Hz.Peygamberin(a.s.) Doğumu,Çocukluğu ve Gençliği

Muhammed (a.s.)ın Soyu ve Pak Soyluluğu

Muhammed b. Abdullah, b. Abdulmuttalib, b. Hâşim, b. Abdi Menaf, b. Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka´b, b. Lüey, b. Galib, b. Fihr, b. Mâlik, b. Nadr, b. Kinane, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyas, b. Mudar, b. Nizar, b. Maadd, b. Adnan.[1]

Bütün kaynaklar Muhammed (a.s.)ın, Adnan´a kadar olan atalarının gerek isimlerinde, gerek sıralarında, ittifak halinde bulundukları gibi,[2] Adnan´ın da İsmail (a.s.) b. İbrahim (a.s.)ın öz be öz soyundan geldiğinde de müttefiktirler.[3]

Muhammed (a.s.)ın ondokuzuncu kuşaktaki atası Maadd b. Adnan; İsa (a.s.)ın muasırı idi.[4]

İsa (a.s.) ile Muhammed (a.s.) arasındaki fetret devrinin 600 yıl oluşu da,[5] bunu ayrıca doğrular.

Maadd, babası Adnan´ın vefatından sonra, Kâbe hizmetini üzerine almış, ve Mekke Hareminden hiç ayrılmamıştır.[6]

Adnan da; babası Üded´in vefatından sonra Kâbe hizmetini üzerine almış, Kâbe´ye meşinden örtü örttürmüş,[7] Mekke Hareminin yıkılan sınır taşlarını da dikmişti.[8]

Mekke halkının Kureyş diye anılması, Muhammed (a.s.)ın onikinci kuşakta yer alan ve ilk kez Kureyş lakabıyla anılan atası Nadr b. Kinane´den dolayıdır.[9] Ve Kur´ân-ı Kerîm´de açıklandığına göre, kendileri, İbrahim (a.s.)ın soyundan gelme torunlarıdır.[10] Muhammed (a.s.) da, onların arasından seçilerek, onlara peygamber gönderilmiştir.[11]

Muhammed (a.s.); Kureyş kabilesi içinde, gerek baba ve gerek ana yönünden, en temiz ve en şerefli bir aileye mensuptur. Bunu, bizzat hadis-i şeriflerinde şöyle açıklamışlardır:

"Yüce Allah; İbrahim oğullarından, İsmail´i seçti.[12]

İsmail oğullarından, Kinane oğullarını seçti.

Kinane oğullarından, Kureyş´i seçti.

Kureyş´ten, Hâşim oğullarını seçti.

Hâşim oğullarından da, beni seçti."[13]

"Ben, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib´im!

Yüce Allah; mahlukatı yarattı, ve beni, onların en hayırlı fırkasının içinde bulundurdu!

Sonra, onları iki fırkaya ayırdı ve beni, en hayırlı olan fırkanın içinde bulundurdu.

Sonra, onları kabilelere ayırdı ve beni, en hayırlı olan kabilenin içinde bulundurdu.

Sonra, onları ailelere ayırdı ve beni, onların en hayırlısı içinde bulundurdu.

Ben, sizin aile yönünden de en hayırlınızım, nefis yönünden de en hayırlınızım!"[14]

"Ben, Âdem oğulları soylarının en hayırlı, en temiz olanlarından, devirden devre, aileden aileye geçe geçe, nihayet, şu içinde bulunduğum aileden vücuda getirildim!"[15]

"Ben, Muhammed b. Abdullah, b. Abdulmuttalib, b. Hâşim, b. Abdi Menaf, b. Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka´b, b. Lüey, b. Galib, b. Fihr, b. Malik, b. Nadr, b. Kinane, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyas, b. Mudar, b. Nizar´...ım! Halk, ne zaman iki kısma ayrılsa, muhakkak, Allah beni onların en hayırlı olanının içinde bulundurmuştur. Ben, Cahiliye devrinin kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmaksızın, ana ve babamdan meydana geldim.

Ben, tâ Âdem´den babama ve anneme gelip ulaşıncaya kadar, hep nikâh mahsulü olarak meydana geldim, asla zinadan meydana gelmedim!

Ben, sizin nefis yönünden de en hayırlınızım, baba soyu yönünden de en hayırlınızım!"[16]

Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın annesi Âmine binti Vehb, b. Abdi Menaf, b. Zühre, b. Kilab, b. Mürre´dir.[17]

Zühre; Hâşim oğullarının ataları olan Kilab oğlu Kusayy´ın kardeşi olduğuna göre, Hz. Âmine´nin soyu, kocası Hz. Abdullah b. Abdulmuttalib´in soyu ile Mürre b. Kilab´da birleşir.

İbn Sa´d; Ensar bilginlerinden Muhammed b. Sâib´e dayanarak, Peygamberimiz (a.s.)ın anne ve anneannelerini, babaannelerini batınlarca kaydettikten sonra, bu bilginin:

"Peygamber (a.s.)ın beşyüz annesini tesbit ve kayd etmeye muvaffak oldum. Hiçbirinde, ne zinaya, ne de Cahiliye çağında işlene gelen kötü işlerden hiçbir şeye rastlamadım!" dediğini de nakleder.[18]

Bunun içindir ki, büyük bilgin İbn Haldun, "Muhammed (a.s.)´dan başka, hiçbir kulun, ilahî ikram olarak ne soyunun bu derece mazbut olduğunun, ne de Âdem (a.s.)´dan kendilerine gelinceye kadar soy şerefliliğinin kesintisiz devam ettiğinin görülmediği"ni bildirir. [19]

Peygamberimiz (a.s.)ın İsimleri ve Künyesi

Peygamberimiz (a.s.):

"Benim birtakım isimlerim vardır:

Ben Muhammed´im!

Ben Ahmed´im!

Ben Mâhî´yim ki, Yüce Allah, küfrü benimle yok edecektir!

Ben Hâşır´ım ki, insanlar, Kıyamet günü benim izimce haşr olunacaklardır!

Ben Âkıb´ım ki, benden sonra peygamber yoktur!"[20]

"Ben rahmet peygamberiyim!"[21]

"Ben savaşlar peygamberiyim!" buyurmuşlardır.[22]

Peygamberimiz (a.s.), Kur´ân-ı Kerîm´de dört kere Muhammed ismi ile,[23] bir kere de Ahmed ismi ile anılır.[24]

Muhammed: övülmeye layık hasletleri çok olan,

Ahmed ise: en çok övülen veya en çok hamd ve şükür eden, ya da, bu hasletlerle anılan zât mânâlarına gelir.[25]

Peygamberimiz (a.s.); en çok Muhammed ismi ile anılmış, Muhammed ismini kullanmıştır.

Medine´de bulunan Mekkeli ve Medineli Müslümanlarla Yahudileri ve her iki tarafın müttefiklerini ilgilendiren muameleler hakkında yazdırdığı yazıda Peygamberimiz (a.s.)ın Muhammed ismi yer alır.[26]

Ebu Süfyan b. Hâris´in Peygamberimiz (a.s.)ı hicveden şiirine karşı, Hassân b. Sâbit, söylediği uzunca şiirde:

"Demek, sen Muhammed´i hicvettin ha?!" der.[27]

Peygamberimiz (a.s.); Hicretin altıncı yılında Hudeybiye´de Kureyş müşrikleriyle yaptığı muahedenin yazısını yazdırmak isteyip:

"Yâ Ali! Bu, Muhammed Resûlullah´ın, Süheyl b. Amr ile üzerinde anlaşıp sulh oldukları[28] ve gereğinin yerine getirilmesini kararlaştırıp imzaladığı maddelerdir" buyurunca,[29] Süheyl b. Amr Hz. Ali´nin elini tuttu.[30]

Peygamberimiz (a.s.)a:

"Vallahi, biz senin gerçekten peygamber olduğunu tanımış olsaydık, Beytullahı ziyaretten seni alıkoymaz ve seninle çarpışmaya kalkmazdık![31] En iyisi, sen, muahedenameye bizim bildiğimiz şeyi yaz!"dedi.[32]

Peygamberimiz (a.s.):

"Ya nasıl yazalım?" diye sordu.[33]

Süheyl b. Amr:

"Muhammed b. Abdullah diye kendi ismini ve babanın ismini yaz!" dedi.[34]

Peygamberimiz (a.s.):

"Bu da güzeldir. Öyle yazınız![35]

Ben, hem Abdullah´ın oğluyum, hem de Allah´ın Resûlüyüm![36]

Vallahi, siz beni yalanlasanız da, ben yine, hiç şüphesiz, Allah´ın Resûlüyüm![37]

Kendi ismimi ve babamın ismini yazdırmak, benim peygamberliğimi gidermez!" buyurdu.[38]

Hükümdarlara gönderilen İslâmiyete davet mektuplarında da, Muhammed ismi yazılı, Muhammed Resûlullah mührü basılı idi.[39]

Peygamberimiz (a.s.)ın, hadis-i şeriflerinde açıkladıkları isimlerinden başka, Kur´ân-ı Kerîm´de ve daha önceki peygamberlere indirilmiş olan ilahî kitaplarda geçen daha birçok isimleri vardır.

İsimlerin çokluğu ise, isim sahibinin şerefinin üstünlüğünü gösterir.[40]

Peygamberimiz (a.s.); Hz. Hatice´den ilk doğan oğlu Hz. Kasım´dan dolayı (Ebu´l-Kasım=Kasım´ın Babası) diye künyelenmişti.[41]

Medineli Ensardan bir zât, doğan oğluna Muhammed ismini koymak istemiş ve bunda bir sakınca olup olmadığını Peygamberimiz (a.s.)dan sormuştu.[42] Peygamberimiz (a.s.):

"Benim ismimi takınınız! Amma, künyemi takmayınız!" buyurmuştur.[43]

Hz. Ali de:

"Yâ Rasûlallah! Senden sonra doğacak çocuğuma senin ismini ve künyeni takmamı uygun görür müsün?" diye sormuş; Peygamberimiz (a.s.) ona:

"Evet!" buyurmuştur.[44]

Peygamberimiz (a.s.)dan Önce Kimlere ve Ne İçin Muhammed İsmini Koydukları

Tabiîn bilginlerinin büyüklerinden Saîd b. Müseyyeb der ki:

"Araplar, kendilerinden, Muhammed isminde bir peygamber gönderileceğini, Kitab Ehli olan [Yahudi ve Hıristiyan]larla kâhinlerden işitmişlerdi. Bunu işiten Araplardan bazıları peygamber olması ümidiyle oğullarına Muhammed ismini vermişlerdi:

1) Benî Temimlerden Süfyan b. Mücaşi´, Şam´a gidip bir rahibin evine inmişti. Süfyan, kendisinin Mudarlardan olduğunu söyleyince, rahip:

"Araplar içinde bir peygamber gönderilecek, kendisine Muhammed denilecektir!" dedi.[45] Bunun üzerine, Süfyan, doğan oğluna Muhammed ismini verdi.[46] Muhammed b. Süfyan, büyüyünce, Hıristiyan papazı oldu.[47]

2) Benî Süleymlerin Zekvan oğullarından[48] Muhammed b. Huzâî´ye,[49] Muhammed ismi, peygam­ber olması ümidiyle verilmiştir.

Ebrehe bu Muhammed b. Huzâî´yi Yemen´e götürmüş, o da orada Ebrehe´yle birlikte bulunmuş ve Hıristiyanlık dininde ölmüş;[50] Ebrehe´nin emriyle, Kabe yerine, San´a´daki Kulleys kilisesine hac­cetmeleri için propaganda yaparken, Huzeyl´lerden Urve b. Hıyad tarafından bir okla vurulup öldürülmüştür.[51]

Benî Süleymlerden Muhammedü´l-Cüşemî´ye,

Muhammedü´l-Useydî´ye,

Muhammedü´l-Fukaymî´ye,[52]

Muhammed b. Berrü´l-Kinanî´ye,

Muhammed b. Humran b. Malikü´l-Cu´fî´ye,

Benî Cahcabalardan Muhammed b. Ukbetü´l-Cülahu´l-Evsî´ye.[53]

Muhammed b. Hırmazü´t-Temim´e,[54]

10) Evsîlerden Muhammed b. Meslemetü´l-Ensarî´ye...[55] hep, peygamber olması maksat ve ümidiyle Muhammed ismi konulmuştur.[56]

Peygamberimiz (a.s.)ın Babası Hz. Abdullah´ın Vefatı

Peygamberimiz (a.s.)ın babası Hz. Abdullah, Hz. Amine ile evlendikten kısa bir müddet sonra,[57] Kureyşlilerin ticaret malları yüklü kafilelerinden bir kafileye katılarak Şam´a, Gazze´ye gitmişti. Satacaklarını satıp alacaklarını aldıktan sonra, oradan geri dönüldüğü sırada,[58] yolda hastalandı. Medine´ye gelince,[59] arkadaşlarına:

"Ben, burada dayılarım Adiyy b. Neccar oğullarının yanında biraz kalayım" dedi ve hasta olarak onların yanında bir ay kaldı.

Kafile arkadaşları, yollarına devam edip Mekke´ye geldiler.

Abdulmuttalib, onlardan, oğlunun nerede kaldığını sordu. Onlar da, "Onu gerimizde, dayıları Adiyy b. Neccar oğullarının yanında bıraktık. Kendisi hastadır" dediler.

Bunun üzerine, Abdulmuttalib, büyük oğlu Hâris´i acele Medine´ye yolladı. Haris Medine´ye vardığı zaman, Hz. Abdullah´ı vefat etmiş ve Adiyy b. Neccarlardan Nâbiga´nın evine gömülmüş buldu.

Hz. Abdullah´ın kabri Nâbiga´nın evinin içine girilince sol tarafa düşen küçük evindedir.

Dayıları; Abdullah´ın nasıl hastalandığını, olanca çabalarına rağmen kendisini kurtaramadıklarını ve Nâbiga´nın evine gömdüklerini Hâris´e anlattılar.

Haris, acele Mekke´ye dönüp babasına acı haberi verince, Abdulmuttalib de, Abdulmuttalib´in bütün oğulları ve kızları da son derece ağladılar.[60]

Hz. Abdullah, vefat ettiği zaman 25 yaşında idi.[61]

Peygamberimiz (a.s.) da, daha annesinden doğmamıştı.[62]

Hz. Âmine´nin Hz. Abdullah Hakkındaki Mersiyesi

Hz. Amine, kocası Hz. Abdullah için söylediği mersiyede şöyle dedi:

"Artık, Mekke´nin Batha tarafı, Hâşim oğullarından boşaldı.

O, ölümün davetine uyarak, evinden örtüler ve kefenler içinde çıkıp kabre gitti!

Fakat, ölüm insanlar arasında Hâşim oğlu gibi bir yiğit bulup onun boşluğunu dolduramaz.l

Bütün dostları ve arkadaşları, onun tabutunu taşımak için üşüşmekte ve elden ele almakta idiler.

Ne yazık ki, ecel hiç beklenmedik bir zamanda onu alıp götürdü!

Halbuki, o, cömert ve çok merhametli bir insandı ."[63]

Hz. Abdullah´ın Terikesi

Hz. Abdullah´ın, miras olarak bıraktığı;

Ümmü Eymen (Bereke) adında bir köle kadın,

Beş adet deve,

Birkaç davar,[64]

Bir adet kılıç,

Bir miktar gümüş paradan ibaretti.[65]

Peygamberimiz (a.s.)ın Doğumu, Doğum Tarihi ve Doğum Yeri

Peygamberimiz (a.s.); Fil yılında, Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi günü,[66] tanyeri ağarırken,[67] Şı´b´daki evlerinde doğdu.[68]

Riyaziyecilere göre; doğum tarihi şemsî aylardan Nisan ayının yirmisine rastlamış,[69] Mısırlı Mahmud Felekî Paşa da, bunun Milâdî 571 yılı 20 Nisan Pazartesi gününe rastladığını hesapla doğrulamıştır.[70]

Peygamberimiz (a.s.)ın doğduğu ev: Şı´b´da, Hâşim´den Abdulmuttalib´e kalan, ondan da Peygamberimiz (a.s.)ın babası Hz. Abdullah´ın hissesine düşen ev olup, "Mevlid Sokağı" diye anılan Ebu Talib Şı´b´ı caddesinde, Leyl sokağında idi.[71]

Peygamberimiz (a.s.)ın doğumu gecesinde, Abdurrahman b. Avf´ın annesi Şifa Hatun da hazır bulunup ebelik etmiştir.[72]

Peygamberimiz (a.s.)dan üç yaş büyük olan amcası Hz. Abbas da; Hz. Âmine´nin bir oğlan çocuğu doğurduğu haber verilince, annesinin sabahleyin kendisini elinden tutup oraya götürdüğünü, Peygamber (a.s.)ın evlerinin ortasında yattığı yerde döşeğine ayağıyla vurduğunu hâlâ görür gibi olduğunu ve orada bulunan kadınların kendisini onun üzerine çekip "Öp kardeşini!" dediklerini bildirir.[73]

Doğum Gecesinde Vuku Bulan Önemli Hadiselerden Bazıları

1. Hz. Aişe´den rivayet edildiğine göre;

Mekke´de, ticaretle uğraşan bir Yahudi Peygamberimiz (a.s.)ın doğduğu gece, doğuşuna alâmet olan yıldızın doğduğunu görmüş, katıldığı Kureyş meclislerinden bir mecliste:

"Ey Kureyş cemaatı! İçinizden, bu gece çocuğu doğan oldu mu?" diye sormuştur.

"Vallahi, bilmiyoruz!" dediler.

Bunun üzerine, Yahudi:

"Ey Kureyş cemaatı! Size söylediğim şeyi ezberleyiniz! Bu gece, bu âhir zaman ümmetinin peygam­beri doğmuştur! Onun iki küreği arasında, üzerinde tüyler bulunan kırmızımtırak bir ben de vardır!" dedi.

Meclistekiler, Yahudi´nin sözlerinden hayrette kalarak meclisten dağıldılar. Onlardan her biri, evler­ine varınca, Yahudi´nin söylediklerini ailelerine haber verdiler.

Bazılarına, aileleri:

"Abdullah b. Abdulmuttalib´in bir oğlu doğdu. Kendisine, Muhammed ismini verdiler" dediler.

Onlar, o günden sonra, Yahudi´nin evine gidip:

"Bizim içimizde bir çocuk doğduğunu duydun mu, öğrendin mi?" dediler.[74]

Yahudi: "Ben size onun doğduğunu haber verdi ktien sonra mı, yoksa önce mi doğdu?" diye sordu.

"Önce doğdu!" dediler.[75]

Dileği üzerine, kendisini Hz. Âmine´nin evine götürdüler.

Yahudi, Hz. Âmine´den, oğlunu yanına çıkarmasını istedi; çıkarıldı.

Peygamberimiz (a.s.)ın arkasındaki peygamberlik hâtemini görünce, Yahudi bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine "Yazıklar olsun sana! Ne oldu sana?" dediler.

Yahudi:

"Vallahi, artık İsrail oğullarından peygamberlik gitti![76] Ellerinden Kitap da gitti! Bu, İsrail oğullarının öldürüleceklerine ve bilginlerinin de itibarlarının kalmayacağına verilmiş bir hükümdür! Araplar, peygam­berlikle, büyük bir izzet ve şerefe erecekler![77] Ey Kureyş cemaatı! Sevininiz! Vallahi, siz; haberi doğu­dan batıya kadar ulaşacak bir atilim ve yenme gücüyle güçleneceksiniz!" dedi.[78]

2. Medineli Müslümanlardan şair Hassan b. Sabit der ki:

"Ben, yedi sekiz yaşlarında, duyduklarımı kavrayabilecek, boylu boslu bir çocuktum.

Bir gün, Yesrib´de (Medine´de) bir Yahudi´nin köşk üzerinden en yüksek sesle:

´Ey Yahudi cemaatı!´ diyerek bağırdığını işittim.

Yahudiler, etrafına toplanınca, ona:

´Allah cezanı versin! Ne oldu sana?´ dediler.

O da:

´Ahmed´in doğumunda doğacak olan yıldızı, bu gece doğdu!1 dedi."[79]

İbn İshak:

"Hassan b. Sâbit´in torunu Saîd b. Abdurrahman´a:

´Resûlullah (a.s.) Medine´ye geldiği zaman Hassan b. Sabit kaç yaşında idi?´ diye sordum.

Saîd:

´Hassan, altmış yaşında idi. Resûlullah (a.s.) da, elli üç yaşında iken Medine´ye geldi´ dedi.

Demek ki, Hassan, o Yahudinin söylediğini yedi yaşında iken işitmiş" demiştir.[80]

Hz. Âmine´nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.)a, ne hamileliği sırasında, ne de onu dünyaya getirirken hiçbir zahmet çekmemiş ve o doğarken de, doğu ile batı arasını aydınlatan bir nurun kendisinden onunla birlikte çıktığını görmüştür.[81]

Peygamberimiz (a.s.), doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış olarak doğmuştur.[82]

Muhammed (a.s.) doğunca, geleneğe göre sabaha kadar üzerine kapatılan çanağın yarılarak, yarığından kendisinin gözlerini semaya diktiği görülmüştür.[83]

"Doğrusu, biz bunun gibi bir çocuk görmedik!" denilmiştir.[84]

Şeytan; hayatında koparacağı dört çığlıktan birisini, bu kutlu doğum gecesinde koparmıştır.[85]

İran başkadısı ve din adamı Mubezan, rüyasında; birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları
önlerine katarak Dicle ırmağını geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür.

Save* gölünün suyu çekilmiştir.

Semave* vadisini su basmıştır.

Kisra´nın sarayından 14 şerefe yıkılmıştır.

İranlıların 1000 yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşgedeleri sönüvermiştir![86]

Peygamberimiz (a.s.)ın Kâbe´ye Götürülüp Dua Edilişi

Hz. Amine; Peygamberimiz (a.s.)ı dünyaya getirdiği zaman, Peygamberimiz (a.s.)ın dedesi Abdulmuttalib´e:

"Bir oğlan torunun doğdu.[87] Gel de, gör onu!" diye haber saldı.[88]

Abdulmuttalib, o sırada Kabe´nin yanında, Hicr´de, oğlu, ve kavminden bazı kimselerle birlikte otu­ruyordu.

Müjdeci, ona:

"Âmine bir oğlan çocuğu doğurdu!" diye haber verince Abdulmuttalib çok sevindi ve hemen ayağa kalkıp yanındakilere birlikte Hz. Âmine´yi görmeye geldi .[89]

Torununa baktı.[90]

Hz. Âmine hamile iken düşünde gördüğü şeyleri; kendisine neler söylendiğini ve koyacağı isim hakkında ne emir verildiğini Abdulmuttalib´e anlattı .[91]

Abdulmuttalib torununu bir kumaş parçasına sarılmış olduğu halde[92] kucağına alıp Kabe´ye girdi.

Orada, Allah´a dua ve ihsanından dolayı şükranını arz ettikten sonra, onu annesine gönderdi.[93]

Oğlu Ebu Talib´e de:

"Bu, benim sana, yanında bulundurup üzerine kanat gereceğin emanetimdir. Muhakkak, bu oğlu­mun hal ve şânı yüce olacaktır!" dedi.[94]

Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Âmine ve Süveybe Hatun Tarafından Kısa Bir Müddet Emzirilişi

Peygamberimiz (a.s.)ı; önce annesi Hz. Amine,[95] üç gün veya yedi gün emzirdi.[96]

Bundan sonra, Süveybe Hatun, oğlu Mesruh ile birlikte, günlerce emzirdi.[97]

Süveybe Hatun, daha önce Hz. Hamza´yı, sonra da, Peygamberimiz (a.s.)la birlikte, Ebu Seleme b. Abdulesed´i de emzirmişti.

Bunun için, Hz. Hamza ile Ebu Seleme, Peygamberimiz (a.s.)ın süt kardeşi idiler.[98]

Peygamberimiz (a.s.); Mekke´de iken, Süveybe Hatuna harçlık verir, Hz. Hatice de ona ikramda bulunurdu.

Süveybe Hatun; Ebu Leheb´in cariyesi idi.

Hz. Hatice onu azad etmek, kölelikten kurtarmak için Ebu Leheb´den satın almak istemişse de, Ebu Leheb yanaşmamıştı.

Peygamberimiz (a.s.) Medine´ye hicret ettiği zaman, Ebu Leheb onu kendiliğinden azad etmişti.

Peygamberimiz (a.s.), Süveybe Hatuna Medine´den de harçlık ve elbise gönderirdi.

Hicretin yedinci yılında, Hayber seferinden dönerken, onun vefat etmiş olduğunu haber alınca "Oğlu Mesruh ne yapıyor?" diye sormuş; "Annesinden önce, o da vefat etti!" denilmişti.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) "Onların akrabalarından sağ kalan kim var?" diye sor­muş; "Hiçbir kimse yok!" demişlerdir.[99]

Peygamberimiz (a.s.)ın Doğumundan Dolayı Halka Ziyafet Çekilişi

Peygamberimiz (a.s.)ın doğumunun yedinci günü, dedesi Abdulmuttalib.[100] develer, davarlar kestirerek Mekke halkına üç kez yemek yedirmesini, oğlu Ebu Talib´e emretti.

Ayrıca, Mekke mahallelerinden her mahallede develer kesilerek bırakıldı.

Onlardan insanların, kurtarın, kuşların yararlanmalarına engel olunmadı.[101]

Kureyşliler, ziyafetten sonra:

"Ey Abdulmuttalib! Doğumu sebebiyle bize ikramda bulunduğun bu oğluna ne isim taktın?" diye sor­dular.

Abdulmuttalib:

"Muhammed ismini taktım!" dedi.

Kureyşliler:

"Ne için, aile halkının, atalarının isimlerinden birini takmaya özen göstermedin de, Muhammed ismi­ni taktın?" diye sordular.

Abdulmuttalib:

"Gökte Allah´ın, yerde de halkın onu övmelerini istedim!" dedi.[102]

Yeni Doğan Çocukların Sütannelere Verilmesi Âdeti

Yeni doğan çocuklarını sütannelerine vermek, Kureyş ve diğer Arap eşrafının âdetleri idi.

Bu da; kadınların kocalarıyla daha rahat meşgul olmalarını ve çocukların da[103] kırda yaşayan Araplar içinde,[104] özellikle havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında[105] sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün ve pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.

Emevî halifelerinden Abdulmelik b. Mervan:

"Velid´i sevmek, bize zarar verdi!" derdi.

Velid; annesinin yanından ayrılmadığı için, konuşurken hep gramer hatası yapardı.

Kardeşi Süleyman ise, çok düzgün ve pürüzsüz konuşurdu. Çünkü, Süleyman ve öteki kardeşleri, kırda otururlardı.

Arapça´yı açık, pürüzsüz ve düzgün konuşmayı orada öğrenmişlerdi.[106]

Umumiyetle Araplar için tek lügat vardı. Benî Sa´d b. Bekr´lerin ise lügatları yedi idi.

Benî Sa´d b. Bekr b. Hevazin´ler; Arap kabileleri içinde, dil bakımından en fesahatli olanı, en açık, en düzgün ve en pürüzsüz konuşanı idi.[107]

Benî Sa´d b. Bekr kabilesi; Arap kabileleri arasında cömertlikleri ve şereflilikleri ile de tanınmış bir kabile idi.[108]

Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden sütannesi olanlar, her yıl, iki kez, yaz ve güz mevsimlerinde Mekke´ye gelerek, yeni doğan çocukları-ücretle emzirmek üzere-alıp yurtlarına götürür­lerdi.[109]

Sütannesi Halime Hatunun Peygamberimiz (a.s.)ı Emzirişi ve Büyütüşü

Peygamberimiz (a.s.)ı; Süveybe Hatundan sonra, Benî Sa´d b. Bekrkabilesinden sütannesi Halime Hatun götürüp emzindi.[110]

Halime Hatun; Kays b. Aylan´lardan Ebu Züeyb Abdullah b. Hâris´in kızı [111] ve Sa´d b. Bekr b. Hevazin´lerden Haris b. Abduluzza´nın da zevcesi idi.

Peygamberimiz (a.s.)ın bu sütanne ve babadan kardeşleri de, Abdullah b. Haris, Üneyse binti Haris ve Şeyma binti Haris idi.

Halime Hatun; yanında, kocası ve memedeki küçük oğlu ve Benî Sa´d b. Bekr kadınlarından dal[112] on kadın olduğu halde,[113] emdirilecek oğlan çocuğu arayıp bulmak üzere, yurtlarından yola çıktılar.[114] Mekke´ye geldiler. [115]

Halime Hatun der ki:

"İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında, hiçbir şeyimiz kalmamıştı.

Ben, kır merkebimin üzerinde idim.

Yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu.

Vallahi, o bize bir damla bile süt vermiyordu.

Fakat, biz, bir yağmura kavuşmayı, darlıktan kurtulmayı umup duruyorduk.

Üzerinde bulunduğum arık ve zayıf merkebimin yürüyüşünün ağırlığı, arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı.

Nihayet, Mekke´ye varıp, emzirilecek oğlan çocukları aramaya başladık.

İçimizde hiçbir kadın yoktu ki, o ona arz ve teklif edilsin de, ´Yetimdir!´ denilince onu almaktan kaçın­mış olmasın!

Çünkü, bizler, emzireceğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor, ve onun [Peygamber (a.s.)ın] hakkında da:

´Yetimdir. Annesi ve dedesi, bize ne ihsan yapabilecek?´ diyorduk.

Bunun için, hepimiz, onu emzirmek üzere almak istememiştik.

Benimle gelmiş olan kadınlardan, emzirilecek çocuk almayan, benden başka, kalmamıştı."[116]

O sırada, Abdulmuttalib, Peygamberimiz (a.s.) için sütannesi arayıp duruyordu.[117]

Halime Hatun der ki:

"Abdulmuttalib, benimle karşılaşınca:

´Sen, kimsin?´ diye sordu.

´Ben, Benî Sa´d´lardan bir kadınım!´ dedim.

´İsmin nedir?´ diye sordu.

´Halime´ dedim.

Abdulmuttalib gülümsedi:

´Ne güzel! Ne güzel! Sa´d ve hilm iki güzel haslettir ki, dünyanın hayrı da, ebediyetin izzet ve şere­fi de bunlardadır.

Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk vardır ki, onu Benî Sa´d kadınlarına teklif ettim.

´Biz, götüreceğimiz çocuklardan yararlanmayı, onların babalarından ikram görmeyi umuyoruz´ diy­erek, almaya yanaşmadılar.

Onu emzirmeyi, sen üzerine alır mısın?

Belki onun yüzünden saadete, mutluluğa erersin´ dedi.

Ben de:

´Bana biraz müsaade et de, kocama bir danışayım´ dedim.

Hemen, kocamın yanına dönüp durumu ona haber verdim [118] ve:

´Mekke´de, bu yetim çocuktan başka, emzirilecek çocuk yoktur! O çocuğu almamızı uygun görür müsün?

Ben yurdumuza eli boş dönmemizi hoş bulmuyorum.[119]

Vallahi, ben, arkadaşlarım arasında, emzirilecek bir çocuk almadan geri dönmeyi istemiyorum.

Vallahi, o yetime gideceğim. Ben de onu alacağım!´ dedim.

Kocam:

´Bunu yapmanda bir sakınca yok. Belki, Allah onun yüzünden bereket ve bolluk ihsan eder.[120]

Ey Halime![121] Git, al onu!´dedi.[122]

Döndüğüm zaman, Abdulmuttalib´i oturmuş, beni bekliyor bir halde buldum.

Kendisine: ´Haydi, çocuğu getir!´ deyince, yüzünde sevinç belirdi ve beni hemen Âmine´nin evine götürdü.

Âmine, bana ´Hoş geldin! Safa geldin!´ dedi. Beni Muhammed (a.s.)ın bulunduğu odaya koydu.[123]

Odaya girdiğim zaman, o, sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış, kendisinin altına da yeşil ipek­ten bir sergi serilmişti.

Sırtüstü yatırılmış, mışıl mışıl uyuyor, kendisinden misk kokusu geliyordu!

Sevimliliğine ve yüzünün güzelliğine hayran oldum.

Kendisini uykudan uyandırmaya kıyamadım.

Ellerimi göğsünün üstüne yavaşça koyduğum zaman, gülümsedi ve bana bakmak için gözlerini açtı.

Hemen, iki gözünün arasından öptüm ve kucağıma aldım.´"[124]

Hz. Âmine:

"Bana, üç gece: ´Oğlunu, Benî Sa´d b. Bekr´lerde Ebu´z-Züeyb ailesi içinde emzireceksin!´ denildi" dedi.

Halime Hatun:

"İşte, bu kucağımdaki çocuğun sütbabası Ebu´z-Züeyb´dir. O benim babamdır" dedi.

Hz. Âmine gerek hamilelik, gerek doğum sırasında gördüklerini haber verip "Oğlumu iyi koru!" diy­erek Halime Hatuna sıkı sıkı tenbihatta bulundu.

Halime Hatunun içi son derecede ferahladı, işittiği şeyler kendisini sevindirdi.[125]

Halime Hatun´un Ailesinin Peygamberimiz (a.s.) Yüzünden Hayra ve Geçim Bolluğuna Kavuşması

Halime Hatun, hatıralarını anlatmaya devamla derki:

"Ben onu, ancak başkasını bulamadığım için almıştım.

Binitimin ve yolculuk eşyalarımın yanına döndüğüm ve kucağıma alıp emzirmek istediğim zaman, ona, memelerimden, dilediği kadar süt geldi!

O da, onunla birlikte sütkardeşi de, kanasıya emdiler ve uyudular*

Halbuki, bundan önce, bizim çocuk, kendisiyle birlikte bizi de hiç uyutmam işti.

Kocam, kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman, onun da memelerinin sütle dolu olduğunu gördü.

Kendisi, ondan, içeceği kadar süt sağıp içti.

Kendisiyle birlikte, ben de içtim.

Her ikimiz de süte kandık ve doyduk!

Bambaşka ve hayırlı bir gece geçirdik.

Sabaha çıktığımız zaman, kocam, bana: Vallahi, ey Halime! İyi bil ki, sen mübarek bir çocuk almış bulunuyorsun1 dedi.

´Vallahi, ben de böyle olmasını umuyor ve diliyordum1 dedim.

Sonra, hayvanıma bindim. Çocuğu da kucağıma aldım."[126]

Haris ise yaşlı devesinin üzerine bindi; Sirer vadisinde yol arkadaşlarına yetiştiler.

"Kadınlar

´Ey Halime! Ne yaptın´ diye sordular.

´Vallahi, hayır ve bereketi en büyük olan bir çocuğu görüp aldım.´

´Yoksa, o kucağındaki, Abdulmuttalib´in oğlu [torunu] mu?´ dediler.

´Evet!´ dedim.

Kadınlarımızdan bazılarının kıskandıklarını gördüm.[127]

Vallahi, benim merkebim öyle hızlı gidiyordu ki, hepsinin önüne geçti.

Kafiledekilerin merkeplerinden hiçbirisi ona yetişemediler.

Nihayet, kadın arkadaşlarım, bana:

´Ey Ebu Züeyb´in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi beklesen a? Gelirken üzerine binmiş olduğun merkep bu değil miydi?´ diyerek sesleniyorlar; ben de onlara:

´Evet! Vallahi, işte o merkeptir´ diyordum.

Şaşırıyorlar ve:

´Vallahi, buna şaşılacak birşey olmuş!´ diyorlardı.

Nihayet, Benî Sa´d yurtlarındaki evlerimize geldik.

Ben; Allah´ın yarattığı yerlerden, Benî Sa´d yurdundan daha kurak bir yer bulunduğunu bilmiyorum.

Fakat, çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri, davarlarımız akşamları karınları tok ve memeleri sütlü olarak dönüyor ve biz de onlardan süt sağıp içiyorduk.

Halbuki, hiç kimse, davarlarından sağıp içecek bir damla süt bulamıyordu.

Hatta, kavmimizden, çevremizde bulunanlar, çobanlarına:

´Yazıklar olsun size! Ebu Züeyb´in kızının çobanı nerede yayıyor, otlatıyorsa, siz de onunla birlikte yaysanız ya´ diyerek çıkışmakta idiler.

Fakat, onların davarları akşamlan karınlan aç, memelerinde bir damla bile süt sızmaz bir halde dön­erlerken, bizim davarların karınları tok, memeleri sufle dolu olarak dönerlerdi!

Yüce Allah, bize, onun [Peygamberimiz (a.s.)ın] yüzünden hayır ve bereketi arttırdı durdu.

Onun büyüyüp yetişmesi de başka çocuklara benzemiyordu."[128]

* Peygamberimiz (a.s.), daima, sütannesinin memesinden birisini emmekle yetinip diğerini emmekten kaçınır; onu, süt ortağı, sütkardeşi Abdullah´a bırakırdı.[129]

Peygamberimiz (a.s.)ın Büyümesindeki Başkalık

Başka çocukların bir aydaki büyümelerini o bir günde büyüyor, başka çocukların bir yıldaki büyümelerini o bir ayda büyüyordu![130]

Peygamberimiz (a.s.); daha iki aylık iken, her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.

Üç aylık olunca, ayağa kalkıp day duruyordu!

Dört aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu!

Beş aylık olunca, bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu!

Altı ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.

Yedi aylık iken, konuşuyor, her tarafa gidip geliyordu.

Sekiz aylık iken, konuşuyor, konuşulanı anlıyordu.

Dokuz aylık iken, açık ve düzgün konuşmaya başlamıştı.

On aylık iken, çocuklarla ok atıyordun [131]

Peygamberimiz (a.s.)ın Sütten Kesilişi ve Annesine Götürülüşü

Halime Hatun der ki: "İki yıl geçince, onu sütten kestim.[132]

Kendisi, iki yılı doldurduğu zaman, oldukça iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu. Onu annesine götürdük, ama biz, onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, kendisi­ni yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk."[133]

Habeş Hıristiyanlarının Peygamberimiz (a.s.)ı Halime Hatunun Elinden Almaya Kalkışmaları

Sütannesi Halime Hatun, Peygamberimiz (a.s.)ı Medine´ye, annesine götürürken, [134] Siner vadisinde[135] Habeş Hıristiyanlarından bazı kimselere rastlamıştı. [136]

Hıristiyanlar, Halime Hatuna nereye gittiğini sordular.[137] Sonra da, Peygamberimiz (a.s.)a dikkatli dikkatli baktılar.[138] Arkasını döndürüp[139] onun iki kürek kemiği arasındaki peygamberlik hâtemine ve gözlerinin beyazındaki kırmızılığa baktılar.

Kırmızılık hakkında:

"Gözlerinden bir şikâyeti, hastalığı var mı?" diye sordular.

Halime Hatun:

"Hayır! Bu kırmızılık gözlerinden hiç ayrılmaz" dedi.[140]

Hıristiyanlar

"Biz, bunu kralımıza, ülkemize götüreceğiz. Çünkü, bunun bizimle ilgili hali, şanı vardır. Biz, onun işini biliyoruz" dediler.[141]

Hıristiyanlar, Peygamberimiz (a.s.) hakkında o kadar baskı yaptılar ki, Halime Hatun onu zorla elinden alacaklarından korkmaya başladı. Fakat, Yüce Allah onu onlardan korudu.[142]

Halime Hatun, Peygamberimiz (a.s.)ı onların ellerinden güçlükle kurtarıp[143] Hz. Âmine´nin yanına götürebildi. [144]

Hz. Âmine´ye, Peygamberimiz (a.s.) hakkında bilgi verdi. Onun uğurluluğu yüzünden gördükleri hayır ve bereketi anlattı. Habeş Hıristiyanlarının yaptıklarını da haber verdi. [145]

Peygamberimiz (a.s.)ın Benî Sa´d Yurduna Tekrar Götürülüşü

Halime Hatun der ki:

"Âmine´ye:

´Oğulcuğumu, iyice büyüyünceye kadar benim yanımda bıraksan iyi olur. Çünkü, ben onun Mekke vebasına yakalanmasından korkuyorum!1 dedim.

Bu hususta o kadar ısrar ettim ki, nihayet, Âmine onu yanımızda bırakmaya razı oldu, [146] ve:

´Oğlumla birlikte yurduna dön! Ben de onun Mekke vebasına tutulmasından korkuyorum. Vallahi, onun hali, şanı büyük olacak!´ dedi."[147]

Peygamberimiz (a.s.)ın Atlattığı İkinci Tehlike

Halime Hatun; yurtlarına uğrayan bir Yahudi cemaatına:

"Siz, bu oğlum hakkında bana birşey söylemeyecek misiniz?" deyip, Hz. Âmine´nin kendisine anlat­tığı gibi:

"Ben ona hamile iken şöyle şöyle, onu doğurduğumda şöyle, rüyada da şöyle gördüm" diyerek görülenleri anlatınca, Yahudiler birbirlerine:

"Onu öldürünüz" dediler.

Halime Hatuna da:

"O, yetim midir?" diye sordular.

Halime Hatun:

"Hayır! Şu, onun babasıdır. Ben de annesiyim" dedi.

Yahudiler

"Eğer yetim olsaydı, onu muhakkak öldürürdük" dediler.[148]

Halime Hatun, Peygamberimiz (a.s.)ı hemen oradan götürüp kendi kendine:

"Az kalsın emanetimi harap edecektim!" dedi.[149]

Peygamberimiz (a.s.)ın Göğsünün Melekler Tarafından Yarılışı ve Tartılışı

Sütannesi Halime Hatun yemin ederek der ki:

"...[Muhammed (a.s.)], sütkardeşi [Abdullah] ile birlikte evlerimizin arkasında küçük kuzu­larımızın yanında bulundukları sırada, sütkardeşi telaş ve heyecanla koşarak bize geldi. Bana ve babasına:

´Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, o Kureyşî kardeşimi tutup yere yatırdılar, kendisinin kamını yardılar! Şimdi, onun içini karıştırıyorlar´ dedi.

Ben ve babası, hemen ona doğru vardık.

Kendisini, ayakta ve yüzü sararmış bir halde bulduk.

Ben, hemen tutup onu bağrıma bastım. Babası da bağrına bastı.

´Sana ne oldu yavrucuğum?´ diye sorduk.

´Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam gelip beni yatırdılar, kamımı yardılar. Karnımda, bilemediğim birşey aradılar1 dedi.

Birlikte, çadırımıza döndük.

Sütbabası Haris:

´Ey Halime! Ben, bu çocuğun başına bir felaket gelmesinden korkuyorum!

Sen, başına bir felaket gelmeden önce, onu hemen ailesine götürüp teslim et!´ dedi."[150]

Bu hadise, bazı kaynaklara göre, Peygamberimiz (a.s.) m dört-beş yaşlarında bulunduğu sırada vuku bulmuştur.[151]

Peygamberimiz (a.s.) da bu hususta şu açıklamada bulunmuşlardır

"Ben, Sa´d b. Bekrler´de emzirilip büyütüldüm. O sıralarda, sütkardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kendimize ait küçük kuzuları yayıyor, otlatıyorduk. Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, içi kar dolu, altından bir leğen ile yanıma geldi.

Beni tutup karnımı yardılar.

Kalbimi çıkardılar. Onu da yardılar.

Kalbimin içinden, kara, pıhtılaşmış bir kan parçası çıkarıp attılar.

Sonra, kalbimi, karnımı, o karla iyice yıkayıp temizlediler.

Sonra da, onlardan birisi, arkadaşına:

´Onu, ümmetinden on kişi ile tart!´ dedi.

Beni onlarla tarttı.

Ben onlardan ağır geldim.

´Onu ümmetinden yüz kişi ile tart!´ dedi.

Beni onlarla tarttı.

Ben yine onlardan ağır geldim.

´Onu ümmetinden bin kişi ile tart!´ dedi.

Beni onlarla tarttı.

Ben onlardan da ağır geldim.

Bunun üzerine:

´Artık onu tartmayı bırak! Vallahi, onu bütün ümmeti ile tartacak olsan, yine de o ağır gelir´ dedi."[152]

Halime Hatunun Peygamberimiz (a.s.)ı Mekke´de Kaybedişi

Sütannesi Halime Hatun; Peygamberimiz (a.s.)ı[153] beş yaşında iken,[154] annesine teslim etmek üzere Mekke´ye getirdiği sırada.[155] Mekke´nin yukarı tarafında[156] kalabalık arasında kaybet­ti.[157]

Halime Hatun, bunu şöyle anlatır:

"Hayvanıma bindim. Sütoğlumu da önüme aldım.

Mekke´ye giriş kapılarından büyük kapıya kadar vardım.

Orada toplanmış bir cemaat bulunuyordu.

İhtiyacımı gidermek ve üstümü başımı düzeltmek için, sütoğlumu orada bırakıp ayrıldım.

Şiddetli bir gürültü işitip döndüğüm zaman, kendisini orada göremedim.

´Ey insanlar cemaatı! Çocuk nerede?1 diye sordum.

´Hangi çocuk?´ dediler.

´Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib!1 dedim.

´Allah´ın, onu büyütmek sebebiyle yüzümü güldüreceği, ev halkımı zengin kılacağı, açlığımı gidere­ceği ve onu annesine götürüp teslim ederek emanetimden çıkaracağım, sevincime ve umduğuma kavuşacağım sırada, önümden kaptılar kaçtılar!

Lât ve Uzzaya andolsun ki, onu göremeyecek olursam, kendimi şu dağın tepesinden atacağım, parçalanacağım!´ dedim.

´Biz, birşey görmedik´ dediler.

Beni ye´se düşürdükleri zaman, elimi başıma koyup:

´Vah Muhammed´ciğim! Vah oğulcuğum!´ diyerek ağlamaya başladım.

Kadınları ve erkekleri, ağıtımla ağlattım.

Orada bulunan halk da, benimle birlikte feryad ederek ağlaştılar, yanıp yakıldılar.[158] Kaybolma haberinin Abdulmuttalib´e benden önce erişmesinden korktum. Hemen gidip Abdulmuttalib´in yanına vardım. Bana bakınca:

´Başına mutluluk mu, yoksa yaramazlık mı geldi?´ diye sordu.

´Belki de, yaramazlığın en büyüğü!´ dedim.

Maksadımı hemen anladı.

´Belki de, oğlum senin yanından kaybolmuştur´ dedi.

´Evet![159] Bu gece, Muhammed´i getirmiştim. Mekke´nin yukarı tarafında bulunduğum sırada, kay­bettim. Vallahi, şimdi o nerededir, bilmiyorum. [160] Belki de, Kureyşîler hainlik, düşmanlık edip onu öldür­müşlerdir´ dedim.

Abdulmuttalib kızdı ve hemen kılıcını sıyırdı.

Kızdığı zaman, hiç kimse onun kızgınlığını durduramazdı.[161]

Bana:

´Ey Halime! Sen otur!´ dedikten sonra, Safa tepeciğine çıktı. [162]

´Yâ Âl-i Galib!´* diyerek seslendi.[163]

Bütün Kureyşliler toplanıp geldiler:

´Ey Hâris´in babası! Ne haber var?[164] Söyle, sana icabet edelim?´ dediler.[165]

Abdulmuttalib:

´Oğlum Muhammed kayboldu!´ dedi.

Kureyşliler:

´Sen hayvanına atla! Biz de seninle birlikte hayvanlarımıza atlayalım.[166] Sen bizi harekete geçir! Sen denize dalarsan, biz de seninle birlikte dalarız´ dediler.[167]

Abdulmuttalib hemen hayvanına bindi.

Öteki Kureyşîler de hayvanlarına bindiler.

Mekke´nin yukarı tarafına vardılar. Oradan da, Mekke´nin aşağısına indiler. Birşey göremeyince, Abdulmuttalib, halkı kendi haline bırakıp Beyt-i Harama geldi. İhrama girip, Kabe´yi yedi kere tavaf etti. [168]

´Yâ Rab! Kavmimin hepsi toplandı ise de, Muhammed bulunamadı!1 diyerek Allah´tan yardım dile­di.[169]

Havadan, bir seslenicinin:

´Ey cemaat! Feryad etmeyiniz! Hiç şüphesiz, Muhammed´in Rabbi vardır. Onu yardımsız bırakmaz ve zayi etmez!1 diyerek seslendiğini işittik.

Abdulmuttalib:

´Ey seslenici! Bize, onun nerede bulunduğunu da haber ver!1 dedi.

´O, Tihame vadisinde, sağdaki ağacın yanındadır´ diye haber verdi.

Abdulmuttalib, hemen o tarafa doğru gitti."[170]

Yolun bir kısmında Varaka b. Nevfel´e rastladı. Birlikte yollarına devam ettiler.[171]

O sırada, Peygamberimiz (a.s.) bir ağacın altında ayakta duruyor, ağacın dallarını çekip yaprağı ile oynuyordu.[172]

Abdulmuttalib, ona:

´Ey çocuk! Sen kimsin?´ diye sordu.

´Ben, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib´im1 cevabını alınca, Abdulmuttalib:

´Canım sana feda olsun! Ben, senin deden Abdulmuttalib´im´ dedi. Onu öptü, kucakladı, bağrına bastı.

Hemen, hayvanının önüne bindirip Mekke´ye getirdi.[173]

Boynuna bindirip Kabe´yi yedi kere tavaf ve onu her türlü tehlike ve kötülükten koruması için Allah´a dua etti.[174] Sonra da, Peygamberimiz (a.s.)ı, Hz. Âmine´ye gönderdi.[175]

Duhâ sûresinin:

"Seni (çocukluğunda) kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı mı?" mealli 7. âyetinin bu hadiseye işaret ettiği rivayet edilir.[176]

Bir Kâhinin Peygamberimiz Üzerindeki Teşhisi ve Korkunç Teklifi

Peygamberimiz (a.s.), beş yaşında bulunduğu ve dedesi Abdulmuttalib´e teslim edildiği sırada, Mekke´ye bir kâhin gelmişti. Kâhin Abdulmuttalib´in yanında Peygamberimiz (a.s.)ı görünce, ona dikkatli dikkatli bakıp:

"Ey Kureyş cemaatı! Şu çocuğu öldürünüz! Çünkü, o sizi bölecek, öldürecek!" dedi.

Abdulmuttalib, Peygamberimiz (a.s.)ı hemen oradan kaçırdı.[177]

Peygamberimiz (a.s.)ın Annesine Teslim Edilişi

Halime Hatun der ki:

"Sütoğlumu annesine götürdüğümüz zaman:

´Onu ne diye getirdin ey sütannesi? Halbuki, yanında kalması için ne kadar ısrar etmiş durmuştun?´ dedi.

´Allah oğlumu büyüttü. Ben artık üzerime düşen vazifeyi yerine getirmiş bulunuyorum. Doğrusu, kendisinin başına birşeyler gelmesinden de korktum. Şimdi, onu, istediğin gibi, sana teslim ediyorum´ dedim.

´Sen bu halde değildin. Bana doğrusunu haber ver?´ dedi.

Kendisine herşeyi haber vermedikçe beni bırakmadı, ve:

´Yoksa, sen ona şeytanın musallat olduğundan mı korktun?´ dedi.

´Evet´ dedim.

´Hayır! Vallahi, şeytan için, ona musallat olmaya, sataşmaya asla yol yoktur. Hiç şüphesiz, benim oğlum için büyük bir hal ve şan vardır. Ben sana onun haberini bildireyim mi?´ dedi.

´Evet! Bildir1 dedim.

´Ben ona hamile olduğum zaman, Şam topraklarından Busra´nın köşklerini[178] bana aydınlatıp gösteren bir nurun benden çıktığını gördüm.

Ona hamileliğimde de, vallahi, bana hamilelikten daha hafif, daha kolay gelen birşey görmedim.

Doğurduğum zaman, o, başka çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip, ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış olarak doğmuştur.

Şimdi, sen onu bana bırakıp doğruca yurduna gidebilirsin artık´ dedi."[179]

Mekkelilere Ziyafet Çekilişi ve Halime Hatunun İkramlara Gark Edilişi

Halime Hatun der ki:

"Kureyşliler ve sair halk sakinleştikleri zaman, Abdulmuttalib, yirmi deve[180] ve ayrıca, davar ve sığır da kestirip Mekke halkına yemek yedirdi.[181]

Fakirlere sadaka olarak da, 50 ratl[182] altın dağıttı.[183]

Sonra da, benim için hazırlanacak herşeyi en güzel bir şekilde hazırlatıp beni yurduma döndürdü.

Ben, yurduma, tarif edemeyeceğim her dünyalık hayırla döndüm!

Muhammed, dedesinin yanında kaldı.

Abdulmuttalib´e, onun bütün haberlerini anlattım.

Abdulmuttalib onu bağrına basıp ağladı.

´Ey Halime! Hiç şüphesiz, bu oğlum için büyük bir hal ve şan vardır. Ben, o zamana erişmeyi ne kadar arzu ederdim!´ dedi."[184]

Peygamberimiz (a.s.)ın Halime Hatuna Sevgi ve Saygısı

Peygamberimiz (a.s.), Halime Hatunu gördükçe:

"Benim annem, annem! Benim annem!" der, kendisine candan sevgi ve saygı gösterir, omuz atkısını yere serip onu oturtur, [185] bir dileği varsa hemen yerine getirirdi.[186]

Halime Hatun, bir gün, Peygamberimiz (a.s.)ı görmek için Mekke´ye gelmişti.

Peygamberimiz (a.s.), o zaman, Hz. Hatice ile evli bulunuyordu. [187]

Halime Hatunu konukladılar ve ağırladılar.[188]

Halime Hatun; yurtlarında hüküm süren kuraklık ve kıtlıktan, hayvanlarının kırıldığından dert yandı.

Peygamberimiz (a.s.), bu hususta Hz. Hatice ile konuştu.

Hz. Hatice, ona kırk koyun ile, binmek ve yüklerini taşımak üzere, bir de deve verdi.[189]

Peygamberimiz (a.s.); Mekke´nin fethinde Ebtah mevkiinde bulunduğu sırada, Halime Hatunun kızkardeşi, görümcesi (kocasının kızkardeşi) ile birlikte, Peygamberimiz (a.s.)ı ziyaret ve bir dağarcık içinde keş peyniri (çökelek) ve yoğurt kurusu ile eritilmiş yağ hediye etmişti.

Peygamberimiz (a.s.), ona hemen Halime Hatunu sordu. Vefat etmiş olduğu söylenince, Peygamberimiz (a.s.)ın gözleri yaşla doldu.

Onun, geride kimlerinin kaldığını da sorup bilgi aldı.

Bu sütannenin kardeşine elbise giydirilmesini, bir deveye bindirilmesini, kendisine ayrıca 200 dirhem gümüş para da verilmesini emretti.

Kadıncağız sevinerek yurduna dönerken:

"Sen, küçük iken de, büyüdükten sonra da ne güzel kefil olunansın, bakılansın!" demekte idi.[190]

Hevazin temsilcileri içinde Medine´ye gelen ve Peygamberimiz (a.s.)a sütannesi dolayısıy­la amca düşen Ebu Servan da:

"Yâ Rasûlallah! Biz seni süt emer olarak gördük. Fakat senden daha hayırlı süt emenini görmedik!

Biz seni sütten kesilmiş olarak gördük. Fakat senden daha hayırlı sütten kesilenini görmedik!

Biz seni genç iken de gördük. Fakat senden daha hayırlı genç görmedik!" demiştir.[191]

Peygamberimiz (a.s.)ın Annesiyle Birlikte Medine´ye Gidişi

Peygamberimiz (a.s.); Mekke´de, annesi Hz. Amine ile dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim´in yanında, Yüce Allah´ın himayesinde yaşıyor; Yüce Allah, onu, peygamberlikle şereflendireceği için, bir nebat, bir gül gibi güzelce büyütüyordu. [192]

Peygamberimiz (a.s.), altı yaşında iken; annesi Hz. Âmine, kocası Hz. Abdullah´ın Medine´deki Benî Adiyy b. Neccarlardan olan dayılarını ziyaret ettirmek üzere.[193] Peygamberimiz (a.s.)ı dadısı Ümmü Eymen ile birlikte iki deve üzerinde Medine´ye götürdü ve Nâbiga´nın evine indi.[194]

Rivayete göre; Hz. Âmine´nin Medine´ye gidişi, özellikle, kocası Hz. Abdullah´ın kabrini ziyaret için­di.[195]

Zaten, Hz. Âmine her yıl Medine´ye gidip kocasının kabrini ziyaret ederdi. [196]

Kendisinin aynı maksatla, kayınpederi Abdulmuttalib ve dadı Ümmü Eymen´le birlikte Medine´ye git­tiği de rivayet edilir. [197]

Neccar oğullarının dayılıkları, Abdulmuttalib´in dayısı olmalarından dolayı idi.[198]

Hâşim b. Abdi Menaf, Medine´de Benî Neccarlardan Amr´ın kızı Selma Hatunla evlenmiş; Abdulmuttalib, Selma Hatundan doğmuştu.[199]

Peygamberimiz (a.s.)ın Medine Ziyaretine Ait Bazı Hatıraları ve Yahudilerin Onun Üzerindeki Teşhisleri

Konuklar; Medine´deki dayılarının evinde bir ay oturdular. [200]

Peygamberimiz (a.s.); Medine´de geçen bir aylık ikametleri sırasında olanlardan birçok şeyler hatırlıyordu.

Nitekim, Medine´ye hicret edip geldiği zaman, Adiyy b. Neccar oğullarının köşklerini görür görmez tanımışı[201] ve:

"Çocukluğumda, bu köşkün damında Ensar kızlarından Enise ile oynardım. Dayılarımın oğulların­dan bazıları da yanımda bulunurlardı" demiştir.

Nâbiga´nın evine bakınca da:

"Oraya da, beni annem konuk olarak indirmişti.

Babam Abdullah b. Abdulmuttalib´in kabri de bu evin içindedir.

Suda yüzmeyi de, Adiyy b. Neccarların kuyusunda öğrenmişti m. [202]

Yahudilerden birtakım kimseler, yanıma gelirler, bana bakar dururlardı. [203]

Bir gün, Yahudilerden bir adam da, bana dikkatli dikkatli bakıp durduktan sonra, dönüp gitti. Yalnız bulunduğum bir günde, tekrar yanıma gelip:

´Ey çocuk! Senin ismin nedir?´ diye sordu.

´Ahmed!´ dedim.

Sırtıma bakınca:

´Bu, bu ümmetin peygamberidir!´ dedi.

Dayılarım da durumu anneme anlatınca, annem benim hayatım hakkında korkmaya başladı.

Mekke´ye dönmek üzere, Medine´den acele yola çıktık."[204]

Peygamberimiz (a.s.)ın dadısı Ümmü Eymen de, bu husustaki hatırasını şöyle anlatır:

"Bir gün, gündüzün ortalandığı sırada, Medine Yahudilerinden iki kişi gelip:

´Ahmed´i yanımıza çıkar da, bir bakalım?´ dediler.

Kendisini onların yanına çıkardım. Uzun uzun süzdüler, evirdiler, çevirdiler.[205] Hatta, onun edeb yerine bile baktılar![206]

Onlardan birisi diğerine:

´Bu, bu ümmetin peygamberidir. Burası da, onun hicret yurdudur. Bu şehirde de, öldürme ve sürgün etme gibi birtakım büyük hadiseler vuku bulacaktır´ dedi.[207]

Ben, ondan bu hususta işittiğim sözlerin hepsini ezberlemişimdir."[208]

Hz. Âmine´nin Ebva´da Vefat Edişi ve Peygamberimiz (a.s.)ın Ümmü Eymen Tarafından Mekke´ye Götürülüp Dedesine Teslim Edilişi

Hz. Amine, Medine´deki Neccar oğullarından olan dayılarını ziyaret ettirdikten sonra Peygamberimiz (a.s.)ı Mekke´ye getirirken,[209] yolda hastalanıp Ebva köyünde durakladı.[210]

Başucunda duran ciğerparesinin yüzüne baktı.

Sonra da, ona şöyle hitap etti:

"Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah´ın lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zâtın oğlu!

Allah, seni mübarek ve devamlı kılsın!

Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa, sen celâl ve ikram Sahibi tarafından Âdem oğullarına helâl ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin!

Allah, seni, milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de esirgeyecek, alıkoya­caktır!

Her canlı varlık ölür.

Her yeni eskir.

Her yaşlanan, kocayan, zeval bulur, yok olur.

Ben de öleceğim.

Fakat, temelli anılacağım.

Çünkü temiz bir oğul doğurmuş, arkamda hayırlı bir andaç bırakmış bulunuyorum ."[211]

Hz. Âmine, Ebva´da vefat etti.[212] Oraya da gömüldü.[213]

Hz. Âmine vefat ettiği zaman otuz yaşında idi.[214]

Ebv´a; Mekke ile Medine arasında bir köy olup[215] Medine´ye Mekke´den daha yakındır.[216]

Medine´ye 23 mil,[217] yani beş günlük uzaklıktadır.[218]

Hz. Âmine´nin Ebva´da vefatı üzerine, Peygamberimiz (a.s.)ı, dadısı Ümmü Eymen (Bereke) bağrına bastı.

Mekke´den binip gelmiş oldukları iki deveden[219] birisine bindi. Ötekini yedeği ne alarak, beş günde, Peygamberimiz (a.s.)ı Mekke´ye getirip dedesine kavuşturdu.[220]

Dünyada böylece babasız ve annesiz kalan Peygamberimiz (a.s.)ı, Yüce Allah hamisiz bırakmadı. Önce dedesinin, sonra da amcası Ebu Talib´in bağrına bastırdı.[221]

Duhâ sûresinin 6. âyetinde:

"Rabbin, seni yetim bulup da barındırmadı mı?" buyurularak bu gerçek hatırlatılır.[222]

Peygamberimiz (a.s.)ın Dadısı Ümmü Eymen´e Sevgi ve Saygısı

Peygamberimiz (a.s.)ın dadısı Ümmü Eymen´in asıl adı Beneke´dir.

Peygamberimiz (a.s.) Hz. Hatice ile evlendiği zaman, Bereke de Hazreclilerin Haris oğullarından Ubeyd b. Zeyd ile evlenmiş, kendisinden Eymen doğmuştu.

Eymen, Huneyn gazasında şehit olmuştur.

Ümmü Eymen; Ubeyd´den sonra, Zeyd b. Harise ile evlenmiş, Üsâme adındaki oğlu dünyaya gelmiştir.[223]

Peygamberimiz (a.s.) bu dadısını sık sık ziyaret[224] ve kendisine "Ey anne!" diye hitap eder;[225] "Annemden sonra, annem!" diyerek sevgi ve saygı gösterir,[226] ona baktıkça:

"Bu, benim ev halkımdan sağ kalanıdır!" buyururdu.[227]

Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Âmine´nin Kabrini Ziyaret Edişi

Peygamberimiz (a.s.); Hudeybiye umresine giderken, Ebva köyüne uğramıştı. [228] Annesi Hz. Âmine´nin kabrini ziyaret için Yüce Allah´tan izin istemiş, izin verilince de[229] gidip kabrin üzerini eliyle düzlemiş,[230] ağlamış, yanındakileri de ağlatmıştı.[231] Ne için ağladığı sorulunca: "Rahmet duygusu beni rikkate getirdi de ağladım!" buyurmuştur.[232]

Abdulmuttalib Dedenin Peygamberimiz (a.s.)ın Üzerine Kanat Gerişi

Abdulmuttalib Dede; babasız ve anasız kalan torununu yanına alıp şefkatle bağrına bastı.

Oğullarından hiçbirine göstermediği şefkati ona gösterdi. Onun üzerine kanat gerdi, titredi durdu.[233]

Abdulmuttalib Dedenin; uyurken veya odasında yalnız iken, yanına hiç kimse giremez,[234] Kabe´nin Hicr´inde serili minderine de, kendisinden başkası oturamazdı.[235]

Fakat, Peygamberimiz (a.s.) dedesinin yanından hiç ayrılmaz; odasında yalnız olduğu, uyuduğu sırada bile, dedesinin yanına serbestçe girer çıkardı.[236]

Kabe´nin gölgesinde serili minderin üzerine-babalarına tazim ve saygılarından dolayı-oğullarından hiçbiri oturmaz, çevresinde dururlarken; Peygamberimiz (a.s.) gelip dedesinin minderine serbestçe otururdu.

Amcalarının, kendisini minderden çekmek için tuttuklarını gördüğü zaman, Abdulmuttalib:

"Bırakınız oğlumu![237] Vallahi, onun büyük bir hal ve şanı vardır!" der, minderinin üzerinde yanına oturtup sırtını eliyle sıvazlar, o ne yapsa hoşuna giderdi.[238]

Peygamberimiz (a.s.), yine bir gün, dedesinin Hicr´de serili minderinin üzerine oturmuş, bir adam çekip kendisini minderden kaldırınca, ağlamaya başlamıştır.

Abdulmuttalib:

"Oğlum ne için ağlıyor?" diye sordu.

"Mindere oturma isteğine engel olundu!" dediler.[239]

Abdulmuttalib:

"Bırakınız oğlumu! Minderin üzerine otursun! Herhalde o, kendisinde bir şeref duyuyor. Onun ne kendisinden önce geçmiş, ne de sonradan gelecek hiçbir Arab´ın erişemeyeceği bir şerefe ereceğini umuyorum!" dedi.[240]

Abdulmuttalib Dede bu sevgili torununu yanına almadıkça yemek yemez;

"Oğlumu yanıma getiriniz!" der, yanına getirtirdi.[241]

Yemeği getirildiği zaman da onu yanına alır, bazan da dizine oturtup yemeğin en nefisini hep ona yedirir,[242] o gelmedikçe yemeklere el sürmez, onun gelmesini bekler, sırtını sıvazlar, başını ve ağzını öper, sözleri ve hareketleri hep hoşuna giderdi.

Edep ve terbiyesine de çok dikkat ederdi.[243]

Peygamberimiz (a.s.), sekiz yaşına kadar, yani Abdulmuttalib dedesinin vefatına kadar, onun yanında kaldı.[244]

Yemen Hükümdarı Seyf b. Zî Yezen´in Yanında Sakladığı Bir Kitapta Peygamberimiz (a.s.) Hakkında Yazılı Haberleri Abdulmuttalib´e Açıklayışı

Seyf b. Zî Yezen; Kisrâ tarafından Yemen hükümdarlığına tayin edilip[245] tahta oturduktan sonra her taraftan Arap heyetleri gelip kendisini tebrik ettikleri sırada,[246] Mekke´den gelen on kişilik tebrik heyetinin başında Abdulmuttalib b. Hâşim bulunuyordu.[247]

Abdulmuttalib ve arkadaşları, hükümdarı, hükümdar selâmıyla* selamladılar.

Abdulmuttalib, temsilci olarak hükümdarın önünde, ayakta durdu.[248]

Konuşmak için, hükümdardan izin istedi.[249]

Seyf b. Zî Yezen:

"Eğer krallar önünde konuşabilir kişilerden isen, sana izin verilmiştir.[250] Konuş bakalım!" dedi.[251]

Abdulmuttalib; Seyf b. Zî Yezen´in bulunduğu makama liyakatini, asaletini, babasının çok hayırlı bir hükümdar, kendisinin de onun hayırlı bir halefi olduğunu., belirttikten sonra:

"Ey hükümdar! Bizler, Allah´ın dokunulmaz kıldığı Harem´inin halkı ve Beyt´inin (Kabe´sinin) hadim­leri olup, zaferini tebrik heyetiyiz; ziyaretçi heyet değiliz!" dedi.

Hükümdar Seyf:

"Ey konuşan kişi! Sen kimsin?" diye sordu.

Abdulmuttalib:

"Ben, Abdulmuttalib b. Hâşim´im" dedi.

Hükümdar:

"Demek, sen kızkardeşimizin oğlusun ha!" dedi*

Abdulmuttalib:

"Evet!" deyince, hükümdar:

"Yakınıma gel!" dedi.

Yaklaşınca, hem ona, hem arkadaşlarına:[252]

"Demek, sizler, Kureyşü´l-Ebâtıh´sınız?" dedi.

"Evet!" diye cevap verdiler.[253]

Hükümdar:

"Hoş geldiniz, safa geldiniz! Sizler, yanında emniyet ve huzur bulacağınız, bol bol ihsanlar veren bir kralın yanına geldiniz! Kral ilk konuşmanızdaki sözlerinizi dinledi ve akraba olduğunuzu anladı, ziyaret vesilenizi kabul etti. Sizler burada oturduğunuz müddetçe, gece ve gündüz sohbet edilmeye, oturulup konuşulmaya,[254] övülmeye,[255] ağırlanmaya, ayrılıp giderken de ihsan olunmaya layık,[256] şerefli,[257] şanlı[258] kişilersiniz!" dedikten sonra, maiyetine onların konuk ve elçiler konağına götürülüp misafir edilmelerini emretti. Emri yerine getirildi.

Orada bir ay oturdular.

Hükümdar, bir gün, Abdulmuttalib´e haber salıp:[259]

"Arkadaşlarının arasından bir tek sen benim yanıma gel!" dedi.

Abdulmuttalib, hükümdarın huzuruna vardığı zaman, onu yalnız bir halde buldu. Yanında hiç kimse yoktu.

Hükümdar Abdulmuttalib´i yanına yaklaştırdı, tahtında onunla birlikte oturdu.[260]

"Merhaba! Hoş geldin, safa geldin!" dedikten sonra;[261]

"Ey Abdulmuttalib! Ben sana bildiğim bir işin sırrını emanet edeceğim ki, o sırrı, senin yerinde başkası olsaydı, açmazdım!

Fakat, ben, onun madenini sende gördüm.

Bunun için, onu sana açıklayacağım!

Yüce Allah bu hususta izin verinceye kadar, bu sır senin yanında masun ve mahfuz kalsın!

Şüphesiz ki, Allah emrini yerine getirir.

Ben, gizli Kitab´da, kendimize tahsis edip başkasına kapalı tuttuğumuz ilimde; yaşamanın şerefi, ölmenin fazileti bulunan, genellikle bütün insanları ve heyet arkadaşlarını, özellikle de seni ilgilendiren çok büyük, çok şanlı bir haber buldum!" dedi.[262]

Abdulmuttalib:

"Ey hükümdar! Bütün göçebe halkı ardarda sana feda olsun! Nedir o büyük ve şanlı haber?" diye sordu.

Hükümdar:

"Tihâme bölgesinde bir çocuk doğacak. Alâmet olarak, onun iki küreği arasında bir ben bulu-nacak![263] Kıyamet gününe kadar, kendisinde imamlık, sizde de seyyidlik olacak!" dedi.[264]

Abdulmuttalib:

"Zât-ı Devletinden, lanet ve nefreti mucip haller sâdır olmasın!" diyerek onu hükümdar selam ve duasıyla selamlayıp:

"Eğer hükümdarlık makamının heybetini, ululuğunu göz önünde tutmak zorunluluğu olmasaydı, sevincimi arttıracak beşareti biraz daha açıklamak lütfunda da bulunmalarını kendilerinden dilerdim!" dedi.

Bunun üzerine, hükümdar

"Bu zaman, onun doğacağı zamandır.

Hatta, belki de doğmuştur!

Onun ismi Muhammed; babası ve annesi ölmüş olacak!

Kendisinin bakımını, dedesi ve amcası üzerlerine alacak!

Allah, onu apaçık tebligat yapan peygamber gönderecek!

Bizden, ona Ensar (yardımcılar) yapacak!

Dostlarını onlarla aziz, düşmanlarını da onlarla zelil kılacak!

O, arzın en kıymetli yerlerini fethedecek!

Onun doğumu ile, ateşgede sönecek!

Bir olan Rahmân´a ibadet edilecek!

Küfür ve taşkınlıklar yasaklanacak!

Putlar kırılacak!

Şeytan recmolunacak, taşlanacak!

Onun sözü hak ile bâtıl arasını ayırıcı, hükmü sırf adalet, tam ve dosdoğru hüküm olacak!

O daima iyiliği buyuracak ve işleyecek, kötülükten de sakındıracak ve onları ortadan kaldıracaktır!" dedi.

Abdulmuttalib:

"Ömrün uzun, saltanatın sürekli, şan ve şerefin yüce olsun!

Acaba hükümdar bu hususta beni sevindirecek bazı açıklamalar daha yapmak lutfunda bulunurlar mı?" dedi.

Hükümdar Seyf:

"Örtülerle örtülü Beytullah´a, mucizelere ve semavî kitablara andolsun ki, ey Abdulmuttalib! Hiç hilaf yok, muhakkak ki sen onun atasısın!" deyince, Abdulmuttalib sevincinden yere kapandı.

Hükümdar:

"Başını yerden kaldır! Kalbin ferahladı. Ömrün uzadı. İşin yükseldi!

Sana, anlattıklarımdan, idrak ettiğin, kavuştuğun birşey var mı?" dedi.

Abdulmuttalib:

"Evet ey hükümdar! Benim çok sevgili, üzerine titrediğim bir oğlum vardı. Onu senin kavminin şere­flilerinden birinin kızı olan Âmine birli Vehb b. Abdi Menaf ile evlendirin iştim. Âmine, dünyaya bir çocuk getirdi.[265] Onun ismini Muhammed koydum.[266] İki küreğinin arasında da bir ben vardır! Anlattığın alâmetlerin hepsi de kendisinde mevcuttur.[267] Onun babası ve annesi de vefat etmiştir. Kendisinin bakımını, ben ve amcası, üzerimize almış bulunuyoruz" dedi.

Bunun üzerine, hükümdar Seyf:

"Onun hakkında sana söylediklerim, senin söylediğin gibidir.

Oğlunu iyi koru!

Onun hakkında Yahudilerden sakın!

Çünkü, Yahudiler ona düşmandırlar!

Fakat, Allah onlara bu hususta yol ve fırsat vermeyecektir.

Yanındaki heyet arkadaşlarından, yalnız sana açmış olduğum şeyleri, onlara da dürülü tut! Sakın açayım deme!

Sizde bulunacak reisliği, onların ve oğullarının da kıskanıp onun başına gaileler çıkarmayacak­larından emin değilim.

Eğer onun peygamber olarak gönderileceğinden önce ölmeyeceğimi bilseydim, süvarilerim ve piyadelerimle birlikte gider,[268] Yesrib´i (Medine´yi) hicret yurdu,[269] devletime başkent yapardım ![270]

Ben, Nâtık Kitab´da ve Sabık İlimde buldum ki: Yesrib onun hicret ve nusret yurdu,[271] işinin muhkemleşeceği, kabrinin ve yardımcılarının bulunacağı yer olacaktır![272]

Ne olurdu, onu âfet ve belalardan ben koruya idim!" dedi.

Hükümdar; Kureyş heyetinden her bir delegeye onar köle, onar cariye,[273] yüzer deve,[274] beşer ratl (ntl) altın, onar ratl gümüş,[275] Yemen elbiselerinden ikişer kat elbise, içi anberle doldurulmuş birer kutu;

Abdulmuttalib´e ise, bunlardan onar kat verilmesini emretti ve ona:

"Bir yıl geçince, onun (Peygamberimiz (a.s.)´ın) işinden neler vukua geldiğinin haberini bana getir!" dedi.[276]

Abdulmuttalib, heyet arkadaşlarına, sık sık:[277]

"Ey Kureyş cemaatı! İçinizden hiç kimse hükümdarın bana olan bol ihsanına gıpta da, kıskançlık da etmesin!

Hükümdarın bütün bu ihsanı, bana ve benden sonra soyumdan geleceklere olacak şeref ve izzetin yanında, çok az kalacaktır!" derdi.

Kendisine:

"Bu, ne zaman olacak?" dediklerinde de:[278]

"Bir zaman sonra zuhur edecek, açığa çıkacak;[279] dediğim şey[280] bilinecektir!" derdi.[281]

Seyf b. Zî Yezen, ne yazık ki, yıl geçmeden