Ramazan ve şevval aylarının sübûtu

Arabî aylar, bilindiği üzere kamerî aylardır. Kamerî ayların sübûtu ise, ehillesi iledir.


Eimme, imamın cemi olduğu gibi, ehille dahi hilâlin cemidir.


Hilâl: Yeni aydır ki, gurup vaktinde görünen ayın - yay şeklindeki -görünüşüdür (1).


Hava bulutlu olmadıkça, onu görmek her gören kimseye müyesser olur. Hava bulutlu bulunup, rüyet sabit olamaz ise, günleri hesaplamak lâzım geleceğinden, her kamerî ayın eveli, malûm ve mazbut olmak iktiza eder.


Kamerî aylar, gâh yirmi dokuz ve gâh otuz olmakla, her kamerî ayın iptidası, ya hilâlini görmek (2), yahut ondan evvelkinin günlerini otuza iblâğ eylemek ile, sabit olur.


Hadîsi şerifte, ramazan hilâlini görüp sâim, ve şevval hilâlini görüp muftır olmak ve rüyet mümkün olmadığına göre, Şaban günlerini otuz olarak hesaplamak ile, emrolunduğumuzdan, Şaban sonunda, ramazan hilâlini ve ramazan sonunda, şevval hilâlini rüyet kaydinde olmak - alel-kifaye - vaciptir ki, farzi kifaye demektir.


Ramazan hilâlini görmek, mümkün olursa, ne âlâ; mümkün olmadığına göre, Şaban günleri otuza tamamlanıp, ertesi gün, ramazan orucu tutulur.


Şevval ayı dahi böyledir ki, onun hilâlini rüyet vaki olursa, bayram edilir. Rüyet mümkün olmazsa, ramazan otuz tutulur (3).


Bu bapta, yâni ne orucun tutulmasında ve ne iftarın icabında rasat ehlinin hesap ve kavillerine bakılmaz.


Ramazan, yirmi dokuz ve otuz olur. Ramazan için olan sevap, onun günlerine bakılmayarak, her iki surette bir olur.


Ramazan orucu, hicreti seniyye yılının ikincisinde, farz olup, aleyhissalâtü vesselâm efendimiz hazretleri, dokuz ramazan tutmuşlardır. Onun dördü, yirmi dokuz ve beşi, otuz olmuştur.


Rüyeti hilâl, isbatı muhtaç ise de, ramazan orucu dinî emir olduğundan, hava kapalı olduğuna göre, onun hilâlini rüyette, âkil ve bâliğ bir âdilin, ve sahih olan kavle göre - hali mestur - birinin haberi makbul olur. Fasıkın haberi, - ittifakla - makbul değildir.


Âdil: Hasenatı seyyiatına galip olandır (4).


Mestûr: Fıskı ve adli zahir olmamış olan, hâli bilinmeyen kimsedir.


Âdil veya mestur olan muhbiri vahit, gerek kadın (5) yahut memlûk olsun ve gerek - mahdut fil-kazf - olup (6), tevbe etmiş bulunsun (7).


İhbarda, şehadet lâfzı (8), dâva ikamesi dahi şart değildir.


Dâvanın sureti: Vekâleti muallâka iddiası, yahut müeccel deyn dâvası üzerine olur. Vekâleti muallâkada, bir kimse, başka şahsın borçlusu aleyhine «Ramazan (yahut) Şevval olduğu gün alacaklı, deyni almağa beni vekil etmiştir» diye dâva edip, borçlu ise, deyni ve vekâleti ikrar ve Ramazan veya Şevvalin girdiğini inkâr eylemekle, rüyeti hilâl şahitleri şehadetlerini edâ ederler. Müeccel deyn meselesinde dahi bir kimse başkası üzerinde ramazan ayının hulûlüne değin, müeccel deyin dâva edip, müddeaaleyh dahi, deyni mukir, ve ramazanın hululünü münkir olmakla, müddei ramazan hilâlinin görüldüğüne dair, şahit ikame eyler (9).


Fıtır bayramına nef'i ibat teallûk etmekte olduğundan, hava kapalı olduğuna göre, şevval hilâlini rüyette, dâva şart olmasa da, lâfzı ve şehadet nisabı şarttır.


Şehadet lâfzı: Şehadet ederim ki, diye haber vermektir.


Şehadet nisabı: Mükellef müslim olup, - mahdut fil-kazf - olmayan âdil iki hür erkek yahut aynı vasıfta, bir hür erkek ile, iki hür kadındır.


Mezkûr şehadet, cariye azadı ve zevce talâkı hakkındaki şehadetler gibi, hasbî şehadet olduğundan, nâsın hukukuna şehadette olduğu gibi, bunda sebkı dâva lâzım olmaz.


Cariye kendinin azadını (10) ve zevce talâkını dâva etmese dahi, şahitler hâkimin nezdinde - hasbeten lillâhi - şehadet ederler. Hem şahit, hem müddei, bulunurlar.


Hava açık olduğuna göre, gerek ramazan, gerek Şevval hilâlinin görüldüğünün sübutu için, büyük topluluğun şehadeti lâbüddür. Çünkü, mukteza mevcut ve mâni mefkuddur. Ancak, büyük topluluğun, miktarı, mekânların ve vakitlerin ihtilâfı ile muhtelif, ve sıdk hususunda, nass mütefâvit olduğundan, adet ile mukadder olmayıp, reyi imama bağlıdır.


Sair kamerî ayların sübutu dahi böyledir ki, hava kapalı ise, nisabı şehadet (11), açık ise, cemi azimin şehadetleri, lâzımdır (12).


Lâkin, hava açık olduğunda dahi, şehadet nisabının kifayet ve makbuliyyeti, hazreti İmamdan mervî olmakla, - zamanımızda - nasın ehille gözlemek misilli umurdaki tekâsüllerine mebni, cemi azimi şart kılmakta, azim güçlük olacağından, mezkûr rivayet ile amel olunmak gerektir.


Bulutlu havada, köylük yerde ramazan hilâlini gören bir kimse, sözüne inanılırsa, orada ne vali, ne hâkim bulunmamak zaruretine mebni, nas - müstakillen - onun sözüyle ramazan tutarlar. Şevval hilâlinin niyetini, iki âdil kimse, ihbar ederse, bayram dahi edebilirler.


Ramazan hilâlini kapalı havada yalnız hâkim görmüş olmak suretinde, tarafından bir nâip nasb edip, ona hükm ettirmek ve yahut doğrudan doğruya nâsa, emr etmek arasında serbesttir.


Bayram hilâlini rüyet, böyle değildir, onda gören yalnız hâkim olmak suretinde, ne kendisi bayram edebilir, ne de bayramı ilâm eyleyebilir.


Bir âdil kimsenin yahut - ahvali mestur - birinin ihbariyle sabit olan ramazanın günleri otuza tamamlanıp, hava dahi açık olduğu halde. Şevvalin hilâli rüyet olunmasa, fıtır helâl olmaz, ve ramazanın şahidi tâzir olunur.


Bu surette, ramazan nisabı şehadet ile sabit olmuş bulunmak takdirinde, fıtrin helâliyyetince, tercih muhtelif ise de, esah olan helâliyyettir.


Nitekim, ramazan günleri tam, ve hava kapalı olmak suretinde, fıtır - ihtilâfsız - helâldir. Ramazanın sübutu, gerek bir şahidin ihbariyle ve gerek nisabı şehadet ile, vuku bulmuş olsun.


Ramazan hilâlini yahut Şevval hilâlini yalnız görüp ihbar etmekle sözü, hâkim tarafından reddolunmuş olan (13), mükellef için (14) saim olmak yâni, ramazan hilâlini gördüğü için, orucunu tutmak (15), ve Şevval hilâlinin rüyeti suretinde, orucu bozmamak lâzımdır. Çünkü, birinci surette o kimse «Sizden kim ay'ı görürse orucu tutsun» kavli keriminin hükmü altında bulunarak, savm ile mükellef - olduğu gibi, ikinci surette dahi «Orucunuz herkesin oruç tuttuğu, bayramınız da herkesin oruç bozduğu gündür.» hadîsi şerifi hükmünce yine oruç ile mükelleftir. Tutmaz ise, kaza lâzım gelir (15).


Kamerin güneşten, nur istifade eylemeğe başlaması, arzın etrafının ihtilâfiyle muhtelif ise de, Savmın lüzumunda, metaliin ihtilâfına itibar olmayıp sübuten esbaka itibar olunacağından, bir beldede ramazan sabit olduğu gün, sair beldelerde dahi, ramazan demek olmakla, o belde hilâlin sübutu, icap tarikiyle - ki, şehadet ve istifazai haber tarikidir - kendilerine vasıl olan, diğer belde ahalisi, yirmi dokuz tutmuş olurlar ise, bir gün kazâ ederler (16).


Ramazan ayı perşembeye gelip, arefe günü (17) dahi, perşembeye gelse, o gün, arefe günüdür, adha günü değildir. Hattâ, Hazreti Alinin (R.A.) «Kurban gününüz oruç gününüzdür.» kavline itimaden, o gün kurban câiz olmaz. Hazreti müşârünileyh ihtimal ki, o seneyi irade buyurmuştur. İlelebet böyledir, demek istememiştir.


------------------


(1) Hilâl, ayın yenisine itlâk olunduğu gibi, eskisine yâni, yirmi altıncı ve yirmi yedinci gecelerine dahi itlâk olunur. Burada maksat, yenisidir. Üçüncü geceyekadar (hilâl); ondan sonrasına (kamer) denir.


(2) Hava açık bulunduğuna göre, hangi ay olursa olsun, çok kimsenin görmesigörüp şehadette bulunmaları lâzımdır. Ramazan hilâlini, âdil olan bir kişinin dahi,görüp haber vermesi kâfidir. Nitekim, tafsil olunur.


(3) Hadîsi şerifte «Ayı görünce oruç tutun, yine ayı görünce bayram yapın.Eğer hava kapalı olursa şabanı otuza tamamlayın,» buyurulmuştur.


(4) Adalet sıfatının, en aşağısı budur. Şart olan da budur. Adaletin hakikati:insanı takvaya mülâzemete, ve mürüvvete, sevk eder, bir melekedir. Şart olan onunednasıdır ki, kebairi, sagirede ısrarı, mürüvveti ihlâl eden şeyi, terk etmektir. Veâkil ve bâliğ olarak, müslim olmak lâzımdır. Adalet kaydi, islâmdan mugnîdir.


(5) Kadın muhaddere dahi olsa, ve memlûke olduğuna göre velisinin izni dahibulunmasa, bu bapta ihbar için, belli oldukta çıkıp ihbar etmek lâzım gelir. Çünkübu, farzdır.


(6) Ehli iffete, zina iftirası demek olan, kazfi sabit olarak, onun şeri cezasınıgörmüş olandır ki, tevbeden sonra dahi, şehadeti makbul olamaz.


(7) Tevbe etmemiş olursa, fıskı sabit demektir. Haberi makbul olamaz. Ve bubapta, bunlardan birinin, diğerinin şehadeti üzerine dahi şehadeti kabul olunur. Sairahkâm hakkındaki, şehadet üzerine şehadet meselesi böyle değildir.


(8) Şehadet: Bir hakkı, hâkimin huzurunda (eşhedü) lafziyle haber vermektir.Nasın hakkına şehadette, dâvâ sebkı şarttır. Ve hâkimin hükmü lâzımdır. Rüyeteait ihbar, şehadet şeklinde olmadığından, ramazan hilâlini gördüğünü, adaleti zahirbir kimse, hâkime ihbar ederken, hâkimin huzurunda bulunup işiten kimseye, hâkimin hükmüne hacet olmayarak, oruç tutmak gerekir.


(9) Ramazan dahi, zımnen sabit yâni, hükme dahil olmuş olur. Tahtâvî der Kİ,buna hâcet, hazreti imam mezhebine göredir. Bu hususta, müşârünileyhten hilâf dahimervidir.İmameyn mezhebi üzere, bu tekellüfe hâcet yoktur. Çünkü, dâvâ olmasa-dahi müşârünileyhimada, şehadet kâfidir.


(10) Amma, kölenin azadına şehadette, onun iddiası şarttır.


(11) Bundan ramazanın sübûtu müstesnadır ki, onda lâfz ve şehadet nisabı şartolmayarak, âdil bir kimsenin ihbarı kâfidir.


(12) Cemi azîmin haberlerinde, islâm meşrut olamaz. Tevatürde, nâkillerin fıskışöyle dursun, küfürleri bile aranmaz.


(13) Reddolunmak, havanın açık veya kapalı olması arasında, fark olmamaküzere, o kimsenin ya nefsine veya infiradına mebni olur. Nefsine mebni olmak, fıskına veya galâtına binaen, kavli merdud olmaktır ki, havanın bulutlu olması suretinde olur. İnfiradına mebni olmak, gören müteaddit olmadığına binaen, reddolunmaktır ki, havanın açık olması suretinde olur. Şer'î delil ile, red demektir.


(14) Ve keza kendini musaddık olan sadıkîne ihbar etmekle, ona dahi savm lâzım gelir. O dahi iftar etmez. Ederse de, kefaret lâzım gelmez.


(15) Kavli reddolunmamak suretinde, saim olmak evlâ tarikiyledir.


(15)Kefaret, şüpheye mebni, ne ona ve ne onun musaddık ve mutabii bulunansadikine lâzım gelmez. Çünkü, birinci surette, red şüphesi olduğu gibi, İkinci surettedahi, o gün onlarca, bayram günü olmak şüphesi vardır. Kefaret ise, şüphe ile mündefîdir.


Hilâli gören, hâkim nezdinde kavli merdut olmazdan evvel, iftar etmiş olmak suretinde dahi, meselenin hükmü, racih kavle göre, yine budur ki, yalnız kazâ lâzım gelir, kefaret lâzım gelmez. Ve keza, hâkim nezdinde şehadet etmeyerek, saim olup, sonra iftar etmiş olmak suretinde dahi, kefaret lâzım gelmez. Çünkü, onun gördüğü hilâl değil, hayal olmak muhtemeldir. Mervidir ki, Hazreti Ömer (radiyallahu teâlâ anhu), «Ben hilâli gördüm diyen bir kimsenin kaşları su ile mesh edilmesini emr etmiş ve ondan sonra: hilâl nerede? diye sualine, o kimsenin: kaybettim, diye cevap vermesi üzerine: Senin kaşlarından bir beyaz kıl kalmış idi, sen onu hilâl zanneyledin, buyurmuştur. Amma, kavli kabul olunduktan sonra, iftar edene, nefsinde fâsik dahi olsa, kefaret lâzım gelir. Bu mesele dahi, delâlet ettiği üzere, geçen talil, ramazan hilâli meselesinde zahir olup, fıtır hilâlini görme meselesinde, kefaretin sukutuna illet, ona göre o gün, bayram günü demek, olmaktır.


(16) Bir belde ahalisi, ramazan hilâlini görüp, yirmi dokuz gün saim ve başkabelde ahalisi, kezalik rüyet edip, otuz gün saim olsalar, yirmi dokuz gün saim olanbelde ahalisine, bir gün kazâ etmek, lâzım olur mu? El-cevap: Olur.


(17) Zilhiccenin dokuzuncu günü ismidir. Ramazan bayramından bir gün evveleitlâki avamîdir.