Kefarete ve onu zimmetten iskat eden şeylere dâir

Savm kefareti (1), zıhar kefareti (2) gibidir ki, kefaret niyyeti ile köle âzât etmek ve ondan âciz ise, iki ay arka arkaya oruç tutmak ve ona da kaadir değil ise, altmış fakiri, akşamlı sabahlı doyurmak veyahut onlardan her fakire, ya aynen veya kıymeten birer sadakaii-fıtır vermektir. (Verilen Sadakai-fıtır değil, onun aynen veya bedelen miktarıdır.) (3).


(Tahriri rekabe) terkibindeki (tahrir) hür kılmak mânâsınadır ki, âzât etmek demektir. (Rekabe) dahi, köle ve cariyeden eam olmak üzere, memlûk demektir (4).


Tahriri rekabeden âciz olan, yâni ne azat edebilecek kulu ve ne azat etmek üzere satın almağa kudreti olmayan veya alıp azat edebilecek, rakabe bulamayan kimse (5), araya ramazan ve menhi günler ve tetabua mâni bir özür, girmemek şartiyle, iki ay arka arkaya oruç tutar (6).


İkinci ayın son gününde, itaka kadir olsa, yine itak lâzım olup, tutmuş olduğu oruçlar, tetavvu olarak kalır. O günün orucunu dahi mendup olarak itmam eder (7).


Oruç kefaretinde tetabû (tevali, arası kesilmemek) şart olduğundan, ya özürsüz ve yahut sefer ve maraz gibi, bir özre mebni, kefaret günleri arasında, iftar edilirse, istinaf etmek - yâni yeniden başlayarak - arası kesilmeksizin tutmak lâzım gelir.


Kadınların âdet günleri bundan - zarurî olarak- müstesna ise de (8) lohusalık günleri müstesna değildir. Araya ramazandan, yahut menhi günlerden, bir gün girmek dahi, tevâliye mânidir (9).


Hastalığa ve yahut yaşlılığa mebni, iki ay arka arkaya oruç tutmağa dahi kadir olmayan kimse, altmış fakiri akşamlı sabahlı doyurur (10).


Onların akşam ve sabah doyurulmaları lâzım olmakla, yalnız sabah veya yalnız akşam taamı ile kendilerini it'am etse, kefaret tam olmayacağı gibi, yüz yirmi kişiden altmış fakiri sabah ve diğer altmış fakiri akşam taamı ile, it'am etmiş olmak suretinde, dahi, kefaret yarım olup, aitmış kişiden ibaret olan takımı, it'amen tamamlamak (11), yahut sabahları it'am etmiş olduğu altmış fakire, onların akşam yiyeceklerinin bedelini ve akşamdan doyurmuş ise, onlara sabah taamlarının bedelini vermek lâzım olur. (Doyurulmaları, ramazan günlerine müsadif olursa, sabah yemeğine bedel sahur yedirilir).


Bir fakiri altmış gün, sabah ve akşam, yahut yüz yirmi sabah veya yüz yirmi akşam doyurursa, o dahi kâfi olur (12).


Altmış fakiri sabah ve akşam, it'ama yetecek kadar, birer Sadakai-fıtır olup (13), onun da aynı buğdaydan, yahut buğday unundan veya onun kavrulmuşundan yarım sâ' ve kuru hurmadan, yahut arpadan veya üzümden bir sâ'dır. Nitekim, kendi babında beyan olunmuştur.


Fakirlere bunların bedelini dahi vermek câizdir.


Bir fakire iki ayda, her gün ya aynen veya kıymeten, birerden altmış Sadakai-fıtır verirse câiz ve sahih olup, bir günde bir fakire altmış defa dahi, verecek olursa, o günden madası için, sahih olmaz.


Gerek yedirmek ve gerek bedelini vermek fakire olmak şart olduğundan, zengine ve onun memlûküne câiz olmaz.


Kefaret almada, islâm şart değildir. Zimmi zekâta musarif olamaz ise de, kefarete olur (14). Harbî, ne zekâta, ne kefarete ve ne sâir sadakaya mahal olamaz.


Kefaret için, zikrolunan üç şekil, mutlak olarak mezkûr olmakla herkese seviyyen şâmildir. Pek zengin bir kimse dahi, tahriri rakabe ile ve memlûk olanlar - mala malik olmadıkları cihetle - (15) oruç ile kefaret ederler (16).


Kefaret zecren meşru olduğundan (17), araya girmiş olmadıkça tedahul eder: Müteaddit günler için ve hattâ iki ramazanın müteaddit günleri için, bir kefaret, kifayet eder (18). Eğer araya girer, yani bir kefaretin icrasından sonra, kefareti mucip bir iftar daha vukua gelir ise, evvelki kefaret, sonraki cinayet için, kâfi olmayıp, yine kefaret edilmek lâzım gelir.


Kefaretlerin vücubü - fetva yolu ile - olduğundan, hudut gibi kerhen istifa olunmaz.


Zimmetine, oruç kefareti terettüp eden kimse, orucunu bozduğu gün, kendisine fıtri ibaha olan, maraz ve kadın olduğuna göre de, âdet ve lohusalık ârız olsa, kefaret sakıt olur (19).


Âriz olan maraz, asümani (tabii) olmayıp ta, kendi sun'u ve ihtiyarı ile olur, ve meselâ kendini bir yerden atarak, yahut yaralayarak hastalanmış bulunursa kefaret sakıt olmamak, muhtardır (20).


Kendini iş içinde yorup, yahut çalışa çalışa hararetlenip, maraz zanniyle, orucunu bozmuş olan kimse, ne mariz, ne müsafir olmadığı için kefaret çeker.


Meğer ki, efendisinin kahrı altında bulunan cariye ola. Nitekim, kazayı mucip olan muftıratm yirmi üçüncüsünde zikredilmiştir.


Sefer, maraz gibi asumânî özür olmadığından, amden - bilâ özür - ramazan orucunu bozduğundan dolayı, zimmetine savm kefareti terettüp eden kimse, ihtiyariyle o gün, guruptan evvel müsaferet etmekle, kefaret kendisinden sakıt olmadığı gibi, - ikrah ile - müsafir edilse dahi, ondan kefaret sakıt olmaz (21).


------------------


(1) Orucun kefareti, hadis ile sabittir: Aleyhissalâtü ves selâm efendimiz Hazretlerine, bir kimse - ki, Seleme bin Sahrul-Ensârî radiyallahü teâlâ anhu hazretleridir - gelip, ya Resûlallah ben helâk oldum, demiş. Seni ihlâk eden şey nedir? Sualiâlisine cevaben, ramazanda gündüzleyin, zevcesinin üzerine (vâki) olduğunu söylemiş olmakla, kefareti emir buyurmuşlardır. Kıssa, lâtif bir takım hasaısı havidirki, hadîs kitaplarını mütalaa edenlerin malûmudur.


(2) Zihar kefareti, mücadele sûresiyle mansustur. Sûrenin nüzulü sebebi kitabımızın üçüncü kısmını teşkil eden münakehatte mezkûrdur.


(3) Kefaret, usul ve furua ve karı - kocanın birbirlerine verilemez.


(4) Onun mü'min ve bâliğ olması, şart değildir. El, ayak, göz, lisan ve akılmenafiinin, cinsinden mahrum olmaması, yâni hiç elsiz veya hiç ayaksız veya hiçgözsüz, yahut dilsiz veya daimî akılsız bulunmaması şarttır. Merhun veya firarive mutemerrit veya gayri daimî deli olması (ifakatı halinde itak olunur), sağır vehattâ radi' bulunması ve bağırıldığı vakit işitir derecede sağır veya kulaksız, yahuttavâşî veya tek gözlü, yahut bir kollu veya bir ayaklı olması mâni değildir. Müdebbirveya bedelinin bir kısmını ödemiş mükâtip olmak, yahut Ümmü-veled bulunmakmânîdir. Eğer bedelinden hiç tediyede bulunmamış olan mükâtip olursa, câiz olduğugibi, satın aldığında, kefareti niyyet eylediği köle, kendinin yakin mahremi olsa da,câizdir. Mûrisinin ölmesiyle, kendisine intikal eden, abdi-karîbin azadında, kendisun'u olmadığı için, onun azadı kefarete kâfi olamaz.


(5) Hizmetine muhtaç olduğu, mevcut kulunu bile, azat etmeğe borçludur. Deyn dahi mevcut rakabeyi azada mâni değildir. Alâ kavlin satmasına mânidir. Kul satın almak için, meskenini satmak câiz değildir. Gaib mali var ise intizar eder.


(6) Ayın başından başlamış ise, iki ayın mecmuu elli sekiz dahi olsa kâfidir.Gurreden başlanmamış ise, tam altmış gün saim olmak lâzım gelir. Halkın dilindeki - altmış bir gün - tâbiri, yediği günün kazası dahi dahil olmak itibariyledir.Kazâ edilecek günler birden fazla ise o günler, altmışa ilâve edilince, günlerin adedi,ona göre 61, 62, 63 ve daha fazla olabilir.


(7) İftar ederse, kazâ lâzım olmaz.


(8) Kadın âdetten temizlendikten sonra, oruç kefaretini bitiştirmek ona lâzımolmakla, vasl etmezse istinaf eyler (yâni yeniden başlar).


(9) Üzerine, oruç kefareti lâzım olan kimse, recep ayının dördüncü günü, orucabaşlayarak elli altı gün tuttuktan sonra, ramazan ayı dahil olup, ramazan ayındadört gün dahi saim olsa, o dört gün, ramazandan sayılıp, o kimseye kefareti istinafetmek mi lâzım olur? Yoksa kefaret sayılıp, ramazanın dört gününü kaza etmek milâzım olur? El-cevap: Kefaretin istinaf edilmesi lâzım olur.


(10) Bir günlük ihtiyacın definde, en elverişli yol budur: Onların toplu olarakyemeleri şart değildir. İtamda ibaha kâfidir. Lâzım olan, tokluk husulüdür. Buğday ekmeği olursa, katığa bile hacet yoktur. Arpa ekmeği sertliği hasebiyle katığalüzum vardır. İtam edilecek fakirin aç olması ve çocuk olmaması şarttır. Murahikolabilir. Tok kimse, aç gibi fazla yese bile, kefaret için kifayet etmez.


(11) Çünkü, lâzım olan, miktarla adettir. Adetten maksat altmış kişi olmak vemiktardan maksat, iki öğün yemektir.


(12) Her günün haceti müteceddit olduğu için, altmış fakir it'am edilmiş gibiolur.


(13) Her günün hâceti müteceddit olduğu için, altmış fakir it'am edilmiş gibisadakai fıtırda, zekât gibi temlik şarttır. Nitekim, avariz faslında, fidye ile onun,farkının vechi mezkûrdur.


(14) Ehab olan, müsliminin fakirlerine verilmektir.


(15) Sefahetinden dolayı, - hacir altında - olan dahi, böyledir.


(16) Bazıları, kefaretten maksat, zecrî kabul etmektir. Zengine göre bir ayyiyip, bir rakabe azat etmek kolay olmakla, zecir hâsıl olmayacağından, zenginler- her halde - iki ay orucu ile, kefaret etmelidirler, demişler, o takdirde fakire deköle azat etmek gerekir ki, şeriatin maksadı tagyir olunmuş olur.


(17) Kefaretler, ibadet ile ukubet arasında, deveran eden hukuktur. Ve onların,fıtır kefaretinden mâdâsında, galip olan cihet, ibadettir. Fıtır kefaretinde,ukubet ciheti râcihtir. Şu delîl ile, ki hata edene ve unutana terettüp etmez. Ve ibahagüphesi tahakkuk eden her mevzide, hudut gibi sukut eder.


(18) Cinayet, gerek el ve gerek (muvakaa) yüzünden olsun.


(19) Çünkü, kefaret ancak, müstahak olan oruç için vacip olup, bir gün içindeki savmın istihkakı ise, sabit ve sakıt olarak mütecezzi, yâni onun bir kısmı sabitve diğer kısmı sakıt olamayacağından, savm nakz olunduğu günün âhirinde özürzuhur etmekle, o günün İptidasından itibaren, orucun - ademi istihkakına - şüphetemekkün etmiştir. Kefaretler ise, şüphe ile mündefidir.


Bu mesele, kazayı mûcip olan muftıratın otuz beşincisi olarak, geçmiştir.


(20)Kulun fiili ile olan şeyin - şer'î hakkı - Iskatta tesiri olamaz. Hem de, yaralamadan hâsıl olan maraz, mevcut olduğuna göre, hale maksur olup, geçmişe tesiredemez.


(21) Çünkü özür, Cenab-ı Hak tarafından gelmemiştir. Bu da, iftarın müsaferetten evvel olmasına göredir. Müsaferetten sonra olan iftarda, kerafetin sakıt olacağında ittifak vardır. Müsaferet, gerek kerhî gerek ihtiyarî olsun.