Zaman Nereye Götürüyor?

Manevi terbiye altındaki kişinin özelliklerinden biri, kusurunun farkında olmasıdır. Yanılsa bile kısa sürede ne yaptığının idrakine varır.

Sufiler yaptıkları güzel işlerde, iyi davranışlarında ise Allah Tealâ’nın yardımının, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in ve Sâdat-ı Kiram’ın bereketinin tesiri olduğunu düşünüp gururlanmazlar.

Üç gün amel edip otuz günlük mükâfat kazandığını zanneden ve amelini büyüklerin ameliyle kıyaslayanlar ise aldanırlar.

İnsanların bir kısmı yaptığının hesabını bilir. Ne yaptıklarını, niye yaptıklarını anlamaya çalışır, nasıl yaparlarsa doğru olacağını hesaplarlar. Tasavvuf yolunun talipleri her zaman kendisini yeryüzüne halife yapılan insanla kıyaslar. Kendine “Sen neredesin o nerede?” der. Bu kıyasla kendini düzeltmeye çalışır.

Yarın biçeceklerimiz dün ektiklerimizdir. Dün gaflet olursa, bugün gaflet olursa, yarın kemalât olmaz. Dostlar arasına katılmak istersen dost olmanın usulünce yaşayacaksın.

Her an Rabbiyle olan insanlar var. Onlar O’nun her zaman yanlarında olduğunu bilmişlerdir. O’na arkalarını dönüp yaşamazlar. Ne istemiş, nasıl emretmişse anlamaya çalışmış ve O’nun razı olmasını her şeyden çok önemsemişlerdir.

Tasavvuf ehli “ibnu’l-vakt”tir, yani zamanın çocuğudur. İçinde bulunduğu an neyi gerektiriyorsa onunla meşgul olur, o anki sınavını başarmaya, ertelemeden, önemsiz görmeden o anda Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır.

Vakit kiminin lehine kiminin aleyhine çalışır. Kimin aleyhine işlemişse vakit ondan nefret etmiştir. Kötü kullanılan vakte tevbe istiğfar etmek gerekir.

Her insan kendince avunup teselli olmaya, huzur bulmaya çalışır. Fakat bu huzuru nerede aradığı insandan insana değişir. Bu farklılık şahsın idrak ve anlayışına, dine olan itibarına, ona verdiği kıymete bağlıdır. Müminlerin huzurlarını İslâm’ın bildirdiği yerde, yani dosdoğru yolda, Allah’a yönelişte aramaları gerekir.

Dünya süsleri ile teselli bulup avunmak ise bir aldanmadır. Yeryüzündeki bütün canlılar dünyadan faydalanır, ihtiyaçlarını ondan giderir. Bu açıdan insanla hayvanlar arasında bir fark yoktur. Fakat insanın hayatı bundan ibaret değildir. Onun bundan çok daha farklı, daha yüksek seviyeli bir hayattan payı vardır. Bu nedenle insanın yalnız dünya ile huzur bulması, onun yaratılışından kaynaklanan ihtiyaçlarını karşılamaz. Biz yalnızca hayvanlarla ortak noktaları olan varlıklar değiliz. Hayvanların huzur bulduğu hayat şekli bizim için yeterli olmaz. İnsanın izzet ve onuruna da yakışmaz.

Allah Tealâ’nın; “Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler.” (Hicr, 5) veya “Hayvanlar gibi yerler, varacakları yer ateştir.” (Muhammed, 12) ayetlerinde bildirdiği bir hayatı kabullenmemiz en akılsız iştir.

Bizi Allah’a yakın kılan akıl ve idrak nimetinin hakkkını vermek zorundayız. Yani düşünmeli, akletmeli ve nihayetinde doğru olanı idrak edip öyle yaşamalıyız.

Aklı hayvanî özellikleriyle örtülmüş, hakikati gözü görmez hale gelmiş insanlar, hayvanların yaşadığı hayattan daha öte bir hayat yaşayamazlar. Allah Tealâ, aklını kullanmayan insanların yaşayışını Kur’an-ı Kerim’de tasvir etmiştir:
“Hayır! Onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan, 44)

İnsan bir kere düşünmez mi ki, neden halife oldu, yaratılmışların efendisi elbisesi niye kendisine giydirildi? İlim ve idrak tacı neden onun başına kondu? İbadet ve kulluk yazısı neden onun alnına yazıldı. Yüz yirmi dört bin peygamber boş yere mi geldi?

Elbette hayır! İş, insanın önemsediğinden daha ciddidir. Allah kimseye de haksızlık edecek değildir.

Semerkand Dergisi