Has ve Delaleti

Has Lafız
Hassın Hükmü
Sîgasına göre hassın çeşitleri
3. Emir
4. Nehy.

Has Lafız

Tarifi: Fertleri,olup olmadığına bakılmaksızın tek bir manaya delâlet etmesi için vazedilmiş lafızdır.

Bu lafız ya Halid, Muhammed gibi bir isimdir veya erkek kadın gibi bir nevidir veya insan, deve, ağaç gibi bir cinstir. Bir, iki, beş, on, yüz, bin, gibi aded isimleri de hastan sayılır.

Kadın, insan, iki, yüz gibi lafızların bir takım fertlere şumûlü olsa da bu fertler bir nevi veya cins altında toplanarak bir cins veya nevi birliği ifade ettik­leri için hepsi birer hastır.

Hassın Hükmü

Has lafız, başka bir mana murad edildiğine dair bir delil bulunmadıkça kat´î ve yakînî olarak vazolunduğu manaya delâlet ettiğinde âlimler ittifak etmiş­lerdir[1] Meselâ "Üç gün oruç tutması vacibtir." (Bakara: 2/196) "O yeminin keffareti on fakiri yedirmektir." (Maide: 5/89) ayetlerindeki "üç" ve "on" sayıla­rından her biri vazolunduklan manaya kat´î şekilde delâlet ederler, ziyade veya noksan olması mümkün değildir. Çünkü bunların her biri has lafızdır, mana­sını daha aza veya daha çoğa hamletmek mümkün olmaz. Davarların zekat ni­sabını tesbit sadedinde varid olan "Her kırk koyunda bir koyun" hadisindeki "kırk" lafzı da böyledir.

"Namazı dosdoğru kılın zekatı verin." (Bakara: 2/43) ayetinde "kılın, verin" den her biri emirdir, emir ise has´dır. Dolayısıyle namaz ve zekatın farz olduğuna kat´î şekilde delâlet ederler.

"Haklı olmadıkça Allah´ın muhterem kıldığı cana kıymayın." (İsra: 17/33) ayet-i kerimesi de kat´î şekilde öldürmenin haram olduğuna delâlet eder çünkü emir gibi nehiy de has´dır.

Ancak has lafzın hakiki manasından alınıp başka mana irade edildiğine dair bir delil bulunursa delâleti kat´î olmaz ve o delilin delâlet ettiği manaya hamledilir. Meselâ "Hâkim katili öldürdü." sözü "Hâkim onun ölümüne hükmetti" şeklinde anlaşılır. Bu ise delilden neş´et eden bir ihtimaldir ki o, hâkimin görevinin infaz değil hüküm vermek olmasıdır. Hanefîlere göre şu üç mesele­deki tevil de has lafzın bir delil ile hakiki manasından başka manaya alındığına misaldir:

Yukarıda geçen "Kırk koyunda bir koyun" hadisindeki "koyun" lafzının "kıymeti" ile tevil edilmesi.

Fıtır sadakasındaki "bir sa´ hurma veya arpa" daki sâ´ın "kıymeti" ile tevil edilmesi.

"Musarrâ" hadisindeki "bir sa´ hurma" nın tevil edilerek hurmadan başka itlaf edilenin bedeli olabilecek her şeye teşmil edilmesi, hassın başka manaya alındığına misaldir.

Sîgasına göre hassın çeşitleri

Sığasına göre has mutlak, mukayyed, emir ve nehiy olmak üzere dört

çeşittir.

1. Mutlak

Mutlak her hangi bir sıfatla mukayyed olmadan ferd-i şayia delâlet eden has lafızdır. Meselâ bir adam, bir kitap, bir kuş, bir talebe. Bunlar, umum veya şümul mülahazası olmadan kendi cinsinden bir ferdi şayia delâlet eden lafızlar­dır. Maksad her hangi bir sıfatla mukayyed olmasızın o ferdin mahiyeti veya hakikatidir.

Mutlakın Hükmü:

Mutlakın hükmü, takyid edildiğine dair bir delil bulunmadıkça mutlak oluşu üzere devam etmesidir. Takyidine dair delil olursa bu delil onu mutlakhktan çıkarır[2]. Meselâ yemin keffareti hakkındaki "veya bir köle azad etmektir" (Maide: 5/89) ayet-i kelimesindeki "bir köle" lafzı mümin veya kafir olma şartı aramaksızın her hangi bir köle azad etmenin yeterli olacağına delâlet eder. Nikahlanması haram olan kadınların beyanı sadedinde gelen "hanım­larınızın anneleri..." (Nisa: 4/23) lafzı, zifaf olsun veya olmasın kızlarıyle yapılan mücerred nikah akdi ile annesinin (damada) haram olduğuna delâlet eder. "Mallarınızla istemeniz ... size helal kılındı..." (Nisa: 4/24) lafzı, az veya çok her hangi bir malı mehir vererek nikah yapmanın cevazına delâlet eder. "Velisiz nikah olmaz." hadisi şerifi velilerden her hangi birinin bulunmasının şart (ve yeterli) olduğuna delâlet eder.

Mutlakın takyidine dair delil bulunursa mukayyedle amel edilir. Meselâ "... yapılan vasıyyetten veya borçtan sonra..." (Nisa: 4/12) ayetinde mutlak olan vasiyet, malın üçte birinden fazlasının vasiyetine cevaz vermeyen hadisle takyid edilmiştir.

2. Mukayyed

Mukayyed, her hangi bir sıfatla sıfatlanmış ferd-i şayia delâlet eden has bir lafızdır. Meselâ, imanlı bir adam, iffetli bir kadın gibi.

Hükmü: Bu kaydın ilga edildiğine dair bir delil bulunmadıkça bu lafızla mukayyed şekliyle amel edilir. Delil bulunursa kayıd ilga edilir[3].

Meselâ zıhar keffareti hakkında gelen "Buna imkan bulamayan kimse te­mas etmeden önce peşpeşe iki ay oruç tutsun." (Mücadele: 58/4) ayetinde oru­cun peşpeşe tutulması ve bunun zıhar yaptığı hanımıyla temas etmeden önce olması kaydı getirilmiştir. Şu halde bu ayetle bu iki kayda riayet edilerek amel edilir, oruçta ara verirse veya hanımıyle temastan sonra tutarsa keffareti eda etmiş olmaz. Buna bir başka misal "meyte ve detn-i mesfûh = akmış kanın dı­şında..." (En´am: 6/145) ayetinde dem-i mesfûh´un haram kılınmasıdır. Bu ayette kanın haram olmasını "akmış olması" ile kayıtlamıştır. Buna göre kara­ciğer, dalak ve kesildikten sonra damarlarda kalan kan haram değildir.

Kaydın ilga edildiğine misal de "Zifafta bulunduğunuz hanımlarınızın si­zin evinizde bulunan başka kocadan kızları (üvey kız) haram kılındı." (Nisa: 4/23) ayet-i kerimesidir. Buradaki "zifafta bulunduğunuz" kaydıyle amel edildiği halde "evinizde bulunan" kaydı mülgadır, amel edilmez, kız üvey babanın evinde olmasa da haramdır. Bu kaydı zikretmesinin sebebi ise örf böyle olduğu, yani umumiyetle üvey kızların anneleriyle beraber üvey babaların evinde bulunmalanndandır. Bu iki kayıttan sadece "zifafta bulunma" kaydının muteber olduğuna delil ise ayetin "onlara zifafta bulunmasaydınız size vebal yoktur" kısmıdır. Zira burada üvey kızlar, üvey babanın himayesinde ve evinde bulunmazsa helal olacağına temas edilmemiştir.

Mutlakı mukayyede hamletme:

Lafız, şer´î bir nasta mutlak gelse aynı lafız başka bir nasta mukayyed gelse bunun dört hali vardır:

1 - İki nassın konusu da aynı ise, yani her ikisinde de hüküm ve hükmün bina edildiği sebep aynı ise mutlak mukayyede hamledilir. Yani hüküm ve se­bep aynı olduğu için bu mutlaktan mukayyed kastedilmiş olur. Meselâ: "Size meyte ve kan haram kılındı." (Maide: 5/3) "veya akıtılmış kan" (En´am: 6/145) ayetlerinde sebep aynıdır: Kanın zararı. Hüküm de aynıdır: Kanın yenilmesi­nin haramhğı. Dolayısıyle mutlak mukayyede hamledilir ve haram olan kan "akıtılmış kan" olur. Damarlarda ve ette kalan kandile karaciğer ve dalak gibi donuk olanları haram olmaz.

Başka bir misal: Teyemmüm hakkında nazil olan "Yüzlerinizi ve kolları­nızı meshedin" (Nisa: 4/43) ayeti ile "Su da bülamadıysanız temiz bir toprakla teyemmüm yapın, yüzlerinizi ve kollarınızı meshedin." (Maide: 5/6) ayetlerinin sebepleri aynıdır: Namaz kılma isteği. Hüküm de aynıdır: Meshin vacib

olması. O halde mutlak ayet mukayyed olana hamledilir ve vacib olan necis değil temiz toprak kullanmak olur.

2- Hükmün ve sebebin farklı olması hali: Bu durumda bunlar birleştiril-mediği takdirde aralarında zıtlık (münâfât) olmayacağı için âlimlerin çoğunlu­ğunun ittifakıyle mutlak mukayyede hamledilmez, bilakis mutlak ile kendi ko­nusunda mutlak olarak, mukayyedle kendi konusunda mukayyed olarak amel edilir. Meselâ hırsızın cezası hakkında gelen "Hırsız erkek ve hırsız kadının ellerini kesin" (Maide: 5/38) ayeti ile abdest hakkında gelen "Yüzlerinizi ve dir­seklere kadar elle´riniziyıkayın." (Maide: 5/6) ayetindeki "el" lafzı birinci ayette mutlak ikinci ayette mukayyeddir. Her iki ayette sebep farklıdır: Birinci ayette hırsızlık ikincisinde namaz kılma isteği. Hüküm de farklıdır: Birincisinde hırsızın elinin kesilme.si ikincisinde elin yıkanması. Bu sebeple mutlak olanı mukayyed olanına hamledilmez. Hırsızın elinin bilekten kesileceğini sünnet belirlemiştir.

3- Sebep aynı olduğu halde hükmün farklı olması hali: Meselâ abdest hakkındaki "Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın." (Maide: 5/6) ayeti ile teyemmüm hakkındaki "Yüzlerinizi ve ellerinizi mesnedin" (Maide: 5/6) ayetlerinde sebep aynıdır: Namaz kılmak isteyenin abdestsiz olması. Ancak her iki ayette hüküm farklıdır: Elleri abdestle yıkamak, teyemmümde meshetmek. Öyleyse mutlak mukayyede hamledilmez, her biri ile müstakil amel edilir. Ancak mutlakm mukayyede hamline dair delil bulunursa burada aralarında zıtlık olmayacağı için hamledilir. Birinin diğerine hamledilemediği bu halde sünnete müracaat edilerek, Abdullah bin Ömer´in merfu olarak rivayet ettiği "Teyemmüm iki vuruştur: Bir vuruş yüz için bir vuruş da dirseklere kadar eller içindir." hadisinden dolayı Hanefî ve Şafiîler ellerin dirseklere kadar meshedilmesinin vacib olduğuna kail olurken Maliki ve Hanbelîler de Peygamberimiz (s.a.) in Ammar bin Yasir´e yüzü ve (bileklere kadar) elleri teyemmüm yapmasını emrettiğinden dolayı ellerin sadece bileklere kadarının meshinin vacip olduğuna kail olmuşlardır.

4- Hükmün aynı sebebin farklı olması hali:Meselâ zıhar keffareti ve hata ile öldürme keffaretinde köle azadı. Birincisi hakkında "Temas etmeden evvel bir köle az.ad eder." (Mücadele: 58/3) denilirken ikincisi hakkında "Bir mümin köle az.ad eder." (Nisa: 4/93) denilmiştir. "Köle" lafzı birincisinde mutlak ikin­cisinde "iman" vasfı ile mukayyeddir. Her iki ayette hüküm aynı olduğu halde sebep farklıdır. Sebep, zıharda hanımından istimtaya dönme isteği, öldürmede ise hata ile öldürmedir.

Bu şık ihtilaflıdır. Hanefî ve Malikîlerin ekseriyetine göre[4] burada mutlak mukayyede hamledilmez, mutlak ile kendi mahallinde mukayyed ile de kendi

konusunda amel edilir. Hata ile öldürmede mümin köle azad edilmesi vacib olurken zıhar keffaretinde mümin olsun kâfir olsun her hangi bir köle azad etmek kâfidir. Sebep farklı olduğu için aralarında tearuz (çatışma) olmaz. Öldürmede mümin köle olması şart kılınarak katile ağırlaştırma münasip görülmüş, zıharda aileyi muhafaza etmek için hafifletme ve kolaylaştırma münasib görülmüş olur.

Şafiî ve Han belilere göre bu halde de mutlak mukayyede hamledilir, do-layısıyle hem zıhar keffaretinde hem de hata ile öldürme keffaretinde mümin köle azad etmek vacib olur, kâfir köle yeterli olmaz. Çünkü her iki nasda da hükmün aynı olması mutlakın mukayyede hamlini gerektirir. Tâ ki aynı şey hakkında vârid olan naslar arasında muhalefet olmasın, çünkü birbiri üzerine bina edilmesinin vacib oluşu açısından Kur´an-ı Kerîm´in hepsi de tek kelime gibidir.

Başka bir misal. Müdâyene (borçlanma) şahitleri hakkındaki "Erkekleri­nizden iki kişiyi şahit tutun." (Bakara: 2/282) ayeti ile ric´î (dönüşü olan) talakta hanımına dönerken şahit tutulmasına dair "Sizden âdil olan iki kişiyi şahit tu­tun." (Talak: 65/2) ayetinde hüküm aynıdır: İki kişiyi şahit tutmanın vacib ol­ması. Sebep ise farklıdır: Birinci ayette borçlanma ikincisinde ric´at = dönüş­tür. Bu sebeple Hanefîlere göre mutlak mukayyede hamledilmez.

Özet olarak: Hanefîlere göre sadece bir halde mutlak mukayyede hamledi­lir, o da hükmün ve sebebin aynı olması halidir. Hükmün veya sebebin veya her ikisinin de farklı olduğu diğer üç halde ise hamledilmez, mutlak ile mutlak olarak, mukayyed ile mukayyed olarak kendi konularında amel edilir.

3. Emir

Emir: Bir şeyin yapılmasının taleb edildiğine delâlet eden lafızdır. Bu, emir sîğasıyle olabilir. Mesela "Akidleri yerine getirin." (Maide: 5/1); "Allah´tan hakkıyle korkun." (Âli imran: 3/102); "Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin" (Bakara:2/43) gibi. Başına emir lamı gelmiş muzari sîğasıyle olabilir. Meselâ "Vaklıklı olanlar varlıklarından harcasınlar." (Talak: 65/7); "Sizden kim o aya erişirse orucunu tutsun." (Bakara: 2/185); "Nezirlere vefa göstersinler ve Kabeyi tavaf etsinler." (Hac: 22/29) gibi. Kendisinden talep kastedilen haber cümlesiyle olabilir[5] Meselâ "Anneler çocuklarını tam iki yıl eınzirirler" (Bakara: 2/233). Bununla emzirme emri ve annelerden talep edilmesi murad edilmiştir. "Allah kâfirler için müminler üzerine asla bir yol kılınayacaktır." (Nisa: 4/141) ayetiyle müminlere kâfirlerin kendilerine hükmetmesine imkan vermemelerini emretme murad edilmiştir.

Emrin mucebi ve muktezası (gereği):

Emrin mucebi emredilen şeyin vacib olması veya emredilen veya haber verilen fiilin yapılmasının kesin şekilde talep edilmesidir. Ancak emrin vücub-dan alınıp nedb, ibaha, irşad, inzar ve tehdid, dua veya taciz gibi başkasına çevrildiğine delâlet eden bir karine bulunursa vücub ifade etmez.

Nedb,ifade ettiğine misal: "Onlarda (köleler) hayır gördüyseniz hemen onlarla mükatebe yapın." (Nur: 24/33/ ayeti kölelerle kitabet anlaşması yapma­nın mendup olduğunu ifade eder..

İbahaya misal: "Yiyin, için" (A´raf: 7/31), "Helal olanlardan yiyin" (Müminun: 23/51). Yeme içme mubah olur, vacib olmaz. Çünkü bu insanın tabiatına bırakılmıştır. Ancak açlıktan ölme tehlikesi olursa canı kurtarmak için yemek vacib olur.

İrşada misal: "Erkeklerinizden iki şahit tutun." (Bakara: 2/282) ayetindeki alış-verişe şahit tutma emri ile "Ey iman edenler belirli bir zamana kadar birbi­rinize bir borçla borçlandığınız zaman onu yazın." (Bakara:2/282) ayetindeki borcu yazma emri bir irşaddır. Bu emrin irşad olduğuna dair karine ise bir son­raki ayette gelen "Eğer birbirinize emin olmuşsanız kendisine inanılan kişi, üzerindeki emaneti versin." (Bakara: 2/283) kısmıdır.

Tedibe misal: Peygamberimizin Ömer bin Ebî Seleme´ye söylediği "Oğ­lum ! Besmele çek, sağ elinle ye ve önünden ye" sözleridir.

İnzar ve Tehdîde misal: "İstediğinizi yapın." (Fussılet: 41/40) "De ki: istifade edin yiyin için çünkü varacağınız yer cehennemdir" (İbrahim: 14/30)

Duaya misal: "Ya Rabbi! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet" (A´raf: 7/89).

Tacize misal: "Onun benzeri bir sure getirin." (Bakara: 2/23).

Emir sığasının delâleti:

Bu hususta alimlerin iki görüşü vardır[6] Cumhura göre mutlak emir, ne "bir defa" ne de "tekrar" ifade etmeksizin emredilen fiilin yapılmasını talep et­mekten fazla bir şeye delâlet etmez. Çünkü emredenin maksadı emredilen şeyin yapılmasıdır. Bu da kişinin onu her hangi bir vakitte bir defa yapmasıyle ta­hakkuk eder. Bunun delili, Arap dili alimlerinin emrin sadece "müstakbelde ya­pılmasını talep etmek" olduğu üzerinde icmâ etmeleridir. Çünkü mutlak emir bazan oruç ve namaz ayetlerinde olduğu gibi şer´an, "Hayvanımı muhafaza et" sözünde olduğu gibi örfen tekrar ifade eder; bazan da hac ayetinde olduğu gibi şer´an, "eve gir" sözünde olduğu gibi örfen sadece bir defa olmasını ifade eder. Böylece mutlak emir "bir defa" ile "tekrar" arasındaki ortak noktada hakikattir ki o "fiilin yapılmasını istemek" tir.

Ancak emrin tekrarı ya emrin tekerrür eden bir şarta bağlanmasından anlaşılır. Meselâ "Sizden kim o aya erişirse onu (orucu) tutsun" (Bakara: 2/185) ayet-i kerimesinde oruç tutma talebinin tekran onun tekrarlanan bir şarta yani "aya erişilmesine" bağlanmasından anlaşılmaktadır. "Cünüp iseniz temizlenin." (Maide: 5/6) ayetinde ki emir de böyledir. Veya hükmün bir illete veya emredilen şeyin sebebine dayandırılmasından anlaşılır. Meselâ "Güneşin dönmesinde namaz kılın." (İsra: 17/78), "Zina eden kadın ve zina eden erkek­ten her birine yüzer sopa vurun" (Nur: 24/2) ayetlerinden birincisinde sebep ikincisinde illet yenilenip arttıkça tekrarlanır.

Malikîlerin çoğuna göre emir lafız olarak "bir defa" ya delâlet eder ancak tekrara ihtimali vardır. Çünkü emre uymuş olma bir defa ile hasıl olur. Tekrar ihtimali anlaşılmasaydı, Rasûlullah´ın "Ey insanlar Allah size haccı farz kıldı, haccedin" emri üzerine Akra bin Hâbis´in "Her yıl mı ya Rasûlallah" sualinin bir manası olmazdı ve bu sualinden dolayı ayıplanırdı.

Bu ihtilafın semeresi şu fer´î meselede görülür: Bir koca, talak hakkını hanımına devrederek "Kendini boşa" dese, "emir tekran gerektirir" diyenlere göre bu kadm kendini bir, iki ve üç talakla boşayabilir. "Tekrarı gerektirmez" diyenlere göre ise bu hanım sadece bir talaka malik olur.

Emrin delâleti fevrî midir terâhî midir? ´

Fevr, emrin akabinde gecikmeden derhal emredileni yapmak demektir. Terâhî ise emre derhal imtisal etmeyip geciktirmektir.

Emrin delâletinin fevr veya terâhî üzre mi olduğunda ihtilaf edilmiştir[7]

Malikî ve Hanbelîlerde mezhepde zahir olan, mutlak yani fevr veya terâhî üzre olduğuna dair bir karine bulunmayan emir, nehiyde olduğu gibi fevrîdir. Çünkü Allah (c.c), Adem (a.s.) e secde etmediği için îblis´e "Sana emrettiğim vakit seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (Araf: 7/12) diyerek onu zemmetti. Emir fevr ifade etmeseydi bu zemme müstehak olmazdı.

Hanefîlerde sahih olan mutlak emir terâhî üzre/Şafiîlerde râcih olan görüş ise mutlak emir ne fevr ifade eder ne terâhî, Çünkü fevr ifade edeni de etmeyeni de vâriddir, fevr ile de terâhî ile de takyidi sahih olur. Bu sebeple mutlak emir her iki manada hakikat kabul edilir ki bu da iştirak ve mecaza düşmemek için mutlak emrin "emredilenin yapılmasını talep etmeyi" ifade etmesi demektir.

Bazı âlimlerce tercih edilen görüşe göre emrin kendisi fevre veya terâhî ve delalet etmez. Bu ancak karinelerden anlaşılır. Lakin "Siz de hayır işlerine koşun" (Bakara: 2/148) ayet-i kerimesi gereğince evlâ ve efdal olanı derhal emrin edasına koşmaktır. Bir vakitle sınırlandırılmış vaciblerde fevriyyet, ox vacib için ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini belirten bir vakit tayin edilmesinden anlaşılır. Hayırlı işlere ait emirlerde ise "Rabbinizin affına

koşun" (Âli imran: 3/133), "Hayırlı işlere koşun" (Bakara: 2/148) gibi ayetlerden anlaşılır.

İhtilafın semeresi: Allah (c.c.) "Haca ve umreyi Allah için tamamlayın" (Bakara; 2/196) buyurduğu için Malikî ve Hanbelîlere göre haccın edası imkan bulunduğu zaman fevrîdir. Şafiîlere göre terâhî üzredir. Çünkü hac hicrî doku­zuncu senenin sonunda farz kılındığı halde Rasûlullah (s.a.) ancak onuncu se­nede haccetmiştir. Ebu Hanîfe ve Ebu Yusuf a göre ise sünnette vârid olan Hâkim ve Beyhakî´nin Hz. Ali´den rivayet ettikleri "Menolunmadan önce hac­cediniz" gibi hadislerin karine olarak delaletiyle haccın edası fevrîdir.

Zekat emrinin muktezasınca Malikî ve Hanbelîlere göre zekat da fevrîdir. Şafiî mezhebinde de öyledir, çünkü zekatı alacak hak sahiplerinin acil ihtiyacı vardır. Hanefîlerde mutemed olan görüşte ise zekatın edası terâhî üzredir.

4. Nehy

Nehy: Bir fiilin kat´î bir şekilde yapılmamasının talep edildiğine delâlet eden şeydir. Nehy üslupları: Nehy ya o bilinen sîğasıyle olur. Meselâ "Yetimin malına yaklaşmayın." (En´am: 6/152); "Aranızda mallarınızı haksız yollarla yemeyin." (En´am: 6/151) ayetlerinde olduğu gibi. Veya "Size meyte ve kan haram kılındı." (Maide: 5/3), "Annneleriniz ve kızlarınız...size haram kılındı." (Nisa: 4/23) ayetlerinde olduğu gibi "Haram" lafzıyle gelir veya "Ey iman edenler kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl olmaz." (Nisa: 4/19); "Verdiklerinizden (mehirlerden) bir şey almanız size helal olmaz." (Bakara: 2/229) ayetlerinde olduğu gibi "helal olmadığı" nı ifade etmek şeklinde veya "Günahın açığını da gizlisini de terkedin." (En´am: 6/120); "O haldepislikten-putlardan sakının, yalan sözden sakının." (Hac: 22/30) ayetlerinde olduğu gibi terkedilmesini talep eden bir emir siğalanyle olur.

Cumhura göre, emrin mucebi îcab (vacib kılınması) gibi olduğu nehyin mucebi de tahrimdir (havam kılınması) ve nehyedilen şeyin yapılmaması lazım gelmesidir. "Ey iman edenler Allah´ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın" (Maide: 5/87) ayetinde olduğu gibi karine bulunursa nehiy "kerahet" manasına alınabilir. Burada karine kişinin nefsini helal şeylerden menetmesinin mekruh olup haram olmamasıdır, çünkü bu insanın tabiatına bırakılmıştır.

Nehy sîğası "Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma." (Âli imran: 3/8) ayetinde olduğu gibi "dua" manasında, "Ey iman edenler! Allah´ın afvettiği şeyleri sormayın." (Maide: 5/101) ayetinde olduğu gibi "irşad" manasında "Sakın (o kâfirlerden) bir takımlarını faydalandırdığı­mız şeylere iki gözünü dikme." (Hıcr: 15/88) ayetinde olduğu gibi "tahkir", "Zalimlerin yaptıklarından Allah´ın gafil olduğunu zannetme sakın." (İbrahim: 14/42) ayetinde olduğu gibi "akıbeti beyan" etme veya "Ey kâfirler! bugün özür dilemeyin. Siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz." (Tahrim: 66/7) ayetinde olüuğu gibi yeis manasında olabilir[8]

Nehyin delâletinin fevr ve tekrar üzre olması:

Nehyin delâletinin fevr ve tekrar üzre olup olmamasında âlimlerin iki gö­rüşü vardır[9]

Şafiîlerden Râzî ve Beydavî´ye göre nehy ne fevre ne de tekrara delâlet etmez. Çünkü bazan "Zinaya yaklaşmayın" ayetinde olduğu gibi tekrar için vâ-rid olduğu halde, bazan da doktorun "Etle beraber süt içme" sözündeki gibi adem-i tekrar için varid olur. İştirak ve mecaz da aslın hilafı olduğuna göre nehy kadr-i müşterekte hakikat olur ki o da nehyedilen fiilin terkedilmesidir.

Cumhura göre ise -ki meşhur ve râcih olan budur- nehy tekrar ve fevr ifade eder. Bu da nehyedilen fiilin derhal ve daima terkini gerektirir. Çünkü matlub olan "terketme" ancak devamlı olursa gerçekleşir, tekrar nehye uymuş olmak için zarurîdir. Fevr de böyledir. Çünkü bir fiil nehyetmek, ondaki zararı defetmek için onu haram kılmaktır ki derhal uyulması vacibtir. Bu imtisal de ancak tekrar ile ve fevr üzere olursa tahakkuk eder.

Velhasıl mutlak nehy sığası fevr ve tekrarı gerektirirken mutlak.emir sî-ğası ne fevr ne de tekrarı gerektirmez.

Fıkıh usûlü âlimleri, şer´î naslarda ve küllî esaslarda yer alan şeriatın prensiplerinden, şer´î hükümler ve onların illet ve sebeplerinin taranmasından istifadeyle bir takım kaideler ortaya koymuşlardır ki bunlar hakkında nas olmayan meselede ictihad ve istinbat ederken göz önünde bulundurulur.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Usûlü Pezdevî: 1/79.

[2] et-Tevzîh: 1/63.

[3] Müsellemü´s-Subûr. 1/289.

[4] Malikî usûlcülerinin zikrettiği budur (ez-Zehîra: s. 97). Ancak Maliki mezhebinin fıkıh âlimlerinin kabul ettiği görüşe göre zıharda azad edilecek kölenin mümin olması şarttır, kâfir köle yeterli olmaz (eş-Şerhu´s-sağîr. 2/645).

[5] Keşfü´l-Esrâr: 2/101; el-İhkam: 2/6; Şerhu Tenkîhu´l-Fusûl: s. 126; tl-Medhal ilâ Mezhebi Ahmeci. s. 101.

[6] Müsellemü´s-Subût. 1/310; Şerhu Tenkîhu´l-Fusûl, Karafî: s. 130; el-Mustasfa: 2/22; el-MedhaL ilâ Mezhebi Ahmed: s. 102; İrşâdü´l-Fuhûl: s. 102.

[7] Usûlü Serahsî: 1/26; Şerhu Tenkîhu´l-Fusûl: s. 128; Şerhu´l-îsnevî: 2/52; el-Uhdefî usûli´l-Fıklı: Eby Ya´tâ: 1/281.

[8] Müsellemü´s-Sübût: 1/329; el-İhkâm: 2/32; el-Medhal ilâ Mezhebi Ahmed: s. 106.

[9] Şerlm Tenkîhu´l-Fusûl, Karafî: s. 168; ŞerhuUsnevî: 2/63; el-Uhdefî usûli´l-Fıkh: 2/428.