Namaz fiillerinin terkibi

Bu fasılda namazın iptidasından intihasına kadar olan af'al ve ait olduğu yerleri zikrolunup, onların farz veya vâcip, yahut sünnet olmasından ibaret olan evsafı evvelce bildirildiği için, beyan olunmayacaktır.


Erkek kısmı namazda —hangi namaz olursa olsun— durmak kasd ettikte ellerini yenlerinden çıkarır (1), sonra kulakları hizasına kaldırır, tâ ki, baş parmakları kulaklarının yumuşağının hizasına varmış olur (2).


Hurre olan kadınlar, ellerini omuzları hizasına kaldırırlar (3).


Kalkık halde gerek erkek, gerek kadın ellerinin içini kıbleye karşı bulundurur, parmaklarını dahi ne açar, ne sıkar.


Her musâllî sonra niyyet (yâni akdi kalb) ederek medsiz (4) (Allahu ekber) der (5).


Namazı niyyet edici olmak, tekbirin slhhati için dahi şarttır. Malûmdur ki, musâllî, ne yalnız tekbir ile, ne de yalnız niyyet ile, namaza başlamış olamaz. Belki, hem tekbir almak, hem de niyyet eylemek ile namaza şürû etmiş olur. Araları, namaza yabancı olan, kavl veya fiil ile fasl edilmiş olmadıkça niyyeti, tekbirden evvel etmek dahi, sahihtir. Zira ki, hükmen mukarin demektir. Niyyeti, tekbirden sonra etmek sahih değildir. Nitekim, tahrîmenin şartlarının birincisinde ve üçüncüsünde zikr olunmuştur.


«Allahü ekber» yerine «sübhanallâh» yahut «lâ ilâhe illâllâh» ve yahut «el-hamdü-lillâh» gibi, her zikri halis ile namaza başlamak, sahih olup (6), vâcip olan tekbir, terk olunduğu için tahrîmen mekrûh olur.


Zikri halis: Hacet talebi ile karışık olmayan zikir, ki sırf Allahı zikretmektir. «Allâhümmagfirlî» gibi mağfiret talebi için ve «lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» gibi talebi havl ve kuvvet için ve «mâ şâallâhu kân» gibi fenalığın def'i talebi için ve besmelei şerîfe gibi talebi bereket için olan cümleler ile, namaza şürû etmek sahih değildir.


Musâllî iftitah tekbîrini müteakip, ellerini yanlarına salıvermeyerek —keyfiyeti, süneni salâtta mezkûr olduğu üzere— el bağlar ki, buna itimad tâbir olunur. İtimad, zâhiri mezhepte süneni kıyamdır. Velev, hükmen olsun (7).


Her kıyam ki, onda karar ve zikri mesnûn vardır, musâllî onda itimad eder: Halî senâ, kunut, cenaze namazı gibi.


Kavmede karar, ve bayram tekbirleri arasında zikri mesnûn, olmadığından musâllî, onlarda itimad etmeyip, ellerini yanlarına salıverir.


İtimadı müteakip, musâllî istiftah eder (8), yani sübhaneke okur:


$


Bunda «ve celle senâüke» cümlesi yoktur. Onu derse men olunmaz, demezse emrolunmaz. Cenaze namazının gayride, onun terki evlâdır, İhtimal ki, farkın vechi cenaze namazında duâ matlûp olup, o cümle cenazenin haline daha muvafık olmasıdır. (Nitekim cenaze bahsinde gelecektir.)


Subhanekeyi her musâllî okur. Muktedi dahi imam kıraete başlamış olmadıkça, okur. Kıraeti gerek cehr ve gerek ihfa etsin (9).


Duâ-i teveccühü ki;


$


âyeti kerîmesidir (10). Ne namaza başlamadan önce ne başladıktan sonra okumaz (11).


Sübhaneke'nin mânâsı: «Allahım seni noksan, sıfatlardan tenzih ederim. Sana hamd ederim (12). Senin ismin mübarek, saltanat ve azametin yücedir. Senden başka tanrı yoktur.»


Tenzih ile —ki, onun da meali tevhiddir— başlanıp tevhid ile hatm olunmuştur. Senâi alellâh, hususunda nüutu selbiyye ve sıfatı sübutiyyenin zikrinden, celâl ve cemalde ve bütün ef'alde, gayeti kemale terekki hasıl olmuştur ki, o da ülûhiyyet ile (13) ve infirad, ehadiyet ve samediyet ile ihtisas ve imtiyazdır.


Musâllî, istiftahtan sonra teavvüz eder, yâni «Eûzü billâhi mineşşeytânir-racîm» diye şeytanı matruddan, Cenâb-ı Hakka iltica eyler (14).


Teavvüz kıraet içindir. Bundan dolayı, onu imam veya münferid olan okur. Muktedi bulunan okumaz. Çünkü, onun kıraeti yoktur. Mesbuk, onu hali infiradda yâni —mâ sabakı kazâya— kıyamında senâdan sonra okur (15).


Bayram namazlarında imam eüzuyu, tekbirlerden sonraya bırakır. Zira kıraet tekbirlerden sonradır.


Musâllî sonra besmele çeker. Yâni «Bismillâhir-rahmânir-rahîm» der. Besmele dahi eüzu gibi kıraet içindir. Bunun ondan farkı şudur ki, eûzu kıraetten evvel yalnız ilk rekâtte olur (16). Besmele ise, her rekâtta ve ancak, Fâtihadan önce olur. Fâtiha ile süre arasında besmele mesnûn olmaz (17).


Besmeleden sonra musâllî fâtiha kıraet eder. Ve bitiminde âmin der. Ondan sonra, zammi sûre veya âyetler gelir.


Eûzu ve besmele gibi, kıraet dahi muktedi olmayan musâlliye aittir. Muktedînin temini, imamın cehri halindedir.


Sonra, her musâllî «Allahu ekber» diyerek rükûa varır.


Bu tekbire eğilmeğe başlamakla iptida edip, eğilmenin bitmesiyle tekbir dahi nihayet bulmuş olur ki, inhinanın tamamlanmasında rükû tesbihlerine şürû etmekle, namaz hallerinin hiç biri, zikirden boş olmamış olur.


Erkek kısmı rükûda dizlerini elleriyle kavrayarak ve parmaklarını aralık bulundurarak, arkasını düz ve başiyle sağrısını, bir istikamette ve dizlerini ve dirseklerini dik tutar. Beli veya dizleri yay gibi bükmek tenzîhen mekrûhtur.


Kadın kısmı ellerini dizleri üzerine kor. Parmaklarını aralık bulundurmaz, ve dizlerini dik, ve arkasını —istikamet üzere— düz tutmaz.


Rükûda her musâllî —en az— üç kere «sübhane rabbiyel-azîm» der. Sonra «semiallâhü limen hamide» diyerek, rükûdan başım kaldırıp —itmînan üzere— doğrulur (18). «Rabbenâ Lekel-hamd» dahi der.


Tahmidde efdâl olan: «AlIâhümme rabbenâ ve lekel-hamd» demektir (19). (AlIahümme rabbenâ lekel-hamd) yahut (Rabbenâ ve lekel-hamd) veyahut (Rabbenâ lekel-hamd) dahi denir.


Sevabın çokluğu, harflerin çokluğu nisbetindedir.


Sonra musâllî «Allâhu ekber» diyerek secdeye varır. Alnını yere koymakla beraber tekbîri de sona erdirir. Secdeye varırken —bir özür mânii olmadıkça— yere evvelâ dizlerini ve sonra ellerini koyup, yüzünü iki elinin arasına koyarak, alnını ve burnunu yere götürür, ve —itmînân üzere olarak— tesbih eder ki, en az üç defa «subhâne rabbiyel-âlâ» der.


Erkek kısmı secdede, karnını uyluklarından ve kollarını koltuklarından uzak tutar (20).


Kadın kısmı secdede alçalıp kollarını yanlarına zam, ve karnını uyluklarına bitişik tutar.


Gerek erkek ve gerek kadın olsun, secdede ellerinin parmaklarını kıbleye doğru tutup, onları biribirine bitiştirir (21), ayaklarının parmaklarını dahi, yere dikerek, parmak uçlarını kıbleye doğrultur. Sonra, «Allahu ekber» diyerek secdeden başını kaldırıp —itmînân üzere— celse yapar (22). Ve ellerini uylukları üzerine kor, sonra yine «Allahu ekber» diyerek ikinci secdeyi, birinci secde gibi ifâ eder.


Sonra, ikinci rekâte kıyam için «Allahu ekber» diyerek başını kaldırır ve evvelâ, başını, sonra dizlerini kaldırıp, özrü olmadıkça elleriyle yere dayanmayarak kalkar. İkinci rekât birinci rekât gibidir. Şu kadar ki, onda el kaldırma, Sübhaneke ve eûzu yoktur.


İkinci rekâtın ikinci secdesinden sonra, kuud edip erkek ve kadın kendilerine mahsus şekli ile celse, bulunur, ve tahiyyat okur. Ve şehadete gelinildikte —lâ derken— şehadet parmağını kaldırmak ve —illâ derken— yerine koymak sûretiyle, işaret eder. İfâ keyfiyeti, süneni salâtta zikr olunmuştur.


Kaadei ûlâda, tahiyyat üzerine bir şey ziyade etmez. Zira onu müteakip, üçüncü rekâte kıyam vâciptir.


Rükûda, sücûdda, teşehhüdde Kur'ân kıraeti, eimmenin icmaı ile mekrûhtur (23).


Tahiyyat: Tahiyyenin cem'idir ki, —karşılaşma sırasında— selâmlaşmak kabilinden olan ve fil-asıl, «Hayyâkellâh» diye, hayatın bekası temennisini mütezammin bulunan duâyı etmek, demek olup, burada maksud mülk ve azamete delâlet eden, en aziz elfaz ve ibadatı kavliyedir. Onda müstahap olan dahi, İbni Mes'ûd hazretlerinin tahiyyatını okumaktır ki, Müşarün-ileyh hazretleri: Rasûlü ekrem sallâ-llahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretleri, elimi, mübarek elleri arasına alarak, Kur'ândan sûre talim eder gibi, bana tahiyyatı talim buyurdular ve dediler ki, sizin biriniz namazda oturduğu vakit:


$


desin, buyurmuştur. Buna, İbni Mes'ûd'un teşehhüdü dahi denir.


Bunların mânâlarına gelince: «(Et-tahiyyâtü lillâhi): bütün ibadatı kavliyye, (ves-salâvatü) ve bütün ibadatı bedeniyye, (vet-tayyibâtü) ve bütün ibadatı mâliye, Hak celle ve alâya lâyıktır, demek olup, bu kelimatı şerife, mîraç gecesinde Hazreti hâtemül-enbiyâ (aleyhi ve aleyhimüs-salâtü ves-selâm) efendimizden sâdır olmuştur. Kendileri, ilhamı rabbani ile, bu tahiyyat ve tâzîmatı ettiklerinde, Cenab-ı Zül-celâl vel-ikrâm: Ey nebiyyi âlî câh, sana «selâm ve rahmetullâh ve berekâtullâh» olsun, meâlinde olan: (Es-selâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü) kavli kudsîsiyle reddi tahiyyat, buyurmuştur (24). Tahiyyata,ehli islâmın tahiyyeti olan selâmı, ve salâvâta, o mânâda olan rahmeti, ve tayyibata, münasibi olan berekâtı, mukabil kılmıştır. Hazreti nebiyyi ekremin, tahiyyat ve salâvât ve tayyibattan ibaret, üç kelimesine mukabil, Hazreti Hâllâkı kerîm, selâm ve rahmet ve berakâttan ibaret, üç kelime ile, ifazai in'am ve tekrîm buyurmuş olup, Nebiy aleyhisselâm dahi, Ekrem ve ecvedi hâlkullâh olmakla, o feyzi rabbaniden olan ihsanını, bil-cümle Enbiyâ ihvanına ve meleklere, insü cinden olan, müminlerin sulâhâsına atf ederek (25): (Es-selâmü aleynâ ve âlâ ibâdıllâhissâlihîne) buyurmuşlardır. Bunun üzerine bütün melekler ve bilhassa Hazreti Cibril, vahy ve ilhamı Hazreti rabbü celil ile: «Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh» diye kelimeteyni şehadeteyni tertîl eylemişlerdir.


İşte teşehhüdü İbni Mes'ûd, tâbir olunan «Et-tahiyyât » böyle


dört takım kudsî kelimattır (26). Şehadet ederim ki, demek: Bilir ve beyan ederim ki demektir. Şehadeti saniyede onlar dahi, zâtı hazreti risalet hakkında üç şey cem etmişlerdir ki, biri eşrefi esmai nebî olan,Muhammed namı âlîsi, ve biri eşrefi evsafı insan olan, Abdiyyet, ve diğerbiri insan için en şerefli vasıf olup, müstelzemi nübüvvet bulunan, Risalettir.


Musâllî Et-tahiyyât okur iken, Cenâb-ı Hakka tahiyyat, ve Nebiy aleyhisselâma ve nefsine ve evliyaullâha selâm eder gibi, o elfazı mübarekeyi — mevzu olduğu maânîyi kasd ederek — alâ vechil-inşa okur (27).


Farzların iki evvelki rekâtlerinden sonrasında — ki, akşam namazının üçüncü rekâatine dahi şâmildir — Fâtiha okunur. Ve anlatıldığı şekil üzere oturup, zikr olunan teşehhüdü okur (28). Ve sonra, Nebî aleyhis-selâma salâvât getirir ve sonra Kur'ânın elfazına ve sünnete müşabih şey ile duâ eder ki, Nebî aleyhis-salâtü ves-selâma salâvattan sonra olan duâ, makbul olur. Sonra da, evvelâ sağına ve sonra soluna: «Es-selâmü aleyküm ve rahmetüllâh» diyerek kendisiyle beraber olan cemaatı ve hafazayı, niyyet eyleyerek selâm verir.


------------------


(1) Âdâbı salâtın birincisinin hâmişine bakınız.


(2) Sünneni salâtın birincisine ve onun hâmişine bakınız.


(3) Cariye erkek gibi, ellerini kaldırır.


(4) Eğer hemze med edilirse, namaza başlanmış olmaz. Ve hemzeyi, namazesnasındaki tekbirde med ederse namazı fâsid olur. Muhaşşi der ki, tekbiri med,ya lâfzatul-lahta veya ekber lâfzında olur. Lâfzatul-lahta olduğuna göre, ya evvelinde, ya ortasında, yahut âhirinde olup, evvelinde olursa müfsid olur. Çünkü, sureti istifhamdır. Hattâ, müteammidi, kibriyada şek ettiği için küfre varır. Vasattaolursa sevaptır. Şu kadar ki, mübalâğa ile med etmemelidir. Eğer mübalâğa edip,maddî tabii üzerine ziyade ederse, mekrûh olur. Müfsid olmaz. Siracta, hilâfı ûlâdemiştir ki, keraheti tenzihiyye demektir. Âhirinde olur, yâni, hanın harekesi işbaedilirse (yâni hûû diye uzatırsa) bir hatâ edilmiş olup, onunla namaz fâsid olmaz.Hanın teskini dahi böyledir. Med, ekber lâfzında olduğuna göre, evvelinde ise, müfsidisalât bir hatâdır. Onunla namaza başlamış olmaz. Ortasında ise, yâni ekberdenilmiş ise, dünbelek demek olan keberin cem'i olduğu için yahut şeytanın evlâdı isimlerinden biri bulunduğu için, namazı fâsid olur denildi.


(5) Esah budur ki, evvelâ el kaldırır, badehû tekbir alır. Tekbirden fariğ oluncaya kadar, ellerini kaldırmaz ise, mahallini fevt etmiş olduğundan artık el kaldırmaz. Eğer tekbir esnasında hatırlarsa, ellerini kaldırır. Eller, tekbirle beraber ve hattâ tekbirden sonra dahi kaldırılmak hakkında, diğer iki kavl olduğunu, Muhaşşi merhum zikredip: Âmmei meşayinin rey ve ameli, kavli evvel üzerindedir. Esah olan da odur. Çünkü, ellerin kalkmasında, Hazreti Hüdavendin gayrisinden (nefyi kibriyâ) etmek ve (Allahu ekber) demekte (kibriyâyı), (azameti) hak celle ve âlâya isbat eylemek vardır. Nefy ise, isbata mukaddemdir.


(6) Şüruun sıhhatinde, esmai hassai ilâhiyye ile, kerim ve celil gibi, esmai müştereke arasında, kavli azhar ve esah üzere, fark dahi yoktur. Hulûs ile hakkı zikretmenin, Arabî lügate inhisarı dahi olmamakla, bu bapta alel-itlâk, yâni - gerekâciz olsun, gerek olmasın - sair lügatlerin dahi, maa'l-kerahe kifayeti vardır. Sair lügat üzere kıraetin cevazı lügati Arabiyyeden acz ile meşruttur. Bu meselelerde, Hazreti imam ile imameyn arasında, bu veçhile muvafakat hasıl olmuştur. Namazın farzlarının on dokuzuncu hamişine bakınız. Müellifin ifadesi isabetsizdir.


(7) Kuuden namaz kılmakta olduğu gibi ki, onda da sünnet, el bağlamaktır.İmam Muhammed indinde, itimat sünneti kıraet olduğundan musâlli, hâli senadaellerini salıverir.


(8) (Subhâneke ) okumağa, sena denildiği gibi, istiftah dahi denir. Teveccüh duasına dahi istiftah itlâk edildiği olmuştur.


(9) Demek ki mesbuk onu, sonraya bırakır, yâni - kazai mâ sabaka - kıyamedince, okur. İmama rükûda yetişen, onunla meşgul olarak, rükûu kaçırmaz.


(10) Sûrei En'âmın yetmiş dokuzuncu âyetidir. Hazreti İbrahim aleyhis-selâmın duâlarındandır. Şafiîlerce okunur.


(11) Onu teheccüd namazından, senaya zam edebilir. Bunun dışında senânın onatakdimidir.


(12) Tebâreke, gayri mütesarref bir fiildir. Cenâb-ı Hakkın gayri için zikr olunmaz. Dâim ve kesir olan hayır ve berekettir ki, «senin esmâî hüsnanın hayırlarıbol ve bereketli oldu.» demektir.


(13) Bu kelimeyi müellif dahi, rububiyyet mânâsında istimal etmiştir.


(14) Çünkü, Huzûru-llahtan şeytan matruttur. İkaabta, seni kendisine şerikkılmak ister. Sen onu görmezsin. Teavvüz etmekle, onu gören Allâha, seni korumak için îtisam etmiş olursun.


(15) İmam Ebû Yûsuf: Teavvüz, senaya tâbidir. Onu muktedi dahi okur, dedi.


(16) Salâvatı mendûbenin üçüncü rek'âtleri dahi,şefin iptidası olmak itibariyle, ilk rek'ât sayılır.


(17) Sûre için dahi tesmiye ederse, mekrûh dahi olmaz. Sûre kaydi, âyât için,tesmiye olunmanın kerahetini ifade eder.


(18) Cenâb-ı Hak hamd edenin, hamdını kabul eder, demektir ki, sima kabulmânâsınadır. Nitekim, hadîsi şerifte: «Eûzü bike min duâin lâ yusmeu» buyurulmuştur ki, lâyukbelü, demektir. Hamide lâfzındaki hâ, zamir olmasına göre, Cenâb-ı Hak, kendisine hamd edenin hamdını kabul eder, demektir.


(19) Ve lekel-hamd'daki vav hakkında ihtilâf etmişlerdir. Zâidedir, âtıfedir diyenler olmuştur. Takdiri: «Rabbenâ hamednâ ve lekel-hamd» tır. Zaide olması dahauygundur.


(20) Ve ileri uzanarak kollarını yere yatırmamakla, üzerlerine itimat edici olurki, izdiham halinin gayride, bütün âzâsı ile secde etmekte, bu sûret eblâğdır. İzdiham halinde, yanındakini incitmemek için toplu bulunur.


(21) Parmakların yekdiğere tamamen bitişik hali, yalnız burada menduptur.


(22) Bu celsede erkeğin ve kadının oturuşları başka başkadır. Kaideler dahiona göredir. Nitekim, salâtın sünnetinde vardır.


(23) Namazdan sonra - elfazı Kur'âniye ile - edilen dualarda kıraet değil, dua,kasd olunmaktadır ve illâ, tahrîmen mekrûh olur.


(24) Sizden biriniz kendisi için sevdiğini din kardeşi için de istemedikçe imanetmiş olmaz.» Hadîsi şerifinin şerhinde Şeyh İsmail Hakkı kaddese sırrehu'nun:«Enbiyanın selâmı meşrû oldu. Zira Enbiya, evhai nâsa muhalif vech ile, emr etmeleriyle makamı nübüvvet, mezannei itiraz oldu.» demeleri, bu ifadeye mülâyimdüşmez.


(25) Mahlûkatın sıfatları için, ubudiyetten eşref bir şey yoktur ki, o da rabbın fiiline rızadır. İbadet rabbı râzı eden şeydir. Ubudiyet, ibadetten akvadır. Çünkü, Ukbada bâki kalan odur. İbadet öyle değildir. (Yâni ibadet teklif yoluyla ahirette kalmaz. Amma, onun teneffüs gibi bilâ meşakkat sudürü vâkidir, inkâr olunmaz. Zira, insan Hazreti Hakka karib oldukça, taatça müzdad olur. Sâlih: hukûkullâhı ve hukûku ibâdı gözedendir.


(26) Elgaz-ı fıkhiyyemlzin evahirinde mezkûr olduğu üzere teşehhüdü İbni Mes'ûd, iki vav iledir ki, «eşhedü en lâilâhe illâllaâh ve eşhedü enne Muhammedenabduhû ve Rasûluhû» dur.


Bir de teşehhüdü ebi Mûsa vardır ki, âlâ kavlin, teşehhüdü İbni Abbastır. O bir vav iledir ve şöyledir: «Et-tahiyyâtül-mübârekâtus-salavatüt-tayyübatu lillâhi. Selâmün aleyke eyyuhen-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtuhû, Selâmün aleynâ ve alâ ibâdihil-Iâhis sâlihine. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden rasûlullah.» Mezhebi Şafiide olanların okudukları tahiyyat budur.


(27) Bâzıları, onun hikâyei selâmullâh olup, musâllînin selâmı ibtidâisi olmadığına kail olmak istemişlerdir. İbni Hacer demiştir ki, teşehhüdce mütevatir olan


elfaz: Peygamber aleyhis-selâmın dahi «ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasûluhû» buyurur olduklarıdır, «ve enni Rasûlullâh» buyurur olduklarına dair olan Sözün aslı yoktur. Teşehhüdün gayride ve enni rasûlullâh, buyurdukları olmuştur.


(28)Zeyleînin ifadesine göre, onun tâyini müstahabdır.