Mekke´nin Fethi

Fetih Seferinin Tarihi ve Mevkii

Mekke´nin fethi seferi, Hicretin 8. yılında Ramazan ayında vuku bulmuştur.[1]

Mekke; Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde olup, Batlamyus´a göre, Mağrib tarafından 78 derece tul, 23 veya 21 derece arz dairesinde, Seratan Burcunun alt noktasında ve ikinci iklimde bulunmaktadır.[2]

Mekke; her taraftan yükselen dağlarla çevrili bir vadide kurulmuştur.

Mekke´nin akarsuları yoktur, suyu gökten gelir.

Kuyu suları içinde devamlı olarak içilen Zemzem´den daha tatlısı yoktur.

Mekke´de, çöl ağaçlarıyla tektük hurma ağacından başka, meyve ağaçlarına da pek rastlanmaz.

Fakat, Mekke Hareminin sının dışına çıkılınca, birçok akarsuları, bahçe, bostan ve ekinlikleri bulu­nan vadilerle karşılaşılır.[3]

İbrahim Aleyhisselam, zevcesi Hz. Hacer´le süt emen oğlu İsmail Aleyhisselamı Şam´dan alıp Mekke şehrinin bulunduğu vadiye getirdi.

Onları bugün Mescid-i Haram´ın bulunduğu yerde, Zemzem kuyusunun yukarısındaki büyükçe bir ağacın yanına bıraktı.

O tarihte Mekke´de ne bir kimse, ne de içecek su vardı.

İbrahim Aleyhisselam, Yüce Allah´ın emriyle getirdiği Mekke´nin bu ilk sakinlerine, bir kırba su ile bir dağarcık hurma bıraktı.

Kendisi, dönüp Şam´a gitti.

Gideceği sırada, ellerini kaldırarak:

"Ey Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını, ekin bitmez bir vadide, Senin dokunulmaz Beyt´inin yanın­da yerleştirdim.

İnsanlardan bir kısmını, namaz kılmak için, zürriyetimin bulunduğu bu yere meylettir, heveslendir!

Onları her çeşit meyvelerden nzıklandır! Umulur ki, Sana şükrederler"[4] diyerek dua etti.

Onlara Yüce Allah tarafından gönderilen melek (Cebrail Aleyhisselam), Zemzem kuyusunun suyunu meydana çıkardı.

Bu ana oğul orada yaşayıp dururlarken, günün birinde, yurt edinmeye çıkan Cürhümilerden bir cemaat, Kedâ yolu ile gelip Mekke´nin alt tarafına kondular.

Onlar, oraya bir kuşun gelip gittiğini görünce:

"Herhalde, şu kuş, su başında dönüp dolaşıyordun Halbuki, biz bu vadide su bulunmadığını biliy­orduk" dediler.

Durumu öğrenmek üzere, ayağına çevik bir-iki kişi gönderdiler.

Bunlar dönüp suyun bulunduğunu topluluklarına haber verdiler.

Bunun üzerine, Cürhümîler, Hz. Hacerl Zemzem´in başında görünce:

"Bizim de gelip şuraya, senin çevrene konmamıza izin verir misin?" diye sordular.

Hz. Hacer:

"Evet! Konabilir ve bir hak iddia etmemek şartıyla bu sudan da yararlanabilirsiniz!" dedi.

Cürhümîler bu şartla oraya kondular.

Hz. Hacer de, böylece, ıssızlıktan kurtulmuş oldu.

Cürhümflerin geride kalan cemaatleri de geldiler, Mekke şehir haline gelmeye başladı.

İsmail Aleyhisselam, büyüyüp yiğitlik çağına basınca, Cürhüm ilerden bir kızla evlendi.

Daha sonra, İbrahim Aleyhisselam Şam´dan geldi. Oğlu ile birlikte, Kabe´yi eski temeli üzerine yeniden çattı. Yüce Allah´ın emriyle, insanlan hacca çağırdı.[5]

Cürhümîler, Yemen Kahtanlarından idiler.

Bunlar, Amalika´dan Katura oğullarıyla birlikte Hicaz´a gelmişler, onları hakimiyetleri altına almışlardı.[6]

Cürhümiler, o zaman, Mekke´ye yakın bir vadide,[7] Amalika´dan olan bir kısım halk da, yine Mekke çevresinde oturmakta idiler,

O zaman, Mekke; selem ve semüre denilen dikenli ağaçların, çalıların bittiği bir yerdi.

Beytullah´ın yeri ise, kırmızı kesekli, tepemsi bir yer halinde idi.[8]

Fethin tek sebebi, Hudeybiye muahede ve musalahasının Kureyş müşriklerince ihlal edilişi, bozu­luşu idi.

Hicretin 6. yılında Hudeybiye´de Peygamberimiz Aleyhisselamla Kureyş müşrikleri arasında yapılmış olan muahedenin 8 ve 9. maddelerine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın da, Kureyş müşrik­lerinin de akd ve ahdlerine girmek isteyenler, serbest bırakılmışlardı.[9]

Muahede ve musâlahayı yazdırma işi bittiği sırada:[10]

"Resûlullah Aleyhisselamın akd ve ahdine girmek isteyen, girsin!"[11] denilince:

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Bu yoldaki taahhüt ve şartlarım, yanıma katılacak olan kişiler hakkında da caridir!" buyurmuştu.[12]

Bunun üzerine, Huzâalar, Ka´b oğulları sıçraşmıslar:

"Biz, Muhammed´in akdine ve ahdine gindik![13] Yâ Rasûlallah! Biz senin yanındayız![14]

Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!" demişlerdi.[15]

Kureyş müşrikleri de:

"Bizim bu yoldaki taahhüt ve şartlarımız, yanımıza katılacak olan kişiler için de caridir, geçerlidir!" demişlerdi.[16]

Bunun üzerine, Bekr oğulları sıçraşıp:

"Biz de, Kureyşîlerin akdine ve ahdine girdik![17] Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!" demişler;[18] böylece, Bekr oğulları Kureyş müşriklerinin, Huzâalar da Peygamberimiz Aleyhisselamın akd ve ahdine girmişlerdi.[19]

Huzâalar; Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim´in antlaşmalısı, müttefiki idiler.

Abdulmuttalib b. Hâşim´in bu hususta yazdığı yazı, Huzâaların elinde bulunuyordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onu, Hudeybiye günü Übeyyb. Ka´b´a okutturmuşt.[20]

Abdulmuttalib´in Mekke´deki biricik yardımcısı, savunucusu ve işlerinin görüp gözeticisi olan amcası Muttalib b. Abdi Menaf ölünce, öteki amcası Nevfel b. Abdi Menaf, Abdulmuttalib´in dağ eteklerindeki mülklerini gaspetmiş, Abdulmuttalib bundan dolayı çok bunalmıştı.[21]

Abdulmuttalib, Kureyş kavminin ileri gelenlerine gidip, amcasının gasbına karşı kendisine yardım etmelerini istemişse de,[22] onlar:

"Biz seninle amcanın arasına girici değiliz! (Bu, sizin iç işiniz!)" demişlerdi.[23]

Bunun üzerine, Abdulmuttalib, Medine´deki Hazrecîlerden, dayılan olan Neccar oğullarına yazdığı bir manzume ile durumu anlatmıştı. Ebu Es´ad en-Neccârî, hemen, 80 süvari ile birlikte yola çıkıp Ebtah´a geldi.

Abdulmuttalib, onun yanına vardı ve:

"Ey dayı! Evime in!" dedi.

Ebu Es´ad:

"Nevfel ile hesaplaşmadıkça, olmaz!" dedi.[24]

Kabe´nin yakınında, develerini ıhdırdılar.[25]

Kalkanlarını astılar, sırmalı elbiselerini tersine çevirdiler.[26]

Nevfel b. Abdi Menaf, o sırada, Hicr´de Kureyşlilerin yaşlılarıyla birlikte oturuyordu.[27]

Onları görünce:

"Herhalde bunlar bir kötülük için gelmişlerdir!" dedi .[28]

Ebu Es´ad gidip onun başucuna dikildi, kılıcını sıyırdı[29] ve:

"Şu Beyt´in Rabbine andolsun ki; ya Abdulmuttalib´e dağ eteklerindeki mülkünü geri vereceksin, ya da seni kılıçtan geçireceğim!" dedi.[30]

Nevfel korktu[31] ve:

"Şu Beyt´in Rabbine andolsun ki; Abdulmuttalib´e, dağ eteklerindeki mülkünü geri verdim!" dedi. Orada bulunanları da buna şahit tuttu.[32] Yapmış olduğu işten dolayı da özür diledi. Abdulmuttalib´e karşı iyi davranmaya başladı.[33]

Bunun üzerine, Ebu Es´ad, Abdulmuttalib´e:

"Haydi, kızkardeşimin oğlu! Evine gidelim!" dedi.

Abdulmuttalib´in evinde üç gün oturdu ve umre yaptı .[34]

Huzâalar, Hazrec oğullarının Medine´den gelip Abdulmuttalib´e yardım ettiklerini görünce:

"Vallahi, şu vadide ondan daha güzel, daha nazik, uslu ve yumuşak huylu olan; insanları bozup helak eden kötülüklerin her çeşidinden ondan daha uzak duran bir kimse görmedik.

Hazrecîlerden olan dayıları ona yardım ettiler.

O, onların oğlu olduğu gibi, bizim de oğlumuz bulunuyor. Çünkü, onun dedesi Abdi Menaf, Huzâaların ulu kişisi Huleyl b. Hubşiyye´nin kızı Hubban´ın oğludur.

Keşke ona biz yardım etmiş, kendisiyle ittifak yapmış olsaydık da, biz ondan yararlansaydık, o da bizden yaralansaydı!" dediler.

Huzâaların ileri gelenleri, Abdulmuttalib´in yanına vardılar ve:

"Ey Ebu Haris! Sen, Neccar oğulları cemaatinin oğlu olduğun gibi, bizim de oğlumuzsun![35]

Bizler, bu yerde komşularız.[36]

Kureyşîlere karşı kalblerde olan hınç ve kinleri, geçen günler öldürmüş, yok etmiş bulunuyor.[37]

Gel, seninle ittifak ve antlaşma yapalım" dediler.[38]

Bu teklif Abdulmuttalib´in hoşuna gitti.[39] Huzâaların davetini hemen kabul etti.[40]

Abdulmuttalib´le Huzâalar Arasında İttifak Antlaşması Yapılışı

Benî Mazin b. Adiyy b. Amr b. Luhayy´lardan:

Verka´ b. Abduluzzâ,

Süfyan b. Amr el-Kumeyrî,

Ebu Bişr,

Hacer b. Umeyr el-Kumeyrî,

Hacer b. Abdi Menaf b. Dâtır,

Abduluzzâ b. Kutm el-Mustalakî, ve daha başka ileri gelenlerle birlikte geldiler.[41]

Abdulmuttalib de, yanında Muttalib oğullarından bazıları ile birlikte,

Erkam b. Nadle b. Hâşim ve

Ebu Sayfî b. Hâşim´in iki oğlu Dahhâk ve Amr olduğu halde, 7 kişilik bir heyetle[42] Dârü´n-Nectv´e´ye girdiler.[43]

Birbirlerine yardım ve iyilik yapmak hususunda antlaştılar.[44]

Bu antlaşmada ne Abduşşems oğullarından bir kimse bulundu, ne de Nevfel!

Abdulmuttalib ile Huzâalar, aralarında bir de yazı yazıp, Kabe´nin duvarına astılar.[45]

Yazıyı yazan, Ebu Kays b. Abdi Menaf b. Zühre b. Kilâb idi.[46]

Nevfel b. Abdi Menaf, bunu görünce; o da, bütün Hâşim oğullarına karşı, Abduşşems oğullarıyla itti­fak ve antlaşma yaptı.[47]

Abdulmuttalib; Huzâalarla yaptığı bu antlaşmaya riayet edilmesini, oğlu Zübeyr´e, söylediği bir manzume ile sıkı sıkı vasiyet etti.

Zübeyr de bunu Ebu Talib´e, Ebu Talib de Hz. Abbas´a öylece vasiyet etti.[48]

Sözü geçen antlaşma yazısı, kaynaklarımızdan bazılarında kısmen veya tamamen yazılı bulun­makta dir.[49]

Benî Bekrlerle Huzâalar Arasındaki Düşmanlık

Kureyş müşriklerinin müttefiki olan Benî Bekrierin, öteden beri, Huzâalaria aralarında düşmanlık vardı.

Esved b. Rem ed-Di´lî´nin müttefiki olan Benî Hadramilerden Malik b. Abbâd adındaki adam, ticaret maksadıyla yola çıkıp Huzâaların yurtlarının ortasına geldiği sırada Huzâalar tarafından baskına uğratılarak öldürülmüş ve malı da alınmıştı.

Bekr oğulları da, buna karşı, Huzâalardan bir adamı öldürmüşlerdi.

İslâmiyetin Mekke´de zuhurundan biraz önce, Huzâalar da, Benî Kinanelerin eşrafından, Benî Esved b. Rezn ed-Di´lîlerden Selma, Külsûm, Züeyb adlarındaki üç kardeşi Arafat yanındaki harem hudut belliklerinin yanında öldürmüşlerdi.

Cahiliye çağında Benî Bekrierden Esved b. Reznlere-başkalarına üstün tutulmaları sebebiyle-kan bedelinin iki katı ödenirdi. Kendileri ise bunu bir kat olarak öderlerdi.

Benî Bekrlerie Huzâalar birbirlerine karşı böyle kinli ve hınçlı birtutum içindelerken, İslâmiyet araya girdi, onları ister istemez Hudeybiye musalahasına kadar[50] oyaladı.[51]

Benî Bekrlerden Benî Di´llerin Huzâalardan Öç Almaya Niyetlenmeleri

Benî Bekr kabilesinden Benî Diller; Hudeybiye musalahasıyla birbirlerine karşı güvenç içinde yaşa­malarını fırsat bilerek, Benî Esved b. Reznlerden vaktiyle öldürülmüş olan adamlarının öcünü Huzâalardan almak istediler.[52]

Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye, bu yolda bazı girişimlerde bulundu.

Ferve b. Hübeyretü´l-Kuşeyrî, Hicretin 7. yılında umre yapmak üzere Mekke´ye gidince Kureyş müşriki eriyle düşüp kalkmış, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı son derecede düşmanlık beslediklerini görmüş, Kureyş müşrikleri ona:

"Ya senin görüşün nedir? Sen göçebe halkın ulususun" diye sordukları zaman:

"Sizinle onun arasındaki şu musalaha müddeti içinde dâvamızı halledeceğiz. Bütün Arapları kendimize çekeceğiz, sonra da, yurdunun ortasında onunla çarpışacağız!" demiş, Mekke´de bulunduğu müddetçe, Kureyş müşriklerinin danışma meclislerine katılmıştı.

Nevfel b. Muaviye, Ferve´nin Mekke´den geldiğini ve Kureyş müşriklerinin meclislerine katılmış olduğunu işitince, Ferve´nin çölüne indi.

Ferve, Kureyş müşriklerine neler söylediğini, ona haber verdi.

Nevfel:

"O halde, ben sizde muhakkak birşeyler bulacağım demektir.

Bizim için, düşman, yurdu yakın olandır.

Onlar, Muhammed´in heybesi gibidir! İşlerimizden bir harf bile onlara gizli kalmaz!" dedi.

Ferve:

"Kim bunlar?" diye sordu.

Nevfel:

"Kim olacak? Huzâalardır. Hayırsız, kötü Huzâalar! Muhammed´in sağ yanına oturdular!" dedi.

Ferve:

"Bu da ne demek?" diye sordu.

Nevfel:

"Sen Kureyşîlerin Huzâalara karşı bize yardım etmelerini iste ve sağla! Ötesine karışma!" dedi.

Ferve:

"Ben size bu hususta yeterim!" diye söz verdikten ve Nevfel´e yardımlarını sağlamak için Kureyş müşriklerinin Safvan b. Ümeyye, Abdullah b. Rebia ve Süheyl b. Amr gibi ileri gelenleriyle buluştuktan ve onların aradaki muahedeyi bozmanın akıbetinden korktuklarını gördükten sonra, "Kureyş kavminde iş yok!" dedi.[53]

Huzâalara Saldırmak İçin Bahane Edilen Son Hadise

Huzâalarla Kinaneler arasında en son olarak şöyle bir hadise vuku buldu: Kinanelerden Enes b. Züneym ed-Di´lî, bir gün, söylediği bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamı hiciv ve tahkir edince, Huzâalardan bir genç kızmış, vurup Enes´in başını varmıştı.

Benî Bekrler, Enes´in başının yarılmasını da, Huzâalardan öç almak için bahane etmişlerdir.[54]

Kureyş Müşriklerinin Nüfâseleri Gizlice Destekleyerek Huzâaları Öldürtmeleri

Şaban ayının başında Benî Bekri erden Nüfâse oğulları, Kureyş müşriklerinin eşrafının yanlan na git­tiler.

Müdlic oğulları ise, Hudeybiye muahedesi hükmünü bozmuş olmaktan sakındıkları için, Benî Nüfâselerden uzak durdular.

Nüfâse oğulları, düşmanları olan Huzâalara karşı, kendilerine adam ve silah vererek yardım etmelerini Kureyş müşriklerinden istediler.

Huzâaların vaktiyle adamlarını nasıl öldürmüş olduklarını anlattılar.

Kureyş müşriklerine, aralarındaki akrabalığı ve Hudeybiye muahedesinde nasıl kendilerinin tarafını tutup akd ve ahdlerine girdiklerini, Huzâaların ise Muhammed (Aleyhisselam)ın akd ve ahdine girdiğini hatırlattılar.

Bütün Kureyş müşriklerini bu işe seğirtir ve çok istekli buldular.

Ebu Süfyan´a bu hususta danışılmamıştı. Onun bu işten haberi yoktu.

Kureyş müşrikleri, Nüfâse ve Bekr oğullarına, silah, at ve adamlar vererek yardım edeceklerini söylediler.

Yaptıkları yardımı, Huzâalaryüzünden doğabilecek sorumluluktan sakındıkları için, gizli gizli yap­tılar.

Huzâalar ise, muahede halinin gereği olarak, herhangi birtopluluğun baskınına uğramak endişesin­den uzak ve gafil bulunuyorlardı.

Öyle olmasaydı, düşmanlarına karşı, hazırlıklı ve tetikte bulunurlardı.[55]

Huzâalar, Mekke´nin aşağı tarafında Vetir diye anılan mevkide kendilerine ait bir suyun başında oturmakta idiler.[56]

Vetir; Arafat dağı ile Edam arasındadır.[57]

Edam da, Mekke´nin en meşhur vadilerindendir.[58]

Benî Bekr kabilesinden Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye idi.

Benî Bekrlerin hepsi ona tâbi değillerdi.

Nevfel b. Muaviye; Benî Dillerle Benî Bekrlerden kendisine tâbi olanları yanına alarak Vetir´de suları başında oturan Huzâalara geceleyin birden baskın yaptı. Huzâalardan birisini yakalayıp öldürdü.

İki taraf birbirleriyle çarpışmaya başladılar.

Kureyş müşrikleri de, Benî Bekrleri silahlarla,[59] atlarla,[60] kölelerie[61] ve su ihtiyaçlarını karşıla­makla desteklediler.[62]

İçlerinden bazıları da:

"Bizi şu gece karanlığında hiç kimse görmez. Muhammed, bizim yaptığımızı bilmez!" diyerek,[63] geceleyin gizlice Benî Bekrlerin yanında çarpışmaya katıldılar.[64]

Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden olup, kendilerini bildirmemek için yüzlerini örterek[65] gizlice çarpışmaya katılanlar arasında:

Safvan b. Ümeyye,[66]

Mikrez b. Hafs,

Huvaytıb b. Abduluzzâ,[67]

İkrime b. Ebu Cehil,

Süheyl b. Amr,[68]

Şeybe b. Osman... gibi kişiler ve köleleri de bulunuyordu.[69]

Benî Bekrlerin baskın gecesinde Huzâalardan ilk yakalayıp öldürdükleri kişi Münebbih adındaki kimse olup,[70] kendisi çok korkak, yüreksiz bir kimse idi.

Benî Nüfâselerin baskına geldiklerini, Münebbih ile onun Temim adındaki arkadaşı görmüşlerdi.

Münebbih, arkadaşıyla birlikte Huzâaları uyarmaya giderlerken, ona:

"Ey Temim! Sen kendini kurtarmaya bak!

Bana gelince, vallahi, ben bir ölü gibiyimdir!

Beni öldürseler de, bıraksalar da birdir. Kalbim neredeyse duracak!" dedi.

Temim hemen kaçıp kurtuldu. Münebbih yakalanıp öldürüldü.[71]

Benî Bekrler, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla çarpışmaya devam ederek Huzâalan yerlerinden ayırdılar ve Harem´e kadar sürdüler.[72]

Harem sınırını işaretleyen dikilmiş taşlara kadar çarpışmaktan, onlan öldürmekten geri dur-madılar.[73]

Harem sınırına varıp dayanınca, Benî Bekrler, kumandanlarına:

"Ey Nevfel! Biz Harem dahiline girmiş bulunuyoruz!

Allah´ından kork! Allah´ından kork![74]

Sen Harem dahiline girdin![75] Harem´i helâlleştirme!" dediler.[76]

Nevfel:

"Ağır bir söz amma, bugün benim için ilah yoktur!

Ey Bekr oğulları! Öcünüzü almaya bakınız!

Vallahi, siz Harem´de hırsızlık yaptığınız (bunda bir sakınca görmediğiniz) halde, orada öcünüzü almak için Huzâaları ne diye öldüremeyesiniz!" dedi.[77]

Huzâalar geri çekile çekile Mekke´ye girdiler ve Huzâalardan Büdeyl b. Verkâ ile köle Râfi´in evler­ine sığındılar.[78]

Büdeyl b. Verkâ´nın evine sığınanlar, Huzâalardan kadınlar, çocuklar ve zayıf kimselerdi.

Benî Bekrler, onlan Büdeyl b. Verkâ´nın evine sığınmak zorunda bıraktılar.

Oraya sokuluncaya kadar da, onlan öldürmekten geri durmadılar.[79] Bu hadise, Hudeybiye mua­hedesinden onyedi-onsekiz ay sonra idi.[80]

Kureyş Müşriklerinin Yaptıkları İşin Sonucunu Düşünerek Korkuya Düşmeleri

Benî Bekrleri gecelen gizlice desteklemiş olan Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, sabah karan­lığında gelip evlerine girmişlerdi.[81]

Onlar, geceleyin yaptıkları yardımı hiç kimsenin görmediğini, bunu Peygamberimiz Aleyhisselamin bilmediğini, bilemeyeceğini sanıyorlardı.[82]

Sabaha çıkıp da, Râfi1 ile Büdeyl´in evine sığınmış olan Huzâalardan yirmi erkeğin sığındıkları evin kapılarının önünde boğazlanmış olduklarını görünce, Kureyş müşriklerinin akıllan başlarından gitti, yüreklerine korku düştü. Yaptıklarına çok pişman oldular.

Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki mütareke ve muahedeyi bu tutum ve davranışlarıyla bozmuş olduklarının anlaşılacağını anladılar.[83]

İbn Lût ed-DPlî, söylediği bir şiirde; Huzâalan Râfi1 ve Büdeyl´in evlerine sokup onlara uzun günler geçirttiklerini, kendilerini koç boğazlar gibi boğazladıklarını övünerek dile getirir.[84]

Beni Bekrier, Huzâalan Budeyl ile Râfi´in evlerinde üç gün hapsettiler.[85]

Nevfel b. Muaviye´ye gizlice yardım eden Kureyş müşriklerinden Süheyl b. Amr:

"Sana ve senin adamlarına yaptığımız yardımı gördün!

Huzâalardan sağ kalıp da öldürmek istediğin kimseleri öldürme artık!

Biz onlar hakkında senin bu arzuna uyucu değiliz! Onları bizim için serbest bırak!" dedi.

Nevfel:

"Olur!" dedi ve serbest bıraktı.

Huzâalar çıkıp gittiler.

Kureyş müşriklerinden Haris b. Hişam´la Abdullah b. Ebi Rebia; Safvan b. Ümeyye´ye, Süheyl b. Amr´a ve İkrime b. Ebu Cehil´e gidip:

"Sizin bu yaptığınız şey o mütareke ve muahedeyi bozmaktır!" diyerek, onları Benî Bekrlere yapmış oldukları yardımdan dolayı kınadıktan sonra, Ebu Süfyan´ın yanına vardılar.[86]

Ebu Süfyan, o sırada, Şam´dan gelmiş bulunuyordu.[87]

Haris b. Hişam´la Abdullah b. Ebi Rebia, ona:

"Bu, düzeltilmesi gereken bir iştir.

Vallahi, bu iş düzeltilmezse, muhakkak, Muhammed ashabıyla birlikte gelip bizi Mekke´den zorla sürer, çıkarır!" dediler.

Ebu Süfyan, karısı Hind binti Utbe´nin bir rüya gördüğünü söyledi ve:

"Doğrusu, o rüya benim hiç hoşuma gitmedi. Ben onu korkunç buldum: Onun başımıza bir kötülük getirmesinden korktum!" dedi.

Kendisine:

"Nasıl bir rüya imiş bu?" diye sordular.

Ebu Süfyan:

"Hind, rüyasında Hacun´dan bir kanın uzun müddet akıp Handeme dağında durduğunu, sonra da bu kanın yok olup gittiğini görmüş!" dedi.

Onlarda bu rüyadan hoşlanmadılar ve:

"Kötü birşey!" dediler.

Ebu Süfyan, işin kendileri için hiç de iyilik getirmeyeceğini anlayınca:

"Bu iş, vallahi, ne içinde bulunduğum, ne de bir müddet bulunup bıraktığım bir iştir. Bunun sorum­luluğu, benim üzerime yüklenemez!

Vallahi, bu iş ne bana danışılmıştır, ne de vukuunu işittiğim zaman onu benimsemişimdir!

Vallahi, Muhammed bize savaş açar ve bütün bu işleri benden sanırsa, hakkı vardır!

Herhalde, bu işi haber almadan önce Muhammed´in yanına vanp mütarekenin müddetini arttırmak, muahedeyi yenilemek hususunda kendisiyle görüşmem gerekecek" dedi.[88]

Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, onlara:

"Benim bu hususta bir görüşüm ve kanaatim vardır ki, ona göre; Muhammed sizin için savaştan daha kolay olan üç şeyden birini seçmekte sizi serbest bırakacak, onlardan birini seçtiğiniz takdirde özrünüzü kabul edecek, size savaş açmayacaktır" dedi.

Müşrikler:

"Nedir bu şeyler?" diye sordular.

Abdullah b. Sa´d:

"Ya Huzâalardan, öldürülen yirmiüç kişinin kan bedellerinin gönderilmesini, yahut aramızdaki mua­hedeyi bozan kimselerle ittifak ve ilişkinin kesilmesini, ya da size karşı savaşılmasını kabul edersiniz!

Bunlardan hangisi elinizden gelir?" dedi.

Süheyl b. Amr:

"Benî N üfâseler hakkındaki ahd ve akdden geri durmak, bize hepsinden kolay gelir!" dedi.

Şeybe b. Osman:

"Benî N üfâselere kızdın da, dayıların olan H uzâalan korudun!

Onları öldürmek bizim için daha hayırlı, daha kolaydır!" dedi.

Kurata b. Abdi Amr:

"Hayır! Vallahi, biz ne kan bedeli öderiz, ne de Nüfâseler hakkındaki ahd ve akdimizden el çekeriz!

Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor!] savaşırız!" dedi.

Ebu Süfyan:

"Bu görüş, hiçbir şey değildir!

Bizim için yerinde ve uygun olan görüş; Kureyşîler ahdi bozmak veya mütareke süresini kesmekle suçlanıyorsa, bunu bizim nza ve muvafakatimizi almadan, bize danışmadan bir cemaat yapmışsa, bun­dan bize ne?´ diyerek inkâr yolunu tutmaktır!" dedi.

Kureyş müşrikleri:

"Yerinde olan görüş işte budur! Daha başkası yok!" dediler.[89]

Bütün olan bitenleri inkâr yoluna saptılar.

Ebu Süfyan:

"Ben bu işte hiç bulunmadım. Bu hususta benimle bir görüşme de yapılmadı.

Doğrusu, yaptığınız bu işi ben hiç beğenmedim! Size bundan dolayı karanlık bir gün geleceğini sanıyorum!" dedi.

Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:

"Sen Muhammed´e git![90] Muahedeyi yenile! Halkın arasını bul![91]

Vallahi, biz muahedeyi bozmadık! Çarpışma yapmadık! Ancak, onlara yardım ettik: Onların su ihtiyaçlarını karşıladık!" dediler.[92]

Bununla beraber, Huzâalara karşı Benî Bekrlere yaptıklan yardımla muahede hükmünü bozmuş olmaktan da korktular durdular.[93] Çok pişman oldular.

Peygamberimiz Aleyhisselamın, savaşmadıkça, kendilerini bırakmayacağını anladılar.[94]

Huzâaların Yardım Dileklerini Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine´den Cevaplayışı

Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne binti Hâris´in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, onun evinde gecelediği ve namaz için kalkıp abdest aldığı sırada, üç kere:

"Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum! Davetine ica­bet ediyorum!)"

Üç kere de:

"Nusirte! Nusirde! Nusirte! (Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti!)" buyurdu.

Hz. Meymûne:

"Sen sanki bir insanla konuşuyorsun! Yanında bir kimse mi var?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Şu Ka´b oğullarının recez okuyucusu, feryad ederek bana sesleniyor ve imdatlarına yetişmemi istiyor! Kendilerine karşı Kureyşflerin Benî Bekrlere yardım ettiklerini söylüyor!" buyurdu.[95]

Peygamberimiz Aleyhisselam, hadisenin vuku bulduğu gecenin sabahında da, Hz. Âişe´ye:

"Huzâalarda bir hadise çıktı!" buyurdu. [96]

Hz. Âişe:

"Yâ Rasûlallah! Kılıç kendilerini yok etmişken, Kureyşîler, seninle aralarındaki muahedeyi bozmaya mı kalkıştılar dersin?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Onlar, Allah´ın olmasını dilediği iş için, muahedeyi bozdular!" buyurdu.

Hz. Âişe:

"Yâ Rasûlallah! Bu iş hayırlı mıdır, yoksa zararlı mıdır?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Hayırlıdır!" buyurdu. [97]

Huzâaların Medine´ye Gelişi

Aradan üç gün geçmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam halka sabah namazını kıldırmıştı.[98]

Arkası halka dönük olarak Mescidde oturuyordu.

Kureyş müşriklerinin Benî Bekrleri gizlice desteklemesi ile Benî Bekrler Huzâaları yenip onlardan öldüreceklerini öldürdükleri ve böylece Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki ahd ve misakı boz­dukları zaman, Amr b. Salim el-Huzâî,[99] yanına Huzâalardan kırk süvari alarak, başlarına gelenleri anlatmak ve yardımını dilemek üzere[100] Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve başucunda durdu.[101]

Amr b. Salim, şairdi.[102]

Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, söylemiş olduğu şiirini okumasına izin istedi. Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, şiirini okudu.

Okuduğu şiirinde meal olarak şöyle diyordu:

"Ey Rabbim! Ben, bizim babamızla onun babası arasındaki eski ittifakı anıyor ve yardımını diliyo­rum!

O zaman, biz doğurucu (ana) mevkiinde idik. Sen ise oğul mevkiinde idin (bizden doğdun)[103]

Sonra, Müslüman olduk ve sana yardımdan el çekmedik!

Öyleyse, Allah´ın sana hazırlamış olduğu yardımla, bize yardım et, destek ol!

Allah´ın kullarını çağır, acele gelip, imdadımıza yetişsinler!

İçlerinde Allah´ın Resûlü de olduğu; yapılan zulme öfkesinden renkten renge girdiği, savaşmaya hazırlandığı ve büyük bir ordunun başına geçmiş bulunduğu halde, denizler gibi köpükler saçarak akıp gelsinler!

Çünkü, Kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar; seninle yaptıkları en sağlam misakı bozdular: Bizi Mekke´nin aşağı tarafındaki yerimizde gözetlediler, gafil avladılar. Halbuki, onlar hem çok zayıf ve önemsiz, hem de sayıca çok az idiler.

Benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı, çağıramayacağımı sandılar[104]

Bizi Vetir´de, geceleyin uykuda iken, birden baskına uğrattılar.

Bizi, Müslüman olduğumuz halde, rükû ve sücud halinde iken öldürdüler!"[105]

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Siz bu hususta kimi suçluyor, suçlu buluyorsunuz?" diye konuştu.

Amr b. Salim:

"Benî Bekrleri!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Hepsini mi?" diye sordu.

Amr b. Salim ve yanındakiler:

"Hayır! Suçladığımız, onların amca oğulları Benî Nüfâselerdir! Kavmin başkanı da, Nevfel b. Muaviyetü´d-Di´lîdir!" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Bu, Benî Bekri erden bir kabiledir.

Ben Mekkelilere adam gönderip bu işi onlara soracak, kendilerini bazı hususları seçmekte muhayy­er kılacağım!" buyurdu.[106]

ŞairHassân b. Sabit de, söylediği birşiirde, Benî Ka´blardan (Huzâalardan) birçok kişilerin kılıçları kınlarına sokulu olduğu halde Mekke Bathâ´sında öldürülüp bırakıldıklarını açıklar.[107]

Öldürülenler, yirmi [108] veya yirmiüç kişi idi.[109]

Peygamberimiz Aleyhisselam, Amr b. Sâlim´in şiirini dinledikten sonra, ridasının eteğini toplayarak ayağa kalktı ve kalkarken de:

"Eğer kendime yardım ettiğim şeylerle Benî Ka´blara yardım etmezsem, ben de yardım görmeyey-im![110]

Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a andolsun ki; kendimi ve ev halkımı koruduğum şeylerle, bun­ları da koruyacağım![111]

Huzâalar bendendir, ben de Huzâalardanım![112]

Ey Amr b. Salim! Sen yardım olundun gitti!" buyurdu.

O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama, gökte bir bulut göründü.[113] Gök, gürlemeğe başladı.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Bu gök gürlemesi, Benî Ka´blara (Huzâalara) yardıma işarettir.[114] Bu bulut, yağmur yağdırırcası-na Benî Ka´blara yardım olunacağına işarettir" buyurdu.[115]

Hz. Âişe´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Ka´blara (Huzâalara) yapılana o kadar kızmıştı ki, o güne kadar, hiç bu kadar kızdığı görülmemişti.[116]

Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Kureyş müşriklerine bir yazı gönderdi.

Gönderdiği yazısında şöyle buyurdu:

"...Bundan sonra derim ki; siz ya Benî Bekrlerle olan ittifakınızdan vazgeçersiniz, ya da Huzâalardan öldürülmüş olanların diyetlerini (kan bedellerini) ödersiniz!

Bunlardan birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle çarpışacağımı bildiririm!"[117]

Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu, Kureyş müşriklerine, ashabdan Damrâ götürdü.

Damrâ, Kureyş müşriklerine, kendilerinin üç şeyden birini seçmekte muhayyer bırakıldıklarını; ya öldürülen Huzâaların kan bedellerini ödemek veya Benî Bekr ve Benî Nüfâselerle olan ittifak, ahd ilişk­ilerini kesmek zorunda bulunduklarını, ya da Hudeybiye muahedesini bozan kötülükleri yüzünden kendi­leriyle çarpışılacağım kendilerine tebliğ etti.[118]

Kurata b. Abdi Amr b. Nevfel b. Abdi Menaf:

"Benî Bekrier, uğursuz, yaramaz bir kavimdir.[119]

Benî Bekrlerden Nüfâseler de, yoksulluk ve darlık içindedirler.[120]

Huzâalardan öldürülenlerin kan bedellerini biz ödeyemeyiz. Bunu ödemeye kalkmak, bizde tüy tozak bırakmazın[121]

Nüfâselerie ittifak ve ahd ilişkilerimizi kesmemize gelince; Araplar içinde, Nüfâseler kadar şu Beytullah´ı hac ve ziyaret eden, Beytullah´ı tazime onlar kadar özenen bir kavim yoktur.

Onlar, bizim müttefiklerimizdir.[122]

Biz, onlarla olan ittifak ve ilişkilerimizi kesmeyiz.[123]

Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor] savaşacağımızı bildirelim!" dedi.

Damrâ, hemen geri dönüp, Kureyş müşriklerinin söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.

Kureyş müşrikleri, elçiyi bu biçimde reddettiklerine pişman oldular.

Hudeybiye muahedesini yenilemek üzere, Ebu Süfyan b. Harb´i Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdiler.[124]

Ebu Süfyan´a:

"Muahedeyi yenile. Mütareke süresini de uzat" dediler.[125]

Ebu Süfyan Medine Yolunda

Ebu Süfyan, azadlısıyla birlikte iki hayvana binip Medine´ye doğru hızla yol almaya başladı.

Mekke´den yola çıkıp Peygamberimiz Aleyhisselama doğru gidenlerin ilkinin kendisi olduğunu sanıyordu.[126]

Amr b. Salim ve arkadaşlarından sonra, Büdeyl b. Verkâ da, Huzâalardan bazılarıyla birlikte, Medine´ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler[127] ve Peygamberimiz Aleyhisselama seslendiler.

Peygamberimiz Aleyhisselam o sırada yıkanıyordu. Onlara:

"Sizin davetinize icabet ediyorum!" buyurdu.[128]

Büdeyl b. Verkâ, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla Benî Bekrlerin Huzâaları nasıl öldürdüklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdikten sonra, Mekke´ye dönmek üzere Medine´den ayrıldı.

Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:

"Ebu Süfyan, Hudeybiye muahedesini sağlamlaştırmak ve mütareke süresini uzatmak için yanınıza gelmek üzere bulunuyor gibidir![129] Fakat, istediğini elde edemeden, öfke ile geri dönüp gidecektir!" buyurdu.[130]

Amr b. Salim ile arkadaşları, Ebvâ´ya gelince, dağılıp yoldan sapmışlar, sahile doğru gitmişlerdi.

Büdeyl ile arkadaşları ise, yola devam ettiler.[131]

Usfan´da Ebu Süfyan´la karşılaştılar.

Ebu Süfyan, onun Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından geldiğini sanıyordu ve kendisine:

"Ey Büdeyl! Nereden geliyorsun?" diye sordu.[132]

Sorusunu Büdeyl´in yanındakilere de yöneltti ve:

"Bana Yesrib´den (Medine´den) haber veriniz?" dedi.

Onlar:

"Bu hususta bizde bilgi yok!" dediler.

Ebu Süfyan, onların bu işi gizli tuttuklarını anladı.

Kendilerine:

"Yesrib hurmasından, yanınızda var mı? Biraz da bize yedirseniz olmaz mı?" diye sordu.

"Hayır!" dediler.[133]

Ebu Süfyan, daha açık olarak:

"Ey Büdeyl! Muhammed´in yanına vardın mı?" diye sordu.

Büdeyl:

"Hayır![134] Şu vadinin içindeki Huzâaların yanına gitmiştim.[135]

Oradaki Huzâa ve Ka´blar arasında bir kıtal hadisesi üzerine çıkan anlaşmazlığı düzeltip giderdim!" dedi.

Ebu Süfyan:

"Vallahi, ben senin iyi bir arabulucu olduğunu bilmiyordum!" dedi.

Sonra, onlarla birlikte öğle sohbeti ve dinlenmesi yaptı.

Büdeyl ile arkadaşları kalkıp Mekke´ye doğru yol almaya başladılar.[136] Ebu Sülyan:

"Eğer Büdeyl Medine´den geliyorsa, muhakkak, hayvanı hurma çekirdeği yemi yemiştir" dedi.[137]

Kalkıp onların konak yerlerine,[138] Büdeyl´in devesinin çöktüğü yere vardı. Devesinin dışkısını alıp ezdi. İçinde, hurma çekirdeği yemi bulunduğunu gördü.[139]

Konak yerlerinde de, Medine´nin kuş gagalarına benzeyen meşhur hurmasının çekirdeklerini buldu.[140]

"Allah´a yemin ederim ki; Büdeyl, Muhammed´in yanından geliyor!" dedi.[141]

Büdeyl ile arkadaşları, hadise gününün sabahında Mekke´den çıkıp Medine´ye gitmişlerdi.[142]

Ebu Süfyan´ın İşlenilen Cinayeti Gözardı Etmeye Çabalayışı

Ebu Süfyan Medine´ye gelip kızı Üımımü Habibe´nin evine girdi. Ki, Ümmü Habibe, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi idi.

Ebu Süfyan Peygamberimiz Aleyhisselamın döşeğine oturmak isteyince, Hz. Ümmü Habibe döşeği hemen dürüp babasını onun üzerine oturtmadı.

Ebu Süfyan:

"Ey kızcağızım! Sen bu döşeği mi benden esirgedin, yoksa beni mi bu döşekten esirgedin; anlaya­madım!" dedi.

Hz. Ümmü Habibe:

"Hayır! Bu, Resûlullah Aleyhisselamın döşeğidir![143] Müşrik onun üzerine oturamaz![144]

Sen müşriksin! Necissin! Bunun için, seni onun döşeğine oturtmak istemedim!" dedi.

Ebu Süfyan:

"Vallahi, ey kızcağızım! Benim evimden ayrıldıktan sonra sana kötülük gelmiş! Sen kötüleşmişsin!" dedi.[145]

Hz. Ümmü Habibe:

"Hayır! Allah bana kötülüğü değil, İslâmiyeti nasip etti!

Sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta hâlâ tapıp duruyorsun!?

Babacığım! Senin gibi, Kureyşîlerin ulusu ve yaşlısı olan kişi[146] nasıl olur da İslâmiyete uzak kalır?!" dedi.[147]

Ebu Süfyan:

"Yazıklar olsun sana! Demek, ben senden bunu da (bu azarı da) mı işitecektim ha?!

Ben atalarımın tapageldiklerini bırakacağım da, Muhammed´in dinine mi tâbi olacağım?!" dedi.[148]

Hz. Ümmü Habibe´nin evinden çıkıp gitti.[149]

Doğruca Mescide, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.[150]

Ebu Süfyan, kızı Hz. Ümmü Habibe´nin yaptıklarını ve kendisinin de ona:

"Sen o bıraktığım gibi kalmamışsın. Araplığı bırakmışsın!" dediğini anlattı.

Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümseyerek, ona:

"Yâ Ebâ Hanzale! Sen demek ona böyle söyledin hâ?" buyurmakla yetindi.[151]

Ebu Süfyan:

"Yâ Muhammedi Ben Hudeybiye barışında bulunamamıştım.

O muahedeyi berkiştirve mütareke müddetimizi de uzat![152]

Gel! Aramızdaki muahedeyi bir yazı ile yenileyelim?" dedi.[153]

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Ey Ebu Süfyan! Sen bunun için mi geldin?" diye sordu.

Ebu Süfyan:

"Evet!" dedi.[154]

Peygamberimiz Aleyhisselam:

Biz, o aramızdaki ahd üzerinde duruyoruz![155] Yoksa, siz bir hadise çıkarıp onu bozdunuz mu?" buyurdu.[156]

Ebu Süfyan:

"Allah korusunu[157] Hayır! Öyle birşey olmamıştır![158]

Biz, ahdimizin ve barışımızın üzerinde duruyoruz. Biz, ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz" dedi.[159]

Peygamberimiz Aleyhisselam da:

"Biz de, Hudeybiye gününde yaptığımız mütareke ve musalahanın üzerinde duruyoruz! Ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz!" buyurdu.[160]

Ebu Süfyan muahedeyi yenilemek hususundaki dileğini tekrarladı.[161]

Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam ona hiçbir cevap vermedi[162]

Bundan sonra, Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir´in yanına gitti ve Peygamberimiz Aleyhisselamla konuş­masını istedi[163] ve:

"Ey Ebu Bekir[164] Aramızdaki muahedeyi yenilen[165] Mütareke müddetimizi uzat[166] Halkın arasını bul!" dedi.[167]

Hz. Ebu Bekir:

"Ben bu işi yapamam![168] Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[169]

Sen Ömer´le de buluş!" dedi.[170]

Ebu Süfyan:

"Öyleyse, beni himayeye alır ve bunu halkın içinde açıklar mısın?" diye sordu.[171]

Hz. Ebu Bekir:

"Biz, ancak Resûlullah Aleyhisselamın himaye ettiğini himaye edebiliriz!" dedi.[172]

Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir´den sonra, Hz. Ömer´e gitti.[173]

Ona da, Hz. Ebu Bekir´e söylediği gibi söyledi:[174]

"Muahedeyi yenile, halkın arasını düzelt!" dedi.[175]

Hz. Ömer:

"Demek muahedeyi bozdunuz hâ?[176]

Eğer ondan yeni birşey kalmışsa, Allah onu da yok etsin[177]

Onun sağlam,[178] bitişik[179] olan tarafı varsa, Allah onu da kesip atsın.[180]

Ben sizin için mi Resûlullah Aleyhisselama gidip şefaat dileyeceğim?[181] Ben mi bu işi yapacağım?![182]

Vallahi, ben küçücük bir karıncadan başkasını bile bulamasam, yine, ondan yararlanmaya çalışır, sizinle çarpışırım!" dedi.[183]

Ebu Süfyan, Hz. Ömer´den bu sözleri işitince:

"Sen de akrabalarından kötülükle cezalanasın![184]

Vallahi, kavmine karşı senin kadar katı ve kötü davranan görmedim!" dedi.[185]

Kendi kendine de:

"Ben bugünkü gibi çetin bir gün görmedim!

Bir kavim bir kavme karşı başka bir kavmi silah ve yiyeceklerle destekleyecek olursa, muahedeyi bozmuş olacakları tabiîdir!" diyerek söylendi.[186]

Ebu Süfyan, Hz. Osman´a gitti ve:

"Şu cemaat içinde, bana akrabalık yönünden senden daha yakın bir kimse yoktur.

Sen şu mütarekeyi uzat ve muahedeyi yenile! Çünkü, sahibin seni hiçbir zaman reddetmez!

Vallahi, ben Muhammed´in ashabına yaptığı kadar çok ikram yapan hiçbir kimse görmemişimdir" dedi.

Hz. Osman:

"Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde bulunanı himaye edebilirim!" dedi.[187]

Ebu Süfyan, Ensarın ileri gelenlerinden Sa´d b. Ubâde´nin yanına vardı ve:

"Ey Ebu Sabit! Sen ikimizin arasındaki dostluğu biliyorsun!

Ben senin için Mekke Haremimizde bir himayeciyim!

Sen şu memleketin (Medine´nin) ulu kişi sisin!

İki taraf halkını himayene al, mütareke müddetini uzat!" dedi.

Sa´d b. Ubâde:

"Ey Ebu Süfyan! Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde olanları himaye edebilirim.

Resûlullah Aleyhisselama karşı hiç kimse himayeye alınamaz!" dedi.[188]

Ebu Süfyan, bundan sonra, Hz. Ali´nin evine gitti.

O sırada, Hz. Fâtıma Hz. Ali´nin yanında bulunuyor ve henüz bir çocuk olan Hz. Hasan da önlerinde gezip duruyordu.[189]

Ebu Süfyan:

"Ey Ali! Şu cemaat içinde akrabalık yönünden bana en yakın olan sensin! Ben bir iş için gelmiştim.

Umduğumu elde edemeden, geldiğim gibi geri dönüp gideceğim.

Resûlullaha gidip benim için şefaatçi ol![190] Araya girip, kavmine karşı himayeci ol. Onlar için, mua­hede ve mütareke yazısını yeniletil [191]

İki taraf arasında himayeci, arabulucu ol da, Muhammed´le mütareke müddetinin uzatılmasını konuşup sağla!" dedi.[192]

Hz. Ali:

"Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[193]

Allah senin iyiliğini versin ey Ebu Süfyan! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam bir işe karar verdi mi,[194] onu muhakkak yapar.[195]

Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında ben hüküm veremem![196]

Biz bu iş hakkında onunla da konuşamayız.[197]

Hiç kimse, onun istemediği şeyi konuşamaz!" dedi.[198]

Ebu Süfyan, Hz. Fâtıma´ya dönerek:

"Ey Fâtıma! Sen, kavminin kadınları arasında büyüklüğünü gösterecek bir iş yapmak istemez misin?" dedikten sonra, ona da Hz. Ali´ye söylediği gibi söyledi[199] ve:

"Sen iki taraf halkını himayene alıp uzlaştırsan da, Araplar içinde büyük kadınların hayırlısı olsan olmaz mı?" dedi.[200]

Hz. Fâtıma:

"Ben ancak bir kadınım!" dedi.

Ebu Süfyan:

"Senin himayeci olman caizdir.[201] Nitekim, kızkardeşin (Zeyneb), Ebu´l-Âs b. Rebi´i himayesine almıştı.[202] Bunu Muhammed de caiz görmüştü.[203] Buna aykırı davran il mam ıştır" dedi.[204]

Hz. Fâtıma:

"Bu, bana ait bir iş değildir. Allah´a ve Allah´ın Resûlüne ait bir iştir.[205]

Ben Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında hüküm veremem" dedi.[206]

Bunun üzerine, Ebu Süfyan:

"Ey Muhammed´in kızı! Şu yavrucuğuna emretsen de, iki taraf halk arasında himayeci olduğunu söylese olmaz mı?

O, böyle yaparsa, kendisi, zamanın sonuna kadar Arapların ulusu olur!" dedi.

Hz. Fâtıma:

"Vallahi, benim bu yavrum ne halk arasında himayeci olacak yaşa gelmiştir, ne de Resûlullah Aleyhisselama karşı bir kimse himayeye alınabilir!" dedi.[207]

Ebu Süfyan, Hz. Ali´ye dönerek:

"Ey Hasan´ın babası! Bana karşı, işlerin çok zorlaşmış olduğunu görüyorum.

Sen bana bir öğüt ver![208] Senin bu husustaki görüşün nedir? Zorlaşmış bulunan şu işimi bir kolay­laştı r!

Sence, benim için yararlı olabilecek işi, çareyi bana emret!" dedi.[209]

Hz. Ali:

"Ben şu gündeki kadar, senin gibi, ne yapacağını şaşırmış bir adam görmedim.[210]

Vallahi, ben senin için yararlı olabilecek birşey bilmiyorum.

Fakat, sen Benî Kinanelerin ulu kişisisin!

Kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himayene aldığını ilân et! Sonra da yurduna çekgit![211] Halkın arasını bul!" dedi.[212]

Ebu Süfyan:

"Bunun benim için bir yarar sağlayacağını sanıyor musun?" diye sordu.

Hz. Ali:

"Hayır! Vallahi, yarar sağlayacağını pek sanmıyorum.

Fakat, senin için, bundan başka, yapılacak birşey de bulamıyorum!" dedi.[213]

Ebu Süfyan:

"Sen doğru söyledin! Ben bunu yapmalıyım!" dedi.[214]

Bunun üzerine, Ebu Süfyan, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine gidip ayakta dikilerek:

"Ey insanlar! Ben iki taraf halkını ahd ve emanım altına aldım ![215]

Vallahi, benim bu ahdime hiç kimsenin muhalefet edeceğini sanmıyorum.[216]

Muahedeyi yeniledim, halkın arasını bulacağım!" dedi.[217]

Böyle derken de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.[218]

Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına vardı ve:

"Ey Muhammedi Sen benim bu eman ve himaye taahhüdümü zannetmem ki reddedesin!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Ey Ebu Süfyan! Bunu sen söylüyorsun! (Bu, senin sözündür!)" buyurdu.[219]

Ebu Süfyan, devesine binip Mekke´ye döndü.[220]

Ebu Süfyan´ın Mekke´ye dönüşü gecikince, Kureyş müşrikleri:

"Vallahi, onun Muhammed´e gizlice tâbi olduğunu ve Müslümanlığını gizli tuttuğunu sanıyoruz!" diy­erek, onu suçlamaya başlamışlardı.

Ebu Süfyan, geceleyin Mekke´ye varıp evine girince, karısı Hind:

"Kavmin seni Müslüman oldu diye suçlayıncaya kadar, orada tutuldun kaldın.

Kalışını kavminin yanına başanyla dönmek için uzattınsa, değer!" dedi.

Ebu Süfyan, olan bitenleri haber verip:

"Ali´nin dediğini yapmaktan başkasına yol bulamadım!" deyince, Hind ona:

"Sen Kureyş kavminin iyilikten uzaklaştırılmış, kötüleşmiş bir elçisi oldun" diyerek hakaret etti.

Ebu Süfyan, sabaha çıkınca, İsaf ve Naile putlarının yanında başını kazıtıp onlara kurban kestikten sonra:

"Ben, babamın üzerinde öldüğü şeyden, ölünceye kadar sizinle birlikte bulunmaktan ayrılmaya­cağım" diyerek kurbanın kanını pufların başlarına sürdü.

Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri onun Müslüman olmadığını anladılar, kendisini suçlamaktan vazgeçtiler.[221]

Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan´a:

"Gerinde ne haber var?[222] Muhammed´den bize bir yazı getirdin mi? Yahut mütareke müddetini uzatabildin mi? Ya da, onun bize savaş açmamasını sağlayabildin mi[223] Ne getirdin bize?" diye sor­dular.

Ebu Süfyan:

"Ben, kalbleri bir tek kalb haline gelmiş bir kavmin yanından geliyorum.

Vallahi, onlardan yarar umduğum, küçük büyük, kadın erkek hiçbirini bırakmaksızın, hepsiyle konuştum.

Onlardan birşey koparmayı başaramadım ![224]

Muhammed´in yanına vardım, kendisiyle konuştum. Vallahi, bana hiçbir cevap vermedi.

Sonra, Ebu Kuhâfe´nin oğluna (Ebu Bekir´e) gittim. Onda da bir hayır bulmadım.

Sonra, Hattab´ın oğluna (Ömer´e) gittim. Onu düşmandan daha düşman buldum!

Sonra, Ali´nin yanına vardım. Kendisini kavmin en yumuşağı buldum.

Ali bana birşey işaret etti. Ben de onu yaptım.

Vallahi, o yaptığım şeyin bana bir yararı olur mu, yoksa olmaz mı, bilmiyorum" dedi.

Kureyş müşrikleri:

"O sana neyi emretti?" diye sordular. Ebu Süfyan:

"Bana insanların arasında ahd ve eman vermemi emretti. Ben de onu yaptım" dedi.

Kureyş müşrikleri:

"Muhammed buna icazet, izin verdi mi?" diye sordular.

Ebu Süfyan:

"Hayır![225]

Ben, bunu yaptıktan sonra Muhammed´in yanına vardım ve:

´Ben iki taraf halkını, uzlaştırmak için, himayeme aldım. Zannetmem ki, sen bu himayeye alışımı reddedesin!1 dedim.

Bana:

´Ey Ebu Süfyan! Ey Hanzale´nin babası! Bunu sen söylüyorsun "Bu, senin sözündür!" dedi ve bun­dan başka birşey söylemedi" dedi.[226]

Kureyş müşrikleri:

"Yazıklar olsun sana! Vallahi, adam (Ali) sana oyun etmiş, seninle eğlenmekten başka birşey yap­mamış!

Yaptığın şey sana bir yarar sağladı, bir işine yaradı mı?" dediler.

Ebu Süfyan:

"Hayır! Bir yarar sağlamadı. Fakat, vallahi, bundan başka da, yapacak birşey bulamadım" dedi.[227]

Kureyş müşrikleri:

"Demek, sen hiçbir şey yapamamışsın![228] Bize hiçbir şey getirememişsin.[229]

Vallahi, biz bugün dönen elçi gibi başarısız hiçbir elçi görmedik.[230]

Sen bize ne savaş haberi getirdin ki savaşa hazırlanalım, ne banş haberi getirdin ki güvenlik içinde bulunalım!" dediler.[231]

Acele Sefer Hazırlığına Girişilişi ve Bunun Gizli Tutuluşu

Ebu Süfyan, dönüp Mekke´ye gittikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin sefer hazır­lığını görmesi için Hz.Âişeye emir verdi.[232]

"Sefer hazırlığımı yap! Bunu hiç kimseye söyleme![233] İşini gizli tut!" buyurdu.[234]

Hiç kimse, ne için hazırlanıldığını bilmiyordu.[235]

Hz. Ebu Bekir, kızı Hz. Âişe´nin evine gitmişti.

O sırada, Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselam için sevık, un ve hurmadan yol azığı hazırlamak­la uğraşıyordu.[236]

Hz. Ebu Bekir:

"Ey kızcağızım! Resûlullah Aleyhisselam sefer hazırlıklarını görmenizi mi size emretti?" diye sordu

Hz. Âişe:

"Evet![237] Resûlullah Aleyhisselam, kendisi için yol, sefer hazırlığı yapmamı bana emretti" dedi.[238]

Hz. Ebu Bekir:

"Sence, nereye gitmek istiyor olabilir?" diye sordu.[239]

Hz. Âişe:

"Vallahi, bilmiyorum!" dedi.[240]

Hz. Ebu Bekir, kendi kendine:

"Vallahi, şu Benî Asfarlar(Rumlar)la savaş zamanında Resûlullah Aleyhisselam nereye gitmek istiy­or ola?![241]

Resûlullah Aleyhisselam, birsefere niyeti en s ey di, bizim de hazırlanmamızı bildirirdi" dedi.

Hz. Âişe:

"Bilmiyorum. Belki Benî Süleymlere gitmek istiyor, belki Sakîflere gitmek istiyor, belki de Hevâzinlere gitmek istiyor olabilir" dedi.

O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam içeri girdi.

Hz. Ebu Bekir:

"Yâ Rasûlallah! Sefere mi çıkmak istiyorsun?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Evet!" buyurdu.

Hz. Ebu Bekir:

"Ben de hazırlanayım mı?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Evet!" buyurdu.

Hz. Ebu Bekir:

"Nereye gitmek istiyorsun yâ Rasûlallah?[242] Sanırım ki; Benî Astarların (Rumların) üzerine gitmek istiyorsun d ur" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Hayır!" buyurdu.

Hz. Ebu Bekir:

"Yoksa, Necd halkının üzerine mi gitmek istiyorsun?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Hayır!" buyurdu.

Hz. Ebu Bekir:

"Öyleyse, Kureyşîlerin üzerine gitmek istiyorsun d ur" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Evet![243] Kureyşflerin üzerine gideceğim ey Ebu Bekir! Bunu gizli tut!" buyurdu ve hemen hazır­lanmasını emretti.

Hz. Ebu Bekir:

"Yâ Rasûlallah! Onlarla senin aranda bir mütareke müddeti belirlenmiş değil miydi?" dedi.[244]

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Sen onların Benî Katılara (Huzâalara) yaptıklarını işitmedin mi?[245]

Hudeybiye muahede ve mütarekesinin hükmüne riayetsizlik edenlerin ilki onlar oldu.[246] Onlar ahd-lerine vefasızlık ettiler ve muahedelerini bozdular.

Ben de onlarla savaşacağım!

Sana söylediğim şeyi gizli tut, açığa vurma!" buyurdu.

Kimi Peygamberimiz Aleyhisselamın Şam´a gitmek istediğini, kimi Sakîflere gitmek istediğini, kimisi de Hevâzinlere gitmek istediğini sanıyordu.[247]

Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına sefer için hazırlanmalarını emretti ve fakat, önce, nereye gidileceğini gizli tuttu, açıklamadı .[248]

Sonra, Mekke´ye doğru gidileceğini bildirdi.[249]

Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke´ye giden dağ yollarını ve geçitleri nöbetçilerle tuttu.[250] Hz. Ömer´i de, nöbetçiler üzerinde denetçi olarak görevlendirdi.

Hz. Ömer, dağ yolları ve geçitler üzerinde dönüp dolaşmakta[251] ve nöbetçilere:

"Rastlayacağınız, gizlice Mekke´ye geçip gitmek isteyen hiçbir kimseyi bırakmayacaksınız! Onları geri çevireceksiniz!" demekte, hiç kimsenin Mekke´ye gitmesine meydan vermemekte idi.[252]

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Ey Allah´ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşîlerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez et! Kureyşîlerin gözlerini bağla! Beni birdenbire görsünler!" diyerek dua etti.[253]

Peygamberimiz Aleyhisselam, çöl halkına, Medine çevresindeki Müslümanlara ve her tarafa dav-etçiler gönderip:

"Allah´a ve ahiret gününe imanı olan, Ramazan´da Medine´de hazır bulunsun!" diyerek, onları sef­ere katılmaya davet etti.

Esma b. Harise ile Hind b. Hârise´yi Eşlemlere gönderdi. Bunlar, Eşlemlere:

"Resûlullah Aleyhisselam, Ramazan´da Medine´de bulunmanızı size emrediyor!" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, Cündüb b. Mekîs ile Râfi´ b. Mekîs´i Cüheynelere gönderdi.

Bunlar, Ramazan´da Medine´de hazır bulunmalarını Cüheynelere emrettiler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, İmâ´ b. Rahasa ile Ebu Rühm Külsûm b. Husayn´ı Benî Husaynlara, Benî Gıfârlara, Benî Damrâlara;

Ma´kıl b. Sinan ile Nuaym b. Mes´ud´u Eşca´lara;

Bilal b. Haris ile Abdullah b. Amr el-MüzenPyi Müzeynelere;

Haccac b. Ilâtü´s-Sülemî ile Irbaz b. Sâriye´yi Benî Süleymlere;

Bişr b. Süfyan ile Büdeyl b. Verkâyı Benî Ka´blara (Huzâalara) gönderdi.[254]

Huzâî b. Abdi Nühm, Müzeyneleri yanına alarak Revhâ´da;

Abdullah b. Malik, Gıfârîleri yanına alarak Sukyâ´da;

Kudâme b. Sümâme, Benî Süleymleri yanına alarak Kudeyd´de;

Sa´d b. Cessâme, Benî Leysleri yanına alarak Kedid´de;[255]

Benî Ka´blar da Kudeyd´de; gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın ordularına katılacaklardı.

Eşlemler, Cüheyneler, Eşca´lar ve daha başka Arap kabileleri Medine´ye geldiler.

Ebu İnebe kuyusunda ordugâh kuruldu, toplanıldı.[256]

Toplananların mevcudu 10.000 idi.[257]

Mevcudun 12.000 kişi olduğu rivayeti de vardır.[258]

Medine´den 10.000 kişi ile çıkılmış, 2.000´i yolda gelip kati İm işti.[259]

Muhacirlerlerle Ensardan, sefere katilmayan kimse yoktu.[260]

Muhacirlerin sayısı 700 idi, yanlarında da 300 at vardı.

Ensarın sayısı 4.000 idi, yanlarında da 500 at vardı.[261]

Müzeynelerin sayısı 1.000 idi[262] veya sayıları 1.300 olup,[263] yanlarında 100 at vardı.[264]

Eşlemlerin sayısı 400 idi,[265] yanlarında 30 at vardı.[266]

Cüheynelerin sayısı 800 İdi[267] veya 700[268] veya 1.000 İdi[269] veya 1400 idi.[270] Yanlarında da, 50 at vardı.[271]

Gıfârîlerin sayısı 400 idi.[272]

Süleymlerin sayısı 900[273] veya 1.000[274] veya 1.400[275] veya 1.800 idi.[276]

Diğerleri, Muhacirlerden ve Ensardandı.

Kays, Esed, Temim ve başka kabilelerden de, gelip mücahidler arasına katılanlar vardı.[277]

Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine´de yerine Ebu Rühm Külsûm b. Husayn´ı vekil bıraktı.[278]

Abdullah b. Ümmi Mektum´un vekil bırakıldığı da rivayet edilir.[279] Sanıldığına göre; Abdullah b. Ümmi Mektum imamlıkla, Ebu Rühm de idarî işlerle görevlendirilmişti.[280]

Hâtıb´ın Kureyş Müşriklerine Harekât Durumunu Bir Yazı ile Bildirmeye Yeltenişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan Hâtıb b. Ebi Beltea, Mekkeli müşriklere biryazı yazarak, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki kararını bildirmek iste­di.[281]

Hâtıb; yazısını, Salvan b. Ümeyye, Süheyl b.Amrve İkrime b. Ebu Cehil´e verilmek üzere yazdı ve yazısında şöyle dedi:

"Resûlullah Aleyhisselam; gazaya çıkacağını halka bildirdi.

Kendisinin sizden başkasına gitmek isteyeceğini sanmıyorum.

Size gönderdiğim yazımla, yanınızda benim bir iyilik ve minnet elimin bulunmasını arzu ettim."[282]

Başka rivayetlere göre, Hâtıb mektubunda şöyle dedi:

"Peygamber (Aleyhisselam); geceler gibi karaltılı, seller gibi akan askerleri ile size doğru yönelmiş geliyor!

Allah1 a yemin ederim ki; o size yalnız başına bile gelecek olsa, Allah, muhakkak yardım edip onu size galip kılacaktır.

Çünkü, Allah ona yaptığı va´dini yerine getiricidir!

Hiç şüphesiz, Allah onun dostu ve yardımcı sı dır."

"Muhammed Peygamber (Aleyhisselam), amma size karşı, amma sizden başkasına karşı, savaş­maya hazırlanmış bulunuyor.

Hazırlıklı ve uyanık olunuz!"[283]

"Hâtıb b. Ebi Beltea´dan:

Resûlullah (Aleyhisselam), sizin üzerinize yürümek istiyor!

Tedbirinizi alınız!"[284]

"Muhammed Aleyhisselam, kesin olarak sizin üzerinize yürümek üzeredir!"[285]

"Bundan sonra, derim ki:

Muhammed (Aleyhisselam) kesin olarak sizin üzerinize yürümek istiyor.

Tedbirinizi alınız! Hazırlanınız!"[286]

Bazı ravilerin bu yazı muhtevasını kısaltarak nakletmiş oldukları gözönünde tutulunca, yukarıdaki yazılarda geçen sözlerin hepsinin Hâtıb´ın yazısında yer almış olduğu kabul edilebilir.[287]

Mektubun Kureyş Müşriklerine Bir Kadınla Gönderilişi

Hâtıb b. Ebi Beltea, Kutıeyş müşriklerine yazdığı mektubu bir kadına vermişti.

Rivayete göre; kadın, Müzeynelerdendi.[288] Müzeynelerin de Arc halkından, Kenud adında bir kadındı.[289]

Kendisi, Ebu Amr b. Sayfî b. Hişam (Hâşim) b. Abdi Menafın[290] yahut Ebu Leheb´in[291] azadlı cariyesi olup, Sâre diye anılırdı.

Sâre Medine´ye geldiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke´yi fetih hazırlığıyla uğraşıyor-du.[292]

Sâre´ye:

"Sen Müslüman olarak mı geldin?" diye sordu.

Sâre:

"Hayır!" dedi.[293]

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Öyleyse, sen ne için geldin?" diye sordu.

Sâre:

"Sizler köle azadlayıcılarsınız, aşiret sahibisiniz![294]

Köle azadlayıcılar Bedir günü ölüp gittiler.[295]

Ben son derecede muhtaç duruma düştüm. Bana yiyecek ve binecek veresiniz, beni giydirip kuşatasınız diye yanınıza geldim!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:

"Tagannilerin, şarkı söylemelerin, ağıt yakmaların seni ihtiyaçtan kurtarmadı mı?" diye sordu.

Sâre:

"Yâ Muhammedi Kureyşliler, kendilerinden birçok kimseler öldürüldüğünden beri, şarkı dinlemeyi bıraktılar.[296] Bedir vak´asından sonra, benden birşey söylememi isteyen olmadı.[297] Ben de, şarkı söylemeyi, ağıt yakmayı bıraktm" dedi.[298]

Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdulmuttalib oğullarını, Sâre´ye yardıma teşvik etti.

Onlarda, hemen onu giydirip kuşattılar. Birde, hayvan bulup kendisini bindirdiler, yol azığını da koy­dular.

Hâtıb b. Ebi Beltea, Sâre´nin yanına vardı. Ona on dinar (altın lira) ile bir elbise verdi.[299] Bunlar, Kureyş müşriklerine yazdığı mektubu onlara ulaştırma ücreti idi.

Hâtıb, Sâreye:

"Bunu, elinden geldiği kadar gizli tut! Mekke´ye giderken de, anayoldan gitme! Çünkü, yol üzerinde bekçiler, nöbetçiler var!

Sen dağ yolları ve geçitlerinden başka bir yol tutup, Mahacce´nin solundan Fuluk içine, Akik yoluna doğru git!" dedi.[300]

Sâre, mektubu başına yerleştirdikten sonra, üzerinden, saçlarını bölükler halinde örerek gizledi, Kureyş müşriklerine teslim etmek üzere yola çıktı.

Hâtıb´ın bu uygunsuz tutum ve davranışı hakkında gökten haber geldi.[301]

Hâtıb´ın Sorguya Çekilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvam ve Mikdad b. Esved´e:[302]

"Acele gidiniz! Hâh bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında bir mektup bulunan bir kadın bulacaksınız!

Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz![303] Kendisini serbest bırakınız![304]

Mektubu vermek istemezse, boynunu vurunuz!" buyurdu.[305]

Hz. Ali ve arkadaşları, atlarını koştura koştura Hâh bahçesine varıp kavuştular. Orada, yolcu bir kadına rastladılar.[306]

Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ve arkadaşlarına, devesinin üzerinde giden bir kadının Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından müşriklere yazılan ve Resûlullahın kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber veren bir sahifeyi yanında taşıdığını haber vermişti.

Hz. Ali ve arkadaşları, kadına:

"Yanında götürmekte olduğun mektup nerede?" diye sordular.[307]

Kadın:

"Benim yanımda mektup falan yok!" dedi.[308]

Bunun üzerine, kadının devesini ıhdırdılar.[309] Kadını devenin üzerinden indirdiler. Eşyasını aradılar. Mektup olarak hiçbir şey bulamadılar.[310]

Kadın yemin ederek inkârda bulununca, geri dönecek oldular.[311]

Hz. Ali:

"Allah´a yemin ederim ki; ne Resûlullah Aleyhisselam yanılır, ne de biz yanılırız!

Sen bu mektubu bize ya kendiliğinden çıkarırsın, ya da seni soyar, ararız!" dedi.[312]

Kadın:

"Siz Müslüman değil misiniz?! (Bunu bana nasıl yaparsınız?)" dedi.[313]

Hz. Ali:

"Elbette Müslümanız! Resûlullah Aleyhisselam bize senin yanında mektup bulunduğunu söyledi" dedi,[314] kılıcını

sıyırdı ve:

"Ya mektubu çıkarırsın, ya da kılıcı tepene indiririm!" dedi.[315]

Kadın, işin sıkı tutulduğunu görünce, Hz. Ali´ye:

"Yüzünü benden başka yana çevir!" dedi.

Hz. Ali yüzünü başka tarafa çevirince, kadın örgülü saçlarını çözdü, mektubu çıkarıp Hz. Ali´ye verdi.[316]

Mektubu Peygamberimiz Aleyhisselama getirdiler.

Mektubun müşriklerden bazı kişilere Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından yazılıp gönderilmiş ve içinde Peygamber Aleyhisselamın savaş işinin onlara bildirilmiş olduğu görüldü.[317]

"Yâ Rasûlallah! Hâtıb, Allah´a, Resûlullaha ve mü´minlere hainlik etmiştir!?" dediler.[318]

Peygamberimiz Aleyhisselam haber saldı, Hâtb´ı yanına çağırttı.[319]

Hâtıb gelince, mektup kendisine okundu.

Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:

"Bunu sen mi yazdın?" diye sordu.

Hâtıb:

"Evet!" dedi.[320]

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Ey Hâtıb! Bu ne biçim iş?![321] Sen bunu ne için yaptın?!" diye sordu.[322]

Hâtıb:

"Yâ Rasûlallah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme!

Ben, Kureyşîler içinde, yanaşma bir kişiyim. Asıl Kureyşîlerden değilim.

Senin yanındaki Muhacirlerin Mekke´de ailelerini ve mallarını koruyacak akrabaları var.[323]

Ben ise, Kureyş cemaati içinde ne soyu, ne de kabilesi olmayan bir kişiyim.

Üstelik, çoluk çocuklarım da onların aralarında bulunuyor.[324]

Ben bunu onlara bir iyilik edeyim, kendilerini minnet altında bırakayım da oradaki ev halkımı korusunlar diye yaptım.

Yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm veya İslâmiyetten sonra küfre rıza göster­diğim için yapmış değilim ![325]

Yâ Rasûlallah! Vallahi, ben Allah´a ve Allah´ın Resûlüne iman etmişim ve dinimi de asla değişti rm emişim dir![326]

Ben, Müslüman olduğumdan beri, Allah hakkında hiçbir şüpheye düşmemiş,[327] küfür yoluna sap­mamışım dır!

Müşriklerden ayrıldığımdan beri, kendilerine hiçbir sevgi de beslememi simdir.

Fakat, ev halkım hakkında endişe duyduğum için, onların yanında bir iyiliğimi