İbrahim peygamber

İbrahim Aleyhisselâmın Soyu:

İbrahim b.Târah (Âzer), b.Nahor, b.Sarug (Şarug) b.Rau (Ergu), b.Falığ, b.Âbir, b.Şalıh, b.Erfahşed, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır.[1]

İbrahim Aleyhisselâmın Babası Ve Yurdu:

İbrahim Aleyhisselâmın Babası Târah (Âzer), Harran halkından idi. [2] Onun, Küfe ile Basra arasındaki Kûsâ köyü halkından olduğu da söylenir. [3] Harran; büyük bir şehir olup Mudar´ın kasabası idi. Reha ile araları bir günlük, Rakka ile araları iki günlüktür. Musul-Şam ve Rum yolu üzerindedir.

Harran´ı, ilk önce kuran, İbrahim Aleyhisselâmın kardeşi Haran olduğu için, oraya Harran adı verilmiştir.

Tufandan sonra yer yüzünde ilk kurulan şehirdir. [4]

Kûsâ: Babil toprağındaki Irak köylerindendir ve Fırattan, Irak´a akıtılan ilk ır­mağın da, adıdır. [5]

İbrahim Aleyhisselâmın Babası Târah (Âzer), Kral Nemrud´un putlarının Bakı­cısı ve İdarecisi idi.

Harranda, kıtlıkla karşılaşınca, evini[6] Nemrud´un oturduğu[7] Kûsâ´ya nakl etmişti. [8]

İbrahim Aleyhisselâmın Annesi:

İbrahim Aleyhisselâmın annesi ise Erfahşed b.Sâm, b.Nuh oğullarından Kern-ba b. Kûsâ´nın kızı Nuna veya Efrayim b.Ergu, b.Falığ, b.Âbir, b.Şalıh, b.Erfahşed, b.Sâm, b.Nuh´un kızı Ebyuna idi. [9]

İbrahim Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:

İbrahim Aleyhisselâm: orta boylu, ak benizli, elâ gözlü[10], ak saçlı, güzel ve güler yüzlü, açık alınlı, uzunca yanaklı ak sakallı idi. [11]

Ayak izlerine varıncaya kadar[12] şekil ve şemailce Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm, insanların, en çok benzeyeni idi. [13]

Kral Nemrud Ve Marifetleri:

Nemrud; ilk defa, kötü yol açan[14], İlk defa, başına tac giyen. [15]

İlk defa, yıldızların durumunu ortaya koyan ve onlar hakkında nazariyeler ku­ran ve ameliyeler yapan[16].

(Kabil´den sonra) ilk defa, ateşe tapan kimse idi.

Yerden bir ateşin çıktığını görünce, varıp önünde yere kapanmış ve üzerine bir bina çattırarak ona bir bakıcı da, tayin etmişti. [17]

İnsanları, kendisine tapmağa, ilk defa davet eden de, o idi. [18]

Halkın Sema İlimleri İle Uğraşmaları:

Nemrud´un zamanında, insanlar da, yıldızlara âid bilgilerle uğraşırlar; güneşin, ay´ın tutulacağı tarihi hesaplarlar, yıldızları ve mevkilerini belirlerler[19], yıldızlar, ve feleklere âid yaptıkları âletlerle onlardan bir takım hükümler çıkarırlardı. [20]

Nemrud´un Rü´yâsı Ve Korkunç Tedbirlere Başvurması:

Rivayete göre: Nemrud; o sıralarda, rü´yâsında[21], bir yıldızın doğduğunu gör­müştü ki, yıldızın parlaklığı, ay´ın aydınlığını, güneşin ziyasını bastırıyordu!

Nemrud, bundan, son derecede korktu.

Sihirbazları, Kâhinleri ve Kaifleri (iz ve yüz çizgilerinden anlayanları) davet edip bunun, sırrını sordu.[22]

Onlar da:

"Ülkende şu yılda bir çocuk doğacak, halkın Dinini değiştirecek[23], senin ölü­mün, saltanatının zevali, onun elile olacaktır!" dediler.[24]

O sırada Nemrud, Küfe Babil´inde oturmakta idi.

Oturduğu köyden ayrılıp başka bir köye taşındı.

Oradan, bütün erkekleri, çıkarttı. Orada, yalnız kadınları, bıraktı.[25]

Her on erkeğin üzerine, güvenilir bir Murakıb tâyin etti.[26]

Doğan erkek çocukların hepsinin öldürülmesini emretti. [27]

Bunun üzerine doğan bütün erkek çocuklar, öldürüldü!

Nemrud´un, o şehirde önemli bir işi çıktı.

Nemrud, İbrahim Aleyhisselâmın babası Âzer´den başkasına güvenmediği için, onu, çağırdı. [28]

"Ben, sana, bir işimi havale etmek istiyorum.

Seni, oraya, ancak, sana olan güvencimden dolayı, gönderiyorum.

Ailenin yanına varmamak, kendisile münâsebette bulunmamak üzre and ve­riyorum! [29]

Bak! Eşinle, sakın münâsebette bulunayım deme, hâ!" dedi´[30]

Âzer:

"Ben, bu hususta Dinimden fedâkârlık yapmakta çok cimriyimdir." dedi. [31]

Bunun üzerine, Nemrud, ona, yapacağı işi, havale etti.

Âzer, şehre girip Nemrud´un işini hallettikten sonra, kendi kendine "Ailemin yanına bir varsam da, ne yapıyorlar bir baksam?" dedi. [32]

Ailesinin yanına varınca, sözünde duramadı.

Bunun üzerine, ailesini, Küfe ile Basra arasında Evr diye anılan bir köye kaçı­rarak orada bir bodruma yerleştirdi.

Kendisinin, yiyeceğini, içeceğini ve şâir ihtiyaçlarını sağladı.

Aradan, uzun bir müddet geçip te, bir şey zuhur etmeyince, Nemrud:

"Demek, bu, yalancı sihirbazların sözü imiş!

Yurdlarınıza dönünüz artık!" dedi. Erkekler de yurtlarına döndüler. [33]

İbn.İshak´a göre de:

İbrahim Aleyhisselâmın doğma zamanı yaklaşınca, Müneccimler, Nemrud´a:

"Senin, şu köyünde, şu yılın, şu ayında İbrahim adında bir çocuk doğacak! [34] Senin Dinini yerecek, topluluğunu dağıtacak. [35] Halkı, dininizden ayıracak ve putlarınızı, kıracaktır!" dediler.

Nemrud, bildirilen zaman gelince, adamlar göndererek köydeki her gebe ka­dını getirtti ve göz altında tuttu.

Ancak, İbrahim Aleyhisselâmın annesi, pek genç olup gebeliği bilinemediğin­den, gözaltına alınmadı.

Nemrud, Müneccimlerin bildirdiği yılın belli ayında[36] doğan erkek çocukların hepsini öldürttü. [37]

İbrahim Aleyhisselâmın Doğuşu Ve Mağarada Büyüyüşü:

İbrahim Aleyhisselâmın annesi; doğum yapma zamanı gelince, geceleyin evin­den çıkarak yakınlarında bulunan bir mağaraya gitti. İbrahim Aleyhisselâmı, ora­da doğurdu. [38]

İbn.Asâkir´e göre: İbrahim Aleyhisselâm; Irak toprağında Babil´in Kûsâ köyün­de hâlen kendisine nisbet edilen Makam´da doğmuştur. [39]

Annesi; yeni doğan bir çocuk için, ne yapmak lazımsa, hepsini yaptıktan, sa­rıp sarmaladıktan sonra, mağaranın kapısını kapatarak evine döndü.

Zaman zaman, mağaraya uğruyor, oğlunun, sağ ve baş parmağını emip dur­duğunu görüyordu.

Âzer, gebeliğini ne yaptığını sorduğu zaman, Nuna: "Bir oğlan doğurmuştum. Öldü!" dedi. Âzer, onu doğruladı ve sustu. [40]

İbrahim Aleyhisselâm, İsâ Aleyhisselâmın miladından -yaklaşık olarak- iki bin yıl önce doğmuştur. [41]

İbrahim Aleyhisselâm; mağarada, bir günde, bir haftalık gibi, bir haftada, bir aylık gibi, bir ayda, bir yıllık gibi hızlı büyüyordu.

Mağarada, ancak, on beş ay kaldı.

Âzer; oğlunun, mağarada gizlice nasıl doğurulduğunu, büyütüldüğünü, öğre­nince, son derecede sevindi. [42]

Nemrud, bütün olan bitenleri unutmuştu. İbrahim Aleyhisselâm da büyümüştü. [43]

Kendisi, anne ve babasından başka, yaratıklardan, henüz hiç birini gör-memişti. [44]

İbrahim Aleyhisselâmın Anne Ve Babasına İlk Soruları:

İbrahim Aleyhisselâm, mağarada, annesine:

"Benim Rabb´im, kimdir?" diye sordu.

Annesi Nuna:

"Ben´im!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Senin Rabb´ın, kimdir?" diye sordu.

Annesi:

"Babandır!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Babamın Rabb´i, kimdir?" diye sordu.

Annesi

"Nemrud´dur!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Nemrud´un, Rabb´i, kimdir?" diye sordu.

Annesi:

"Sus!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm, sustu.

Nuna hatun, kocasının yanına dönüp:

"Gördün mü? Halkın, dinini değiştireceği söylenen çocuk, işte, senin oğlun­dur!" dedi, İbrahim Aleyhisselâmın söylediklerini, Âzer´e haber verdi. [45]

Âzer, İbrahim Aleyhisselâmın yanına gidince, ona da: "Ey Babacığım! Benim Rabb´im, kimdir?" diye sordu. Âzer:

"Annen´dir!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Annemin Rabb´i, kimdir?" diye sordu.

Âzer:

"Ben´im!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Senin Rabb´in, kimdir?" diye sordu.

Âzer:

"Nemrud´dur!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Nemrud´un Rabb´i, kimdir?" diye sordu.

Âzer, ona bir tokat vurup "Sus!" dedi. [46]

İbrahim Aleyhisselâmın Mağaradan Çıkarılışı:

İbrahim Aleyhisselâmın babası Târah (Âzer), arkadaşlarına:

"Benim bir oğlum vardır ki, onu, Kralın, öldürme emrine rağmen, saklamıştım.

Kendisini, saklı bulunduğu yerden çıkarıp getirmemi, korkulu ve sakıncalı bu­lur musunuz?" diye sordu.

Arkadaşları "Hayır! git, getir!" dediler.

Âzer, gidip İbrahim Aleyhisselâmı, yerin altındaki mağaradan, bodrumdan dı­şarı çıkardı.[47]

İbrahim Aleyhisselâmın Görüp Şaşırdığı Hayvanlar Hakkındaki Soruları:

İbrahim Aleyhisselâm, mağaradan çıkınca, yer yüzünde gezen, dolaşan hay­vanlara, yaratıklara bakıyor, bakıyor da, deve hakkında:

"Bu, nedir?" diye soruyor,

Babası da, onun, deve olduğunu haber veriyor:

"Bu, devedir!" diyordu.

İbrahim Aleyhisselâm, ineği görünce, soruyor,

Babası: "İnek´tir!" diyordu.

İbrahim Aleyhisselâm, atı, görünce, soruyor,

Babası: "At´tır!" diyordu.

İbrahim Aleyhisselâm, koyunu, görünce, soruyor,

Babası "Koyundur!" diyordu.[48]

İbrahim Aleyhisselâmın İrşad Olunuşu Ve Rabb´ini Buluşu:

İbrahim Aleyhisselâm; yer yüzünde gezip dolaşan hayvanları görünce, kendi kendine:

"Her halde, şu yaratıkların, bir Rabb´i, olması, gerekir!" dedi. İbrahim Aleyhisselâmın mağaradan çıkışı, güneşin batışından sonra idi.

İbrahim Aleyhisselâm, başını, göklere doğru kaldırıp baktığı zaman, bir yıldız görmüştü ki, o, Müşteri yıldızı idi. [49]

Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâmın, Yıldızı, Ay´ı, Güneşi görüşünü ve Hakka erişini Kur´ân-ı Keriminde şöyle açıklar:

"Biz, İbrahim´e (Gerçeği nasıl gösterdi isek, istidlalde bulunması ve) kesin il­me erenlerden olması için, göklerin ve yerin büyük mülkünü de, öylece, gösteri-yorduk.

İşte, o, üstünü gece bürüyüp örtünce, bir yıldız görmüş:

Rabb´im, budur? demişti.

Yıldız, sönüp gidince;

Ben, böyle sönüp batanları, sevmem! dedi.

Sonra, Ay´ı, doğar halde görünce:

Rabb´im, budur! dedi.

Fakat, o da, batıp gidince;

And olsun ki: eğer, Rabb´im, bana, hidayet etmemiş olsaydı, muhakkak, ben de, hakdan sapanlar güruhundan olurdum! dedi.

Sonra, güneşi, doğar halde görünce de:

"Rabb´im, budur! Bu, hepsinden daha büyük!" dedi.

O da, batınca:

Ey kavmim! Ben, sizin, Allâha şerik koşageldiğinizden kesin olarak uzağımdır.

Hiç kuşkusuz, ben, bir muvahhid olarak yüzümü, O gökleri ve yeri yaratmış bu­lunan Allâha yönelttim. Ben, müşriklerden değilimdir! dedi. [50]

Rabb´i, ona: "Müslüman ol! dediği zaman, o: âlemlerin Rabb´ına teslim oldum!" dedi. [51]

İbrahim Aleyhisselâmın Halkı Uyarmağa Başlaması:

İbrahim Aleyhisselâm, kavminin putlara tapışına şaşıyor ve onlara: "Elinizle yonttuğunuz şeylere ne diye tapıyorsunuz?!" diyordu.

Kavmi de:

"Bunu, bize, senin baban öğretti!" diyorlardı.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Muhakkak ki, benim babam da, yolunu, sapıtan kimselerdendir!" diyordu. [52]

Âzer´in İbrahim Aleyhisselâma Kardeşleriyle Birlikte Put Sattırışı:

İbrahim Aleyhisselâmın babası Târah (Âzer), kavminin taptıkları putları yapar, götürüp satması için, öteki oğulları ile birlikte İbrahim Aleyhisselâm´a da, verir´[53]:

"Bu putlardan, büyüğünü şu fiata, küçüğünü, şu fiata sat!" derdi.

İbrahim Aleyhisselâm da, onları, babasından alınca, ayaklarından bir iple sıkı­ca bağlar, arkasından çeker götürür[54]

. "Ne zarar, ne de, yarar veremeyen bu putları, alan var mı?" diyerek seslenir, hiç bir kimse, kendisinden put satın almazdı.

İbrahim Aleyhisselâm, putları satamayınca, bir ırmağın kıyısına götürüp başla­rını, suya sokar -kavminin putlara düşkünlüğüyle alay etmek için- "İçiniz!" der, hiç satmadan, onları, eve geri getirirdi. [55]

Kardeşleri ise, götürdüklerinin hepsini satmış olarak eve dönerlerdi. [56] İbrahim Aleyhisselâm, kumaş ve elbise ticaretiyle uğraşmış. [57] Hicretten sonra da çiftçilik yapmıştır.[58]

Âzer´in İbrahim Aleyhisselâmı Nemrud´a Götürüşü:

İbrahim Aleyhisselâm:

"Allah´dan başka ilâh yoktur. O, benim Rabb´imdir! O, her şeyin Rabb´idir!" dedikçe, annesi ve babası, Nemrud´dan, korkarak ağlarlar, İbrahim Aleyhisselâ-mı, uyarmağa çalışırlardı.

İbrahim Aleyhisselâm ise:

"Benim hakkımda, Nemrud´dan hiç korkmayınız.

Beni, küçüklüğümde koruyan, büyüklüğümde de, korur!" derdi.

Fakat, Âzer, kendisini, birisinin, Nemrud´a ihbar edeceğinden korkarak Nem-rud´a gidip:

"Ey kral! Senin, doğmasından sakındırdığın çocuk, benim oğlumdur.

Kendisi, evimden başka bir yerde doğmuş, yanıma gelinceye kadar, ondan ha­berim olmamıştır.

Şimdi, onu, sana haber veriyorum.

Kendisi hakkında, istediğini, yap! Sonra, beni, kınama!" dedi.

Nemrud "Onu, bana getir!" dedi.

Âzer, İbrahim Aleyhisselamı, annesinin yanından alıp Nemrud´a götürdü.

Nemrud, Meclisini süslemiş, askerlerini, sıra sıra dizdirmişti.

İbrahim Aleyhisselâm, sağına, soluna bakıp:

"Ey kavim! Siz, neye tapıyorsunuz?" diye sordu.

Nemrud:

"Ey İbrahim! Sen, üzerinde bulunduğum dinime gir ki, seni, ben yaratmışım-dır ve rızkınım da, ben veriyorum!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Ey Nemrud! Sen, yalan söylüyorsun!

O, Rab ki, beni, yaratan, bana, doğru yolu gösteren O´dur!

Bana, yediren, içiren de, O´dur!" deyince, Nemrud da, halk da, tutula kaldılar!

Bunun üzerine Nemrud, Âzer´e dönüp:

"Ey Âzer! Bu oğlun, daha küçüktür.

Ne söylediğini, benim kadr´ü kıymetimi, mülk´ü saltanatımın ululuğunu, bilmiyor.

Sen, onu, hemen al, götür. Kendisini, azabımın şiddetiyle korkut! Ola ki, üze­rinde saplanıp kaldığı şeyden döner!" dedi.´[59]

İbrahim Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu:

Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâma, Cebrail Aleyhisselamı gönderip Dinini öğ-retti[60] ve kendisini, kavmine, Peygamber olarak gönderdi. [61]

Bunun üzerine, İbrahim Aleyhisselâmın, babası ve kavmiyle aralarında geçenler, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:

"Vaktâ ki, İbrahim, babasına:

Ey babam! İşitmez, görmez, sana, hiç bir yararı olmaz şeylere ne diye taparsın?!

Ey babam! Bana, muhakkak ki, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir.

O halde, bana uy da, seni, ben, dümdüz bir yola çıkarayım.

Ey babam! Şeytana tapma!

Çünkü, şeytan, hakkıyle esirgeyen Allâha çok âsi olmuştur.

Ey babam! Gerçekten korkuyorum ki: Çok esirgeyen Allah´dan sana, bir azab gelip çatar da, şeytana yâr olmuş olursun! dedi.

Babası:

Ey İbrahim! Sen, benim tanrılarımdan yüz mü çeviricisin?!

And olsun ki: vaz geçmezsen, seni, muhakkak, taşlarım!

Sen, uzun bir müddet benden ayrıl!" dedi.

İbrahim ise;

Üstüne selâmet! Ben, senin için, Rabb´imden mağfiret dileyeceğim.

Çünkü, O, bana çok lütufkârdır.

Sizi ve Allâh´dan başka taptıklarınızı bırakıp çekiliyorum.

Rabb´ime, dua ediyorum.

Umulur ki: Rabb´ime duada, sizin gibi bedbaht olmam! dedi. [62]

İbrahim´in, babası için mağfiret dilemesi, ancak, ona olan bir va´d´den dolayı idi.

Yoksa, onun, Allah´ın bir düşmanı olduğu, kendisince belli olunca, o, ondan uzaklaştı.

İbrahim, gerçekten, çok çok tazarru ve niyaz edici, pek yumuşak huylu ve sa­bırlı idi. [63]

O zaman, o, babasına ve kavmine: Sizin tapmakta olduğunuz bu timsallar, nedir?" diye sordu. Onlar:

"Biz, Atalarımızı, bunların tapıcıları olarak bulduk!" dediler. İbrahim:

"And olsun ki: siz de, Atalarınız da, apaçık bir sapıklık içindesinizdir!" dedi. Onlar:

"Sen, bize gerçeği mi getirdin? Yoksa, sen, şakacılardan mısın?" dediler. İbrahim:

"Hayır! Sizin Rabb´iniz, hem göklerin, hem yerin Rabb´idir ki, bütün bunları, O, yaratmıştır ve ben de, buna yakîn hâsıl edenlerdenim!" dedi. [64]

"Hani, o, babasına ve kavmine: "Siz, neye tapıyorsunuz?" demişti.

"Putlara, tapıyoruz! Onun için, bütün gün, onlara vakf-ı hizmet etmekte sabit ve dâimiz!" dediler. İbrahim:

"Siz, çağırdığınız vakit, onlar, sizi duyuyorlar mı?

Yahud (taparsanız) size bir yarar veya (tapmazsanız) bir zarar yapıyorlar mı?" diye sordu.

"Hayır! Biz, babalarımızı, böyle bulduk. (Onlar da, böyle yapıyorlardı) dediler. İbrahim:

"Şimdi, gördünüz mü? Gerek sizin, gerek daha önceki babalarımızın neye tap­makta olduklarınızı?!

işte, onlar, benim, muhakkak düşmanımdır. Fakat, âlemlerin Rabb´ı, böyle değildir. O Rab ki, beni yaratan, bana, doğru yolu gösteren O´dur. Bana, yediren, içiren, O´dur.

Hastalandığım zaman, şifâ veren, hastalığımı geçiren, O´dur. Beni, öldürecek, sonra, diriltecek olan, O´dur. Ceza gününde kusurlarımı yarlıgayacağını umduğum da, O´dur. Rabb´im! Bana, bir hüküm ihsan et ve beni, Sâlihler zümresine kat! Benden sonrakiler içinde, benim için, bir lisân-ı sıdk (güzel bir anış) ver. Beni, Naîm Cennetinin vârislerinden (onda temelli kalacaklardan) kıl! Babamı da, yarlığa! Çünki, o, sapkınlardandır.

Kulların, kabirlerinden kaldırılacakları gün, beni, rüsvay etme! O gün ki, ne mal yarar verir, ne de, oğullar! Meğer ki, Allah ´a (küfür ve nifaktan) temamen salim, hâlis bir kalb ile gelenler ola.

O günde ki, Cennet, takva sahiplerine (Allâhın buyruklarını yerine getiren, ya­saklarından sakınanlara) yaklaştırılmıştır.

Cehennem de, azgınlara açılıp gösterilmiştir ve onlara:

Allâhı bırakıp ta, taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı?!

Yahud kendi başlarına yardımları dokunuyor mu?! denilmiştir.

Artık, onlar da, o azgınlar da, İblis orduları da, yüzleri koyun top yekûn Cehen­nemin içine atılmışlardır.

Orada, birbirleriyle çekişecekler:

Allah´a and olsun ki, gerçekten, biz, apaçık bir sapkınlık içinde idik.

Çünkü, sizi, âlemlerin Rabb´i ile bir tutuyorduk.

Bizi, o mücrimlerden başkası saptırmadı.

Artık, bizim için, ne şefâatcılardan bir kimse, ne de, candan bir dost var!

Bizim için, gerçekten bir geri dönüş olsaydı da, biz de, Mü´minlerden olsaydık!" diyeceklerdir. [65]

İbrahim Aleyhisselâmın Puthanedeki Putları Kırması:

İbrahim Aleyhisselâmın, putlara karşı tutum ve davranışı, kavmi arasında ya­yılmış, fakat, bu hususta Nemrud´a hiç bir haber ulaşmamıştı.

İbrahim Aleyhisselâm, kavmini, tapmakta oldukları şeyleri bırakıp Yüce Allah´a ibadete davet ettiği zaman, kavmi, ona:

"Sen, kime ibadet ediyorsun?" diye sordular.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Rabbül´âlemîn´e!" dedi

"Nemrud´a tapsana?" dediler.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Hayır! Ben, beni yaratmış olan´a ibadet ederim." dedi.

Artık, İbrahim Aleyhisselâmın işi, iyice açığa çıkmış, Nemrud´a da, ulaştırılmış bulunuyordu. [66]

İbrahim Aleyhisselâmın babası Âzer ise, oğlunu, putperestliğe çevirmek için bir tedbir düşündü:

"Ey İbrahim! Bizim bir Bayram günümüz vardır ki, o gün, sen, bizimle birlikte bayram yerine gidersen, her halde, dinimiz, senin de, hoşuna gider." dedi.

Bayram günü olunca, İbrahim Aleyhisselâm, onlarla birlikte yola çıktı.

Yolun bir kısmında, kendisini, yere attı ve "Ben, hastayım, Vebâ´ya tutuldum!" der demez, kendisi, yere serilmiş bir halde iken, halk, onun ayaklarını çiğneye çiğneye kaçıştılar!

İbrahim Aleyhisselâm, zaiflikleri sebebile halkın en geride kalanlarına seslendi[67]:

"Allâha yemin ederim ki: siz, arkanızı dönüp gittikten sonra, ben, putlarınıza, muhakkak, bir tuzak kuracağım!" dedi. [68]

Geride kalanlar, İbrahim Aleyhisselâmın söylediğini, işittiler.

Bundan sonra, İbrahim Aleyhisselâm, dönüp putların bulunduğu binaya geldi.

Puthane; büyük bir binanın içinde idi.

Puthanenin kapısının karşısında büyük bir put vardı. [69] ki, altundan yapılmıştı.

Bu putun iki gözünün içine de, geceleyin parıldayan iki pırlanta yerleşti­rilmişti. [70]

Onun yanında da, birbirinden küçük, yan yana sıralanmış, dizilmiş, puthane-nin kapısına kadar uzanan putlar vardı.

Putperestler; Bayram yerine gitmeden, yemekler yapıp putların önlerine koy­muşlar "Dönüşümüzde, putlarımızın bereketlendirecekleri bu yemeklerimizi, ye­riz!" demişlerdi.

İbrahim Aleyhisselâm, putlara ve önlerindeki yemeklere baktı[71].

"Ne diye yemek yemiyorsunuz?!

Size, ne oluyor da, hiç konuşmuyorsunuz?!" dedi. [72]

Eline, bir balta geçirdi. Bütün putları, böğürlerinden vurup yardı. [73]

Her birine vururken:

"Kendini, korusana?" diyordu. [74]

Putları, parça parça etti.

Yalnız, onların en büyüğünü bıraktı, belki, ona başvururlar diye! [75]

Baltayı da, en büyük putun boynuna astıktan sonra puthaneden çıkıp gitti.

Putperestler, teberrük için bıraktıkları yemekleri almağa geldiler ve putlarına baktılar. [76]

"Bunu, dediler, bizim tanrılarımıza kim yaptı? Her halde, o, zâlimlerden biridir! [77]

İşittik ki, İbrahim diye anılan bir genç, bunları, diline dolay ip duruyordu.

Onları, yeriyor, ayıplıyor, onlarla alay ediyordu.

Biz, ondan başka, hiç kimsenin, böyle söylediğini işitmedik.

Sanıyoruz ki: bu işleri yapan da, odur!" dediler. [78]

Derken, kavmi, koşarak onun yanına geldiler.

İbrahim, onlara:

"Siz, kendi elinizle yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?!

Halbuki, sizi de, elinizle yapageldiğiniz şeyleri de, Allah, yaratmıştır." dedi. [79]

Hâdisenin haberi, Nemrud´a ulaştırıldı. [80]



Nemrud ile kavmin Eşrafı, İbrahim Aleyhisselâmı, delilsiz olarak cezalandırmayı, uygun görmediler. Suçunu, kendisine itiraf ettirmek istediler. [81]

"O halde, onu, insanların gözleri önüne getiriniz.

Olur ki, onlar da, kendisinin aleyhinde şâhidlik ederler!" dediler. [82]

İbrahim Aleyhisselâm, getirildikten sonra, halk, kralları Nemrud´un huzurunda toplandılar. [83]

"Ey İbrahim! Sen mi, tanrılarımıza bu işi yaptın?" dediler. İbrahim:

"Belki, onların şu büyüğü yapmıştır! Eğer, konuşurlarsa, onlara sorunuz[84]

Bu putların en büyüğü, sizin, kendisiyle birlikte şu küçük putlara da, tapmanı­za kızarak onları, kırmıştır!" deyince, biraz insafa gelir gibi oldular. [85]

Sonra, yine, eski kafalarına döndürüldüler de:

"And olsun ki: bunların, söz söylemeyeceğini, sen de, bilirsin!" dediler.

İbrahim:

"Öyle ise, Allâhı bırakıp ta, size hiç bir şeyle ne yarar, ne de zarar yapamaya­cak olan şu putlara hâlâ tapacak mısınız?!

Yuf size ve Allâhı bırakıp tapmakta olduklarınıza! Siz daha akıllanmayacak mısınız?" dedi. [86]

Bunun üzerine, kavmi, Yüce Allah hakkında, İbrahim Aleyhisselâm ile tartışıp, tanrılarının daha hayırlı olduğunu iddia etti. [87]

"Ona, hüccet getirmeğe kalkıştı. İbrahim de:

"Allah, beni, doğru yola iletmişken, siz, Onun hakkında benimle hâlâ çekişiyor musunuz?

Ben, ona şerik koştuğunuz şeylerden hiç bir zaman, korkmam! Meğer ki, Rabb´im, hakkında bir şey (bir felâket) dilemiş bulunsun. Rabb´imin ilmi, her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?!

Hem, Allâhın, size, haklarında hiç bir delil ve burhan indirmediği şeyleri, siz, Ona şerik koşmanızdan korkmazken, ben, şerik koştuğunuz o şeylerden nasıl korkarım?!

Şimdi, biliyorsanız, söyleyiniz: iki zümreden, hangisi, korkudan emîn olmaya daha ayıktır?

İman edenler, bununla beraber, imanlarını, haksızlıkla ve şirkle bulaştırmayan-´ar, işte, ancak, onlardır ki, korkudan emîn olmak hakkı, elbette kendilerinindir.

Onlar, doğru yolu bulmuş kimselerdir! "[88] diyerek, Yüce Allâhın korkulmağa ve ibadet edilmeğe, tapındıkları şeylerden daha lâyık olduğunu bilsinler diye on­lara ibretli temsiller getiriyordu. [89]

Nemrud, İbrahim Aleyhiselâmı, huzuruna çağırıp

"Senin, şu ibadet etmekte olduğun ve halkı da, ona, ibadete davet ettiğin, baş­kalarına karşı, kudretinin ululuğundan ve üstünlüğünden söz ettiğin İlâhını gör­dün mü? Nasıldır o?" diye sordu. [90]

ibrahim:

"Benim Rabb´ım, hem diriltir, hem öldürür!" deyince, Nemrud: "Ben de, diriltirim, öldürürüm!" dedi. (Bakara: 258) İbrahim Aleyhisselâm, ona: "Sen, nasıl diriltir ve öldürürsün?" diye sordu. Nemrud:

"Tutup ölümüne hükmettiğim iki adamdan birini, öldürürüm, onu, öldürmüş olurum.

Diğerini ise, affedip sağ bırakırım. Onu da, diriltmiş olurum!" dedi. [91] İbrahim:

"Allah, güneşi, doğudan getiriyor. Haydi, sen, onu, batıdan getir bakayım?" deyince, kâfir (Nemrud), şaşırıp, tutulup kaldı.

Allah, zâlimler güruhunu, muvaffak kılmaz. [92]

Bunun üzerine, Nemrud, İbrahim Aleyhisselâmı, zindanda yedi yıl hapsetti. [93]

Bundan sonra, Nemrud ile kavmi, İbrahim Aleyhisselâmın öldürülmesi üzerin­de söz birliği ettiler. [94]

"Onun için bir bina çatınız da, alevli ateşin içine atınız onu! [95]

Onu, yakınız! Bu suretle, tanrılarınıza, yardım ediniz, eğer bir iş yapanlarsanız!" dediler.[96]

Nemrud´a "Onu, ateşte yakınız!" diye tavsiyede bulunan adam, Fars Bedevi­lerinden Kürt Heyzen idi.

Yüce Allah, onu, yere yutturdu da, kendisi, Kıyamete kadar, kımıldadıkça, ye­re batıp duracaktır![97]

Nemrud, İbrahim Aleyhisselâm için, her çeşit odun toplanmasını emretti. Odunların, en sert ve dayanıklı cinslerinden odun toplandı. Hattâ, İbrahim Aleyhisselâmın köyünden, hasta bir kadın:

"Tanrı, beni, hastalıktan kurtarırsa, İbrahim için, odun toplayayım!" diyerek adak adamıştı. [98]

Nemrud, İbrahim Aleyhisselâm için, toplattığı çakıl taşlar ile de geniş bir ateş çukuru, tandır yaptırdı[99] Ateş ocağı, Guta kariyesinde idi ve ocağa, üç ay odun toplanıp yığılmıştı, [100]

Ocağın içine yığılan odunları, her taraftan tutuşturdular.

Ateş, o kadar alevlenmişti ki, uçan kuşlar, oradan geçecek olsalar, hararetin şiddetinden, yanıp kavruluyorlardı![101]

Ateşin sıcaklığı ve dumanı, Guta halkını, neredeyse, helak edecekti!

Hararetin şiddetinden, bazıları, yer altındaki bodrumlara sığınmak zorunda kal­mışlardı.[102]

İbrahim Aleyhisselâmı, ateşe atmak için, yüksek bir binanın üzerine çıkardılar. Ellerini, ayaklarını, sımsıkı bağladılar. [103]

Binanın üzerine de bir Mancınık kurdular.[104] İbrahim Aleyhisselâmı, Mancınığın kefesine koydular. [105]

Mancınığı yapan, ve kuran, Kürd Heyzen olup kendisi, Mancınık yapanların il­ki İdi.[106]

İbrahim Aleyhisselâm, bağlanırken, Yüce Allah´a:

"Senden başka ilâh yoktur!

Sen, her noksandan münezzeh ve mukaddessin.

Âlemlerin Rabb´isin!

Hamd, Sana mahsustur. Mülk, Senindir. Senin şerîkin yoktur!" dedi. [107]

Mancınıkla havaya atıldığı sırada[108] Cebrail Aleyhisselâm:

"Ey İbrahim Bir hacetin var mı?" diye sordu. [109]

İbrahim Aleyhisselâm:

"Sana ise, hayır!" dedi. [110]

Cebrail Aleyhisselâm:

"Öyle ise, hacetini, Rabb´inden dile!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"O´nun; hâlimi, dileğimi, bilmesi, bana yeter!" dedi. [111] ve başını, göğe kaldırıp:

"Ey Allâhım! Sen, göklerde Tek´sin! [112] Yerde de, Tek´sin! [113]

Ben de, yerde bir tek´im! [114] Yerde, benden başka, Sana ibâdet edecek kim­se yoktur. [115]

Allah, bana yeter! [116]Ne güzel Vekildir O!" dedi. [117]

Ateşin İbrahim Aleyhisselâma Serinlik Ve Selâmetlik Oluşu:

Ateşin içine atıldığı zaman, İbrahim Aleyhisselâmın, Yüce Allâha tevekkülü, en yüksek derecede idi.[118] Tevhid´i, Vesîlesiz, Aracısız sırf, katkısız Tevhiddi. [119]

O zaman, Yüce Allah tarafından:

"Ey ateş! İbrahim´e karşı, serinlik ve selâmettik ol!" buyuruldu.[120] Ateş, Yüce Allâhın buyurduğu gibi, oldu. [121]

Ateşten, sıcaklık ve yakıcı tabiatı giderilip ateş, bir ışık haline getirildi. [122] Ateş, ancak, İbrahim Aleyhisselâmın bağlandığı ipleri yaktı. [123]

İbrahim Aleyhisselâm, ateşin içinde yedi gün kaldı. [124] Kendisinin, ateşte kırk veya elli gün kaldığı da, rivayet edilir. [125]

İbrahim Aleyhisselâmın babası Âzer, oğlunun, ateşe atılışından yedi gün son­ra, Nemrud´a gidip:

"İbrahim´in kemikleri hakkında bana izin ver de, onları, gömeyim!" demişti. [126]

İbrahim Aleyhisselâmın Ateş İçinde Annesiyle Görüşmesi:

İbrahim Aleyhisselâmın annesi Nuna, oğluna bakıp ateşin onu yakmadığını görünce:

"Ey yavrucuğum! Ben, senin yanına gelmek istiyorum. Allah´a dua et de, çev­rendeki ateşin hararetinden, beni, korusun!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Olur!" dedi.

Nuna, oğlunun yanına kadar geldi.

Ateşin hararetinden, hiç bir şey, ona, dokunmadı.

Nuna, gelince, İbrahim Aleyhisselâmı kucaklayıp öptükten sonra geri döndü. [127]

İbrahim Aleyhisselâmın Ateşin İçinden Çıkıp Nemrud´la Konuşmaları:

Nemrud; ateşin, İbrahim Aleyhisselâmı, yakıp kül haline getirdiğini, sanıyor, ve bundan, hiç şüphe etmiyordu. [128]

Hayvanına binerek ateşin yanından geçti.

İbrahim Aleyhisselâmı yakmak için toplanmış, yığılmış odunlar, hâlâ yanıp du­ruyordu.

Nemrud, bakınca, İbrahim Aleyhisselâmın, ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birisinin bulunduğunu, gördü ve hemen geri döndü. Kavmine:

"Ben, İbrahimi, ateşin içinde diri bir halde gördüm?!? Bu hususta, şüphe içindeyim.

Siz, benim için, hemen, yüksek bir bina çatınız da, onun üzerinden, ateşin içi­ne bakıp İbrahimin durumunu tesbit edeyim" dedi.

Hemen, yüksek bir bina çattılar. [129]

Nemrud; binanın üzerine çıkıp ateşin içine baktığı zaman, İbrahim Aleyhisselâm´ın, ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birisinin bu--nduğunu gördü ve:

´Ey İbrahim! Gördüm ki: senin İlâh´ın, pek büyükmüş ve kendisinin kudret ve zzeti de, aramıza gerilip seni zarardan koruyacak dereceye varmış! [130]

Ey İbrahim! Ne güzel Rab´dir senin Rabb´in!" diyerek seslendi. [131] Sonra da: ´Ey İbrahim! Ateşin içinden çıkmağa da, gücün yeter mi?" diye sordu.

ibrahim Aleyhisselâm: "Evet!" dedi.

Nemrud:

Ateş içinde kalmanın, sana zarar verebileceğinden korkmaz mısın?" diye

sordu.

ibrahim Aleyhisselâm:

´Hayır!" dedi.

Nemrud:

"Öyle ise, kalk ve ateşin içinden çık!" dedi.

ibrahim Aleyhisselâm, kalkıp ateşin içinden, yürüyerek dışarı çıktı. Nemrud´-jn yanına doğru vardı.

Nemrud:

"Ey İbrahim! Senin yanında, senin gibi bir adamın oturduğunu gördüm, Kimdi o?" diye sordu.

ibrahim Aleyhisselâm:

"O, gölgeler Meleği idi. Rabb´ım, onu, bana, yanımda bulunsun ve ateşin için­de, benimle görüşüp konuşsun; ateşi, bana serinlik ve selâmetlik yapsın diye gön­dermişti!" dedi.

Nemrud:

"Ey İbrahim! Ben, senin İlâhına kurban takdim edeceğim.

Fakat, bunu, kendisine ibadet ve birliğini itiraf maksadiyle değil, izzet ve kud-retini ve sana yaptığı şeyleri, gözlerimle gördüğüm için, yapacağım! Ona, dört oin sığır keseceğim!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Sen, bu dininden, her hangi bir şey üzerinde bulunmaksızın ayrılıp benim di­nime girmedikçe, Allah, senin takdim edeceğin kurbanı kabul etmez!" dedi.

Nemrud:

"Ey İbrahim! Ben, mülk ve saltanatı, elden bırakmağa güç yetiremem.

Fakat, ben, onun için, kurban keseceğim!" dedi ve kesti. [132]

İlk Müminler Ve Hicret:

İbrahim Aleyhisselâmın, ateşin içinden, dipdiri çıktığını gören bazı kimseler; Nemrud ile adamlarının şerlerinden korkmalarına rağmen, İbrahim Aleyhisselâ­mın davetine icabet ederek, Allah´a iman ettiler.

İman edenler arasında İbrahim Aleyhisselâmın kardeşi Hâran´ın oğlu Lut b.Ha­ran, b.Târah ile İbrahim Aleyhisselâmın amcası büyük Hâran´ın kızı Hz.Sâre de, bulunuyordu. [133]

Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselama, Nemrud´un ülkesinden ayrılıp[134] kutsal Şam topraklarına doğru gitmesini emretti. [135]

İbrahim Aleyhisselâm ile kendisine tâbi olan Sahâbîleri de, kavimlerinden ay­rılıp gitmeyi, kararlaştırdılar.

Kavim ve kabilelerine de:

"Biz, sizden ve Allâh´dan başka tapmakta bulunduğunuz şeylerden uzağız ve bezginiz!

Ey Allâh´dan gayrı olan putlar! Biz, sizi, red ve inkâr ediyoruz!

Ey puta tapanlar! Sizler de, bir olan Allâha iman edinceye kadar, sizinle ara­mızda, ancak, düşmanlık, sürüp gidecektir!" diyerek ültimatom verdiler.

İbrahim Aleyhisselâm, Rabb´inin yolunda Muhacir olarak, yurdundan, gizlice ayrıldı.

Amcası Hâran´ın kızı Hz.Sâre de, Rabb´ine, rahatça ibadet etmek üzre, firar yolunu seçip İbrahim Aleyhisselâm ile birlikte yola çıktı. [136] Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâm´a, Hz.Sâre ile evlenmesini vahy etmişti. [137] Hz.Sâre de, hiç boşamamak şartı ile kendisiyle evlenebileceğini teklif etti. [138] İbrahim Aleyhisselâm da, bu şartla, onunla evlendi. [139] O zaman, İbrahim Aleyhisselâm, otuz yedi yaşında idi. [140] İbrahim Aleyhisselâmle birlikte, Lut Aleyhisselâm da, hicret etti. [141] O zaman, Kûsâ halkının ve İbrahim Aleyhisselâmın dili Süryanca idi.[142]

Nemrud´un Muhacirleri Geri Çevirmek İstemesi:

Nemrud, Muhacirlerin arkalarından adamlar koşturdu:

"Süryanca konuşan hiç bir kimseyi bırakmayıp bana getiriniz!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm, Harran´da Fırat´ı geçince, Yüce Allah, onun dilini, İbra-nıceye çevirdi, değiştirdi.

Nemrud´un adamları, İbrahim Aleyhisselâma yetiştiler, ibrahim Aleyhisselâm, adamlara, İbranice konuşunca, onlar, dilini anlayama­dıkları için, kendisini, geri çevirmeyip serbest bıraktılar. [143]

Muhacirler, Harran´a varıp orada bir müddet oturdular. [144]

İbrahim Aleyhisselâm´ın babası Târah (Âzer), iki yüz beş yaşında iken, orada

öldü.

Yüce Allah tarafından, İbrahim Aleyhisselâma, Ken´ânîlerin yurduna gitmesi emr ve kendisinin zürriyetinin yerdeki kumlar sayısınca çoğalacağı tebşir bu-,uruldu.

O zaman, Ken´ânîlerin yurdunda kıtlık ve açlık vardı. [145] İbrahim Aleyhisselâm, oradan Ürdün´e[146], Ürdünden de, Mısır´a gitti. [147]

Mısırda ilk Firavunlardan, bir Firavun bulunuyordu. [148] ki, kendisi, yedi Fira­vundan ilki olan Totıs idi. Babasını, öldürüp tahtına oturmuştu.

Totıs; mütegallibe, zorba, atılgan, korkunç, hiddetli ve cezası şiddetli bir Fi­ravundu.

Akrabalarını, ev halkını, amcasının oğullarını, hizmetçilerini, kadınlarını ve bir cok kâhinleri, hekimleri öldürmekten çekinmemişti. Kan dökmeğe çok hırslı

.di. [149]

Kendisinin; Sinan b.Eşel, b.Ulvan, b.Ubeyd´[150], b.Avlec, b.lmlak, b.Lâvez, b.Sâm, b.Nuh (Aleyhisseİâm) olduğu ve meşhur Zâlim Dahhâk´in kardeşi olup Mısır´ı idareye, onun tarafından memur edildiği de, rivayet edilir. [151]

İbrahim Aleyhisselâmın Hz. Sâre Yüzünden Başı Dertte:

İbrahim Aleyhisselâm; zevcesi Hz.Sâre ile birlikte Mısır´a varınca[152]´, şehrin giriş kapısında vazifeli Müfettişler, Hz.Sâre´yi görür görmez, yüzünün güzelliği­ne hayran oldular ve Firavun´a:

"Şark halkından´[153], buraya, bir adam geldi.

Onun yanında, bir kadın var ki[154], kendisi, insanların en güzellerindendir. [155]

İnsanlar, ondan daha güzel yüzlüsünü ve güzelini, görmemiştir!" diyerek ha­ber verdiler. [156]

Firavun´un adamlarından biri de, Firavun´un yanına giderek "O, senden başkasına lâyık olamaz!" dedi. [157]

Firavun, hemen Vezîr´ini gönderip İbrahim Aleyhisselâmı huzuruna getirtti. Ona, kim olduğunu, Mısıra niçin geldiğini ve nereli olduğunu sordu.

İbrahim Aleyhisselâm da. kim olduğunu, Mısıra ne için geldiğini ve nereli oldu­ğunu, ona, haber verdi. [158]

Firavun:

"O kadın, kimdir? [159] Senin, neyin olur?" diye sordu. [160]

İbrahim Aleyhisselâm, Hz.Sâre hakkında "Benim hanımımdır!" diyecek olur­sa, onun yüzünden, kendisinin öldürüleceğinden çekindi[161] de,

"Kız kardeşimdir!" dedi. [162] Firavun, onu, görmek istedi. Kendisine, muhalefet edilemezdi.

Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâma, Firavun´un, Hz. Sâre´ye kötülük yapama­yacağını, bildirdi. [163]

İbrahim Aleyhisselâm, hemen, Hz.Sâre´nin yanına geldi:

"Bu zorba, senin, benim zevcem olduğunu öğrenirse, senin için, bana, gale-be çalar. [164]

Bunlar, seni, bana sordular. "Kızkardeşimdir!" diye haber verdim." dedi. [165]

Hz. Sâre Firavun´un Huzurunda:

Firavun, adam göndererek, Hz. Sâre´yi, yanına getirtti. [166] İbrahim Aleyhisselâm, hemen namaza durdu. [167]

Firavun´a, Hz.Sâre´nin ve yüzünün güzelliği, çok övülmüştü. [168]

Gerçekten de, Hz.Sâre, çok güzel ve İbrahim Aleyhisselâma karşı da, son de­rece itaatli idi. Hiç itâatsızlıkta bulunmazdı. [169]

Bunun için, Yüce Allah, onu, şerefli kıldı. [170]

Hz. Sâre, Firavun´un huzuruna girince, Firavun, ayağa kalktı. [171]

Hz. Sâre, hemen abdest alarak namaza durdu.

Namazını, bitirince:

"Ey Allah´ım! Ben, Sana ve Senin Peygamberine inanmış; kadınlığımı da, ko­camdan başkasına karşı, temelli olarak korumuş bir kulun isem, şu kâfiri, bana, sataştırma!" diyerek dua etti. [172]

Firavun; Hz.Sâre´ye, elini uzatmaktan kendisini, alamayıp, eli tutula kalınca, Hz.Sâre´ye:

"Allah´a, dua et te, elimi, salsın, sana, bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Hz.Sâre, Allah´a, dua etti. Firavun´un eli, bırakıldı.

Bundan sonra, Firavun, ikinci kere, ona, el uzatmağa kalkıştı. Firavun´un eli, öncekinden daha şiddetli bir şekilde tutuldu! Firavun, yine:

"Allah´a dua et te, elimi, salsın, sana, bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Hz.Sâre, dua etti. Firavun´un eli, bırakıldı.[173]

Fakat, Firavun, eski hareketini tekrarlayıp ta, ilk ikisinden daha şiddetli olarak eli, tutula kalınca:

"Allâha dua et, elimi, salsın! Vallahi, sana, bir zarar vermeyeceğim!" dedi. [174] Hz.Sâre:

"Ey Allah´ım! Eğer, bunun sözü ve özü doğru ise, elini, bırak!" diyerek[175] dua edince, Firavun´un eli, bırakıldı. [176]

Rivâyşte göre: Firavun´un, her saldırışında, eli, tutulmakla kalmamış, aynı zamanda, nefesi de, boğulup kendisi, horlamağa ve hattâ, yeri, ayağıyla tepmeğe başlamıştı.

Bunun üzerine, Hz.Sâre:

"Allâhım! Eğer, bu herif ölürse (Onu, bu kadın, öldürdü!) denilir diyerek endi-şelenmişti.

Firavun; elinin, ikinci veya üçüncü bırakılışında[177], Hz.Sâre´yi getiren adamı­nı[178] veya muhafızlarından bazılarını çağırıp:

"Siz, bana, bir insan getirmemişsiniz, ancak, bir şeytan getirmişsiniz! [179]

Onu, İbrahim´e geri çeviriniz. [180]

Ülkemden, hemen dışarı çıkarınız[181]

Hâcer´i de, ona veriniz!" dedi. [182]

Hz.Sâre´ye, ayrıca, elbise de, hediye etti. [183]

Hz.Sâre´ye:

"Gerçekten, senin Rabb´in, büyükmüş!" dedi ve kendisinin, İbrahim Aleyhis-selâmın, neyi olduğunu, sordu.

Hz.Sâre:

"Kocam ve akrabam olur." dedi.

Firavun:

"O, senin için, kız kardeşi olduğunu, söylemişti." dedi.

Hz.Sâre:

"Doğrudur. Ben, onun, dinde kız kardeşiyim.

Bizim dinimizde olan herkes, bizim için, din kardeşimiz sayılır." dedi.

Firavun:

"Ne güzel dinmiş sizin dininiz!" dedi ve Hz.Sâre´yi. görüşsün diye kızı Hurya´-ya gönderdi.[184]

Hz. Sâre´ye Yapılan İkramlar: Başa Dön

Firavun´un kızı Hurya, çok akıllı ve üstün vasıflı bir kadındı.

Yüce Allah, onun kalbinde, Hz. Sâre´ye karşı, büyük sevgi ve saygı uyandırdı.

Hurya; Hz. Sâre´yi. en güzel bir şekilde karşıladı ve ağırladı:

Kendisine, mal ve mücevherat hediye etti.

Hz.Sâre, onları alıp[185] İbrahim Aleyhisselâmın yanına geldi. [186]

O sırada, İbrahim Aleyhisselâm, namaz kılıyor[187], Allah´a, dua ediyordu. [188]

Hz. Sâre´nin geldiğini hissedince, namazını, bitirdi. [189]

Hz. Sâre´ye, eliyle işaret ederek[190]

"Ne haber?" dedi. [191]

Hz. Sâre:

"Hayır haber!" [192]

Anladın mı? [193], İzzet ve Celal sahibi olan[194] Allah, o fâcirin elini, benden men[195], kötülüğünü, redd[196] ve kendisini, zelil etti[197]. Bana da, bir hizmetçi Dağışladı[198], Hâcer´i, verdi!" dedi. [199]

İbrahim Aleyhisselâm, Hurya´nın hediye ettiği mal ve mücevherat hakkında:

"Götür, geri ver! Bunlar, bize gerekmez!" dedi.

Hz. Sâre, onları, götürüp geri verdi.

Hurya, durumu, babasına anlatınca, Firavun, buna, şaşa kaldı ve:

"Muhakkak ki, bunlar, üstün şerefli bir kavimdirler. Temiz ve asâletli bir soy­durlar!" dedi.

Hz.Sâre´ye iyilik yapmak için, her çareye başvurdu ise de, kabul ettiremedi.

Cariyelerinin en güzeli olan Hâcer´in kabulü için, ısrar edince, kabul etmek zo­runda kaldı. [200]

İbrahim Aleyhisselâm; Firavun´dan ve şerrinden sakındığı için[201], Şam´a dön­mek üzere[202], Mısır´dan ayrılmak istediği zaman Firavun´un kızı Hurya, yol azı­ğı olarak helvalar, şekerden tatlılar, ekmekler yaptı. Pek çok yiyecekler hazırladı. Onları, sepetlere doldurdu.

Her sepetteki helvanın altına, bir çok kıymetli mücevherat, kuyumcu işi, hayrette bırakıcı bilezikler yerleştirdi.

Hz. Sâre, veda için, geldiği zaman, Hurya, bu sepetleri, ona, verip:

"Bunlar, yanında bulunsun da, azık edinirsin!" dedi.

Hz.Sâre:

"Sahibime bir danışayım." dedi ve danıştı.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Yiyecek olunca, al onu!" dedi.

Hz. Sâre, Hurya´dan sepetleri alıp vedalaşarak İbrahim Aleyhisselâmın yanı­na döndü.[203]

Mısır?dan Ayrılış:

İbrahim Aleyhisselâm ve Hz.Sâre, yanlarında, Hz.Hâcer olduğu halde, Mısır­dan ayrıldılar.

Epeyce yol gittikleri ve Mısırdan uzaklaştıkları zaman, Hz. Sâre, azıklardan ye­mek için, sepetlerden bazısını çıkarıp içine, elini, sokunca, cevher buldu.

Öteki sepetleri de karıştırdı. Onlarda da, aynı şekilde, cevherler buldu ve hep­sini bir araya toplayıp İbrahim Aleyhisselâma sundu.

İbrahim Aleyhisselâm, onlardan bir kısmını, satıp bedeliyle bir kuyu kazdırdı. Bir kısmını da, hayr ve iyilik yollarına harcadı. [204]

Seb´in Yurt Edinilişi:

İbrahim Aleyhisselâm ile Zevcesi ve Cariyesi, Filistin toprağında, Filistin ile Ku­düs arasında, Şam çölündeki Seb´ diye anılan yere varıp indiler. [205]

İbrahim Aleyhisselâm, orada bir kuyu kazdı ve bir Mescid yaptı. [206]

Kuyunun suyu, bir çeşme gibi akar, İbrahim Aleyhisselâmın koyunları, su iç­mek için kuyunun başına gelirlerdi. [207]

Seb´ halkı, İbrahim Aleyhisselâmı, rahatsız edecek bazı uygunsuz hareketler­de bulunmağa başladılar.

İbrahim Aleyhisselâm da, başka bir yerde oturmak üzere, hemen oradan ayr,ld.. [208]

Seb´ Halkının İbrahim Aleyhisselâmı Geri Çevirmek İstemeleri:

İbrahim Aleyhisselâm, Seb´den ayrılınca, yerden çıkıp duran su, kesildi, gitti.

Halk, İbrahim Aleyhisselâma yaptıklarına nadim oldular;

"Salih Zâtı, aramızdan çıkardık!" dediler.

Arkasından yetişip yanlarına dönmesini ondan rica ettiler. [209]

ibrahim Aleyhisselâm:

"Ben, içinden çıkmış olduğum bir yere artık geri dönemem!" dedi.

"Senin içtiğin ve bizim de, seninle birlikte içmiş olduğunuz o su, kesildi, gitti!" dediler. [210]

İbrahim Aleyhisselâm, onlara, davarlarından yedi keçi verdi:

"Bunları, yanınızda götürünüz. Onları, kuyunun başında sulamağa hazırlaya­cak olursanız, kuyunun suyu, yükselir ve akmağa başlar.

Eskiden olduğu gibi, ondan, siz de, içersiniz.

Sakın, ay halinde iken, hiç bir kadın, ondan, avuçlamasın!" dedi.

Seb´ halkı, keçilerle birlikte gelip kuyunun başında durdukları zaman, su, çıktı. Ondan, içmeye başladılar.

Ay halli bir kadın gelip ondan, avuçlayıncaya kadar, kuyunun suyu, aktı durdu. Avuçlandığı zaman da, eski kuru haline döndü. [211]

İbrahim Aleyhisselâm Yeni Yurdunda:

İbrahim Aleyhisselâm; Seb´den ayrıldıktan sonra Filistin toprağında, Remle ile Uya (Kudüs) arasında bir yere gelip yerleşti. [212] ki, orası, Katt veya Kıtt diye anı­lan yerdi. [213]

İbrahim Aleyhisselâm, bu yurdunda da, bir kuyu kazdı.

Evine inen konukları, ağırlardı. [214]

Konuk, konuklayanların ilki idi ve (Konuklar Babası) diye anılırdı. [215]

Yüce Allah, ona, rızık ve geçim bolluğu, servet ve hizmetçiler ihsan etti. [216]

İbrahim Aleyhisselâmın Lut Aleyhisselâmı Ve Malını Düşman Elinden Kurtarışı:

İbrahim Aleyhisselâmın kardeşi Hâran´ın oğlu Lut Aleyhisselâmın da, malı ço­ğalmıştı.

İbrahim Aleyhisselâm, ona:

"Yüce Allah, bizim mallarımızı, küçük ve büyük baş hayvanlarımızı çoğalttı. Sen, yanımızdan ayrılıp Sedum ve Amûre şehirlerine yerleş!" dedi. Bu şehirler, İbrahim Aleyhisselâmın oturduğu yerin yakınında idi.

Lut Aleyhisselâm, Sedum ve Amûre´ye varıp yerleşince, o taraflara gelen bir kral, Lut Aleyhisselâmla çarpıştı. [217]

Kendisini, esir ve mallarını ığtinam edip sürdürdü.

İbrahim Aleyhisselâm, bunu haber alır almaz, üçyüz on sekiz kişi ile gidip çarpı­şarak Lut Aleyhisselâmı kurtardı ve onun mallarını da, geri aldı.

Allah ve Resulünün düşmanlarından bir çoklarını öldürdü. Bozguna uğratıp ka­çırdıklarını da, Dımaşk´ın doğusuna varıncaya kadar takip etti. [218]

İbrahim Aleyhisselâmın Hz. Hâcerle Evlenmesi:

Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâma mal ve servet bolluğu verince, İbrahim Aley­hisselâm:

"Ey Rabb´im! Benim çocuğum yok. Ben, çok mal ve serveti, ne yapayım?" demişti.

Yüce Allah, ona:

"Ben, senin çocuklarını da, öyle çoğaltacağım ki, onlar, yıldızların sayısınca, olacaklardır?" diye vahy buyurdu. [219]

Mukaddes beldelerde yirmi yıldan beri oturdukları halde, çocukları olmu-yor[220]; Hz. Sâre ise, bir hayli yaşlanıp İbrahim Aleyhisselâm için çocuk doğur­maktan kalmış bulunuyordu.

İbrahim Aleyhisselâmın da, yaşı, çok ilerlemişti.

Fakat, kendisi, sâlih bir oğul ihsan buyurması için, Yüce Allâha yalvarıp du­ruyordu. [221]

Mısırdan gelişlerinden on yıl sonra idi[222] ki, Hz.Sâre, hizmetçisi Hz.Hacer´i, İbrahim Aleyhisselâma bağışlayarak "Ben, onun gösterişli bir kadın olduğunu gö­rüyorum.

Sen, onu, zevceliğe al. Belki, Allah, Sana, ondan bir oğul nasîb eder" dedi. [223]

Hz. Hâcer´in Kimliği:

Hz.Hâcer; Firavun´un, İbrahim Aleyhisselâma iman eden câriyelerindendi. [224] Kendisi, Mısır´ın Ferema önündeki Ümmülarab köyündendi. [225]

Ümmülarab köyüne yak köyü de, denirdi. [226]

Hz.Hâcer´in köyünün Ferema olduğu da, söylenir. [227]

Hz. Hacer, Kıbtf[228]´, Mısırlı idi. [229], Kıbtî, Mısırlı demektir. [230]

Hz. Hâcer; Firavundan önce, Mısır Kıbt kırallarından bir kralın kızı idi.

Amr b.Âs; Mısırı, feth için kuşattığı zaman, Mısırlılara:

"Peygamberimiz Aleyhisselâm, Mısırın fethini bize va´d ve Mısırlılarla arada soy ve hısımlık ilişkisi bulunduğundan,kendilerine iyi davranmamızı emir ve tav­siye buyurmuştu" dedi.

Mısırlılar, bu akrabalığın, uzak bir akrabalık olduğunu ileri sürdükten sonra;

´Doğru söylüyorsun, dediler, sizin ananız, bizim kralımızın kızı ve Menf hal-< ndan idi. Kral da, Menf halkının kralı idi.

Ayn-ı Şems halkı, Menfliler üzerine yürüdüler, onları, yendiler ve devletlerine son verdiler, Menf halkını, gurbet illere düşürdüler.

Böylece, Hâcer de, Babanız İbrahim (Aleyhisselam)in zevcesi ve sizin Ananız olmuş oldu..." diye itirafta bulundular. [231]

İbrahim Aleyhisselâmın Sünnet Oluşu:

İbrahim Aleyhisselâm, seksenini aştıktan sonra, Kadum veya Kaddum ile[232] sünnet olmuş, bundan sonra da, seksen yıl daha yaşamıştır.

ibrahim Aleyhisselâm, ilk sünnet olan insandı. [233]

İmanını tamamlamasının, cesedinden bir parça etini kesip atması, yâni Sünnet olması ile gerçekleşeceği vahy edilince[234], kendisini, hemen Kaddum (keser) ile sünnet etmiş, ağrının şiddetine dayanamayınca da, Allâha yalvarmıştı.

Yüce Allah:

"Biz, sana, Sünnet âletini beyan etmeden önce, sen, acele ettin!" diye Vahy buyurmuştu.

İbrahim Aleyhisselâm da:

"Yâ Rab! Emrini, geciktirmek istemedim" demişti. [235]

İbrahim Aleyhisselâmın; Amalıklarla yaptığı savaşta, iki taraftan pek çok ölen­ler olup kendi adamlarını gömmek için tanıyamadığından, Müslümanlık alâmeti olmak üzre sünnetle emrolunduğu da, rivayet edilir. [236]

Sünnete Aid Bazı Hükümler:

Sünnet olmak, erkekler için sünnettir. [237]

Sünnet olmak, Müslümanı, Müslüman olmayandan ayırt ettiği için, elinin şia­rından olmakla beraber farz değil, sünnettir. [238]

Sünnet´in, Vâcib ve Müstehab olmak üzre, iki vakti vardır. Sünnetin vâcib vakti, buluğ çağıdır ve onu, geciktirmemek gerekir. Sünnetin Müstehab vakti, buluğ çağından öncedir.

Çocuğu, doğumunun yedinci günü veya kırkıncı günü sünnet ettirmek, müste-habdır.

Sünnetin, müstehab vakti, özürsüz geciktirilmemelidir. [239]

Hz.Hüseyin, doğumunun yedinci gününde sünnet ettirilmiştir. [240]

imam Zührî:

"Bir erkek, Müslüman olduğu zaman, yaşı, büyük bile olsa, sünnet olması ken­disine emredilir."´[241] Salim de: "Abdullah b.Ömer, beni ve Nuaym´ı, sünnet edip bizim için bir koç kesti.

Bize, koç kestiğinden dolayı, çocuklara karşı, neşelendiğimizi, gerçekten, ken­dimizde hissetmiştik." demiştir. [242]

İsmail Aleyhisselâmın Doğuşu Ve Hz. Sâre´nin Hz. Hâcer Hakkındaki Kıskançlığı Ve Yemini:

İbrahim Aleyhisselâm, seksen altı yaşında bulunduğu sırada´[243] ismail Aley-hisselâm, Hz.Hâcer´den doğdu. [244]

Hz. Sâre, İsmail Aleyhisselâmın doğumundan sonra, Hz.Hâcer´i kıskanmağa, çekememeğe başladı.

Bir gün, ona, kızdı. [245] Kendisini, evden dışarı çıkardı. Sonra geri çağırıp eve aldı.

Yine, böyle kızıp dışarı çıkardı. [246] Sonra, tekrar eve alıp[247] vücudunun üç uzvundan birer parça kesmeğe[248], şeklini, değiştirmeğe[249] yemin etti. [250] Kendi kendine:

"Ben, onun burnunu, keseyim! Kulaklarını, keseyim! Amma, bu, onu, çok çir-kinleştirir!" dedi. [251]

Çok çirkinleştireceği için, onun, burnunu, kulağını, kesmeyi bıraktı. [252]

"Hayır! Ben, onu, sünnet edeyim!" dedi. [253]

Öfkesi geçip aklı başına geldiği zaman, Hz. Sâre, yaptığı bu yemîne şaştı[254]

İbrahim Aleyhisselâm; -yemînı, yerine getirmek üzere Hz.Hâcer´in iki kulağını delmesini ve onu, Sünnet etmesini, Hz.Sâre´ye tavsiye etti. [255]

Hz.Sâre de, öyle yaptı[256] Bu, kadınlar hakkında sünnet ve âdet oldu. [257] Hz.Hâcer, sünnet edilince, uzun etekle, kandan korundu. Bunun için, sünnet olan kadınlar, uzun etek giymeyi âdet edinmişlerdir. [258] Hz.Hâcer; kulakları delinen ilk kadın olduğu gibi, kadınlardan, ilk sünnet olu­nan ı[259] ve Hz. Sâre´den, izini gizlemek için ilk etek uzatanı da, o, idi. [260] Kadınların, böyle, sünnet olmaları, sonradan, terk edilmiştir. Hz.Sâre, Hz.Hâcer´e:

"Artık, sen, benimle bir şehirde bulunmayacak, oturmayacaksın!" dedi. [261]

Hz.Hacer´le İsmail Aleyhisselâm´ın Mekke Hayatı

Hz. Hâcer´le İsmail Aleyhisselâm´ın Mekke´ye Götürülüşü:

Yüce Allah; İbrahim Aleyhisselâm´a, Hz.Hacer´le İsmail Aleyhisselâm´ı, Belde-i Haram´a götürmesini Vahy etti. [262]

İsmail Aleyhisselâm´a, Beyt-i Harâm´ı, hazırladığını ve oranın, onun elleriyle -nârını takdir ettiğini, suyunu da, onun için akıttıracağını bildirdi. [263]

ibrahim Aleyhisselâm, Burak´a, bindi. İki yaşındaki İsmâl Aleyhisselâmı, önü­ne. Hz.Hâcer´i de, terkisine bindirdi. [264]

Burak; Merkeple katır arası büyüklükte bir binit olup uyluklarının üzerinde iki
Bu yolculukta, Cebrail Aleyhisselâm da, yanlarında bulunuyor, İbrahim Aleyhisselâm´a Beytullâh´ın yerini ve Harem´in sınırlarını gösteriyordu.

ibrahim Aleyhisselâm; köylerden, kasabalardan hangisine uğrasa: ´Ey cebrâil! Buraya mı inmemiz emrolundu?" diye sormakta[265]

Her düz ve sulu yere uğradıkça, Cebrâil Aleyhisselâm´a:

"Ey Cebrâil! İn şuraya!" demekte,

Cebrâli Aleyhisselâm da: Hayır!" diye cevap vermekteydi. [266]

Nihayet, Mekke´nin bulunduğu yere geldiler.

Cebrâil Aleyhisselâm:

"in yâ İbrahim!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Burası, ne zirâata[267], ne de, davar´a elverişlidir!" dedi.

Cebrail Aleyhisselâm:

"Evet! Öyledir. Amma, Burada, senin oğlunun soyundan Ümmî Peygamber çıkacak ve Kelimetül´ulyâ, Onunla tamamlanacaktır!" dedi. [268]

Mekke; o zaman, Selem ve Semür denilen küçük, büyük dikenli ağaçların bu­lunduğu çalılık bir yerdi.

Mekke´nin dışında ve çevresinde de, Amâlıka diye anılan insanlardan bir top­luluk oturmakta idi.

Beytullâh (Kabe) in yeri de; o zaman, kırmızı topraklı, kesekli[269], yerden yük­sekçe, tümsekimsi bir yerdi.

Zaman zaman gelen seller, oranın, sağını, solunu oymuş, alıp götürmüştü. [270]

İbrahim Aleyhisselâm, Cebrail Aleyhisselâm´a:

"Sana, bunları, buraya mı bırakman emrolundu?" diye sordu.

Cebrail Aleyhisselâm:

"Evet!" dedi. [271]

İbrahim Aleyhisselâm; Hz.Hâcer´le İsmail Aleyhisselâmı, Mescid´i Haram´ın, bu gün bulunduğu yerin ve Mescid´in yüksekçe bir mahallindeki Zemzem kuyu­sunun yukarısında bulunan büyük bir ağacın yanına bıraktı.´[272] Üzerlerine, bir gölgelik yapmalarını da, Hz.Hâcer´e emretti.´[273]

O zaman; Mekke´de, hiç bir kimse, hattâ, içecek su bile yoktu.

İbrahim Aleyhisselâm; bu Ana ve Oğulu, buraya bıraktı. Yanlarına, içi, hurma

dolu meşin bir dağarcıkla, içi, su dolu bir kırba da, bıraktı. Şam´a gitmek üzere, oradan, izi sıra geri döndü. Hz. Hâcer, İbrahim Aleyhisselâmın arkasından seslendi: "Ey İbrahim! Bizi, bu ıssız vadide bırakıp ta, nereye gidiyorsun?! Öyle bir vadi ki, ne görüşülecek bir kimse var, ne de, bir şey!" dedi. [274] Hz. Hâcer, sözünü, tekrarladı ise de, İbrahim Aleyhisselâm, ona dönüp

bakmadı.

Bunun üzerine, Hz. Hâcer:

"Yoksa, bizi, buraya bırakıp gitmeni, sana, Allah mı emretti?" diye sordu.

İbrahim Aleyhisselâm:

"Evet! Allah, emretti!" diye cevap verdi.

Hz. Hâcer:

"Öyle ise, Allah, bize yeter. O, bizi zayi etmez, himayesiz bırakmaz! dedikten sonra, döndü.

İbrahim Aleyhisselâm, Mekke´nin üst tarafındaki Seniye mevkiine kadar ilerle­di. Onlar tarafından görülmeyecek bir yerde durup yüzünü, bu gün Kabe´nin bu-unduğu tarafa döndürdü ve ellerini kaldırdı:

"Ey Rabbimiz! Ben, zürriyetimden bir kısmını, Senin Mukaddes olan Ev´inin ya­nında, namazlarını, dosdoğru kılsınlar diye, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim.

Artık, insanlardan bir kısmının gönüllerini, onlara meyi ettir. Şükr etmeleri için, onları, bazı meyvalarla rızıklandır.[275] diyerek Allah´a dua etti. [276]

Sonra da, Şam taraflarındaki ailesinin yanına döndü. [277]

Zemzemin Çıkışı:

Hz. Hâcer, İsmail Aleyhisselâmı getirip ağacın gölgesi altına yatırdı. Su kırba-s´nı, ağaca astı. [278]

Hz. Hâcer, İsmail Aleyhisselâmı emziriyor ve kırbadaki sudan da, ona içi-nyordu. [279]

Kırbadaki su, tükenince, hem kendisi, hem de, İsmail Aleyhisselâm, su-sadılar. [280]

Su, tükendiği zaman, Hz. Hâcer´in sütü de, kesildi.

İsmail Aleyhisselâm, acıkmağa başlamış, acıktıkça da, kendisinin açlığı şid­detlenmişti.

Hz.Hâcer; oğlunun açlığından[281]´, susuzluğundan kıvranıp durduğuna ba-

kıyordu. [282]

Onu, ölüyor sandı ve tasalandı. Kendi kendine:

"Bari, kendisinden uzaklaşayım da, onun ölümünü, görmeyeyim!" dedi. [283]

Çocuğunun elemli haline bakmağa daha fazla dayanamayarak onun yanından kalkıp biraz öteye doğru gitti[284]. "En yakın tepe, hangisidir?" diye etrafına bakındı. [285] O bölgede, en yakın tepe olarak Safa tepeciğini buldu. Onun üzerine çıktı. Sonra, vadiye karşı, durdu.

Bir ses işitmek veya bir kimse görmek ümidiyle dinledi ve etrafına bakındı. Fakat, ne bir ses, işite bildi, ne de, bir kimse görebildi. [286]

Safa tepeciğinden hızla inip vadide entarisinin eteğini topladıktan sonra, müş-kil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu ve vadiyi geçerek Merve tepeciğine geldi.

Orada da, biraz durdu ve bir kimse, görebilir miyim? diye baktı. Fakat, yine, hiç bir kimse göremedi. [287]

Hz.Hacer´in Safa ile Merve arasında gidip gelmekle meşgul olması, hem bir kimse görebilme ümidinden, hem de, açlıktan, susuzluktan kıvranan yavrusunun can verişini gözleriyle görmek istemeyişinden ileri geliyordu.

Bununla birlikte, Hz. Hâcer, İsmail Aleyhisselâmın yanına iki kere uğramaktan da, kendini alamamış, onu, eskisi gibi can çekişir bulunca, mahzun ve bitkin bir halde, tekrar Safa tepeciğine dönmüştü. [288]

Hz.Hacer, Safa ile Merve arasında yedi kere gitmiş, gelmişti. [289]

Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Bunun için, insanlar, Safa ile Merve arasında sa´y ederler." buyurmuştur. [290]

Hz.Hacer; son defa Merve tepeciği üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendi

kendine:

"Sus ta, iyice dinle!" dedi. Sonra, dikkatla dinledi. Bu sesi, önceki gibi bir daha işitti. [291] Bu ses, bir insan sesine benziyordu. [292] Bunun üzerine: "Ey ses sahibi! Sesini, duyurdun!

Eğer, sen, yardım edecek güçte isen, bize, yardım et! [293] Ey Allah´ım! Sesini, bana duyurdun, imdadıma da, yetiş!

Yetişmezsen, ben de, yanımdaki yavrum da, helak olup gideceğiz!" diye yal-varınca[294], Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir Melek (Cebrail) göründü. [295]

Cebrail Aleyhisselâm; Hz.Hâcer´e: "Sen, kim´sin?" diye sordu. Hz.Hâcer:

"Ben, İbrahim (Aleyhisselâm)ın, buraya bıraktığı zevcesiyim, oradaki de, oğ-lumdur!" dedi.

Cebrail Aleyhisselâm:

"İbrahim, sizleri, kime ısmarladı?" diye sordu.

Hz.Hâcer:

"Bizi, Yüce Allah´a ısmarladı." dedi.

Cebrail Aleyhisselâm:

"O, sizi, en şerefli, en keremli ve yeterli Rabb´e, ısmarlamış!" dedi[296] ve aya­ğının ökçesiyle yeri eşince, su, kaynamağa başladı!

Hz.Hâcer, bir yandan, boşa akmasın diye suyu, havuz gibi toprakla çevirip gö­lek yapmaktan geri durmuyor, bir yandan da, kırbasını doldurmağa devam ediyordu.

Su ise, avuç avuç alındıkça, yerden kaynayıp duruyordu. [297]

Peygamberimiz Aleyhisselâm:

"Allah, İsmail´in Annesi Hâcer´e rahmet eylesin!

Eğer, o, Zemzem´i, kendi haline bıraksaydı da, suyu, avuçlamasaydı, muhakkak ki, Zemzem, akar bir kaynak olurdu!" buyurmuştur. [298]

Hz. Hâcer, bu sudan içti. Sütü gelip çocuğunu, emzirdi. [299]

Melek, Hz. Hâcer´e:

"Zayi ve helak oluruz diye sakın, korkmayınız!

İşte, şurası, Beytullâh´ın yeridir.

O Beyt´i, bu çocukla Babası yapacaktır!

Muhakkak ki, Allah, o işin ehlini zayi etmez!" dedi. [300]

Gerekli Bir Açıklama:

Martin Lings tarafından yazılıp Pakistan Hükümetince Açılan Sîret Kitapları Ya­rışmasında Ödüllendirilmiş bulunan (İlk Kaynaklara Göre Hz.Muhammed´in Ha­yatı) isimli eserin Türkçe tercemesinde (s. 8-9):

"Kitaplar, Hacer ve İsmail´in Mekke´ye nasıl ulaştığı hakkında bilgi vermiyor. Kervan yolcularının yardımları ile ulaşmış olmalılar. Çünkü, vadi, büyük kervan yollarından biri üzerindedir...

Hacerle İsmail, vadiye vardıklarında, her halde, kervandan ayrılmışlardır..." gibi indî, sudan mutâlealarla karşılaşınca, hayretler içinde kaldık.

Hz.Hâcerle İsmail Aleyhisselâmın Mekke´ye gelişleri hakkında İslam Kaynak­larında bilgi yok değil, hatâ, sayın Martin Lings´i, şaşırtacak kadar çoktur.

Biz, bu husustaki bilgileri, okuyucularımıza sahifeler dolusu aktarmış bulu­nuyoruz.

Her türlü araştırma ve aradığını bulma imkânına sahip bu günkü ilim dünya­sında indî faraziye ve tahminlere hiç yer verilmemesi gerekir ve doğru olurdu.[301]

Cürhümîlerin Gelip Hz. Hâcer´e Komşu Olmaları:

Hz. Hâcer, orada yaşayıp durduğu sırada, bir gün, Şam taraflarından´[302], Cür-hümîlerden bir cemâat, Kedâ yo