Ezân ve ikamet

Namaz vakitleri, Cenâb-ı Hakkın nimeti ilâhiyyesi olan namaz için, zahiren sebep, ve iycabı gaybîsi için de alâmet olduğu gibi, ezân dahi vakitlere alâmet olmuştur. Ezân, ilâmdır. Vakitler havasa, ezân umuma ilamdır. (Müslime lâyık olan, vakit ile mütenebbih olmaktır. Vakit kendisini agâh etmeyen kimseyi ezân agâh eder).


Bu babta îrad edilecek kelâm: Ezânın sübûtüne ve veçhi tesmiyesine, ve lûgatten ve şer'ân olan tefsirine ve faziletine ve sebebine ve şartına ve hükmüne ve rüknüne ve sıfatına ve keyfiyetine ve vaktine, sebeb ve mahallî meşrûuiyetine dâirdir.


«Siz namaza nidâ ettiğiniz zaman...»('Maide: 58)


Ezânın sübûtü, kitap ve sünnet ile sâbittir ki, Kitab-ı Kerimde:


$


$


«Namaza nidâ olununca.» (Cumâ: 9) buyurulmuş olduğu gibi, Hazreti Abdullah bin Zeyd'in rüyâsı üzerine müşarün ileyhe varid olan hadîsi şerîf ile sabittir. Ezân lûgatte ilâmdır: Cenâbı Hak:


$


«Ve Allah tarafından bir ilandır.» (Tevbe: 3)


buyurdu ki, bu lûgat mânâsında kullanılmıştır. Şeriat ıstılahında ise ezân, veçhi mahsûs üzere olan ilâmdır. Ezân kelimesi, selâm ve kelâm gibi isimlerdendir ki, tasrifi te'fil babındandır. Teklimden kelâm, teçhizden cihaz denildiği gibi, tezinden dahi ezân denilmiştir ki, tezin ezân okumak ve vakti bildirmektir. Okuyana müezzin denir.


Ezân okumanın fazileti, müteaddit ehadisi şerife ile sabittir (1).


İmamet - kendi babında açıklanacağı üzere - müezzinlikten efdâldir (2). Ve kezâ, ikamet dahi ezan okumaktan efdâldir. Hazreti Ömer radiyallahü teâlâ anhın «Halife olmasaydım müezzinlik ederdim» buyurmuş olmaları, müezzinliğin imamete tafdîlini, gerektirmez. Çünkü, bu sözden, imameti terketmek maksut olmayıp, imamet işine, müezzinliği de ilâve maksuttur ki, mânâ: Hilâfet meşgalesinin çokluğu olmasa, ezam dahi okurdum, demektir. İmamın, müezzinlik de yapması, efdâl olacağı ifade buyurulmuştur (3).


Ezanın sebebi, vaktin girmesidir ki, namaz vakitleri, ezan için sebeptir (4).


Vaktin girmesi, ezan için hem de şarttır (5).


Ezanın lâfzı Arabî ile olması ve âkilden sudûr etmesi dahi, sıhhatinin şartıdır.


Şartı kemâli; müezzinin, sâlih, namaz vakitlerini bilir ve abdestli ve namaz hususunda halkın ahvaline vâkıf ve cemaatten geri kalanlara sözünü geçirmeğe kaadir ve güzel ve yüksek sesli olması ve yüksekçe bir yerde kıbleye karşı durup okumasıdır. Nitekim, müstehabatından olmak üzere ileride de zikrolunacaktır.


Ezanın hükmü Ona icabetin lüzumudur. İcabet: Fiilen olduğu gibi, kavlen dahi olur. Nitekim, babın sonunda beyanı gelecektir.


Ezanın rüknü, elfazı mahsusadır ki, dört tekbir, ikişer şehadet, ikişer (hayyi ale), iki tekbir ve bir tehlildir. Nitekim beyan olunacaktır.


Ezanın şer'î sıfatı: Sünneti müekkede olduğudur. Ezan, esah olan kavle göre vâcip değil ise de, vâcip derecesinde bir sünneti müekkededir.


Ezanın keyfiyeti, yâni edâ ve ifası sureti, teennidir ki, ikamet gibi acele edilmeyip, âheste âheste okumaktır.


Ezanın vakti, aslen ve istihbaben, namaz vakitleridir (6).


Ezanın meşruiyyeti sebebi: Namazı, resulü ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri ile cemaatle kılmanın vaktini bilmek için, bir alâmet ittihazında, sahabenin müşavereleridir (7).


Ezanın mahalli meşruiyeti, Medinei Münevveredir. Hicreti mukaddesenin ilk ve bir rivayete göre, ikinci yılında ezan meşrû olmuştur. Ondan önce, yollarda: Namaza yahut cemâaten namaza, meâlinde olmak üzere müminler birbirlerine seslenirlerdi. Sonra ezan emrolundu.


Şöyle ki, aleyhis-salâtü ves selâm efendimiz hazretleri, Medinei tahirelerine şerefle ayak bastıklarından sonra, namazı gâh erken ve gâh geç kılmakta oldukları cihetle, yakın ve uzak yerlerden gelen ashabın bir takımı kendileriyle birlikte cemaat olarak, namaz kılmak meziyyetine (hırsan) evvelce gelip beklemek ve bundan dolayı, işlerinden kalmak mahzuruna uğrar ve bir takımı, namaz geç kılınır zanniyle, geççe gelip, namazı kılınmış bularak, esef ateşi onların sinelerini dağlar idi. Buna binaen, akdi cemaat vaktine bir alâmet ittihazı için müşaverede bulundular. Bâzıları (darbı nâkus) olunması (8) (yâni çan çalınması) reyinde bulundular. Hazreti resûlü ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve5 sellem efendimiz «o hıristiyanlarındır» buyurdular. Bâzılar, Şebbur, yâni boru çalınması, reyinde bulundular. Nebiy aleyhis-salâtü ves selâm: «O yahudilerindir» buyurdular. Bâzıları, ateş yakarız, dediler. Ona da Aleyhis-selâm efendimiz «Mecûsiler şiarıdır» diye razı olmadılar. Müşavere arasında bayrak dikeriz, görenler, birbirlerine iylâm ederler, diyen olduysa da, efendimiz hazretleri, onu da beğenmediler. Reyler henüz bir şey üzerine ittifak edemeden kalkılmış ve kararsızlığa mebni, Hazreti Seyyidül-kâinatın veçhi saâdetlerinde görülen neşesizlik üzerine, ehli müşavereyi, gam almıştı. Hâdiseyi rivayet eden, Hazreti Abdullah bin Zeydül ansârî (9), buyurur ki; ben dahi gamlı olarak yatmıştım. Uyku ile uyanıklık arası, bana biri geldi ki, üzerinde iki (yeşil elbise) var idi (10). bir duvar parçası üzerinde kaim oldu. Elinde de bir nâkus vardı. Bunu bana satar mısın? dedim. Ne yapacaksın? dedi. Namazımız vaktinde çalarız, dedim. Ben seni, daha hayırlısına delâlet etsem olmaz mı? dedi. Olur, dedim. Kıbleye karşı durdu. Ve: Allahu ekber, diye başlayarak, ezanı tamamiyle okudu. Sonra, biraz durarak ezan kelimelerini, bir daha okuyup, sonuna doğru iki kere «kad kametüs-salât» dedi, (Bu, ikamete işarettir).


Müşarünileyh Hazreti Abdullah der ki, ben kalkıp Resulullaha giderek, vakayı arz ve ihbar eyledim. «Hak rüyadır Bilâle telkin eyle, onun sesi senden çoktur» buyurdular. Ben de onu Bilâle telkin ettim. Hazreti Bilâl Medine içinde en yüksek bir sathın üzerine çıkıp ezanı okudu (11). Hazreti Ömer radiyallahu anhü ve anhümâ, kendi evinden işitmekle, izâr şerifleri içinde (yâni bilâ rıdâ) sür'atle, huzuru saadete geldiler. Ve: Ya Resûlallah, seni Peygamber olarak hakkiyle gönderen, Hudâ hakkı için, bunun gördüğünün mislini, ben de gördüm, şu kadar ki, bu, benden evvel gelmiş, dediler (12). Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, «Allaha çok şükür ki bu böylece sâbit oldu.» buyurdular.


O gece, ashaptan yedi zatın o rüyayı aynen görmüş oldukları dahi mervidir. Rüyâ, sebep oldu. Ezan, yine emri Nebevî ile sübût buldu. Ve ihtimal ki, o sebep vahye mükarin dahi oldu (13).


İkamet dahi ezân gibi, bu ümmetin hususiyetlerindendir (14).


Ezanın evveli, tekbir olduğu gibi, tâzim için avdetle âhiri dahi tekbirdir. Evvelinde dört kere Allahü ekber denir. Âhirindeki tekbir, sair elfazı şerifesi gibi iki keredir. Tekririn hikmeti, işitenlere namazın yüceliğini ve büyüklüğünü telkin içindir.


İkamet dahi, lâfzan ve mânen, sıfaten ve sebeben, ezan gibidir. Şu kadar ki, ikametin «Hayyi alel-felâh» tan sonra, iki defa «Kad kaameti-s salât» denir (15). Keyfiyeti edaca dahi, aralarında bir fark vardır ki, ezanda, müezzin teenni eder yâni her iki cümle arasım, bir sekte ile (16) faslederek, alâ kavlin, kelimeleri bilâ teganni uzatarak, okur. İkameti ise, su akar gibi aralıksız, kelimeleri tane tane okumaktır.


Bunun aksi, yâni ezanda sür'at, ve ikamette teenni, mekruhtur.


$


hadîs-i şerifi hükmünce, ezân ve ikametin kelimeleri meczumdur ki, gerek tekbirler, gerek sâir cümleler birbirine vasıl olunmamak üzere, sonları sâkin bırakılır.


(Tekbirlerin bitiştirilmesinde, (Ra) harfleri, harekenin nakli ile, meftuh olur: Allahü ekbere Allahü ekber. Nâs bunlardan gafillerdir). Ezânda hakikaten vakf ve ikamette niyeten vakf vardır.


Ezanın kelimeleri şunlardır:


$


Allahu ekber Allahu ekber, Allahu ekber Allahu ekber. Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü en lâ ilâhe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah, eşhedü enne Muhammeden Resûlullah. Hayye ales-salâh Hayye ales salâh (17). Hayye alelfelâh, Hayye alelfelâh (18) Allahü ekber Allahü ekber, lâ ilâhe illallah.


Hasseten, sabah namazının (Hayye alel-felâh) ından sonra, iki kere


$


Es-salâtü hayrün minen-nevm denir ki, bu ziyadeyi, Hazreti Resûlü ekrem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz, Hazreti Bilâle, emretmişler ve sabah namazının zamanı, uyku ve gaflet vakti olduğu için (namaz uykudan daha hayırlıdır) nidasını sabah ezanına hâs kılmışlardır (19). İkamet kelimeleri şunlardır:


$


Ezan ve ikamet kelimelerinin tercümesi, aslının yerini tutmaz, yâni lûgati Arabiyyenin gayri lisan üzere, okunan ezan, her ne kadar ezan olduğu bilinse dahi, kâfi olmaz. İkamet dahi böyledir.


Ezan yüksek bir yerde okunmak, sünnet olup, yüksek sesle okunur (20). Hattâ, sesi yükseltmeye medar olmak üzere, müezzin şehadet parmaklarının uçlarını, kulaklarına ithal etmek, müstahap olur. Ellerini kulakları üzerine kor ise, o da güzeldir. (Bu, ezanın sünnetlerindendir).


Câmi içinde, Cuma gününden gayri ezan okunmaz.


İkamet, akdi cemaat olunduğu ve namaza durulduğu yerde olur (21). Her ikisinde de, ayak üzeri ve kıbleye karşı durulur (22). Yerlerin çamurlu olması veya sefer zaruretine mebni (23) binekli bulunmadıkça, kıyam ve kıbleye dönme terkolunmaz (24).


Ezanda, açıklama ve duyurma maksut olmakla, aslı dâvet kısmı olan, Hayye alel-salât nidasında yüzünü sağa ve Hayye alel-felâh nidasında yüzünü sola çevirmek müstehap olur (25).


Minarede bulunup da, sağa ve sola, başım çevirmekle maksadın husulü mümkün olamayacağından, dolaşır. Eski tarz üzere olan minarelerde, kıbleye arka vermeyerek başım sağa ve sola çıkarıp okur (Ezan okurken kıbleye arka dönmek mekruhtur).


Müezzin, yüksek mevzide olacağı ve kadınların makarrı olan yerleri görebileceği cihetle, kendisinin mütteki ve emin kimse olmak ve ezanda, sünnete muvafık usulleri ve namaz vakitlerini bilir olup, ezanı abdestli okumak müstahaptır.


Ezanda, güzel ses matlup olmakla beraber, lahn ve teganni mekruhtur.


Ezan esnasında müezzinin söz söylemesi (26) ve hattâ selâm alması dahi mekrûhtur (27).


Müezzinin, bâliğ olmasa da, âkil olması ve müslim bulunması lâzımdır (28). Sabiyyi mürahikin ve hattâ sabiyyi mümeyyizin ezanı, kerahetsiz câizdir.


Delinin, bunağın, gayri mümeyyiz sabinin, gayri müslimin okudukları ezan sahih değildir, iâde olunur. (Mekrûh diyenler dahi, kerahet lâfzıyla sahih olmadığını kasdetmişlerdir).


Sarhoşun (29), fâsıkın (30), kadının (31), ayakta olmayanın (32) ezanı mekrûhtur.


Ezanda, âkil ve İslâm, sıhhatin şartı ve adâlet, erkeklik, kıyam kemâlin şartıdır. Binaenaleyh, onların ezam, istihbaben iâde olunur (33).


İkamet dahi, ezan gibidir. Şu kadar ki, onda tekrar, yani iâde meşrû olmamıştır.


Cünübün ezânı ikameti gibi mekrûhtur. Abdestsizin ikameci mekrûh ve ezanı gayri mekrûhtur. Bununla beraber, ne ezanı, ne de ikameti, iâde olunmaz.


Ezana, ikameti yaklaştırmak, her namazda icmâen mekrûh olmakla, ezan ile ikamet arası, vakti müstahabe muraat ile beraber, cemaate mülâzemet edenler hazır oluncaya kadar ara verilir (34). Akşam ezanında, ezan ile ikamet arası, üç kısa âyet veya uzun âyet okunacak veya üç dört adım atılacak kadar, sekteyle ara verilir (35).


Dinî umurda tekâsül zuhuruna binaen, beş vakitte, ezandan sonra, «vakti salâ» demek gibi, bir nida ile ikinci bir çağrı yapılır ki, tekrar bir hatırlatma demektir (36). Her beldenin, ikinci daveti, ehli tarafından bilindiği veçhile olur (37).


Ezan ve ikamet, sefer ve hazarda, farz olan namazların edâ ve kazâsı için, erkeklere sünneti müekkededir. Kadınlara mekrûhtur.


Cuma dahi farzlardandır. Bayram, Yağmur, Cenaze, Vitir ve Teravih namazları için, ezan ve ikamet yoktur.


Farz olmayan namazlarda, ezan ve ikamet olmadığı gibi (38) farz olan namazlarda dahi, ezan ve ikametin birlikte mesnuniyyeti, ehli mescit hakkında, ve bir de kırda namaz kılana göredir. Ehli mescit için, yâni camilerin vs mescitlerin, cemaati müstehabesi için (39), hem ezan okunur, hem de ikamet alınır olduğu gibi, kırda farz kılan kimse dahi, münferit bile olsa, ezan okur ve ikamet alır (40). Şu kadar ki, ehli mescit hakkında, onlar müekkeden sünnet ve her birinin terki, keraheti muciptir. Kırda namaz kılanlar hakkında, onlar -ekiden sünnet değil - mucibi fazilet olduğundan, cemaat dahi olsalar, mekrûh olan: Ezan ve ikametin ikisini birden terketmektir. Onlar, ehli mescidin gayri olan cemaatler gibi. yalnız ikametle edâ edebilirler.


Evde ve kırda sadece, ikametle iktifa câizdir. Ezan ile iktifa mekrûhtur (41). Mahallenin ve köyün müezzini, mahalle ve köy ehli için Nâib yâni, onun ezân ve ikameti onlara da şâmil olmakla, namazı evinde veya dükkânında kılan kimse, gerek münferit ve gerek cemaat olarak kılsın, ezanı terkettiği gibi, ikameti dahi terkedebilir. İkisinin dahi terkinde, kerahet yoktur (42). Mahallede ve köyde ezan okunmamışsa o halde, ikisinin birden terki, mekrûh olur. İkametle iktifa olunabilir.


Cumanın gayride, bir vakit için iki ezan, meşrû olmadığı gibi, hiç bir farz için, birden ziyade ikamet dahi meşrû olmadığından, camilerde o vaktin farzı, ilk cemaattan sonra, kılınacak olursa, cemaat bile aktedilse, ezan okunmadığı gibi, ikamet dahi alınmaz.


Ezan ve ikamet, cemaati müstahabe sünneti olduğundan cemaati mekrûhe için (43), ezan ve ikamet dahi mekrûhtur.


Ezan ve ikamet, edada meşrû olduğu gibi, kazâda dahi meşru ve mesnundur (44). Müteaddit geçmiş namazların kazâsında, meclis müttehit olduğuna göre, ilkinde ezan ve ikamet okuyup, ondan sonrakilerde, yalnız birer ikamet almak kâfi olur. Bu bapta, ikametin terki mekrûhtur. Her biri için, hem ezan, hem ikamet okumak efdâldir (45). Meclisi kazâ, muhtelif olduğuna göre, meclisi sanide dahi, ilk geçmiş için, yine ezan okur.


Ezanı mesnûnu, yâni vaktinde okunan ve tağyiri hurûfa sebep olan lâhn ve teganniden hâlî olan ezanı işiten kimse (46), Kur'an tilâvet etmekte olsa dahi, durup ezânı dinler ve kelimatına icabet eder (47).


Namazda olan - velev cenaze namazı olsun, - hutbe okuyan veya dinleyen - velev nikâh hutbesi olsun, - derste ve yemekte veya kazâi hacette bulunan icabet eylemez. Cünüp icabet eder (48). Hâyiz ve lohusa icabet eylemez (49).


Ezanın kelimelerine icabet, müezzinin dediğini diyerek ona uymaktır (50). Yalnız hayyealellerde yâni Hayye ales-salâh, Hayye alel-felâh cümlelerinde, işiten «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» der ki, masiyetten dönmek ve taate kuvvetlenmek, ancak fazlı ilâhî iledir, demektir. (İcabetten sonra duâ, müstecaptır). Sabah ezanının ilâvesi (essalâtü hay-rün minen-nevm) cümlesinin icabeti: «Sadakte ve berirte,» yahut: «Mâşaallah kâne ve mâ lem yeşe' lem yekun» der ki, evvelkinin mânâsı: Doğru söyledin, demek olup (51), ikincinin mânâsı: Cenab-ı Hakkın dilediği olur, dilemediği olmaz, demektir.


Ezanın sonunda hem müezzin, hem de dinleyenler içlerinden salâvatı şerife okuyup, vesile duasını (52) ederler. Vesile duâsı:


$


İbni Abidinin kaydına göre vesile duasında «vel-fazîlete» den sonra «ved-deraceter-rafia» ilâvesi olmadığı gibi, sonunda da «Ya erhamer-rahimîn» diye bir ilâve mevcut değildir.


İcabetin hükmünde, eimmemiz ihtilâf edip bazılar, onun vücubünü ve bâzılar, istihbabını tasrih ettiler. Vâcip olmaması gerekir.


«Eşhedü enne Muhammeden rasûlullah» cümlei celilesinin ilkine icabette «Sallallahü aleyke yâ rasûlallah» ve ikincisine icabette: Gözüm seninle aydın olsun, meâlinde olmak üzere: Kurret aynîbike yâ rasûlallah,demek ve bunları derken baş parmaklarının tırnaklarım, yahut şahadet parmaklarının uçlarının içini öperek gözlerine sürmek dahi müstahap olur (53).


İkamet alan kimse, ikametten sonra, sünnet kılsa, yahut imam, ikametten sonra hazır olsa, ikameti iade etmez (54).


Müezzin ikamet alırken camiye giren kimse, imam mihraba gitmek üzere ayağa kalkmamışsa, oturur. İmam oturuyorken ayakta beklemek ona mekrûh olur.


------------------


(1) Rûzi kıyamette, müezzinler, fazla şeref sahibi oldukları cihetle, onlar parmakla gösterilseler gerektir. Bunda, davet ehlinin, derecelerinin âlî bulunduğuna işaret vardır. Sahibi Dürrün ve Tahtâvînin beyanlarına göre, Peygamberimiz sallâ-llâhü teâlâ aleyhi vesellem efendimiz hazretleri dahi, bir seferde ezan okuyup ikamet alarak, öğle namazı kıldıkları rivayet olunmuştur. Lâkin bu rivayet, imam Tirmizînin ihtisarından ileri gelmiştir. İmam Ahmedin müsnedinde rivayeti asliyye: Hazreti Peygamberin, o seferde, Hazreti Bilâle ezanı emir buyurmuş olduklarıdır.


(2)Fahri Râzî, sûre-i müminim tefsirinde, zikretmiştir ki, ulemâdan biri, kendine imameti ihtiyâr etmesi sebebi, soruldukta: İktida halinde, Fatihayı terk etsem, imam Şâfiinin, kıraet etsem, imam Ebû Hanifenin, itaplarından korktuğumdan, bu ihtilâftan kurtulmak için imamlığı ihtiyâr eyledim, cevabını vermiştir.


(3) Nitekim, imam Ebû Hanîfe hazretleri, hem ezan okur ve hem imamet ederlerdi.


(4) Vakit, ezan için, daimî sebeptir. Sebebi iptidâî: Sebebi meşruiyyet olmaküzere, gelecekte bildirilecektir.


(5) Vakit girmeden okunan ezan, vakit girince iâde olunur.


(6) Vakti cevaz ve istihbap malûm olmuştur. Müellifin, (velev kazâen) kavli,kazâ için, muayyen vakit olmadığına binaen, vakit, fille mahmuldur ki, kazâ edilecek olan farzın ezânı dahi, kazâ olunacağı zaman okunur, demektir.


(7) Bu, bundan evvel mev'ut olan, sebebi iptidaidir. Muhaşşi der ki, sebebi aslî,Nebiy aleyhis-selâm efendimiz hazretlerinin, namaz vakitlerini zaptedemediklerinden dolayı, sahabeye hâsıl olan meşakkattir.


(8) Geçmişte, nasârâ taifesinin, mâbetlerinin çağrı âleti, biri büyük ve biriküçük, iki musanna tahtadan ibaret olup, büyüğüne nâkus, küçüğüne vebîl tâbirolunurdu.


(9) Künyeleri Ebul-muhammed'tlr. Kendileri Hazrecîlerden ve ashabı Bedirdendir. Bütün Meşahitte, Hazreti Sûltânül-enbiyâ aleyhi ve aleyhimüs-selâm ilebulunmuş ve fethi Mekkede Beni Hars bin El-hazrecin bayraklarını hâmil olmuştur. Otuz iki tarihinde, altmış dört yaşlarında dârı bekaya irtihal buyurmuş ve namazını Hazreti Osman kılmıştır.


(10)Yâni, hem rıdâsı, hem izârı yeşildi.


(11) Minare olmadığından, Hazreti Bilâl, mescidi şerifi nebevî civarında bulunan evlerin, en yükseği olmak üzere, Benî Neccardan, bir kadının evi üzerine çıkıp,ezân okurdu. Badehû, mescidi şerifin dışında kendisi için bir yer bina edildi. Mescitlerde, en evvel minare ihdas eden: Ashaptan Süleme bin Halef hazretleridir. Bu minare, Muaviye zamanında, Mısır'da bina olunmuştur. Çift ezan ihdas eden, Beni Ümmiyedir. Ezandan sonra, minarede Nebiy aleyhis-selâm efendimiz, salâvat okunması, yedi yüz doksan bir tarihinde, Mısır'da tezyit edilmiştir. Bid'atı hasenedir.


(12) Diğer rivayette varit olduğu üzere, Hazreti Ömer, evvelâ: Ben bu elfâzınrüyasını gördüm, diye vakıayı nakletmiş olup da, huzurda bulunan, Abdullah bin Zeydhazretlerinin rüyasını, efendimiz hazretlerinden işitmiş olmaları iktiza eder.


(13) Bunu, şu rivayet teyit eder ki, Hazreti Ömer ezan rüyasını görüp söylemeküzere geldiğinde, vahy, bu bapta kendisini sebketmiş buldu. Bahri Râikte, denmiştirki, ezanın ilk sebebi, Leylei isrâda, Hazreti imamül-mürselînin «aleyhi ve aleyhimüs-salâtü ves-selâm» Melâikeye ve ervahı enbiyaya, imameten namaz kıldırdıklarında, Hazreti Cibrîl aleyhis-selâmın, ezân okuması ve ikamet etmesidir. Abdullahbin Zeyd hazretlerinin rüyası, bundan sonradır.


(14)Hazreti Âdem aleyhis-selâmın, hubutu zamanında, arzda gördüğü vahşetüzerine, Hazreti Cibril aleyhis-selâmın, ezân okuduğu hakkındaki rivayet bu hususiyette münafi olmaz. Çünkü, maksut namazın hususiyyetidir.


(15) «Namaz başlamıştır, namaz başlamıştır» demek olmakla, imam bu esnadanamaza başlar, cemaat dahi ona İktida eder.


(16) Bundan ilk tekbirler müstesnadır ki, onun sektesi, iki tekbirden sonra olur.Yâni dört, ikiye ayrılır.


(17) Haydi namaza, haydi namaza demektir. Muhaşşi der ki, namaza çağrı olduğuiçin, asıl ezan budur. Cüzün ismiyle kulle tesmiye kabilinden, bütününe ezan denilmiştir. Çünkü, maksut olan vaktin girdiğini ilâm, bununla hâsıldır.


(18) Haydi felâha, haydi felâha demektir. Muhaşşi merhum, Müslim şarihi Nevevîden naklen diyor ki, kelâmı Arapta hayrı, felâh lâfzından daha Câmi bir kelime yoktur. Nasihat lâfzı dahi, ona yaklaşır.


(19) Uyku dahi, tâatın tahsiline ve masiyetin terkine vesile oldukta ibadet olacağından, hayırlı olmakta, namaza arkadaş olmuştur. Uyku dünya rahatını ve namaz, ukba rahatını, bâdî olup, ukba rahatı, dünya rahatından efdâl bulunduğu için, hayriyyet ve efdaliyyet, namazda kalmıştır. Sabah namazının kazası için okunacak ezanda, bu ziyadeyi etmeli midir? Burası tereddütlüdür.


(20) Okuyan, sesini yükseltmek için, kendisini zorlamaz. Zira, bu sebeple zarargörebilir.


(21) İkameti alan, imam değilse, başladığı yerde tamamlar. Eğer imam ise, yâni,ikamet aldıktan sonra imamlık edecekse, muhayyerdir. Diler başladığı yerde, dilerimamet mevziinde hitama erdirir.


(22) İstikbali terkederse, maksadın husulüne mebni, caiz, fakat tenzîhen mekruhtur.


(23) Sefer yolculuktur. Şehir ve köy dışında, râkiben nafile caiz olunca, ezanevleviyyetle câiz olur.


(24)Muhaşşi terki istikbalin tenzîhen mekrûh olduğunu söyledi. Müellif der ki,ezânı hâli hazarda binekli okumak da mekrûhtur.


(25)Bunu, kendi kendine bulunarak ezan okuyan kimse dahi yapar ki, ezanınsünneti budur. Velev ki, doğan çocuğa isim koymak için, yahut korku üzerine, ezanokumuş bulunsun.


(26) Çünkü, ezan, hutbe gibi zikri muazzamdır. Kelâm ise, tâzimi ihlâl ve nazmı mesnûnu tağyir eder. Çok söz ise, ezanın iadesini mucip olur. Bir, iki söz azdır.


(27) Ezan okumakta olan kimse, kendine verilen selâmı ne derhal, ne de sonradan ve ne de kalben, almaz. Kur'an okuyan, namazda bulunan, hutbe kıraet edendahi böyledir. Ders vermekte olan kimseye dahi, selâm almak lâzım değildir.


(28) Kitabı mevakipte mezkûrdur ki, ezan ve ikamette yedi şey şarttır:


1 — İslâm olmak.


2 — Mümeyyiz bulunmak.


3 — Ezan ve ikamet kelimelerinin tertibidir.


4 — Kelimeleri, ard arda sıralamaktır. Aralarındaki sükûtu uzatmamak lâzımdır.


5 — Vaktin girmiş olmasıdır. Bundan sabah namazının ezanı müstesnadır.


6 — Cemaat için olunca, ezan ve ikameti aşikâr kılmaktadır.


7 — Onlardan hiç birinin kelimelerini, onlardan birazını ityan edenin kelimatına bina etmemektir.


(29) Sarhoş, sözünde ve yürüyüşünde istikamet olmayandır.


(30) Fâsık, irtikâbı kebîre ile, emri şeriatten hariç olandır.


(31) Kadının sesi fitnedir. Cehri kıraet etmesiyle namazı fâsit olmaz. Hünsayrmüşkil dahi kadın gibidir.


(32)Oturana, binene, yan yatana da şâmildir. Sefer zaruretinde, birincimüstesnadır. Oturanın, kendi için olan ezanında, kerahet yoktur. Kıyamsız ikamet,mutlaka mekruhtur.


(33)Kuhistânide, esah olmak üzere mezkûr olan kavide, Cünübün, kadının, mecnunun, sarhoşun, sabinin, fâcirin, rakibin, oturanın, yürümekte olanın, kıbleden dönük bulunanın, ezanlarının iadesi müstehap ve diğer bir kavide vâciptir.


(34) Emir böyledir. Hem de ezan ile maksut, nâsa vaktin girdiğini bildirmektir. Tâ ki, nâs taharetle namaza hazırlanarak camiye gelsinler. Vasletmekte bu maksat imkânsız olur. Sünnetler camilerde kılındığı için, şimdi bu aralama, ziyadesiyle, yerine gelmektedir.


(35) Bunlar birbirine yakın hallerdir. Ve imam Ebû Hanîfe hazretlerinden rivayettir. İndel-imameyn, iki hutbe arasında olduğu gibi, yere yerleşmek ve uzuv mafsalında müstakar olmak miktarı, bir celse-i hafîfe ile ara verilir' İhtilâf, cevazda değil, efdâliyettedir.


(36) Onu da müezzin yapar. Çünkü, ilimde ve mertebede kendinin fevkinde bulunana: namaz vakti geldi, demek müezzinden başka kimseye lâyık olmaz, ziranefsini tafdil çıkar.


(37) Müteehhirin, bunu müstahsen görmüşlerdir. Vakti saadette ve sahabe zamanında, sabah ezanındaki ziyadeden başka, tesvîp, yâni ikinci davet yok idi.


(38) Yeni doğan yavrunun, kaygulunun, saralının, öfkelinin ve titiz huylu insan vehayvanın kulağına, ve yangına karşı ve yolcu arkasından ve arzı hâlide yolunu şaşıran kimse, ezan okumak menduptur.


(39) Kadınlar ve çıplakların cemaatinden, ve kezâ şehirde gerek özürlü ve gereközürsüz cuma namazını fevt edenlerin cuma gününde öğle namazı için bir arayagelenlerin cemaatinden ihtirazdır. Bu kayıt, son cemaatlerden dahi ihtiraz olabilir.


(40) Hadîs-i Hazreti Selmâna mebnidir ki, bir kimse bir arzda bulunup ta, namaz vakti olursa, abdest alsın ve su bulamazsa teyemmüm etsin, eğer yalnız ikametalırsa, kendisiyle beraber, iki melek namaz kılar ve eğer, hem ezan okur ve hemikamet alırsa, kendisiyle beraber cünüdü ilâhiyyeden, iki ucu görünmez, cemaat namaz kılar, buyurulmuş olduğunu, müşârün-ileyh rivayet eylemiştir. Onun hakkındabu efdaliyyet cihetiyle böyledir.


(41) Mevzii sükûtta olan, ezandır, ikamet değildir.


(42) Bundan, kazâ müstesnadır ki, onda terki ikamet mekruhtur.


(43) Bundan evvelki müstehabe kaydinin hâmişine bakınız. Cuma günü, şehiriçinde, özürlü özürsüz, cumayı fevteden münferidin dahi, o gün öğle namazı için,ikamet etmesi, Muhaşşinin ifadesine göre mekrûhtur. Gerek cumadan önce ve gereksonra, kılınmış olsun. Köy ahalisine cuma namazı lâzım olmadığından, onlara, öğlede cemaat olmak dahi mekrûh olmaz. Onun için, mesele şehir ile takyit olunmuştur.


(44) Çünkü, ezan ve ikamet namazın sünnetlerindendir. Sünneni vakitten değildir. Aleyhis-salâtü ves-selâm efendimiz hazretleri, Mekke yolunda bir gece, leylinahirinde, nevm ve istirahat için olan nüzullerinde, geçirmiş oldukları sabah namazını, irtifaı şemsten sonra, cemaati ashap ile birlikte kazâ ederlerken, Hazreti Bilâleezan ve ikameti, emir buyurmuşlardır. O gece Hazreti Bilâli ikaza memur etmişlerdi. Bu baptaki hadîsin, sebebi vürudü olmak hikmetine mebni, Hazreti Bilâl dahiteheccütten sonra diğer sahabeler gibi güneş doğuncaya değin uyuya kaldı. Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn, Muhaşşi der ki, ifadenin itlâki, kazânın mescidde ve evdeolmasına şâmildir. Lâkin izharı tekâsülü bâdî olmamak için, kazâ mescitte olmamalıdır. Meğer ki, ahzap vak'ası gibi, umumî bir işe mebni ola. O halde, mescitte dahiolur. Mescitte olmaz ise, ezanın dahi ihfası, evlâ olur.


(45)Yevmi ahzapta ki, Hendek vak'asıdır, öğle ve ikindi ve akşam ve yatsı namazlarından meşgul kalmalariyla, o namazları, alet-tertip cemaatle kazâ ettiler. Veher birinde Hazreti Bilâle, hem ezan, hem ikamet okuttular.


(46) Uzaklığa ve yahut sağırlığa mebni, işitmeyene, ezan olduğunu bilse dahi,icabet meşru olmaz. Mesnun kaydından anlaşılan, sünnet vech üzerine okunmayanezana icabet dahi, mendup olmaz, olduğudur.


(47) Mescitte dahi bulunsa efdâl olan budur. Fevaitte: (mescitte olan . icabetifiiliyyede bulunmuş demek olmakla - tilâvetine devam eder. Evinde olduğu zamandahi, eğer mahallesi mescidinin değil ise, yine öyledir) diye mezkûrdur. Ezanlarteaddüt ettikte, yalnız ilkine icabet eder.


(48) Çünkü, onun söyleyeceği senadır, hakikaten ezan değildir.


(49)Bunlardan, icabeti fiiliye sâkıt olmakla, ona tebean icabeti kavliye dahisâkıt olur.


(50) Söylemekte müezzini geçmeyip, her cümlede onu takip eder. Bizim halkımızbu hususta, iki veçhile galat ederler ki, icabeti kavliyeyi, cuma ezanında, ezanınson cümlesine kasr-ederler, hem de onu müezzinden evvel söylerler, sükût yerindede cehr ederler.


(51) Berirte, sadakteye, atfı tefsirdir, ve sadakte mânâsındadır.


(52) Zikri cüz, iradei küldür. Matlûba isâl eden her şey, vesiledir. Allaha vesileolanın, hakikati: İlim, ibadet, mekârimi şeriatin taharrisi ile; tariki hakka riâyettir.Hâsılı: Memûrâtı işlemek ve menhiyyâttan çekinmektir. Bu duadaki vesile: cennettebir âlî makamdır.


(53) İkinciye «AlIahümme mettî'ni bis-sem'i vel-basari» duası dahi ilâve olunur. Yahut, «Raditü billahi rabben ve bil-islâmî dinen ve bî Muhammedîn sallallahuteâlâ aleyhi ve selleme nebiyyen» denilebilir.


(54) İkametin arası, gusül etmek gibi bir şeyle uzar, yahut araya yeme içmegibi, şey girerse ikamet iade olunmak gerektir. Tilâvet secdesinde kelâmı kesir, yahut amel-i kesir dahi öyledir.