Mısırlı Mariye

Rasûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu: «Mısır halkı hakkında birbirini­ze hayır tavsiyesinde bulunun. Çünkü onların bîr emniyet ve akrabalık hakkı vardır.»[1]

Rasûlüllah´ın evlerinden pek de uzak olmayan bir evde mü´minle­rin annesi lakabıyla anılmayan, ancak diğerlerine nasib olmayan ´bir şerefle, Rasûlüllah (S.A.V)´in oğlu İbrahim´e anne olmak şerefiyle mü­kâfatlanan bir cariye vardı.

Bu muhterem kadın Rasûlüllah (S.A.V)´in Mescide bitişik evlerin­den birinde oturmamakla beraber, bu evlerde oturanlar üzerinde göz­le görülür bir etkisi vardı.

Bu cariye kimdi? Rasûlüllah (S.A.V)in hayatına nasıl girmişti? Bu hayatta ne gibi bir değeri vardı?

Mariye binti Şem´ûn, yukarı Mısır´da Ensîna ülkesinde, Eşmünîn´in karşısında ve Nil nehrinin doğu kıyısındaki Hafn köyünde, Kıbtî bir ba­ba ve Roma´h hristiyan bir anneden dünyaya geldi.

Gençliğinin ilk günlerinde kız kardeşi Şîrînle beraber, Kobt kavmi­nin ulusu Mukavkrs´m sarayına götürülmeden önceki hayatını bu köy­de geçirdi.

Mariye, bu saraya geldikten sonra Arab yarımadasında, yeni se­mavi bir dine çağıran bir peygamberin çıktığını duydu. Bu peygamberin elçisi Hatib b. Ebî Beltea, Rum Kayserinin İskenderiye valisi Mukav-kis´a bir mektup getirdiğinde Mariye sarayda idi.

Hâtıb´a, Mukavkıs´m huzuruna girme izini verildi, O da şu meal­deki mektubu takdim etti:

«BismiIIâhirrahmanirahîm,

Allah´ın kulu ve Rasülü, Muhammed´den, Kıbtilerin büyüğü Mu-kavkısa:

Hidâyete uyan, doğru yolu tutanlara selâm olsun.

Ben seni İslâm davetiyle müslümanlığa davet ediyorum.

Müslüman ol, selâmeti bul ki, Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin. Eğer bu davetimi kabu etmez, ondan kaçınırsan, Kıbtîlerin günâhı senin boynuna olsun.

De ki : Ey Kitab ehli, geliniz, aramızda ve aranızda eşit ve ortak bir kelimede birleşelim ve Allah´dan başkasına tapmayalım. O´na hiç bir şeyi ortak tutmayalım. Allah´ı bırakıp da birbirimizi rab tanımaya­lım.

Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlefse, siz şahid olunuz ki bizler, muhakkak müslümanlarız, deyiniz.»

Mukavkıs mektubu okudu, hürmetle dürdü, fi! dişinden bîr kutu­nun içine koyarak bir cariyesine verdi.

Sonra Hâtrba döndü, onun peygamberimizden bahsetmesini ve onun vasıflarını anlatmasını istedi. Hâtıb bu işi yapınca bir süre´ dü­şündü ve şu sözleri söyledi :

«Ben bir peygamberin daha geleceğini biliyordum ve bu peygam-ber´in Şam´dan çıkacağını zannediyordum. Çünkü peygamberler hep Şam arazisinden çıkmışlardır. Şimdi ise onun Arabistan´dan çıktığını görüyorum... Kıbtîler ona uymak hususunda beni dinlemezler.»

Mukavkıs saltanatının elinden gideceğinden korkuyordu. Kâtibini çağırıp peygamberimizin mektubuna şu cevabı yazdırdı :

«... Mektubunu okudum ve içinde bildirdiğin, kendisine davet et­tiğin şeyleri anladım. Ben bir peygamberin daha çikacağını biliyordum, ama onun Şam´dan çıkacağını zannediyordum...

Elçine ikramda bulundum, onu ağırladım. Sana kıbtîler yanında çok değerli olan iki cariye, elbiseler, binmen için bir katır gönderiyorum. Sana selâm olsun.»

Mukavkıs mektubu Hâtıba verdi. Kıbtîlerin dinlerine çok bağlı ol­duklarını, aralarında geçen konuşmaları saklamasını, kıbtîlerden hiç birinin bu konuşmalardan bir kelime bile duymamaları gerektiğini rica yollu bildirdi.

Hatib, yanında Mukavkısın hediye ettiği iki cariye, Mariye ve kiz-kardeşî Şirin, bir hadım köle, bin miskal altın, MıSır dokuması halis yir­mi elbise, Düldül isimli beyaz bir katır, kokulu Mısır balı bir miktar misk, anber ve güzel kokular olduğu halde, Rasülüllah (S.A.V)´in yanı­na Medine´ye döndü.

İki kız kardeş vatandan ayrılmanın acısını duymaya başladılar. Gözlerini doldura doldura sevgili yurtlarını seyrettiler. Son işaretler kayboluncaya kadar baktılar. Sonunda çocukluklarının ve gençliklerinin flk günlerinin geçtiği bu yerlerden ayrılmanın acısıyla göz yaşlarını bırakiverdiler.

Hâtıb bu iki genç kızın ayrılık acısıyla duydukları ızdırabı anlayış­la karşıladı. Onlara Arab ülkelerinin köklü tarihinden bahsetti. Asırlar boyu zaman mefhumunun Mekke ve Hicaz etrafında ördüğü kıssaları, mitolojik olayları anlattı. Sonra sözü döndürüp Rasûlüliah (S.A.V)´e ge­tirdi. Onu, derin bir imanla, sadık bir bağlılıkla anlattı, anlattı. İki genç kızın kalbi, duydukları bu şeyler sebebiyle, İslâm´a ve onun şerefli Peygamberine açıldı.

Kendilerini karşılayacak yeni hayat ve Hâtıb´ın Mukavkıs´tan geti­receği cevabı Medine´de bekleyen yüce Peygamber hakkında düşün­ceye daldılar. El-İsâbe´de İbn-i Sa´d´dan gelen bir rivayete göre Hâtıb Mariyeye ve kardeşine müslüman olmalarını teklif etmiş, ikisi de müs-lümanlığı kabul etmişlerdir.

Küçük kafile Hicretin yedinci yılında Medine´ye vardı. Rasûlüliah (S.A.V)´de Kureyş´le Hudeybiye antlaşmasını yapmış ve geri dönmüş­tü.

Rasûlüliah (S.A.V) Mukavkıs´m mektubu ile hediyelerini aldı.

Mariye´yi beğenip kendisine alıkoydu. Kız kardeşi Sirîn´i ise şâiri Hassan b. Sabit´e verdi.

Rasûlüliah (S.A.V)´e, Mısır´ın Nil vadisinden kıvırcık saçlı, gayel güzel ve cazibeli bir kızın hediye olarak gönderildiği, onun da bu kızı Mesöid´e yakın bir yerde olan Harise b. Nu´inan´ın evinde konaklattığı haberi Rasûİüİlah´ın diğer zevcelerine ulaştı.

Bu yeni genç kadından bir tehlike gelmeyeceğini kendisine kabul ettirebilmek İçin Aîşe kendisini zorladı. Netice itibariyle bir ulunun di­ğer bîr uluya hediye ettiği garib bîr kızcağızdan başka bir şey değildi.

Ancak, Rasûlüllah [â.A.Vyin bu aniden çıkıp gelen MıSır´İı cariye­ye İhtimam göstermesi karşısında endişe duymuyor da değildi. Rasû-lüllah´ın sık sık onun yanına gidip gelmesi, böö vakti olursa yirmi dört saatini onun yanında geçirdiğini görmesi sabrını taŞırıyordu.

Bir yıl veya bir yıla yakın bir zaman geçti. Mariye Rasülüllah tB.A.Vδin gösterdiği ihtimamdan çok mutluluk duyuyordu. Onu hima­yesine almak Rasûlüllah´ı huzurlu kılıyor. Rasûlüliah (S.A.V)´in diğer mü´minlerin anneleri gibi kendisini de tesettüre alması Marlye´yİ hoş­nut ediyordu.

Arzularını, hatıralarını, hatta bütün varlığını, kaderin süre tanı­maksızın kendisine bağladığı bu ulu efendinin şahsiyeti içinde eritmiş, yoketmişti. O kendisi için hem efendi, hem sahih, hem aile, hem de vatan idi. Bütün istediği onun hoşnutluğunu kazanabilmekti.

Varlığında Mısır´ın cazibesini, kokusunu, güzelliğini taşıyordu.

Kendisi gibi .bir Mısırlı olan Hz. Hacer´in kıssasını tekrar tekrar dinlemek, hatırlamak çok hoşuna gidiyordu. Zira Hacer Nil vadisinden gelmiş, efendisi Hz, İbrahim´den bir çocuğu olmuş, bu ise İbrahim´in ilk hanımı Hz. Sâre´nin kıskançlığını celbetınişti. Zevci´ne yaptığı de­vamlı ısrarlar neticesinde o da Hacer´le oğlunu bu mukaddes toprakla­ra getirip bırakmıştı, tek başlarına bu bitki bitmez kurak araziye, Ka­be´nin kutsal arazisine...

Mariye, Hacer´e Zemzemin yerden kaynaması hediyesini veren ilâhî olayın anlatılmasını da çok seviyordu. Bu kutsal suyun kaynaına-sıyla Arap yarımadasında nasıl yepyeni bir hayat başlamıştı.

Safa ve Merve tepeleri arasında koşması, hem cahîlîyet, hem de İslâm dönemlerinde hacc´ın rükünlerinden sayılarak nasıl Hacer tarih boyunca yaşamıştı.

Yalnız kaldığında Mariye, Hacer´in Mısırlı oluşu ve Hz. İsmail´in ve bütün Arapların annesi oluşu üzerinde düşünmeyi adet haline ge­tirmişti. Şu benzetmeyi yapmakla yanllmıyordu : İkisi de Mısır´h birer cariye idiler. Hacer, Sâre tarafından bir peygamber olan Hz. İbrahim (A.S)´a hediye edilmiş, Mariye ise Mukavkıs tarafından sofi peygambe­re hediye edilmişti. İkisi de evine girdikleri bu iki peygrhaberlerin meşru zevcelerinin kıskançlığını kabartmışlardı.

Ancak Hacer İbrahim aleyhisselâm´a bir çocuk doğurmuştu. Ma= riye de peygamber efendisine bir çocuk hediye edebilir miydi?

Ne olmaz bir arzu idi bu... Ne u£ak bir ihtimâl..!

Rasûlüliah (SAV) Hz. Hatice´nin vefatından sonra on kadınla ev­lenmişti. Bunların kimisi genç,- kimisi olgundu. Aralarında çocuklu olanları vardı. Ama ecelin, kızı Fatıma hariç, Hatice´den olan bütün ço­cuklarını elinden aldığı Hz. Peygamber´e hiç birisi çocuk hediye ede­memişlerdi.

Rasûlüliah (SAV) altmışına yaklaşmıştı. Ön tane zevcesîyle .ge­çen seneler sonunda çocuğunun olması.ümidini yitirmiş gibi görünü­yordu.

Hacer´in İsmail´e anne olması gibi Mariye de anne olabilir miydi acaba?

Bu vehimden de uzak bir arzu, serab gibi bir istek değil miydi?

Mariye, RasûSüllah (S.A.VJ´in hayatına girişinin ikinci senesine girdiğinde Hz. Hacer´i, Hz. İsmail´i, Hz. İbrahim´i düşünmekten geri durmadı.

Aniden hamile olduğu vehmine kapıldı. Sonra duygularını yalanla­dı. Kendi kendine bunun zihnine yerleşen anne olma arzusundan ve de-vamlı Haceı-´le İsmail aleyhisselâm´ı düşünmekten doğan bir hayal ol­duğuna karar verdi.

Durumdan şüphelendiği ve bunun bir gerçek mi, yoksa uyanive-rince kayboluverecek bir rüya mı olduğuna karar veremediği için bir ay sonra, bir ay daha durumu gizledi. Tâ içinde bir şeylerin kımıldadı­ğını hissedinceye, yalanlanmıyacak kadar açıklık kazanıncaya kadar bekledi.

Durumu önce kardeşi Sîrîn´e açtı. O ise bunun bir vehim ve hayâl olmayıp dipdiri bir yavrucuğun belirtileri olduğunu teyidetti.

Mariye sevincinden uçacaktı. Şunu iyi biliyordu ki, Allah´ın yüce dergâhına yaptığı dualar kabul olmuş, olmaz zannettiği arzusu gerçek­leşmişti.

Rasûlüllah (S.A.V) yanına gelinceye kadar sevinç sarhoşluğuyia yaşadı. O gelince de vakit geçirmeden vücudundaki küçük canimin var­lığını bir sır gibi anlattı.

Rasûlüllah (S.A.V) Mariye´nin zaman zaman içinin bulandığını, ye­mekten içmekten kesildiğini hatırladı. Bunlar daha önce Hatice´nin her hamile kalışında gördüğü geçici hallerdi ama Mariye´de gördüklerinin bedenî bîr sıkıntıdan meydana gelen, devamlı bir rahatsızlık zannet­mişti.

Sevinç pıriltılanyla ışıdı nurlu yüzü. Kızları Rukiyye ve Ümmü Gül­süm ile oğulları Abdullah ve Kasim´in ölümlerinden sonra yakında kay­bettiği değerli kızı Zeyneb´in kaybının hemen ardından kulu ve Rasûlü-ne bu güze! ihsanı lâyık gören yaratıcısına şükretti.

Sübhan olan Allah... Kudreti erişilmez, ululuğuna yetişilmez, âyet­lerinin sonu gelmez Allah... Rahmeti kulu Muhammed Mustafa (S.A.V)´i kuşatmıştı. Nitekim daha önce de kullan İbrahim ve Zeke-riyyâ´yı rahmetiyle kuşatıp onlara yaşlı hallerinde evlât ihsan etmişti.

İbrahim aleyhisselâm hakkında şöyle buyuruyordu.

«İbrahim´in, ağırlanan konuklarının haberi sana geldi mi? Bir za­man onun yanına girmişler: ´Selâm!´ demişlerdi. ´Selâm, siz tanınma­mış bir topluluksunuz´ dedi. [Konuklarına yemak hazırlamak için) giz­lice ailesinin yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi. On(dan yaptığı ye-meğ)i önlerine yaklaştsrdi, ´yemez misiniz?´ dedi. (Yemediklerini gö­rünce) onlardan içine bir korku düştü. ´Korkma´ dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler. Karısı (Sâre) çığlık çığlığa geldi, yüzü­ne vurarak1, ´Kısır bir yaşlı kadınım (nasıl çocuğum olur?)´ dedî. Dedi­ler ki: ´Rabbın böyle dedi.O Hikmet Sahibidir, Bilendir.» [2]

Zekeriye aleyhisselâm´a verilen müjde hakkındaki âyetlerinde de şöyle buyuruyor:

«Allah buyurdu: ´Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdeleriz ki, adı Yahyâ´dn". Daha önce hiç kimseye onun adım vermedik´. Zekenyya: ´Rabbîîn, benim nasıl oğlum olur? Karım da kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınınca vardım´ dedi. ´Evet öyledir, fakat Rabbin, ´o bana kolaydır, daha önce sen de hiç bir şey değilken seni yaratmıştım´ buyurdu.»

Mariye yaşlı bir kadın değildi. Nitekim Rasûlüllah (S.A.V) de yaş-.lılığın son sınırına varmış kısır birisi değildi. İkisinin de müşterek ha­yatı sevinç ve beğeni ile doldu, taştı.

Rasûlüilah (S.A.V]´in Mısır´iı IVlariye´den bir çocuğunun olacağının haberi Medine´nin her tarafına kısa sürede yayıldı. Bu haberin Rasû-lûHah´ın zevceleri üzerinde şok tesiri yaptığının okuyucularca anlaşıl­dığını söylemeye gerek yok.

Kendileri Rasûlüllah (S.A.V)´Ie birlikte yıllarca yaşadıkları o Medine´de bir sene kaldıktan sonra hamile kalsın ha..?

Aralarında Ebu´Bekir´le, Ömer, Sefer azığının kızları, Abdül-Mutta-Hb´in torunu da bulunan mü´rninlerin anneleri çocuk doğurmasınlar da Cenabı Hakk bu büyük nimet için şu yabancıyı seçsin ha..?

Rasûlüllah (S.A.V) Mariye hakkmda endişelendi ve onu, rahatını sağlamak, tehlikelerden korumak, kendisinin ve karnındaki yavrusunun sıhhatini garantiye almak için Medine´nin Aliye isimli nahiyesine gö­türdü.

Gerek Rasûlüllah (S.A.V), gerek Mariye´nin kız kardeşi Şîrîn, ço­cuk doğum çağına gelinceye kadar Mariye´ye itina ile baktılar. Doğum saati, Hicretin sekizinci yılının Zilhicce ayının bir gecesinde geldi çat­tı.

Rasûlüliah (S.A.V) doğum ebeliği için Ebû Rafî´in hanımı Selma´y! çağırdı. Kendisi de evin bir köşesine çekilip namaza ve duaya başladı. Ümmü Rafi´ müjdeyi getirdiği zaman ona son derece ikramda bu­lundu. Mariye´nin yanına koşup, annesinin kölelikten kurtulmasına se­bep olan yavrusu dolayısıyla Mariye´yi kutladı. Ve Mariye´yi azâd etti. Sonra taşkın bir sevinç ve sevgiyle yavrusunu kucakladı ve ona pey­gamberlerin atasının ismi ile bereket umarak İbrahim ismini verdi.

Medine´nin yoksullarına çocuğun saçı ağırlığınca gümüşü sadaka oiaraı< dağıttı. Doğumun yedinci günü bir koç kesti. Ensar kadınları İb­rahim´i emzirmek için yarıştılar. Rasûlüllah (S.A.V)´in Mariye´ye sevgi­sini bildikleri için onun bütün vakitlerini Rasûlüllah´a tahsis etmesini istediler. Rasûlüllah ta çocuğunu emzirecek kadını seçti. Ayrıca süt­annenin sütü çekilirse sütlerinin yavruya içirilmesi için yedi tane keçi ayırdı.

Ümmü Bürde Havle bint-ı Münzir gelip Hz. İbrahimi, Benî Mazin b. Neccarlar içinde kendi çocuğunun sütüyle emzirip anasına geri çevirıne hususunu Peygamberimizle konuştu.

Gerek Ümmü Bürde Havle, gerek kocası Ebû Seyf Bera´ b. Evs, Adiy b. Neccarlerdandi.

Ümmü Bürde, ilk sıralarda Müslüman olan, Peygamberimize bey´at eden Ensar kadinlanndandı.

Medine´nin AvâÜ = yukVı taraflarında otururlardı.

Peygamberimiz, Hz. İbrahim´e sütanneliği ettiği için Ümmü Bür-de´ye bir hurmalık tahsis etti.

Peygamberimizin Kuf mevkiinde yayılan bir mikdar davar ile Zül-csdr otlağında yayılan sağmal develeri olup her gece onlardan sağılan sütler Medîne´ye getirilir, Peygamberimiz, ondan içer, Hz. İbrahim´e âe gönderir, içirirdi.

Hz. İbrahim, vefatına kadar, sütannesi Ümmü Bürde Havle´nin ya-nmda kalmıştır.

Gün be gün yavrunun büyümesini gözetiyordu. Onun-yamnda kal­binin ısındığını, sevince garkoldüğunu hissediyor ve Mariye´nin dünya­sının da bu yakınlıkta kendisine ortak olmasını arzu buyuruyordu.

Bir gün yavrusunu kucağına alıp Aîşe´ye götürmüş ve nazik bir şe­kilde onu çağırıp yavrucakta babasının tatlılık ve sevimliliğinin bulun­duğunu görmesini İstemişti. Aîşe bundan ziyade üzülmüş, üzüntüsün­den ağlayacak duruma gelmiş, göz yaşını tutmakla beraber ağzından çıkan şu sözlere engel olamamıştır:

«Seninle onun arasında bir benzerlik göremiyorum.»

Rasülülİah (S.-A.V) hemen onun incindiğini anlamış ve Aîşe´ye acı­yarak yavrusuyla birlikte oradan ayrılmıştır.

Kıskançlık ateşi, güzel görünme, kendisini zorlama ve müdara kü­lü altında fırsat gözetiyordu. Ne zaman ki, Rasûlüllah (S.A.V) Hafsa yokken onun evinde Mariye ile bir araya geldi, külün altında ateş kivil-cımlanıp kor haline £jeldi ve etrafı tutuşturdu. Neticede meşhur olay, Rasûlöllah (S.A.V)´in hanımlarından inzivaya çekilmesi olayı meydana geldi.

Mariye´nin.artık bütün isteğine kavuşup rahatladığı zannedilir. Zi­ra Hz. Hacer´in zevci İbrahim aleyhisselâm´a İsmail´i doğurduğu gibi 0 da zevci Rasülü Ekrem´e bir çocuk hediye etmişti.

Halbuki bu olay sonucu hayırlı çıkan kıskançlıkların sıkıntısını ba­şına getirmişti.

Rasûlüllah (S.A.V)´in gönlünü ferahlatan ve mü´minierin ilk annesi Hz. Hatice´den olan oğullarının kaybedilmesinden doğan üzüntüden te­selli bulmasına sebep olan bir yavruyu ona hediye etmek, Mariye´yi mes´ud eden yegâne olaydı.

Enes b. Mâlik der ki : «Ben, ev halkına Resülüllâh Aleyhisselâm-dan daha şefkatli olan bir kimse görmedim.

İbrahim Medine´nin Avâli´sinde süt annesinin yanında bulunuyor-

Resûlüllah Aleyhisselâm, çocuğunu görmeye giderken, biz de ya­nında giderdik.

İbrahim´in süt babası, bir demirci idi.

Onun evi, dumanlandırılmış bir halde iken Resûlüllah, içeri dalar, oğlunu alır, öper, sonra, dönerdi.

Yine Resûlüllah Aleyhisselâm, oğlunun yanına gitmek için yola çıkmıştı.

Ben de, kendisinin arkasından gittim.

Ebû S.eyf´in evine varıp kavuştuğumuz zaman, o, körüğüne asılıp duruyor ve evin içi de dumana boğulmuş bulunuyordu.

Ben hemen Resûlüllah Aleyhisselâmın önünden hızla ilerleyip Ebû Seyf in yanına vardım. Ona (Ey Ebû Seyfi Körüğünü tut, durdur! Resû-luliâh Aleyhisselâm, geldi) dedim. Durdurdu.

Resûlüllah Aleyhisselâm, çocuğu, getirtti, bağrına bastı.

Allah´ın, söylemesini dilediği kadar ona söz söyledi, ona konuştu.

Mariye Rasûlüllah (S.A.V)´in diğer zevceierinin kıskançlığından kurtulamadı.

El-İsabe´de, Amre binti Abdurrahman yoluyla Aîşe (r.anhâ)´dan ri­vayet edilen bir Hadiste Hz. Aîşe şöyle der:

«Mariye´yi hiç bir kadından daha az kıskanmadım. Bunun sebebi şuydu: Bîr kere o güzeldi ve kıvırcık saçlıydı. Dolayısıyla Rasûlüllah (S.A.V) onu beğenmişti. İlk geldiğinde onu, Ensarlılardan Harise b« Nu´-man´m evine İndirdi. Bu durumda benim komşum olmuştu. Raşölüiiahda, gecesi gündüzüyle yirmi dört saatini onun yanmda geçiriyordu. Ben I bundan şikâyetlenince onu Medine´nin Âliye isimli mahallesine taşıdı. i Burada da onun yanına gidip geliyordu. Bu durum bana daha da ağır gelmeye başladı.»

Diğer bir rivayette Aîşe şunu ekler:

«Sonra Allah Mariye´ye çocuk bahşederek onu mükâfatlandırdı. Biz ise bundan mahrum kılınmıştık/^

Mü´minlerin annelerinin Mariye´yi kıskanmak suretiyle ona. ver­dikleri sıkıntı hiç bir zaman münafıkların onun hakkında çıkardıkları de­dikodu kadar üzmedi. Münafıklar Mukavkis´ın hediyesi olarak Rasûlül-lah´a gönderilen Mâbor isimli köleyi dillerine dolayarak iftira etmek is­tediler. Bu Mâbor Hz. Mariye´ye hizmet ediyor, evine lâzım olan odunu ve suyu getiriyordu. İşte Allah´dan korkmayanlar iftiraları için bundan yararlanmak istediler.

Cenâb-i Hakk ise Mariye´yi bu sıkıntısında kendi haline bırakma­dı. Yapılan iftiradan onun uzak olduğuna dair çok kesin bir de!i! hazır-

Hz. Enes (r.a)´den şöyle bir Hadis rivayet edilmiştir:

«Bir adam Rasûiüllah (S.A.V)´in çocuğunun annesi olan Mariye´yle ilişkisi olduğu iddiasıyla töhmet altına alınmıştı. Rasûlülîah (S.A.V) Hz. Ali´ye :

«Git, o adamın boynunu vur» emrini verdi.

Hz. Ali adamı buldu. Bu esnada adam serinlemek için çıplak olarak bir kuyunun içine girmişti. Hz. Ali elinden tutarak çıkardığında onun hadım edilmiş birisi olduğunu gördü... Boynunu vurmadan geri döndü ve :

«Ey Allah´ın Rasûlü, o adam hadım edilmiş birisidir" diye haber verdi...» ´ .

Başka bir rivayete göre ise; Mariye´nin kibtî kölesi yanında barı­nır, ona su ve odun taşırdı.

Halk «Bir yabancının yanına, bir yabancı giriyor!?» diyerek dediko­duya başfadıiar.

Peygamberimiz, halkın bu dedikodusunu işitince. Hz. Ali´yi, oraya gönderdi.

Hz. Ali, Meşrebe´de tatlı su kuyusunun başında Kıbtî´ye rastladı. Kılıcını sıyırıp üzerine doğru vardı.

Kıbtî, Hz. Ali´yi görünce, elindeki su kırbasını atarak hurma ağa­cına tırmandı. Korkusundan, üzerindeki elbisesi yere düştü.

Vücudu açılınca, kendisinin erkeklik uzvunun bulunmadığı, hadım olduğu göründü.

Hz. Ali, hemen kılıcını kınına soktu. Peygamberimizin yanına dön­dü. Kıbtînin durumunu bildirdi.

Peygamberimiz «Şâhİd, gaib´in göremediğini, görür!» buyurdu.

Mariye´nin saadeti bir yıldan biraz fazla sürdü. Sonra yine sıkıntı ve acı kayıp devri başladı.

İki yaşma yaklaşırken İbrahim rahatsızlandı. Annesi telâşlanarak kizkardeşi Sîrîn´i çağırdı. İkisi de üzüntüden âdeta eriyerek yavrucağın döşeği etrafında uykusuz geceler geçirmeye başladılar. Ne yazık ki, onun hayatı yavaş yavaş sönmekteydi. Babası üzüntüsünün şiddetinden Abdurralpman b. Avf´ın elinden tutarak geldi. Can çekişmekte olan yavrusunu Mariye´nin kucağından alıp bağrına bastı. Kalbi mahzun ve çaresizdi. Kederle şu sözleri söyleyebildi ancak:

«İbrahimim, Allah´tan sana gelen hiç bir şeye karşı koyamayız.»

Biricik yavrusunun can çekişmesine bakarak mübarek gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar süzülüyordu. Derin üzüntüsüyle, acıyla kıvranan anneye, yüreği yanan teyzeye katılıyordu.

Gözlerinden yaşlar boşanarak yavrusunun cesedine eğilip öptü. Sonra kendini tutmaya çalışarak :

«İbrahimim, gerçek olan bir emir, dosdoğru bir va´d olmasaydı, önce gelenlerimiz sonra gelenlerimize ahirette kavuşmayacak olsalar­dı, bugünkünden daha şiddetli bir şekilde senin ayrılığına üzülürdük. İbrahimim biz senin ayrılığına çok üzgünüz. Göz ağlar kalb mahzun, ama Rabbimizi kızdıracak bir şeyi söylemeyiz.»

Sonra Mariye´ye üzüntüyle baktı ve onu teselli etti:

«İbrahim benim oğlumdur. O memeden kesilmeden vefat etti. Cennet´te onun süt emme süresini tamamlamak üzere iki süt anne ta­yin olunmuştur» buyurdu.

Rasûiüllah (S.A.V)´in amcazadesi Fadl b.Abbas gelip küçüğün cenazesini yıkadı. Bu esnada İbrahim´in babası Rasûlöllah son derece üzüntülü olarak onu seyrediyordu.

Bir rivayette İbrahim Mazin oğulları yurdunda süt annesi Ümmü Bürde Havle binti Münzir b. Zeyd´in evinde vefat etti. Genazeyi bu süt anne yıkadı. Cenaze onun evinden alınıp küçük bir tabuta kondu. Ce­naze namazını Rasûlüllah (S.A.V) dört tekbirle kıldırdı. Sonra cenaze­nin ardından Baki´ kabristanına kadar yürüdü. Kabre bizzat kendi eliyle koydu. Kabrin toprağını düzelterek üzerine su dökmelerini emretti.

Cenazeyi taşıyanlar Medine´ye endişeyle döndüler. Zira gündüz olduğu halde ortalık kararmış ve güneş tutulmuştu. Bazıları da :

«Güneş, İbrahim´in ölümü sebebiyle tutuldu» demeye başlamışlardı.

Bu sözier Rasûlüllah (S.A.V)´in kulağına gelince, Ashabına dönerek

«Güneş ve ay Allah´ın âyetlerinden iki işarettirler. Hiç kimsenin ne ölümü, ns de dirisi için tutulmazlar» buyurdu.

Yarasını büyük kalbine gömdü, Allah´ın takdirine boyun eğdi. .

M ar i ye evine çekildi. Sabrın güzelliğine sarıldı, Rasûlüllah´ın kal­bindeki evlât acısı yarasını kanatrnamaya dikkat etti. Sabrı taştıkça Ba­ki´ kabristanına gider, kaybettiği yavrusunun kabri başında rahatlama­ya çalışır,.göz yaşı dökerek acısını azaltmak isterdi.

Rasûlüüah (S.A.V) İbrahim´in onuncu yıldaki ölümünden sonra çok yaşamadı. On birinci Hicrî yılın Rebiû´l-Evvel ayında rahatsızdandı ve Rabbinin yüce huzuruna göçetti. Mariye artık tamamen inzivaya çekil­miş gibiydi. Hemen hemen kız kardeşi Sînn´den başkasıyla görüşmü­yor, Sevgiii Efendisinin mesciddeki,´yavrusunun Bakî´ kabristanındaki kabirlerini ziyaret etmesi dışında evinden dışarı çıkmıyordu.

Hicretin on altıncı yılında vefat ettiğinde müminlerin emiri Ömer halkı onun cenaze namazı için toplayıp namazını kıldırdı ve Bakî´ kab­ristanına defnetti.

Her nefis ölümü tadacaktır. Rasûlüllah (S.A.V)in hayatına girmesi ve Allah´ın İbrahim´i vererek ona annelik gibi bir bağışda bulunması Mariye için yeter de artardı bile.

Mazinin derinliklerinde Hz. Hacer´le başlayan Arabistan ve Mısır arasındaki alâkayı desteklemiş ve yenilemiş olması da şeref olarak Mariye´ye yeterdi. Bunun için Peygamberlerin sonuncusu Efendimiz, Mariye´nin kavmi hakkında şu vasiyeti yapmışdı:

«Kıvırcık siyah saçlı, medeniyete sahip zimmet ehli hakkında Ai-iah´dan korkun. Zira onların soy ve akrabalık bağı vardir.»

Müslim Rasûlüllah (S.A.V)´in Mısırlılara vasiyeti babında, Ebû Zerr´den rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte, Rasûlüliah şöyle buyurur :

«Siz Mısır´ı fethedeceksiniz... Orayı fethettiğiniz zaman ahalisine iyi muamele ediniz. Çünkü onların bir zimmet (müslümanlarm emniye­tine ssğsnîTia) ve rahim (kan akrabalığı) hakkı vardır veya «bir zimme-: ve sihrîyyei [evlenmekten dolayı akrabalık) hakkı vardır.»

Rasûlüllah (S.A.V) bu vasiyeti miras olarak bıraktı. Rivayete göre Hasen b. Ali (R.A) Muaviye´yle aralarında sulh yaptıkları zaman, İbra­him´in dayılarının bulunduğu Hafn köyü halkından haraç vergisini kal­dırmasını istemiştir.

Yine rivayete göre, Mısır´ın fethinden sonra oraya geien Ubâde b. es-Samit (R.A) bu köyü aramış, Mariye´nin evinin yerini bularak oraya bir cami yaptırmıştır. [3]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hadisi Şerif

[2] Kur´an-ı Kerim, ez-Zâriyat Sûresi, 24-30.

[3] Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabiler), Uysal Kitabevi: 3/171-183.