakalarda malın iyisinden vermek, kurbanda ve akîka kurbanında en iyisini seçmek.

Hâciyyât, zarûriyyâtın tamamlayıcısı, tahsîniyyât da hâciyyâtın bir tekmilesidir, çünkü zarûriyyât maslahatların aslıdır.

Makâsıd-ı şer´iyye ve bunlarla ilgili hükümlerin tertibi

Zarûriyyet bütün makâsıd-ı şer´iyyenin aslıdır, hâciyye ve tahsiniyyenin aslıdır[2] Onu kim ihlal ederse onun dışmdakileri kesin ihlal etmiştir. Çünkü zarûriyyet farzlar hükmünde, hâciyyât nafileler, tah siniyyât da nafileler dûnun-daki diğer ameller hükmündedir.

Hâciyyât veya tahsîniyyâtı ihlal eden kişi zarûriyyâtı da ihlal etme yolun­dadır. Dolayısıyle hâciyyât ve tahsînâtı muhafaza etmek bir manada zarûrriy-yatı muhafaza etmektir.

Zarûriyyâtın muhafazası için konulmuş şer´î hükümler, hükümlerin en önemlileri ve riâyeti gözedilmesi en lüzumlu olanlarıdır. Bunları hâciyyât hükümleri takip eder, çünkü onlar zarûriyyâtın tamamlayıcısıdır. Asıl, tamamlayıcıdan önce gelir, zarurinin tamamlayıcısı, hâcî ve tahsînîden önce gelir. Dolayısıyle zarûriyyât kısmı her dinde asıl kabul edilmiştir. Dinler, fer´î meselelerdeki gibi buruda farklılık arzetmemişlerdir. Şâtıbî´nin dediği gibi zarûriyyât dinin esasları, şeriatın sütunlan ve dinin külliyyâtıdır.

Bunun neticesi şudur: Tahsînî bir hükmün edası hâcî veya zaruri bir hükmün iptaline sebep oluyorsa terkedilir. Meselâ ihtiyaç veya zaruret halinde ameliyat yapmak için veya bir hastalığın teşhis veya tedavisi için avret yerinin açılması caiz olur. Çünkü insan hayatının korunması zaruri olduğu gibi bunu sağlayacak şey de zaruridir. Setr-i avret ise tahsînâttandır dolayısıyle hacet veya. zaruret karşısında nazar-ı itibara alınmaz. Yine zaruret halinde meyte lâşe yemek mubah olur, çünkü canın muhafazası ve ihyası zaruridir. Halbuki habis yiyeceklerden sakınmak veya meyte yemekten kaçınmak tahsînâttandır.

Selem ve istisna´ akidlerinde ve müzâraa, müsâkât ve müğarase gibi ara­ziyi işletme akidlerinde olmayan şeyin satışına din cevaz vermiş ve bu akidlerde ve huzurda olmayan şeyin satışında (Bey-i gâib) cehalet = malın tam bilinme­mesi mühim görülmemiştir. Çünkü malın huzurda olması ve hakkında cehalet olmaması tahsînâttandır. Halbuki bu muameleler hâciyâttandır, cevaz verilme­mesi halinde insanlar sıkıntıya düşer. İşte bu sebeple hâciyyâtın elde edilmesi uğrunda bu tahsînât nazar-ı itibara alınmamış, terkedilmiştir.

Yine aynı şekilde hâciyyâttan bir hükmün edası zaruri bir hükmün ihlâ­line sebep olacaksa terkedilir. Çünkü meşakkatin kaldırılması hâciyyâttan ol­duğu halde farzları edası zaruridir. Mükelleften onu eda etmesi talep edilir, me­şakkati de olsa vacib olur. Çünkü farzlar zarûriyâttandır, meşakkatin defi ise hâciyyâttandır. Buna göre kıbleye yönelmede kesin Kabeyi bulamayız diye namaz sakıt olmaz. Bu konuda zan kâfidir.

Zarûriyyâttan olan meseleler arasında da daha önemli olan diğerine tak­dim edilir. Meselâ insan ölümüne sebep olsa da cihad farzdır, çünkü dinin mu­hafazası canın muhafazasından daha önemlidir. Tehdit veya ızdırar halinde canı kurtarmak için içki içilmesi mubah olur. Çünkü canın muhafazası aklın muhafazasından önemlidir. Tehdit altında kalınırsa başkasının malını telef et­mek caiz olur. Çünkü canın muhafazası malın muhafazasından önce gelir.

Zarûriyyât önem sırasına göre şöyle sıralanır: Dini muhafaza, sonra canı muhafaza, sonra aklı muhafaza, sonra nesebi veya ırzı muhafaza, sonra malı muhafaza gelir.

Bu kaideye binâen def-i zarar ve def-i haraç (zararı defetme, meşakkati, güçlüğü defetme) ait şer´î esaslar konulmuştur.

"Def-i zarar esası"mn kaideleri

Fukaha "zararın def´î" esasından tefemi´ eden ve ahkam istinbatında çok mühim sayılan küllî kaideler koymuşlardır. Aslında bunlar " (Zarar vermek de, zarara zarar ile mukabelede bulunmak da yoktur) kaidesinden çıkartılmıştır. Bu kaide bir hadis-i şeriftir ve şeriatın temel esalarından biridir. Bundan çıkan hükümlerin en önemlilerinden bazıları şunlardır: Başkasının borcunu onun bilgisi dışında alacaklıya ödemek zorunda kalan kişi -eğer bunu teberru olarak vermemişse- bu zararını kapatmak için borçludan istemesi caiz­dir. Fısk ü fücur yapmakla fesad yaymakla meşhur olan kişilerin mahkeme yolu ile henüz muayyen bir cürmü sabit olmasa da hapsedilmeleri caizdir. Sa­hiplerinin elinde belge bulunmasa da eskiden beri var olan intifa, irtifak ve ta­sarruf haklarına saygı gösterilir. Zararın ortadan kaldırılması için kiralanan şeyde önceden var olan bir ayba muttali olması sebebiyle kira akdini feshedip sahibine geri vermesi caizdir. Çünkü kira akdi bazı özürlerle feshedilir.

Bu esastan şu kaideler teferru´ etmektedir:

1- "Zarar mümkün olduğu kadar izale olunur". Meselâ gâsıbm gasbettiği malın aynını gasbettiği yerde sahibine teslim etmesi lâzımdır. Şayet kullanarak tüketmişse bakılır: Eğer misliyattan ise mislini, değil ise kıymetini teslim eder. Aynını vermek mümkün iken mislini, misli ile ödemek mümkün iken kıyletini vermek caiz olmaz.

2- "Zarar izale olunur": Yani zararın giderilmesi vacibtir. Meselâ binaların yola zararı olacak şekilde çıkmaları, komşunun evinin üstüne doğru uzanan ağaç dallan kaldırılır. Başkasının malını telef edenin onu tazmin etmesi lazım­dır. Hıyar-ı ayb, hıyar-ı gabn gibi pek çok hıyârât akidlerde vâki olacak zarar­ların izalesi için meşru kılınmıştır. Buna göre hastalığın tadavisine çalışmak vacib olur. Zararlı hayvanlar öldürülür.

3- "Zarar kendi misli ile izale olunmaz": Yani yeni bir zarar yaparak zarar giderilmez. Kendi arazisini sudan kurtarmak için başkasının arazsini suya boğmak, kendi malını kurtarmak için başkasının malını telef etmek, kendi ca­nını kurtarmak için muzdar durumdaki veya aynı ihtiyaç içindeki bir başkası­nın yiyeceğini yemek caiz olmaz. Fakir bir kişinin nafakasını aynı derecede fakir bir akrabasına farz kılmak, taksimi mümkün olmayan ortak bir malı tak­sim etmesi için ortağı icbar etmek caiz olmaz. Satın alman malda müşterinin elinde iken yeni bir ayıp meydana geldikten sonra daha önceden var olan bir ayıp sebebiyle geri vermesi caiz olmaz. Satıcı eski aybın karşılığını müşteriye öder.

4- "Zarar-ı eşed zarar-ı ehafile izale olunur": Yani zararın büyüğü kü­çüğü ile izale olunur. Buna göre fakirin nafakası zengin akrabasına farz kılınır. Bir arsa satın alınıp üzerine bina yapıldıktan veya ağaç dikildikten sonra asıl sahibi ortaya çıksa ve geri istese eğer binanın veya ağaçların kıymeti arsanın kıymetinden fazla olursa müşteri kıymetini ödeyerek arsaya malik olur.

Bu manada iki kaide daha vardır: "İki serden ehven olanı tercih edilir" ve "Daha büyüğünden korunmak için iki zararın daha hafif olanı irtikap olunur." Buna göre bir münkere müdahale etmek daha büyük zarara sebep olacaksa sü­kût etmek caizdir. Ceninin hayatta olma ihtimali varsa onu çıkarmak için ölmüş annenin karnını açmak caizdir. Koca, eşinin nafakasını vermiyorsa hapsedilir. Aynı şekilde kişi yakınının nafakasını vermiyorsa hapsedilir. Koca nafakayı temin edemiyorsa kadın boşanır. İnsan abdest almaktan veya avret mahallini örtmekten veya kıbleye dönmekten aciz kalırsa nasıl kolayına gelirse namazı öyle kılar.

5- "Umumi bir zararın defi için hususi zarar tercih olunur": Buna göre toplumun zararını defetmek için kendileri zarar görseler dahi cahil doktora, fa-sık müftiye hacr konulur. İhtikâr (stokçuluk) yapanlar zarar görseler dahi insanları ihtikârın zararından korumak için stok mallan satılır. Fiyatlarda aşırı artış olduğu zaman te´sir = fiyatları dondurmak caizdir. Yangının yayılmaması için bitişik evler yıkılır. Ana caddeye doğru yıkılma tehlikesi olan duvar yıktırılır. Borçlunun borçlarını kapatmak için zorla mallan satılır.

6- "Mefsedetin defi menfaatin celbinden evlâdır.": Zira Rasûlullah (s.a.) "Nehyettiğim şeyden kaçının, emrettiğim şeyi de gücünüz yettiği kadar yapın." hadisinde önce nehyedilenden kaçınmayı emretmiştir. Buna göre maddî bir kâr getirse de içki satışı menedilir. Mülk sahibinin mülkünde komşusuna zarar ve­recek şekilde bir tasarrufta bulunmasına mani olunur. Oruçlunun mazmaza ve istinşakta mübalağa yapması mekruh olur.

7- "Zaruretler haramları mubah kılar.": Bu babda Kur´an-ı kerimde beş ayet vardır. Birisi şudur: "Kim, gönlünden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık (muzdar) halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir" (Maide: 5/3). Açlık konusunda muzdar du­rumda olan kişi, meyte veya kan veya alkol alması halinde günahkar olmaz. Nefsi müdafaa için başkasına zarar veren kişiye günah olmaz. Borcunu ödemeyen kişinin izni olmadan malından alınır. Doktorun hastaların avret sayılan yerlerine -eğer tedavide gerekli ise- açması caizdir olur.

8- "Zaruretler mikdarınca takdir olunur." :Buna göre haram yiyeceklerden yemek mecburiyetinde kalan kişi bundan ancak ölmeyecek kadar yiyebilir. Ne­casetin ancak kaçınılması zor olan kadarı affedilir. Doktorun hastasının avret sayılan yerlerinden ancak teşhis veya tedavide gerekli olduğu kadarını açması caizdir. Kadının, ancak kadın doktor bulamadığı takdirde erkek doktora gitmesi caiz olur, çünkü cinsin cinsine muttali olmasının tehlikesi ve zararı daha azdır. Teyemmümde suyun bulunması, ramazanda misafirin mukim olmasında olduğu gibi sebepler ortadan kalktığı zamana ruhsatlar batıl olur.

9- "lzdırar başkasının hakkını iptal etmez." : Ölmemek için başkasının malını yemek zorunda kalan kişi onun kıymetini tazmin eder. Başkasının ma­lını itlaf etme tehdidi altında kalan kişi onu itlaf ederse o malın kıymetini taz­min eder, çünkü telefine sebep odur.

"Haracın (güçlüğün) kaldırılması" esasına ait kaideler

Fukaha haracın kaldırılması esasından çıkan küllî kaideler va­zetmişlerdir:

1- "Meşakkat teysîrî celbeder" Yani normalin üstünde meşakkat olursa kolaylık gösterilmesi icab eder, çünkü meşakkatlerde güçlük ve sıkıntı vardır. Bu, mezheplerin fıkhının temeli sayılan beş büyük kaideden birisidir. Bu ka­idenin mesnedi "Allah size kolaylık ister, size zorluk istemez" (Bakara: 2/185), "Allah, din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi." (Hac: 22/78) gibi ayet-i kerimeler ve Rasûlullah´ın "Allah (c.c.) ümmetimden hata, unutma ve ikrahı kaldırmıştır." hadisidir. Allah (c.c.) kolaylaştırmayı gerektiren çeşitli sebeplerden dolayı mükelleflere kolaylık olması için meşru kıldığı bütün ruhsatlar bu kaideden neşet etmiştir. Bu sebepler yedi tanedir:

Sefer: Seferî halde iken ramazanda oruç tutmama, dört rekatlı farzları iki kılma, iki vakti birleştirme, cumayı ve cemaatle namazı terketme caiz görülmüştür.

Hastalık: Hasta iken ramazan orucunu tatmama ve teyemmüm, namazı oturarak kılma, cihadı terketme, ilacın mubah olanı bulunamazsa haram olanını kullanma gibi hususlarda ruhsat verilmiştir.

Unutma: Unutma sebebiyle kişi dinî vecibeleri terketmesinden, günah ir­tikap etmesinden sorumlu olmaz. Unutarak oruç bozucu bir şey yese de oruçlu kalır. Hayvan keserken unutarak besmeleyi terkederse kestiği yenir.

İkrah:Tehdit: Tehdit varsa küfrü gerektiren bir söz söylemek, vacibi ter-ketmek, başkasının malını itlaf etmek, meyte = ölmüş hayvan eti yemek, içki içmek caiz olur.

Gehl = bilmezlik: Vekil, müvekkilin kendisini vekaletten azlettiğinden ha­beri yoksa vekâlet devam eder ve vekilin yaptığı akidler geçerli olur. Müşteri­nin aybını bilmeden satın aldığı malı bu ayıp sebebiyle geri vermesi caizdir. Esindeki birleşmeye mani uzvî aybın varlığından haberi olmadan evlenen eşin nikâhı feshetmesi caiz olur. Yine bilgisizlik sebebiyle neseb davasında mey­dana gelebilecek tenakuz, vârisin, vasinin ve vakıf nazırının tenakuzu bağışla­nır.

Umumi belvâ: Kaçınılması mümkün olmayan cadde ve sokak çamurla­rından sıçrayan necaset serpintileri ve bedelli akidlerdeki gabn-ı yesir = ufak-tefek aldanmalar itibara alınmaz.

Naks (ehliyet noksanlığı): Çocuk ve mecnun gibi ehliyet sahibi olmayan kişiden teklif kalkar. Cuma, cemaat ve cihad gibi bazı vecibeler kölelerden ve kadınlardan kalkar.

"Meşakkat teysîri celbeder" manasında "İşte darlık olduğu zaman geniş­ler, genişlediği zaman daralır" kaidesi de vardır. Yani bir şahsa geçici bir zaru­ret ânz olduğu veya istisnaî bir durum hasıl olduğu zaman yürürlükteki aslî hü­küm onu sıkıntıya düşürecekse hüküm hafifletilir. "İşte darlık olduğu zaman genişler" in manası budur. Bu zaruret ortadan kalktığı zaman aslî hüküm avdet eder. "Genişlediği zaman daralır" m manası da budur.

2- "Haraç şer´an kaldırılmıştır". Buna göre doğum, emzirme ve çocuğun sağ dünyaya geldiğinin alametlerini duymak gibi âdeten erkeklerin muttali ola­mayacağı hususlarda ve kadınların uzvî kusurları hakkında sadece kadınların şahitlikleri kabul edilir. Kıblenin tesbitinde, abdest suyunun ve namaz kılacak yerin temizliği konusunda, hâkimin kararında, şahitlerin şahitliğinde yakîne ulaşmakta haraç ve meşakkat olduğundan zann-ı galib yeterli görülmüştür.

3- "Hacet umumi olsun hususî olsun zaruret menzilesine tenzil olunur" Zaruret hacetten daha şiddetlidir. Zaruret tehdit ve açlıktan helak olma korku­sunda olduğu gibi yerine getirilmediği takdirde tehlikeli neticeler getiren şeydir. Hacet ise karşılanmadığı takdirde sıkıntı ve zorluk getirecek şeydir. Umumi olması bütün ümmeti ilgilendirmesi demektir. Hususi olması ise bir belde hal­kına veya bir meslek erbabına ait olması demektir, bir ferde ait olması demek değildir.

Bu kaideye şu meseleler bina edilir: Örfün esas alınması, zenginlere vergi konması, selem, istisna´ ve bey´ul vefanın cevazı, damânü´d-derak yani üzerine akid yapılan şeyden dolayı gelebilecek başkasına ait bir hakka kefil olma, arkası gelmeye devam eden meyva ve sebzenin bir kısmı olunca hepsinin satışının caiz olması, hamamda kalma müddeti ve kullanılan su meçhul olduğu halde ücretle hamama gidilmesinin cevazı.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Muvafakat, Şâtıbî: 2/12; Şerhu´l-Adûd: 2/240; Fevâtihu´r-Rahamût: 2/262; el-Mustasfâ: 1/139; Ravzatu´ıı-Nâzır. 1/414.

[2] ´ Muvafakat: 2/16 ve devamı.