Cihad Emri

Yüce Allah Tarafından Müşriklerle Savaşa İzin Verilişi

Peygamberimiz (a.s.); Akabe bey´atından önce, müşriklerle savaşmaya mezun değildi.

Ancak müşrikleri Yüce Allah´ın birliğini kabule davet etmek, karşılaşılacak işkencelere katlanmak, cahillerin uygunsuz davranışlarına aldırış etmemek, göz yummakla memurdu.

Kureyş müşrikleri ise; Peygamberimiz (a.s.)a tâbi olanları, dinlerinden döndürmek için, işkenceden işkenceye uğratmakta idiler. Müslümanlardan kimi işkenceler altında dinlerinden döndürülmüş, kimi yurtlarını yuvalarını bırakarak Habeşistan´a, kimisi de Medine´ye hicret etmiş, dağılmışlardı.

Kureyş müşrikleri; Yüce Allah´a karşı azgınlaştıkları, O´nun kendileri için dilediği nimetleri red ve Resûlünü tekzib ettikleri; Allah´ın tevhid ve ibadet ehli olan ve Resûlünü doğrulayan, dinine sarılan kullarını da işkenceden işkenceye uğrattıkları ve yurtlarında yuvalarında tedirgin ettikleri zaman, Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a onlarla savaşma izni verdi.

O zalimlere ve azgınlara karşı kendisine yardım edeceğini de va´d buyurdu. Müşriklerle savaşmaya ilk defa izin veren ve kan dökmeyi, Peygamberimiz (a.s.)a mubah kılan âyetlerde[1] şöyle buyu-ruldu:

"Kendileriyle çarpışılan (Müslüman)lara, zulme uğradıklarından dolayı, çarpışmaya izin verildi.

Şüphe yok ki, Allah onlara yardım etmeye her yerde her zaman kadirdir. Onlar (Müslümanlar), ´Rabbimiz Allah´tır´ demelerinden başka bir sebep olmaksızın, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar.

Eğer Allah insanların bazısının şerrini bazısıyla def´etmemiş olsaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Allah´ın ismi çok anılan mescidler, muhakkak yıkılır giderdi.

Elbette ki, Allah kendisine yardım edenlere yardım eder.

Hiç şüphesiz, Allah Kavîdir. Kudretiyle herşeye üstün gelendir.

Onlara (Müslümanlara) yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek, namazı gereği gibi kılarlar, zekatı verirler. İyiliği buyururlar, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.

İşlerin sonucu, döne dolaşa, Allah´a vanr."[2]

"Fitne kalmayıncaya kadar onlarla (müşriklerle) savaşın!

Vazgeçerlerse, artık, zalimlerden başkasına hiçbir husumet yoktur."[3]

Peygamberimiz (a.s.) müşrikler tarafından Mekke´den çıkarıldığı, çıkmak zorunda bırakıldığı zaman, Hz. Ebu Bekir

"Onlar peygamberlerini Mekke´den çıkardılar.

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz Allah´ın kullarıyız ve hep O´na dönücüleriz.

Onlar (müşrikler), muhakkak, helak olacaklar!" demişti.

Yüce Allah "Kendilerine zulüm ve haksızlık yapılmış, harb açılmış olanlara, savaş için izin verildi. Şüphe yok ki, Allah onlara (Müslümanlara) yardıma elbette kadirdir" (Hacc: 39) ayetini indirdiği zaman da:

"Anladım ki, yakında bir çarpışma olacak!" demiştir.[4]

Gazâ ve Seriyyelerin Sayıları ve Gayeleri

Gaza; düşmanla çarpışmaya gitmek,[5]

Seriyye de; düşman üzerine gönderilen askerî birlikler demektir.[6]

Bunların en azı 5, en çoğu da 300-400 kişilik olur.[7]

Peygamberimiz (a.s.):

"Seriyyelerin hayırlısı 400 kişilik,

Ordunun hayırlısı da 4000 kişilik olanıdır.

12000 kişilik olan bir ordu ise, azlıktan dolayı yenilmez" buyurmuştur.[8]

Hadis ve siyercilerin genellikle kabul ettiklerine göre; Peygamberimiz (a.s.)ın bizzat hâzır bulundukları askerî hareketlere gazve; kendileri bulunmayıp Ashabdan herhangi birisinin kumandası altında düşman üzerine saldıkları askerî birliklere de seriyye denilmektedir.

Sayı bakımından en az olan askerî birliğe cerîde,

50 kişiden 400 kişiye kadar olan askerî birliğe seriyye,

100 kişiden 1000 kişiye kadar olan askerî birliğe ketîbe,

1000 kişiden 4000 kişiye kadar olan askerî birliğe ceyş,

4000 kişiden 12000 kişiye kadar olan askerî birliklere hamîs,

Birliklerin tümünü içine alan birliğe ise asker denilir.[9]

Peygamberimiz (a.s.)ın bizzat katıldıkları gazaların sayısı 27, Ashabdan birisinin kuman­dası altında gönderdiği seriyyelerin sayısı da 47 idi.[10]

Mes´ûdî, Hayber´den Vâdi´l-kurâ´ya dönüşü ayrı bir gazve saydığı için, gazaların sayısını 28, seriyyelerin sayısını da 35 olarak gösterir ve Vâkıdî´ye göre seriyye sayısının 48 olduğunu ve 66´dır diyenler de bulunduğunu açıklar.[11]

Gazalardan 9´unda:

1- Bedir,

2- Uhud,

3- Müreysi1,

4- Hendek,

5- Kurayza,

6- Hayber,

7- Mekke´nin fethi,

8- Huneyn,

9- Taif gazalarında çarpışma yapılmıştır.

Bazılarına göre; Beni Nadîr´de de, Hayber´den dönülürken uğranılan Vâdi´l-kurâ´da da, Gâbe´de de çarpışma olmuştur.[12]

Peygamberimiz (a.s.); bir gazaya gitmek isteyince, gideceği ciheti ve maksadını tevriyen (başka mânâya da gelebilecek) kelimeler içinde gizlemeyi âdet edinmişti.[13]

Bunun içindir ki, kaynaklarda Bedir savaşından önceki seriyye ve gazvelerin gayeleri, cereyan tar­zları ve neticeleriyle bağdaşamayacak şekilde telakki ve ifade edilmiştir.

Halbuki, bu seriyye ve gazveler, herşeyden evvel, Sa´d b. Muaz´ın da Ebu Cehil´e dediği gibi, hac yollarını Müslümanlara tıkayan Kureyş müşriklerine, buna karşılık Müslümanların da Suriye ticaret yol­larını kesmek suretiyle kendilerini ticarî ve iktisadî sıkıntıya düşürebilecekleri uyarısında bulunmayı; ve aynı zamanda onların Müslümanlara karşı ne gibi bir hazırlıkta bulunduklarını öğrenmeyi, ileride yapıla­cak savaşlarda bazı kabilelerin Kureyş müşriki eriyle birleşmelerini önlemeyi amaçlıyordu.[14]

Peygamberimiz (a.s.) da, vazifesinin esasını ve gayesini şöyle açıklamışlardır: "Allah´tan başka ilah olmadığına ve Muhammed´in de Resûlullah olduğuna şehadet getirinceye, namazı kılıncaya, zekat verinceye kadar, insanlarla savaşmak bana emrolundu. Onlar bunları yapınca, Müslümanlık hakkının gerektirdiği cezalar hariç olmak üzere, canlarını, mallarını elimden kurtarırlar." [15]

Ashabdan Abdullah b. Amr:

"Ya Rasûlallah! Bana cihad ve gaza hakkında bilgi ver?" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ey Abdullah b. Amr! Eğer sen Allah´ın rızasını umarak ve güçlüklere katlanarak çarpışırsan, Allah da seni Kıyamet günü o hal üzere diriltir.

Eğer sen gösteriş ve övünme için çarpışırsan, Allah da seni Kıyamet günü o hal üzere diriltir!" buyurdu.[16]

Peygamberimiz (a.s.)a bir çöl Arabi gelip:

"Şeref ve şan kazanmak veya övülmek veya ganimet elde etmek veya gösteriş için çarpışan kimse hakkında ne buyurursun?" diye sordu.[17]

Başka birisi de:

"Yâ Rasûlallah! Allah yolunda çarpışmak nedir? Kimi kızarak, kimi hamiyetinden dolayı çarpışıyor?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Kim yalnızca Allah´ın Kelimesi en yüce olsun diye çarpışırsa, işte onunkisi Allah yolundadır!"[18]

Bir adam da:

"Yâ Rasûlallah! Bir adam Allah yolunda çarpışmak ve aynı zamanda dünya mallarından birşeyler de elde etmek isterse, buna ne buyurulur?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ona bir ecir ve sevab yok!" buyurdu.

Halk, bu cevabı ağır bularak, adama:

"Sen Resûlullah (a.s.)a sorunu tekrarla!

Herhalde cevabı iyi anlayamadın!" dediler.

Adam:

"Yâ Rasûlallah! Bir adam Allah yolunda savaşmak ve aynı zamanda dünya mallarından da birşeyler elde etmek isterse ne buyurulur?" diye tekrar sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ona sevab yok!" buyurdu.

Adama:

"Sorunu bir kez daha tekrarla!" dediler.

O da üçüncü kez sorusunu tekrarladı, Peygamberimiz (a.s.) da:

"Ona sevab yok!" buyurdu.[19]

Peygamberimiz (a.s.)ın Savaş Birlikleri Kumandanlarına Emir ve Tavsiyeleri

Peygamberimiz (a.s.); ezan sesi işitilen memleketler üzerine yürümezdi.[20]

Gönderdiği askeri birliklere de:

"Bir mescid gördüğünüz veya müezzinin sesini işittiğiniz zaman, oradan hiç kimseyi öldürmeyiniz!" buyururdu.[21]

Müslim b. Haris et-Temimî demiştir ki:

"Resûlullah (a.s.) bizi bir seriyye içinde göndermişti.[22]

Megar mevkiine ulaştık.[23]

Oradaki kavme hücum ettik.[24]

Ben atımı şaha kaldırdım.[25] Arkadaşlarımı geçtim.

Feryad eden[26] kadınlar ve çocuklarla karşılaştık. Onlara:

´Korunmak ister misiniz?1 diye sordum.

´Evet!1 dediler.[27]

´Öyleyse, Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûlüh, deyiniz[28] de korununuz!´ dedim.[29]

Dediler.[30]

Arkadaşlarım bana:

´Sen bizi hem ganimetin üzerine getirdin, hem de bizi ondan men[31] ve ganimeti bize haram ettin!´[32] diyerek beni kınadılar.

Resûlullah (a.s.)ın yanına döndüğümüz zaman da,[33] benim yapmış olduğum şeyi ona haber verdiler.

Resûlullah (a.s.) beni çağırıp, yaptığımı benim için güzel buldu[34] ve:

´Hiç şüphesiz, Allah sana onlardan her bir insan için şu kadar şu kadar ecir ve sevab yazdı!´ buyur-du"[35]

Peygamberimiz (a.s.); bir orduya veya bir seriyyeye kumandan tayin ettiği,[36] bir orduyu veya askerî birliği göndereceği zaman, kumandana:[37]

Allah´a karşı takvalı ve yanındaki Müslümanlara karşı hayırlı olmayı, iyi davranmayı tavsiye eder, sonra da şöyle buyururdu:

"Allah´ın ismiyle, Allah´ın yolunda gaza ediniz! Allah´ı tanımayanlarla çarpışınız![38] Gaza ediniz![39]

Ganimet mallarına hıyanette bulunmayınız!

Gadr etmeyiniz! Burun, kulak kesmeyiniz! Küçük çocuk [Ebu Hanifeye göre; küçük çocuk ve yaşlı] öldürmeyiniz!

Müşriklerden olan düşmanımla [Ebu Hanife´ye göre; düşmanınızla] karşılaştığın [Ebu Hanife´ye göre; karşılaştığınız] zaman, onları[40] üç haslete,[41] üç hasletten birini kabule davet et![42]

Onların hangisinde sana icabet ederlerse, icabetlerini kabul et ve kendilerini serbest bırak!:

1) Onları İslâmiyete davet et![43] Davetine icabet ederlerse, onların icabetlerini kabul et ve kendilerini serbest bırak![44] Sonra, onları kendi yurtlarından Muhacirlerin yurtlarına göçmeye davet et ve kendilerine bildir ki; onlar bunu yaparlarsa Muhacirlere olan onlara da olacak, Muhacirlere olmayan onlara da olmayacaktır! Yurtlarından göçmeyi kabul etmezlerse, onlara bildir ki; kendileri Müslümanların bedevileri gibi ola­caklar, kendilerine Allah´ın bedevî olan Müslümanlar hakkında cari olan hükmü uygulanacak; -Müslümanlarla birlikte cihada katılmadıkları için-ganimet ve haraçta bir payları olmayacaktır.[45]

2) Eğer onlar Müslüman olmayı kabul etmezlerse,[46] onları cizye [vergi] vermeye davet et![47] Onlardan cizye vermelerini iste[48]

Buna icabet ederlerse, icabetlerini kabul et ve kendilerini serbest bırak!

3) İcabet etmezlerse, Allah´tan yardım dile, onlarla çarpış![49]

Sen bir kale halkını muhasara ettiğin zaman, onlar senden kendilerine Allah´ın ahdini ve Allah´ın peygamberinin ahdini vermeni isterlerse, kendilerine Allah´ın ahdini de, peygamberinin ahdini de verme!

Fakat, kendi ahdini,[50] babanın ahdini,[51] arkadaşlarının ahdini ver!

Çünkü, sizin kendi ahidlerinizi,[52] babalarınızın ahidlerini,[53] arkadaşlarınızın ahidlerini[54] bozmanız; Allah´ın ahdini ve Resûlünün ahdini bozmaktan[55] daha iyidir.

Bir kale halkını muhasara ettiğin zaman, onlar senden kendilerini Allah´ın hükmüne göre indirmeni isterlerse, sen onları Allah´ın hükmüne göre indirme! Ancak kendi hükmüne göre indir!

Çünkü, sen onlar hakkında Allah´ın hükmüne isabet edip edemeyeceğini bilemezsin!"[56]

Hz. Hamza´nın Sîfü´l-Bahr´e Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Sîfü´l-Bahr seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine´ye hicretinden yedi ay geçtikten sonra, Ramazan ayında idi.[57] Sîfü´l-Bahr, lys nahiyesinde olup,[58] Cühenîlerin arazisindendir.[59]

Seferin Gayesi ve Sebebi

Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ı Medine´de de rahat bırakmamakta; kendisini ter-ketmeleri için, Medineli Müslümanlara tehditli mektuplar göndermekte;[60] onu öldürmeleri veya Medine´den sürüp çıkarmaları için de, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile Evs ve Hazrec kabilesi müşrikler­ine ültimatomlar vermekte idiler.[61]

Aynı zamanda, Müslümanlara hac yollarını da kapamışlardı.

Bunun için, Suriye ticaret yollarını keserek, kendilerini ticarî ve iktisadî cihetten sıkıntıya düşürüp yola getirmek gerekiyordu.[62]

İslam Mücahidlerinin Sîfü´l-Bahr´de Müşriklerle Karşılaşmaları

Peygamberimiz (a.s.), Sîfü´l-Bahr´e göndermek üzere, ilk defa olarak Hz. Hamza için bayrak bağladı.[63]

Hz. Hamza´nın bayrağı beyazdı ve onu müttefiki Ebu Mersed b. Kennaz b. Husayn taşımakta idi.

Ebu Mersed, uzun boylu ve gür saçlı idi.[64]

Peygamberimiz (a.s.), Hz. Hamza´nın maiyyetine-hepsi de Muhacirlerden olmak üzere-30 süvari vermişti.[65]

Hz. Hamza´nın maiyyetine Ensardan hiç kimsenin verilmemesinin, Akabe Bey´atında Ensara sadece Peygamberimiz (a.s.)ı Medine´de koruma şartı koşulmuş olmasından ileri geldiği; bunun için, Peygamberimiz (a.s.)ın, Bedir savaşına çıkıncaya kadar, Ensardan hiç kimseyi askerî seferlere göndermediği, bu devrede onlara kendisini ve Muhacirleri korutmakla yetinmiş olduğu söylenir.[66]

Hz. Hamza´nın maiyyetindeki 30 süvari arasında:

1- Ebu Ubeyde b. Cerrah,

2- Ebu Huzeyfe Utbe b. Rebia,

3- Salim Mevlâ Ebi Huzeyfe,

4- Âmir b. Rebia,

5- Amr b. Sürâka,

6- Zeyd b. Harise,

7- Kennaz b. Husayn,

8- Mersed b. Kennaz,

9- Peygamberimiz (a.s.)ın azadlısı Enese de bulunuyordu.[67] İçlerinde Ebu Cehil b. Hişam´ın da bulunduğu, Mekkeli müşriklerden 300 süvarinin himayesinde Şam´dan dönüp Mekke´ye git­
mek isteyen ticaret kervanı Sîfü´l-Bahr´e (deniz sahiline) gelmiş bulunuyordu.[68] İki taraf, çarpışmak için
saf bağladılar.[69]

Mecdi b. Amr el-Cühenî´nin Arabuluculuk Edişi

O sırada, iki tarafın da dostu ve müttefiki olan Mecdi b. Aımr el-Cühenî, yetişip araya girdi.

Kâh onlara, kâh bunlara gide gele, en sonunda iki tarafı da çarpışmaktan vazgeçirdi.

Hz. Hamza, arkadaşlarıyla birlikte Medine´ye döndü.

Ebu Cehil de, ticaret kervanı ve arkadaşlarıyla birlikte Mekke´ye yöneldi.[70] Hz. Hamza; Peygamberimiz (a.s.)ın yanına dönünce, Mecdi´nin araya girip yaptığı hizmetini haber verdi.[71]

Peygamberimiz (a.s.), Mecdi b. Amfin, Müslüman olmadığı halde[72] kendiliğinden bu arab­uluculuğu yapıp çarpışmayı önleyişine memnun oldu ve bu husustaki başarısını tebrik ve takdir buyur­duğunu açıkladı.

Mecdi´nin kendi cemaatından gönderdiği kimselere de elbiseler giydirdi.[73]

Ubeyde b. Hâris´in Râbığ´a Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Râbığ seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine´ye hicretinin 8. ayının başında, Şevval ayın­da idi.[74]

Râbığ; hacıların Mekke´ye giderken geçtikleri, Ebvâ ile Cuhfe arasında bulunan bir vadi olup,[75] Cuhfe´ye uzaklığı üç mildir.[76]

Seferin Sebep ve Gayesi

Râbığ seferinin sebep ve gayesi de, Sîfü´l-Bahr seferi için gösterilmiş olan sebep ve gayenin aynısıdır.[77]

Râbığ Seferine Katılan Süvarilerin Sayısı

Peygamberimiz (a.s.); Ubeyde b. Hâris´i Râbığ´a gönderirken,[78] ona bir bayrak bağlam işti .[79] Bağlanan bayrak beyaz bezdendi.[80] ve Ubeyde b. Haris, Hz. Hamza´dan sonra, bayrağı bağlanan Müslümanların ilki idi.[81]

Ubeyde b. Hâris´in bayrağını Mıstah b. Üsâse taşımıştır.[82]

Ubeyde b. Hâris´in maiyyetine verilen süvarilerin sayısı 60[83] veya 80 idi.[84]

Onların hepsi Muhacirlerdendi.

İçlerinde Ensardan hiç kimse yoktu.[85]

Mücahidlerin Müşriklerle Karşılaşmaları

Muhacir mücahidler Hicaz´da Seniyetü´l-mere´nin aşağısında,[86] Râbığ vadisinde Ahyâ diye anılan bir suya eriştiler.[87]

Orada, Kureyşîlerden, büyük ve kalabalık bir cemaata rastladılar.[88]

Kureyşîler, Ebu Süfyan Sahrb. Harb´in kumandası altında 200 kişi idiler.[89]

Bu müşriklerin, İkrime b. Ebu Cehil´in veya Mikrez b. Hafs´ın kumandası altında bulundukları da söylenir.[90]

İki taraf da, hayvanlarını otlatmak için, yoldan saptılar.[91]

Çarpışmak için ne saf bağladılar, ne de kılıç sıyırdılar.

Ancak, aralarında hafif bir tutuşma, çatışma, ok gösterisi yapıldı.[92] Sa´d b. Ebi Vakkas o gün ilk oku attı ve İslâm´da ilk ok, onun tarafından orada atılmış oldu.[93]

Sa´d b. Ebi Vakkas arkadaşlarının önüne geçti, ok çantasını açtı.

Arkadaşları da onu kalkanlarıyla siperiediler.

Sa´d b. Ebi Vakkas, ok çantasındaki oklarını atıp tüketinceye kadar, müşriklere ok yağdırdı.

Sa´d b. Ebi Vakkas´ın çantasında yirmi ok vardı.

Kendisinin attığı hiçbir ok boşa gitmiyor, insan veya hayvandan, hangisine değiyorsa, onu ya öldürüyor, ya da yaralıyordu.[94]

Müşrikler, Müslümanlara yardımcı kuvvetler geleceğini sanarak korktular.[95]

İki taraf da, adamlarını esirgeyerek, birbirlerinden aynldılar.[96]

Sa´d b. Ebi Vakkas, Ubeyde b. Hâris´e:

"Ardlarına düşseydik, onları öldürürdük! Çünkü onlar korkarak dönüp gittiler" dedi.[97]

Mikdad b. Amr ile Utbe b. Gazvan´ın Müslümanlar Tarafına Kaçmaları

Müslüman oldukları halde o güne kadar Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelmeye muvaffak olamayan Mikdad b. Amr ile Utbe b. Gazvan, Müslümanlara kavuşabilmek umudu ile, müşriklerin yanı­na katılıp yola çıkmışlardı.

Müslümanları görünce, onların yanına kaçtılar.[98]

Sa´d b. Ebi Vakkas´ın Harrar´a Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Harrar seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine´ye hicretinin 9. ayının başlarında, Zilkade ayında idi.[99]

Harrar, Hicaz´da[100] Cuhfe yakınında bir suyun adı olup,[101] Cuhfe´den Mekke´ye gelinirken Mahacca´nın solunda ve Gadîr-i Hum´un yakınındadır.[102]

Seferin Gayesi ve Sefere Katılanların Sayısı

Peygamberimiz (a.s.) Sa´d b. Ebi Vakkas için beyaz bir sancak bağladı. Harrar seferinde sancağı Mikdad b. Amrtaşıdı.[103] Sefere katılanların sayısı 8 idi.[104] 20 kişi oldukları da rivayet edilir.[105] Kervan halkı 60 kişi idi.[106] Sa´d b. Ebi Vakkas derki: "Resûlullah (a.s.), bana: ´Ey Sa´d! Harrar´a vanp kavuşuncaya kadar git! Çünkü, Kureyşîlerin kervanı oradan geçecektir" buyurdu.[107] Harrar´dan ileri geçmemeyi de tavsiye etti.[108] Gündüzleri sinip gizlenmekte, geceleri yürümekte idik.

Beşinci günün sabahında Harrar´da sabahladığımız zaman, kervanı, oradan bir gün önce geçip git­miş bulduk. Resûlullah (a.s.) Harrar´dan ileri geçmem ekliği mi bana emretmişti. Böyle olmasaydı, onlara yetişmeyi arzu ederdim."[109] Mücahidler, hiçbir çarpışma yapmadan, Medine´ye döndüler.[110]

Ebvâ (Veddan) Gazâsı

Gazanın Tarihi ve Mevkii

Ebvâ (Veddan) gazası, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine´ye hicretinin onbirinci ayının başlarında, Safer ayında vuku bulmuştur.[111]

Hicretin onikinci ayının başlarında vuku bulduğu da rivayet edilir.[112]

Ebv´â; Furu1 ile Cuhfe arasında bir karye olup, Medine´ye uzaklığı 23 mil kadardır, yani beş günlük­tür.

Peygamberimiz (a.s.)ın annesi Hz. Âmine´nin kabri buradadır.[113]

Peygamberimiz (a.s.) altı yaşlarında bulunduğu sırada, Hz. Âmine Medine´ye gidip zevci Hz. Abdullah´ın kabrini ziyaret ettikten sonra Mekke´ye dönerken Ebvâ´da vefat etmiş ve oraya gömülmüştü.[114]

Veddan ise, Medine ile Mekke arasında Füru1 nahiyelerinden derli toplu biryer olup Herşâya 6 mil, Ebvâ´ya 8 mil uzaklıkta ve Cuhfe yakınında Damrâ, Gıfâr ve Kinanelere ait arazidendir.

Veddan´ın Cuhfe´ye uzaklığı bir merhaledir.[115]

Gazanın Sebep ve Gayesi

Peygamberimiz (a.s.)ın Ebvâ, Veddan seferinden maksadı; Kureyş müşriki eriyle karşılaş­mak ve Damrâ b. Eiekr oğullarıyla da bir anlaşma yapmaktı.[116]

Ebv´â gazası, Peygamberimiz (a.s.)ın bizzat katıldıkları ilk gaza idi.[117] Peygamberimiz (a.s.), Ensardan Sa´d b. Ubâde´yi Medine´de yerine vekil bıraktı.[118]

Peygamberimiz Ateyhissefamm Sancağı ve Sancaktan

Ebv´â, Veddan gazasında Peygamberimiz (a.s.)ın sancağı beyazdı ve onu Hz. Hamza taşımakta idi.[119]

Mahşi b. Amr ed-Damrî ile Anlaşma Yapılışı

Ebva gazasında, Kureyş müşrikleriyle karşılaşılmadığından, bir çarpışma olmamış; ancak, Kinane soyundan gelen Damrâ oğulları kabilesinin o zaman seyyidi ve lideri bulunan Mahşi b. Amr ile Ebvâ´da bir anlaşma yapılmıştır.[120]

Buna göre, Peygamberimiz (a.s.) onlarla çarpışmayacağı gibi, onlar da Peygamberimiz (a.s.)la çarpışmayacaklar; Peygamberimiz Aieyhisseiama karşı yığınakyapmayacakiar, bir düş­mana da yardım etmeyeceklerdi.[121]

Peygamberimiz (a.s.), bu hususta aralarında bir yazı da yazdırdı.[122]

Yazılan yazıda şöyle denildi:

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Bu, Muhammed Resûlullah´ın Benî Damrâlar için yazdığı yazıdır.[123]

Onların malları ve canları emniyettedir.

Onlar, Allah´ın dinine karşı çarpışmadıkça, düşmanlarının baskınına karşı yardım görecekler; deniz bir kıl parçasını ıslatabilecek suya malik olduğu müddetçe, Peygamber onlara yardım edecektir.

Peygamber onlan kendisine yardıma çağırdığı zaman da, onlar Peygamberin davetine icabet ede­ceklerdir. Bu, onlara, Allah´ın ve Resûlünün bir ahdi ve emânıdır. Yardım, onlardan, iyilik eden ve kötülüklerden sakınanları içindir."[124]

Medine´ye Dönüş

Ebvâ seferi 15 gece sürdü. Peygamberimiz (a.s.) bu sürenin sonunda Medine´ye döndü.[125]

Buvat Gazâsı

Gazanın Tarihi ve Mevkii

Buvat gazası Peygamberimiz (a.s.)in Medine´ye hicretinin onüçüncü ayının başlarında[126] Rebiülevvel ayında vuku bulmuştur.[127] Rebiülâhir ayında vuku bulduğu da rivayet edilir.[128] Buv´at; Radvâ nahiyesinde, Zîrıuşub´un yakınında, Cüheynîlerin dağlarından bir dağdır. Bunun Medine´ye uzaklığı dörtbürüd (36 mil) kadardır[129] Üç bürüd olduğu da söylenir.[130] Buvat´ın Bevat diye okunduğu da vardır.[131]

Radvâ; Yenbu yakınında, sulu, ağaçlı, vadili bir dağdır, Tihâme dağlarının ilkidir. Radvâ, Yenbu´ya bir günlüktür, Medine´ye yedi merhaleliktir.[132]

Gazanın Sebep ve Gayesi

Peygamberimiz (a.s.)ın maksadı bu sefierde Kureyş müşrikleriyle karşılaşmak,[133] o sırada yolda olup içlerinde Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye b. Halefin de bulunduğu 100 kişilik bir kuvvetin himayesindeki 2500 develik Kureyş ticaret kervanına da rastla m aktı.[134]

Peygamberimiz (a.s.) Ensardan Sa´d b. Muaz´ı Medine´de yerine vekil bıraktı.[135]

Sâib b. Osman b. Maz´un´un vekil bırakıldığı da rivayet edilir.[136]

Buvat seferinde Peygamberimiz (a.s.)ın beyaz sancağını Sa´d b. Ebi Vakkas taşı m ıştır.[137]

Buv´at seferine katılan mücahidlerin sayısı 200 idi.[138]

Bu seferde Kureyşîlerle bir karşılaşma ve çarpışma olmadan Medine´ye dönülmüştür.[139]

Sefvan Gazâsı

Seferin Tarihi, İsmi ve Mevkii

Sefvan seferi; Peygamberimiz (a.s.)ın Medine´ye hicretinin onüçüncü ayının başlarında, Rebiülevvel ayında vuku bulmuştur.[140]

Sefvan seferine Bedrül-ûlâ, Bedrü´l-ewel=ilk Bedir seferi de denilir.[141] Sefvan; Bedir nahiyesinde bir vadinin adıdır.[142] Medine ile Bedir´in arası bir beridliktir.[143]

Sefvan Seterinin Sebebi ve Gayesi

Bu sefer, Medine´ye üç mil uzaklıktaki Akîk nahiyesinin Cürüf´e kadar uzanan Cemmâ dağında yayılmakta bulunan deve ve sığır gibi büyükbaş hayvanları sürüp götürmüş olan Kürz b. Cabirel-Fihrî´yi yakalamak maksadıyla yapılmıştır.[144]

Kürz b. Cabir bunu Müslüman olmadan önce yapmış, sonradan İslâmiyeti kabul etmiş, iyi bir Müslüman olmuştur.[145]

Peygamberimiz (a.s.), Sefvan seferine çıkarken, Medine´de yerine Zeyd b. Hâriseyi vekil bırakmıştır.[146]

Sefvan seferinde Peygamberimiz (a.s.)ın bağladığı beyaz sancağı Hz. Ali taşımıştır. [147]

Peygamberimiz (a.s.) İslâm mücahidleriyle birlikte Kürz b. Cabir´in arkasından Sefvan´a kadar gitmiş ise de, Kürz oralardan daha önce savuşup gitmiş bulunduğundan kendisine yetişilememiş, Medine´ye geri dönülmüştür.[148]

Zü´l-Uşeyre Gazâsı

Seferin Tarihi ve Mevkii

Zü´l-Uşeyre seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine´ye hicretinin onaltıncı ayının başlarında, Cumâdelâhir ayında yapılmıştır.[149]

Cumâdelûlâ ayında yapıldığı da rivayet edilir.[150]

Zü´l-Uşeyre; Mekke ile Medine arasında Yenbu nahiyelerinden bir nahiye olup, Müdlic oğullarına aitti.[151]

Zü´l-Uşeyre ile Medine´nin arası dokuz beridliktir.[152]

Zü´l-Uşeyre; Hayberve Medine´nin meşhur hurmaları müstesna olmak üzere, Hicaz´da en üstün ve en iyi cins hurma yetiştiren bir yerdi.[153]

Seferin Sebebi ve Gayesi

Zü´l-Uşeyre seferinden maksat, herşeyden evvel, oradaki Müdlic oğulları ve onların müttefikleri olan Damrâ oğullarıyla anlaşma yapmaktı.[154]

Peygamberimiz (a.s.)ın o sıralarda Kureyş müşriklerinin Şam´a yolladıklarını haber aldığı ticaret kervanlarına elkoymak istediği de rivayet edilir.[155]

Zü´f-Uşeyre Seferine Katılan Mücahidlerin Sayısı

Zü´l-Uşeyre seferine katılan mücahidler yüzelli-ikiyüz kişi kadardı[156] ve hepsi de Muhacirlerdendi. Hiçbiri sefere katılmak için zorlanmadı.

Nöbetleşe binilmek üzere, yanlarında otuz kadar da deve[157] ve bir adet de at bulunuyordu.[158] Peygamberimiz (a.s.), Ebu Seleme b. Abdulesed´i Medine´de yerine vekil bıraktı.[159] Zü´l-Uşeyre seferinde Peygamberimiz (a.s.)ın beyaz sancağını Hz. Hamza taşıdı.[160]

Müdlic ve Damrâ Oğulları ile Anlaşma Yapılışı

Peygamberimiz (a.s.) Zü´l-Uşeyne´cie Mücilic oğullarına uğradı.

Müdlic oğulları Peygamberimiz (a.s.)ı son derecede ağırladılar.[161]

Peygamberimiz (a.s.) orada hem Müdlic oğullarıyla, hem de onların müttefikleri olan Damrâ

oğullarıyla anlaşma yaptı.[162] Müdlic oğullarına da, daha önce Damrâ oğullarına yazılmış olan anlaşma

yazısının bir nüshası yazıldı.[163]

Hz. Ali´ye Şehit Edileceğinin Haber Verilişi

Ammar b. Yâsir der ki:

"Zü´l-Uşeyre gazasında Ali b. Ebi Talib´le iki yoldaştık.

Resûlullah (a.s.) Zü´l-Uşeyre´de konaklayınca, Müdlic oğullarından bazılarının su ve hurma üzerindeki çalışmalarına baktık.

Ali b. Ebi Talib bana:

´Ey Ebu Yakzan! Şu kavmin yanına vanp nasıl çalışıyorlar bir baksak olmaz mı?1 dedi.

Ben de:

´Gitmek istiyorsan, gidelim´ dedim.

Gittik, onların yanlarına vardık. Yaptıkları işleri bir müddet seyrettik. Sonra, bizi uyku tuttu. Ben ve Ali, gidip küçük bir hurma ağacının altına, yumuşak toprak üzerine uzanınca, uyuyakaldık.

Vallahi, Resûlullah (a.s.) yanımıza gelip ayağıyla kımıldatmadıkça, uyanamadık!

Uyuduğumuz sırada, toza toprağa bulanmışız!

Resûlullah (a.s.), Ali b. Ebi Talib´i tozlara topraklara bulanmış görünce:

´Sana ne oldu Ebu Turab?1 diye sordu. Sonra da:

´Size halkın en haydudu, yaramazı olan iki kişiyi haber vereyim, söyleyeyim mi?´ buyurdu.

´Evet yâ Rasûlallah! Haber ver, söyle!´ dedik.

Resûlullah (a.s.):

´Biri, Salih Peygamberin dişi devesini ayaklarını keserek öldüren Semud kavminin Uhaymir´idir; diğeri de ey Ali, seni şöylece vuracak olandır!´ buyurdu ve Ali´nin başının neresine vurulup nereye kadar kana boyanacağını sakalını tutarak işaret etti."[164]

Abdullah b. Cahş´ın Nahle´ye Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Nahle seferi Peygamberimiz (a.s.)ın Medine´ye hicretinin onyedinci ayının başlarında,[165] Recep ayında idi.[166] Seferin mevkii olan Nahle vadisi Mekke´nin yakınındadır, İbn Âmir´in bostanı dır.[167] Mekke ile Taif arasındadır.[168]

Seferin Sebep ve Gayesi

Nahle seferinin gayesi; Kureyş müşriklerini gözetlemek, denetlemek, onlar hakkında edinilecek bil­gileri Peygamberimiz (a.s.)a getirmekti.[169]

Abdullah b. Cahş derki:

"Resûlullah (a.s.), yatsı namazını kıldırınca, beni yanına çağırdı:

´Sabah vakti olur olmaz yanıma gel! Silahın da yanında bulunsun! Seni bir tarafa göndereceğim!´ buyurdu.

Sabah olunca, Mescide gittim.

Kılıcım, yayım, ok çantam, kalkanım da yanımda idi.

Resûlullah (a.s.) halka sabah namazını kıldırdıktan sonra evine döndü.

Ben ondan önce davranmıştım. Beni kapısının önünde dikilir buldu. Kureyşîlerden (Muhacirlerden) benimle birlikte gidecek bazı kişiler buldu.[170]

Übeyy b. Ka´b´ı çağırdı.

Gelince, ona emretti. O da bir yazı yazdı.

Sonra beni çağırdı. Bana Havlan işi deri üzerine yazılmış bir mektup verdi.

´Seni şu kişiler üzerine tayin ettim´ buyurdu."[171]

Nahle seferine memur edildiği zaman, Abdullah b. Cahş´a, ilk defa olarak "mü´minler emîri" unvanı verildi.[172]

Nahle Seferine Katılan Mücahidlerin Sayıları ve İsimleri

1- Abdullah b. Cahş,

2- Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebia,

3- Vâkıd b. Abdullah,

4- Ükkâşe b. Mıhsan,

5- Halid b. Bükeyr,

6- Sa´d b. Ebi Vakkas,

7- Utbe b.Gazvan,[173]

8- Süheyl b. Beyzâ,[174]

9- Âmir b. Rebia,[175]

10- Âmir b. Füheyre,

11- Ammarb. Yâsir,[176]

12- Sa´db.Leys.[177]

Bunların hepsi Muhacirlerdendi.[178]

Mücahidlere Tahsis Edilen Binitler

Nahle´ye kadar nöbetle binmek üzere, her iki kişiye bir deve tahsis edildi.[179]

Abdullah b. Cahş´a Verilen Emir

Peygamberimiz (a.s.), Abdullah b. Cahş´a, iki gün gitmedikçe mektubu açmamasını, açtığı zaman da onda buyurulana göre hareket etmesini ve arkadaşlarından hiçbirini de kendisiyle birlikte harekete zoriamamasını emir buyurdu.[180]

Abdullah b. Cahş, Medine´den yola çıkacağı zaman da:

"Yâ Rasûlallan! Hangi taraftan gideyim?" diye sordu.[181]

Peygamberimiz (a.s.):

"Necdiyye yolunu tut![182] Kuyuya yönel!" buyurdu.

Abdullah b. Cahş, İbn Dumeyre kuyusuna eriştiği ve mektubu açıp baktığı zaman,[183] onda şöyle yazıldığını gördü:

"B ismillâhirrahmânirrahîm.

Emmâ ba´d:[184]

Benim bu mektubuma bakınca, yürümeye devam et! Mekke ile Taif arasındaki Nahle´ye in ve orada Kureyşîleri gözetle!

Onlar hakkında edineceğin haberleri bize bildir!"

Abdullah b. Cahş:

"İşittim ve buyruğuna boyun eğdim!" dedikten sonra, arkadaşlarına:

"Resûlullah (a.s.), bana Nahle´ye kadaryürüyüp gitmemi ve orada Kureyşîleri gözetlememi ve onlar hakkında edineceğim haberleri kendisine götürmemi emr ve bu yolda sizden herhangi bir kim­seyi zorlamaktan da beni nehy buyuruyor.

O halde, sizden herkim şehitlik ister ve onu arzularsa, benimle gitsin. Kim de bundan hoşlanmazsa, geri dönsün!

Ben, Resûlullah (a.s.)ın buyruğunu yerine getiriciyim" dedi ve yürüdü.

Arkadaşları da onunla birlikte yürüdüler. Arkadaşlarından hiçbiri ondan geri kalmadı. Abdullah b. Cahş arkadaşlarıyla birlikte Hicaz üzerinden Medine´ye kadar ilerleyip Buhran´a vardılar.

O sırada Sa´d b. Ebi Vakkas´la Utbe b. Gazvan nöbetle bindikleri develerini kaybettiler, onu aramak için geri kaldılar.[185]

Orada iki gün oyalandılar, arkadaşlarının arkasından gittilerse de buluşamadılar.[186]

Abdullah b. Cahş ile yanındaki arkadaşları ise Nahleye kadar ilerleyip oraya indiler.

Orada, Kureyşîlere ait, kuru üzüm ve deri gibi ticaret malları yüklü bir kervana rastladılar ki; müşrik­lerden Amr b. Hadramî, Osman b. Abdullah b. MugiYe ve kardeşi Nevfel b. Mugîre ile Hişam b. Mugîre´nin azadlısı Hakem b. Keysan bu kervanda bulunuyorlardı.[187]

Kervan Taiften gelip orada konaklamıştı.[188]

Kervandaki müşrikler, Müslümanların yakınlarına indiklerini görünce, korktular.

Fakat, Ükkâşe b. Mıhsan´ın başını tıraş etmiş olduğunu görünce de:

"Bunlar umrecilerdir, bunlardan size bir zarar gelmez!" dediler.[189]

Kervan halkı yüklerini çözüp develerini saldılar, yemek yapmaya da başladılar.[190] Mücahidler ker­van hakkında kendi aralarında görüştüler, konuştular.

Gün, Recep ayının son günü idi.

"Vallahi, eğer bunları bu gece bırakırsanız, Harem´e girerler ve kendilerini bununla korurlar.

Eğer onları bu gece öldürürseniz, muhakkak, Haram olan ayda öldürmüş olursunuz!" dediler, tered­düde düştüler, onların üzerine yürümekten çekindiler.[191]

İçlerinden birisi:

"Biz bugün haram olan aydan mıdır, değil midir; pek bilemiyoruz"

Başka birisi ise:

"Biz bugünün haram olan aydan başka bir gün olduğunu bilmiyoruz! Onu helalleştirmeyi uygun görmeyiz!" dedi.[192]

Haram Olan Aylar

Peygamberimiz (a.s.); Veda Haccı hutbesinde, haram olan aylar hakkında şöyle buyur­muştur:

"Allah katında ayların sayısı 12´dir[193] Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü, birbiri ardınca gelir: Zilkade, Zilhicce ve Muharrem.

Biri de, iki Cumad ile Şaban arasında bulunan, Mudar´ın ayı Recep´tir."[194]

Mücahidlerin Kervan Mallarını İğtinam Edip Medine´ye Getirmeleri

Mücahidler, bir hayli tereddütten sonra, cesarete geldiler. Öldürebileceklerini öldürmeye ve yan­larındaki malları almaya kalktılar. Vâkıd b. Abdullah, Amr b. Hadram?yi bir okla vurup öldürdü, Osman b. Abdullah ile Hakem b. Keysan´ı esir aldı.

Nevfel b. Abdullah ise kaçıp onlardan kurtuldu, arkasından yetişemediler. Abdullah b. Cahş ve arkadaşları, ticaret kervanını ve iki esiri Medine´ye getirdiler.

Peygamberimiz (a.s.), onlara:

"Ben size haram olan ayda çarpışmayı emretmedim!?" buyurup, onlardan birşey almaktan çekindi.

Mücahidlerin elleri yanlarına düştü. Helak ve mahv olduklarını sandılar.[195]

Peygamberimiz (a.s.) onlara ne haram olan ayda, ne de haram olan ayın başkasında çarpışmayı emretmiş değildi; ancak Kureyşîlere ait haberleri sezmeye çalışmalarını emretmişti.[196]

Onlara, Medine´deki Müslüman kardeşleri de, yaptıkları bu işten dolayı çattılar:[197]

"Siz, buyurulmadığınız birisi işlediniz!

Çarpışmakla emrolunmadığınız halde, haram olan ayda çarpışma yaptınız!" dediler.[198]

Kureyş müşrikleri de:

"Muhammed ve ashabı haram olan ayı helalleştirdiler; onda kan döktüler, mal aldılar ve adamları esir ettiler!" diyerek, yapılan işi kınadılar.[199]

Mekke´de bulunan bazı Müslümanlar ise:

"Onlar bu yaptıklarını ancak Şaban ayında yapmışlardır" diyerek, müşriklerin sözlerini reddetmeye çalıştılar.[200]

Gerçekten de, Mücahidler, kervan halkının üzerine yürüdükleri günün haram olan aydan olup olmadığı hususunda şüphe ve tereddüt halinde idiler.[201]

Medine´de Yahudiler bu hadiseden Peygamberimiz (a.s.) aleyhinde geleceğe ait birtakım kehanetlerde bulunmakta, yorumlar yapmakta idiler:

"Amr b. Hadramî´yi Vâkıd b. Abdullah öldürdü. Amr harbi geliştirdi, yaşattı! Hadramî harbe yaklaştı! Vâkıd b. Abdullah harbi ateşledi!" demekte idiler.[202]

Halk bu hususta sözü çoğaltınca, Yüce Allah Resûlüne indirdiği âyette şöyle buyurdu:

"Sana haram olan ayı ve ondaki muharebeyi sorarlar.

De ki: O ayda muharebe etmek büyük günahtır.

İnsanları Allah yolundan men etmek, O´nu inkâr etmek, ziyaretçilerin Mescid-i Harama gitmelerine engel olmak, onun halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük günahtır.

Fitne, adam öldürmekten de beterdir!

Kâfirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle çarpışmaya devam edeceklerdir.

İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, o gibilerin yaptığı iyi işler, dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir.

Onlar o ateşin (Cehennemin) arkadaşlarıdır.

Onlar orada (hiç çıkmamak üzere) temelli kalıcıdırlar."[203]

Yüce Allah bu âyeti indirip Müslümanların korku ve endişelerini dindirince, Peygamberimiz (a.s.) kendisine ayrılan ganimet payını ve iki esiri kabul etti. Kureyş müşrikleri esir edilen Osman b. Abdullah ve Hakem b. Keysan için kurtulmalık akçesi gönderdiler.[204] Gönderilen kurtulmalık akçesi, her birisi için 40 ukıyye gümüştü. 1 ukıyye, 40 dirhem di r.[205]

Peygamberimiz (a.s.), kurtulmalık akçelerini getiren Kureyş elçilerine:

"İki sahabimiz Sa´d b. Ebi Vakkas´la Utbe b. Gazvan sağ salim gelinceye kadar, sizden kurtulmalık akçenizi kabul edemeyeceğiz.

Çünkü, bu iki arkadaşımızın akıbetinden korkuyoruz.

Eğer siz onları öldürürseniz, biz de sizin iki esirinizi öldürürüz!" buyurdu.[206]

Sa´d b. Ebi Vakkas derki:

"Nihayet, Resûlullah (a.s.)ın yanına geldik ki, onlar bizim öldürülmüş olduğumuzu sanıyor­lardı.

Biz bu seferimizde çok açlık çektik.

Müleyha´danyola çıktık.

Müleyha ile Medine´nin arası 6 beridliktir.

Müleyha´dan bir cemaatla yola çıktığımız zaman, yanımızda tadacak hiçbir şey yoktu..

Dikenli ağaçlara rastladıkça onları yemekte, üzerine de, su içmekte idik.

Nihayet Medine´ye geldik

Medine´ye gelince, orada Kureyşîlerden bazılarını, esir adamlarının kurtulmalıklarını getirmiş bul­duk.

Biz gelince, Resûlullah (a.s.) onların getirdikleri kurtulmalık akçelerini kabul etti."[207]

Hakem b. Keysan´ın Müslüman Oluşu ve Osman b. Abdullah´ın Kâfir Olarak Ölüşü

Peygamberimiz (a.s.) Hakem b. Keysan´ı İslâmiyete davet etti ve ona İslâmiyeti uzun uzadıya anlatmaya çalıştı.

Hz. Ömer:

"Yâ Rasûlallah! Bununla ne diye konuşup durursun? Vallahi bu hiçbir zaman Müslüman olmaz! Bırak beni, onun boynunu vurayım da anasının yanına (Cehenneme) kadar gitsin!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.) Hz. Ömer´in sözüne bakmadı, Hakem´e İslâmiyeti anlatmaya devam etti.

Hakem:

"İslâm nedir?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"İslâm, Allah´a hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın ibadet etmen ve Muhammed´in de O´nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirmendir" Duyurunca, Hakem:

"Müslüman oldum!" dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), ashabına dönerek:

"Eğer ben demin bu hususta size uyup onu öldürmüş olsaydım, Cehenneme girmiş gitmişti o!" buy urdu.[208]

Hakem, Müslüman olunca, Medine´de, Peygamberimiz (a.s.)ın yanında kaldı; Mekke´ye gitmedi.[209]

Hz. Ömer der ki:

"Hakem´in Müslüman olduğunu görünce, sanki bütün geçmiş ve gelecek şeyler beni tuttu ve sıktı! Kendi kendime:

´Peygamber (a.s.), benden daha iyi bilirken, ben nasıl, ne diye ona karşı birşeyi dilemeye kalkarım?!1 dedim. Sonra da:

´Benim bu öğütten maksadım, ancak, Allah ve resûlünün rızasını kazanmaktı´ diyerek kendimi tesel­li ettim.

Hakem Müslüman oldu. Vallahi, Müslümanlığını da güzelleştirdi: Allah yolunda cihad etti. Nihayet, Bi´r-i Maûne´de şehit edildi.

Resûlullah (a.s.) ondan hoşnut oldu, Hakem Cennetlere girdi."[210]

Nahle´de esir edilip Medine´ye getirilmiş bulunan Kureyş müşriklerinden Osman b. Abdullah ise, kur­tulmalık akçesi ödenip serbest bırakılınca Mekke´ye gitti ve orada kâfir olarak öldü.[211]

Abdullah b. Cahş ile Arkadaşlarının Nahle Seferinden Dolayı Ecir Ummaları

Abdullah b. Cahş ve arkadaşları, haklarında âyet indiği zaman, Allah yolundaki cihadlarından dolayı ecir ve sevaba nail olmayı da ummuşlarve:

"Yâ Rasûlallah! Mücahidlere verilecek ecirden bizler de-gazamızdan dolayı-umabilir miyiz?" diye sormuşlardı.[212]

Yüce Allah, indirdiği âyette şöyle buyurdu:

"Şüphe yok ki, iman edenler ve Allah yolunda hicret edip de cihad edenler, işte onlar, muhakkak Allah´ın rahmetini umarlar.

Allah Gafûr´dur, Rahîm´dir."[213]

Şam´dan Medine´ye Gelen İbn Heyyiban´ın Yahudilere Peygamberimiz (a.s.)ın Geleceğini
Haber Verişi ve Ona Uymayı Vasiyet Edişi

Şam Yahudilerinden İbn Heyyiban, İslâmiyetten birkaç yıl önce, Medine´ye gelip yerleşmişti.

Kendisi hayırlı ve salih bir zâttı.

Vefat edeceği sırada, Yahudilere:

"Ey Yahudi cemaat! Siz benim o yiyecekleri, içecekleri bol ülkeden şu yoksulluk ve açlık yurduna gelişimin sebebini biliyor musunuz?" diye sordu.

Yahudiler

"Sen daha iyi bilirsin!" dediler.

Bunun üzerine, İbn Heyyiban:

"Ben, buraya, ortaya çıkması çokyaklaşan peygamberin gelmesini beklemek üzere gelmiş bulunuy­orum. Bu şehir, onun hicret yurdu olacaktır! Ben onun daha evvel gönderilmesini, benim de kendisine tâbi olmamı çok arzu ederdim! Onun geleceği zaman, çok yaklaşmıştır. Ey Yahudi cemaatı! Sakın, ona inanmak ve tâbi olmakta başkaları sizi geçmesin! O, kendisine muhalefet edecek olanların kanlarını dök­meye, çoluk çocuklarını ve kadınlarını esir almaya da memurdur. Siz bu hususta ona engel olamaz, ondan korunamazsınız da!" dedi, sonra da öldü.[214]

Allah ondan razı olsun!

İbn Heyyiban´ın vasiyeti ve öğüdü Yahudilerce dinlenmiş, fakat tutulmamış, bilakis Peygamberimiz (a.s.)a düşmanlıklarını arttırmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Nitekim, Beni Nadîr Yahudilerinin başkanı ve bilgini Huyey b. Ahtab´la kardeşi Ebu Yâsir b. Ahtab, Peygamberimiz (a.s.)ı Küba´ya geldiği zaman gidip dinledikleri ve gelmesini bekledikleri peygamberin bütün sıfatlarını kendisinde gördükleri ve bunu itiraf da ettikleri halde, Yahudilerin İslâmiyete girmelerini önlemek için olanca gayretlerini sarfetmekten geri durmamışiardır.[215]

Yahudilerin, Gelmesini Bekleyip Durdukları Peygamberi, Gelince İnkâr Etmeleri

Evs ve Hazrec kabilelerinden oluşan Ensar, önce putperest idiler. Bunlar, kendi yurtlarında, Yahudilerle zaman zaman çarpışır dururlardı.

Yahudilerle aralan bozuldukça, Yahudiler:

"Bir peygamber gönderilmek üzeredir. Onun geleceği zamanın gölgesi düşmüştür.

O peygamber gelince biz ona tâbi ve onunla birlik olup, Âd ve İrem kavminin öldürüldükleri gibi, biz de sizi öldüreceğiz!" derlerdi.[216]

Yüce Allah, Hz. Muhammed (a.s.)ı Araplardan gönderince, Yahudiler onu inkâr ettiler.

Muaz b. Cebel ile Bişr b. Berâ1 b. Ma´rur:

"Ey Yahudi cemaatı! Allah´tan korkunuz ve Müslüman olunuz!

Biz putperest iken, siz Muhammed (a.s.)la size yardım geleceğini umuyor, onun gönder­ilmek üzere bulunduğunu haber veriyor ve bize onun sıfatlarını belirtiyordunuz" dediler.

Sellam b. Mişkem:

"Bize, bildiğimiz birşey gelmemiştir ve gelen, bizim size anlattığımız peygamber değildir!" dedi.

Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette[217] şöyle buyurdu:

"Vaktâ ki, onlara-yanlarındakini tasdik edici (ve doğrultucu)-bir Kitab geldi ki, daha önce, küfreden­lerin aleyhine böyle bir fetih istiyorlardı.

İşte, tanıdıkları o şey gelince, inkâra kalkıştılar.

Artık Allah´ın laneti o kâfiri ere dir."[218]

Peygamberimiz (a.s.) Yahudileri İslâmiyete davet edip Allah´tan başkasına tapmaktan ve bunun akıbetinden sakındırdığı zaman, Yahudiler Peygamberimiz (a.s.)ın davetine icabetten kaçındılar. Onun Allahtan getirip tebliğ ettiklerini inkâr ettiler.

Bunun üzerine, Muaz b. Cebel ile Sa´d b. Ubâde ve Ukbe b. Vehb, onlara:

"Ey Yahudi cemaatı! Allah´tan korkunuz! Vallahi, siz elbette bilirsiniz ki, o Allah´ın resûlüdür.

Andolsun ki; onun peygamber olarak gönderilmesinden önce, siz onu bize anıyor ve sıfatını bize tarif edip duruyordunuz!" dediler.

Râfi´ b. Hüreymile ile Vehb b. Yahuza:

"Bunu, biz size hiçbir zaman söylemedik!

Allah da, Musa´dan sonra ne bir Kitab indirmiş, ve ondan sonra ne bir müjdeleyici, ne de bir korku­tucu göndermiştir!" dediler.

Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette[219] şöyle buyurdu:

"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin arası kesildiği bir zamanda, size gerçekleri apaçık söyleyip duran Resûlümüz gelmiştir. Tâ ki, ´Bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azab habercisi gelmedi!´ demenize meydan kalmasın.

İşte, size rahmet müjdecisi de, azab habercisi de, geldi artık!

Allah herşeye hakkıyla kâdirdir."[220]

Yahudi bilginlerinden Ebu Yâsir b. Ahtab, Nâfi´ b. Ebi Nâfi´, Azer b. Ebi Azer, İzar b. Ebi İzar ve Eşya1, Peygamberimiz (a.s.)a gelerek; peygamberlerden kimlere iman edileceğini sordular.

Peygamberimiz (a.s.) da, onlara:

"´Biz Allah´a ve bize indirilene, İbrahim´e, İsmail´e, İshak´a, Yâkub´a ve torunlara indirilenlere, Musa´ya ve İsa´ya verilenlere ve peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlardan hiçbiri­ni diğerinden ayırd etmeyiz. Biz Allah´a teslim olmuş Müslümanlarız1 deyin" (Bakara: 136) mealli âyeti okudu.

İsa b. Meryem (a.s.) anılınca;

"Biz İsa b. Meryem´e iman etmeyiz!

Ona iman edene de iman etmeyiz!" dediler.

Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette[221] şöyle buyurdu:

"De ki: Ey ehl-i kitab! Sizin bizden hoşlanmayışınızın sebebi; bizim Allah´a ve bize indirilen ile daha önce indirilenlere iman ettiğimizden ve sizin de birçoğunuzun fâsık kimseler oluşunuzdan başka birşey değildir."[222]

Yahudi bilginlerinden Râfi´ b. Harise, Sellam b. Mişkem, Malik b. Sayf, Râfi´ b. Hureymile de:

"Ey Muhammed! İbrahim´in milleti ve dini üzerinde bulunduğunu ve Tevrat´tan yanımızdakilere inandığını söyleyen ve onların Allah tarafından gelen hak ve gerçek olduğuna şehadet eden sen değil misin?" diye sordular.

Peygamberimiz (a.s.):

"Evet! Amma, siz onda bulunmayan şeyleri ihdas ve onda Allah´ın sizden almış olduğu ahdi inkâr ettiniz. Onda insanlara açıklamakla em rol un d uğun uz şeyleri de, ketmedip gizlediniz.

Ben sizin kendiliğinizden ihdas ettiğiniz şeyleri kabul ve tasdikten uzağım!" buyurdu.

Onlar:

"Biz elimizde bulunan şeyle amel ederiz! Biz hidayet ve hak üzereyiz. Sana ne iman eder, ne de tâbi oluruz!" dediler.

Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette şöyle buyurdu:

"De ki: Ey ehl-i kitab! Tevrat´ı ve İncil´i ve Rabbinizden size indirileni dosdoğru tatbik ve icra edinc­eye kadar, siz hiçbir şey üzere değilsiniz! Andolsun ki; sana Rabbinden indirilen, onlardan birçoğunun taşkınlığını ve küfrünü arttıracaktır. O halde, o kâfirler güruhuna karşı gam çekme!"[223]

Yahudilerden Nahham b. Zeyd, Kardem b. Ka´b ve Bahri b. Amr, Peygamberimiz (a.s.)a gelerek:

"Ey Muhammed! Allah ile beraber ondan başka ilah bulunduğunu biliyor musun?" diye sordular.

Peygamberimiz (a.s.):

"Allah ki, O´ndan başka hiçbir ilah yoktur ve ben bunun için gönderildim ve buna davet ediyorum" buyurdu.

Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette[224] şöyle buyurdu:

"De ki: Şahit olmak bakımından, hangi şey daha büyük?

De ki: Benim aramla sizin aranızda Allah hakkıyla şahittir.

Şu Kur´ân, bana, sizi de, (sizden sonra kendilerine) erişecek olanları da inzar etmekliğim için vahy-olundu.

Allah ile beraber başka ilahlar da olduğuna gerçekten siz mi şahitlik ediyorsunuz?!

De ki: Ben buna asla şahitlik etmem!

De ki: O, ancak bir tek ilahtır. Sizin eş tutmakta olduğunuz şeylerle, muhakkak ki, benim hiçbir ilişiğim yoktur!"[225]

Seleme b. Selâme der ki:

"Abduleşhel oğulları mahallesinde, bizim Yahudi bir komşumuz vardı.

Bu Yahudi bir gün evinden çıkarak Abduleşhel oğullarının toplandıkları yere gelip durdu.

O zaman ben Abduleşhel oğulları içinde yaşça en genci idim.

Üzerimde Yemen işi bir aba vardı. Abaya bürünmüş olduğum halde, avlumuzda yere uzanmıştım.

Yahudi; Kıyamet gününden, ölülerin tekrar dirilmesinden, ahiret hesabından, Mizandan, Cennet ve Cehennemden bahsediyordu.

O, bunları inkâr eden, puflara tapan ve insanların öldükten sonra tekrar dirileceklerine inanmayan kimselere anlatıyordu.

Onlar, Yahudiye dönüp:

´Ey filan! Yazıklar olsun sana!

Sen insanların öldükten sonra tekrar dirilip Cennet veya Cehenneme gideceklerine inanıyor musun?´ dediler.

Yahudi:

´Evet! Yemin ederim ki, inanıyorum! Oradaki Cehennemde yanacağım müddet yerine, bu dünyada en büyüktandırı kızdırarak beni içine atıp sonra ağzını kapatıp sıvasalar, oradaki Cehennem azabından kurtulmak için, kabul ederdim!1 dedi.

Yahudiye:

´Yazıklar olsun sana! Ey filan! Bu söylediğin şeylerin bir delili var mı?1 diye sordular.

Yahudi:

´Evet, var! Şu beldelerden çıkacak olan bir peygamber bunun delilidir´ dedi ve eliyle de Mekke ve Yemen tarafına işaret etti.

Onlar, Yahudiye:

´Peki, sen bu peygamberin ne zaman ortaya çıkacağını tahmin ediyorsun?1 diye sordular.

Yahudi, bana baktı-ki, ben o zaman orada bulunanların yaşça en küçüğü idim.

´Şu çocuk, yaşarsa, onu görecektir!´ dedi.

Vallahi, çok geçmeden Yüce Allah resûlü Muhammed (a.s.)ı peygamber gönderdi ki, o Yahudi o zaman aramızda yaşıyordu.

Biz Resûlullaha iman ettik, o ise azgınlığı ve kıskançlığı yüzünden onu inkâr etti.

Kendisine:

´Yazıklar olsun sana ey filan! Onun hakkında bize söylemiş olduğun şeyleri söyleyen sen değil miy­din?´ dedik.

´Evet! Fakat, bu, o gelecek olan değildir!" dedi.[226]

Safvan b. Assai der ki:

"Ehl-i Kitabdan[227] iki Yahudi[228] den biri, öbürüne,[229] arkadaşına:

´Haydi, şu peygambere gidelim de, İsrail oğullarının men olundukları şeyleri soralım´ dediler.[230] Arkadaşı:

´Sen ona peygamber deme! O senin kendisine peygamber dediğini duyarsa (memnuniyetinden) dört gözlü olur!´ dedi.

Gelip soracaklarını sordular.[231]

Peygamber (a.s.):

´1. Allah´a hiçbir şeyi şerik koşmayınız!

2. Çalmayınız!

3. Zina yapmayınız!

4. Allah´ın haram kılmış olduğu nefsi, haksız yere öldürmeyiniz!

5. Sihir (büyü) yapmayınız!

6. Riba (faiz) yemeyiniz!

7. Bir suçsuzu, öldürmesi için, devlet adamına götürmeyiniz!

8. Namuslu, iffetli bir kadına zina isnad etmeyiniz!

9. Savaştan kaçmayınız!

10. Siz Yahudilere mahsus olmak üzere, Cumartesi günü yasağına da tecavüz etmeyiniz!´ buyurunca, onlar Resûlullah (a.s.)ın ellerini ve ayaklarını öptüler ve:

´Biz şehadet ederiz ki; sen, hiç şüphesiz, peygambersin!´ dediler.

Resûlullah (a.s.), onlara:

´Sizin bana tâbi olmanızı ,[232] Müslüman olmanızı[233] engelleyen nedir?1 diye sordu.

Onlar:

´Davud (a.s.), soyundan devamlı olarak peygamber gelip durması için Allah´a dua etmiştir.[234]

Eğer biz sana tâbi olur,[235] Müslüman olursak,[236] Yahudilerin bizi öldürmelerinden korkarız dediler."[237]

Yahudi Bilginlerinden Zebîr b. Bata´nın Gerçeği Önce İkrar ve Sonra İnkâr Edişi

Yahudi bilginlerinin büyüklerinden Zebir b. Bata; babasının ölümünden sonra ve Peygamberimiz (a.s.)ın peygamber olarak gönderilişinden önce;

"Ben babamın bana okuduğu bir kitap buldum ki, içinde ´Peygamber Ahmed karaz (selem ağacı) yurdundan çıkacaktır. Onun sıfatı da şöyle şöyle olacaktır!1 diye anılmaktadır" der dururdu.

Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke´de zuhur ettiğini işitir işitmez, elindeki kitabı imha etti ve Peygamberimiz (a.s.)ın hal ve şanını gizledi:

"Onun hakkında hiçbir bilgi mevcut değildir" dedi.[238]

Yahudilerin Peygamberimiz (a.s.)ın Sıfatlarını Kitaplarında Okudukları ve Çocuklarına da
Öğrettikleri

Peygamberimiz (a.s.)ın peygamber olarak gönderilmesinden biraz önce, Kurayza, Nadir, Fedek ve Hayber Yahudileri de, onun sıfatlarını, hicret edeceği yerin Medine olacağını yanlarındaki kita­plarda yazılı bulmuşlardı.[239]

Benî Kurayza Yahudileri bunu çocuklarına da öğretiri erdi.[240]

Ölüm Döşeğinde Müslüman Olan Yahudi Genci

Peygamberimiz (a.s.), bir gün, Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer´in arasında yürüyüp gittiği sıra­da, kardeşinin veya kendisinin hasta olan oğluna şifa için Tevrat okuyan bir Yahudiye rastladı.

Peygamberimiz (a.s.), ona:

"Ey Yahudi! Musa´ya Tevrat´ı indirmiş ve İsrail oğullarına denizi yarmış olan Allah aşkına doğru söyle! Sen Tevrat´ında benim na´tımı, sıfatımı ve zuhur edeceğim yeri yazılı bulmadın mı?" diye sordu.

Yahudi, başıyla işaret ederek:

´Hayır!´ demek istedi.

Yahudinin yeğeni veya oğlu, bu inkâra dayanamadı:

"Musa´ya Tevrat´ı indiren, İsrail oğullarına denizi yaran Allah için şehadet ederim ki; o, senin natını, sıfatını, zamanını ve zuhur edeceğin yeri kitabında yazılı bulmuştur.

Ben şehadet ederim ki; Allah´tan başka ilah yoktur.

Sen de Allah´ın resûlüsün!" dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.):

"Yahudiyi arkadaşınızın başucundan kaldırınız!" buyurdu.

O sırada, hasta gencin de ruhu kabzolundu.

Allah ondan razı olsun!

Peygamberimiz onun cenaze namazını kıldı.[241]

Necidlinin Peygamberimiz (a.s.) Hakkında Tevrat ve İncil´de Bildirilenleri İtiraf Edişi

Ashabdan Feletan b. Âsım´ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.), bir gün Mescidinde ashabıyla birlikte otururken, birisinin gezindiğini gördü. Ona:

"Ey filan!" diyerek seslendi.

O da:

"Buyuryâ Rasûlallah!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Sen benim Resûlullah olduğuma şehadet ediyor musun?" diye sordu.

Adam:

"Hayır!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), ona:

"Sen Tevrat okur musun?" diye sordu.

Adam:

"Evet!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), ona:

"Sen İncil de okur musun?" diye sordu.

Adam:

"Evet!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), ona:

"Sana and veriyorum: Sen beni Tevrat ve İncil´de yazılı bulmadın mı?" diye sordu.

Adam:

"Senin sıfatında, senin gibi birinin, senin çıktığın yerden ortaya çıkacağını yazılı bulduk.

Amma, biz onun içimizden çıkmasını umuyorduk.

Sen ortaya çıkınca, baktık ki, sen bizim umduğumuz değilsin!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), ona:

"Sen nerelisin?" diye sordu.

Adam:

"Necidliyim! O çıkacak peygamberin-korkusuz olarak Cennete girecek-yetmiş bin kişilik ümmetindenim.

Sizler ise azıcıklarsınız!" dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), kelime-i tevhid ve tekbir getirerek:

"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; ben, o peygamberim!

Benim ümmetim de yetmiş binden, yetmiş binden, yetmiş binden çoktur!" buyurdu.[242]

Hıristiyan Kıskançlığı ve İnkârcılığından da Bir Örnek

Uteybe´nin azadlı kölesi Sehl, anası ve amcasının himayesinde bir yetim olup, Hıristiyandı ve İncil okurdu.

Sehl der ki:

"Amcamın (İncil) Mushaf´ını alıp okurken, bir yaprağı geçeceğim sırada, yazısı hoşuma gitmedi. Yaprağı elimle yokladığım zaman, yaprağın diğerine tutkalla yapıştırılmış olduğunu gördüm.

Yaprağı birbirinden ayırınca, içinde Muhammed (a.s.)ın sıfatlarını yazılı buldum:

´O, ne kısa, ne de uzun boyludur.

Ak tenlidir.

İki bölük halinde örgülü saçlıdır.

İki omuzunun arasında peygamberlik hâtemi vardır.

Çoğu zaman, dizlerini dikip iki elini kavuşturarak oturur.

Sadaka kabul etmez.

Merkebe ve deveye biner.

Davar sağar.

Eskimiş gömleği giyer. Böyle yapan kişi kibirden uzak olur; işte o böyle yapar.

O İsmail´in soyundandır.

Kendisinin ismi Ahmed´dir!"

Kendisinin sıfatlarını buraya kadar okuyup bitirdiğim zaman, amcam geldi. Yapışık yaprağı ayırdığımı görünce, beni dövdü ve:

´Şu yaprağı açmak, okumak senin neyine gerek?!´ dedi.

Ben:

´Onun içinde Ahmed Peygamber ((a.s.))ın sıfatları var!´ dedim.

Amcam:

´O artık bundan sonra gelmeyecektir1 dedi."[243]

Peygamberimiz (a.s.)ın Yumuşak Huyluluğunun Bir Yahudiyi Müslüman Edişi

Peygamberimiz (a.s.) bir Yahudiden belli bir vade ile 30 dinar borç almıştı.

Yahudi borç vadesinin bitmesine daha bir gün varken, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip:

"Ey Muhammedi Hakkımı öde!

Zaten siz Abdulmuttalib oğulları borcunuzun vaktini geçirir, uzatır durursunuz!" dedi.

Hz. Ömer, ona:

"Ey habis Yahudi! Vallahi, eğer Resûlullahın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), Hz. Ömer´e:

"´Allah seni yarlıgasın ey Hafs´ın babası! Biz, senden, bu davranışından başkasını beklerdik:

Sen bana borcumu güzellikle ödememi söyleyecek, ona da, hakkının tahsilinde yardımcı olmakla birlikte, alacağını isterken daha nazik davranmasını tavsiye edecektin!?" buyurdu.

Peygamberimiz (a.s.)ın bu derece uysal ve yumuşak davranışı, Yahudinin Peygamberimiz (a.s.)ın yumuşak huyluluğu hakkında Tevrat´tan edinmiş olduğu bilgiyi azaltmadı, arttırdı.

Peygamberimiz (a.s.), Yahudiye:

"Ey Yahudi! Senin bendeki alacağının müddeti ancak yarın sabah dolacaktır!" buyurduktan sonra, Hz. Ömer´e:

"Ey Hafs´ın babası! Onunla birlikte bahçeye git!

Beğenirse, ona şu kadar sa´ hurma ver ve hakkından biraz fazla da ver.

Verirken, ´Sana şu kadar da fazla veriyorum´ de!

Razı olmazsa, ona bahçeden şu kadar daha fazla ver!" buyurdu.

Yahudi, bahçeye gidip gördü ve beğendi.

Hz. Ömer ona Peygamberimiz (a.s.)ın dediği kadar hurma verdi.

Emir buyurulan fazlayı da ödedi.

Yahudi, hurmaları teslim alınca:

"Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka ilah yoktur! Muhammed de Allah´ın Resûlüdür!" dedikten ve Peygamberimiz (a.s.)ın bütün sıfatlarıyla ve özellikle hilm sıfatıyla tavsif buyurulduğunu gördüğünü ve sırf bunu anlamak için ona bu şekilde davrandığını açıkladıktan sonra, Hz. Ömer´e:

"Sen şahit ol ki; bu hurma ile birlikte, malımın bir kısmını Müslümanların yoksullarından bir kısmına bağışladım" dedi.

Yüz yaşlarında bulunan tek ihtiyar dışında, bütün ev halkıyla birlikte Müslüman oldu.[244]

Allah ondan ve onun Müslüman olan ev halkından razı olsun![245]

Yahudi Bilginlerinden Başlıcaları

Peygamberimiz (a.s.) Medine´ye hicret edip geldiği zaman, Medine´de ve Medine´nin çevresinde pek çok Yahudi bilgini vardı.

Bunlar, Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete karşı açıktan cephe almışlardı.

Yahudi bilginlerinin bütün düşmanlıkları, peygamberliğin kendilerinden alınıp Araplara verilmesin­den duydukları kıskançlık ve kinden ileri geliyordu.

Bunlar; Evs ve Hazrec kabilesi müşrik ve münafıklarından birçoklarını da kandırarak kendi safları­na çekmeye muvaffak olmuşlar, Peygamberimiz (a.s.)ı yalanlamak ve İslâmiyeti reddetmekte birleşmişlerdi.

Yahudi bilginleri, Peygamberimiz (a.s.)ı uğraştırmak, müşkil duruma düşürmek, sıkıntıya sokmak maksadıyla birçok karışık, dolaşık sorular sormaktan da geri durmazlardı.

Muhtelif kabilelere mensup bulunan bu Yahudi bilginlerinden başlıcalan şunlardı:

Nadir oğulları kabilesinden olanlar:

1- Huyey b. Ahtab,

2- Ebu Yâsir b. Ahtab,

3- Cüdeyyb. Ahtab,

4- Sellam b. Mişkem,

5- Kinane b. Rebi1 b. Ebi Hukayk,

6- Sellam b. Ebi Hukayk (Ebû Râfi1 AVer)

7- Rebi1 b. Rebi1 b. Ebi Hukayk,

8- Amr b. Cahhaş,

9- Ka´b b. Eşref,

10- Haccac b. Amr,

11- Kardem b. Kays.[246]

"Şu muhakkak ki, küfredenleri inzaretsen de, etmesen de, onlarca birdir; inanmazlar. Allah onların kalbleri üzerine de, kulakları üzerine de mühür basmış, gözlerinin üzerine bir de perde çekmiştir. En büyük azab da onlar içindir"[247] mealli âyetlerin Huyey b. Ahtab´la kardeşleri hakkında nazil olduğu rivayet edilir.[248]

Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan Sahr b. Hart Medine´ye geldikçe Sellam b. Mişkem´e konuk olur, ondan gördüğü bol ikramdan memnun kalırdı.

Peygamberimiz (a.s.)a zehirli koyun kebabı ikram eden de, bu Sellam b. Mişkem´in karısı Zeyneb binti Haris idi.

Sa´febe oğulları kabilesinden o tan Yahudi bilginleri:

12- Abdullah b. Suriya Aver,

13- İbn Saluba,

14- Muhayrık.

Hicaz´da, o zaman, Tevrat´ı İbn Suriya kadar iyi bilen Yahudi bilgini yoktu. Başlangıçta İslâm´a düşmanlık gösteren Muhayrık ise daha sonra Müslüman olmuş ve Uhud savaşında şehit düşmüştür. Allah ondan razı olsun!

Kaynuka oğuiian kabilesinden olan Yahudi bilginleri:

15- Zeyd b. Lasit (veya Lusayt),

16- Sa´db.Huneyf,

17- Mahmud b. Seyhan,

18- Uzeyz b. Ebi Uzeyz,

19- Abdullah b. Sayf (veya Dayt),

20- Süveyd b. Haris,

21- Rifaa b. Kays,

22- Finhas,

23- Eşya´,

24- Numan b. Eda´,

25- Bahri b. Amr,

26- Şe´s b. Adiyy,

27- Şe´s b. Kays,

28- Zeyd b. Haris,

29- Sükeyn b. Ebi Sükeyn,

30- Adiyy b. Zeyd,

31- Numan b. Ebi Evfa,

32- Numan b. Amr,

33- Ebu Enes,

34- Mahmud b. Dahya,

35- Malik b. Sayf (veya Dayf),

36- Ka´bb.Raşid,

37- Âzer,

38- Rafi? b. Ebi Rafi?,

39- Helid,

40- Ezar b. Ebi Ezar (veya Azer b.