Başörtüsü Kavgası

Peygamberimiz:


Cihad (mücadele) kıyamete kadar devam edecektir, buyuruyorlar.


Bu mücadele her hususta olduğu gibi örtünme ve hususiyle başörtüsü konusunda da devam etmektedir. Resülüllah Efendimiz (s.a.v.) zamanında, müslüman kadınların örtüleriyle alay eden ve ona tahammül edemeyen insanlar Yahudilerdi. O günden bu güne, günümüze kadar bu uğraşma devam etti, durdu. Zamanımızda da, her zaman olduğu gibi müslüman kadınlar sadece örtünürler, o kadar. Taarruz daima karşı taraf­tan yani örtü ve başörtüsünü içlerine sindiremeyenlerden gelir. Halbuki müslüman hanımlar kendileri örtünmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Olsun ... Şer güçler, uğraşmadan duramazlar, nitekim duramıyorlar.


1985 Kasım ayında Ankara'da, Şapka Kanunu'nun 60. yıldönümü münasebetiyle bir sempozyum düzenlenmektedir.


İlim adamları tebliğler sunuyorlar. Bu arada iki emekli ba­yan felsefe öğretmeni, saygısızca ayağa kalkıp "Siz burada çarşaf ilk kez nerede giyildi diye tartışa durun, Türk kadını çarşafa yeniden sokulmak isteniyor." diye bağırıyorlar. Gözler dinleyiciler içersindeki iki başörtülü üniversite talebesinde. İki emekli öğretmenin diretmesiyle kızlar az sonra dışarı çıkarılıyorlar. "Biz kimseyi rahatsız etmiyoruz, sadece dinliyo­ruz" demeleri fayda vermiyor ..


Cumhuriyet tarihimizin özeti ve başörtüsü tartışmasının seviyesi işte budur.


Çok daha evvelden 1920'lerden sonra artık bu milletin evladı, örtü ile cahillik arasında bir tercih yapmak durumunda kala­caktı. Yani ya örtüsünü atacak veya cahil kalacaktı. Kapalı olana tahsil yolu da kapanıyordu.


O zamanın nesilleri ancak İlkokul mezunu olabildiler. Daha sonrası için iki şeyden ancak birisini seçebiliyorlardı. Ya okul, ya başörtüsü. Başörtüsünü tercih edenler cahil kaldı.


Bu acı durum 1970'lere kadar böyle devam etti.


Bu arada acaip uygulamalar da olmadı değil. 16 Ağustos 1961 tarihli bir gazete haberinde şöyle deniliyordu:


"Vali ve Belediye Başkanı Refik Tulga, sırtlarında çocukları olan beş çarşaflı kadını makamının pence­resinden görüp Belediye Sarayı önünde çevirtti. Zabıtalar kadınları çevirip kendilerine ceza ke­silmiştir."


Bundan sonra da "Çarşafla Savaş Haftası" ilan edildi.


1968 Ocak ayı. Ankara İlahiyat Fakültesi'nde Prof.Dr. Neşet Çağatay başörtüsünü çıkarmayan Hatice Babacan isimli kız öğrenciyi sınıftan atıyordu. Bu arada binbir hakaretle başını açmasını istediler.


Öğretim üyelerinin iştirakiyle toplanan fakülte kurulu 2 Şubat 1968'de okula başörtülü girilebileceğine karar verdi. Buna rağmen Hatice Babacan okuldan atıldı. Danıştay 12. dairesi de Babacan'ın müracaatına "hayır" diyordu.


70'li yıllarda lise ve üniversitelerde başörtülü kızlar artmaya başladı.


80'li yıllara geldik. 12 Eylül ihtilali olmuş, sıkıyönetim var. 6 Kasım 1980 tarihli bir kararla "Kız öğrencilerin başı açık ol­ması." icabı bildiriliyordu. Yer: Erzurum Atatürk Üniversitesi.


7 Aralık 1981 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan yönetmelik, ilkokuldan, üniversiteye kadar her kademeye başörtüsü yasağı getiriyordu. İmzalar: Devlet Başkanı Kenan Evren, Başbakan Bülent Ulusu, Başbakan Yardımcıları Zeyyat Baykara ve Turgut Özal.           


Başörtüsü düşmanlarına gün doğmuştu. Hem okuma­ yazma seferberliği vardı, hem de başörtülüye okuma-yazma yasağı uygulanıyor, "Başörtüsü" cahillikten daha tehlikeli gö­rünüyordu.


Hoca oğlu olan Sayın Evren dünya şeyhulislamı gibi konuşuyordu. Bilmediği hiçbir dini mesele yoktu. Herhalde ba­bası dünyada en birinci alimdi de, vefatında bütün ilmini ona bırakıp gitmişti: 20 Haziran 1981'de örtünmek için "dinimizin verdiği taassuptan" derken sonraları bunun dini bir vecibe ol­madığını söylüyordu. 1981 Ekim'inde Urfa'da, örtünmenin "Peygamberimizce o devirlerde kuaför olmadığından emre­dildiğini" açıklıyordu.


Çarşaf giyilmesini ve peçeyi "Bursa kadınlarının gü­zelliğinden dolayı" diye izah ediyordu.


Hedef önceleri okullar iken, emir daha da genişletilip 1982 sonlarında "Kamu Kurum ve Kuruluşları"da başörtüsüzlük nimetine(!) kavuşuyorlardı. Bu yönetmelikte de üç imza bulu­nuyordu. K. Evren, B. Ulusu, Z. Baykara.


20 Aralık 1982 de gönderilen YÖK yazısına göre Ocak 1983'den itibaren kurum içersinde baş kapalı olmayacaktı. Diretenler içeri alınmıyor ve okuldan uzaklaştırma cezalarıyla şerefleniyorlardı(!).


YÖK'ün bu yazısında sakal yasağı da vardı. Ama sol basının tenkidiyle ortadan kalkıverdi. Çünkü sakallı olanlar sadece inananlar değildi ki.


13 Ağustos 1983. Sayın Evren Kastamonu'da konuşuyor, kıyafet kanununun tatbikini istiyordu. Oysa böyle bir kanun yoktu. Yok olduğuna dair, demek ki bir ilim kendisine intikal etmemişti. 25 Ağustos'da Van'da da "müslümanlığın örtünmekle değil de kaidelerini yerine getirmekle" olacağını izah bu­yuruyorlardı. Pek tabii ki kimse çıkıp da "madem o kaidelere uyulmakla müslüman olunur, sizde o kaideler var mı?" demi­yordu, diyemiyordu.


1984 Mayıs'ında YÖK, kızların türbanla okula girebilecekleri kararını lütfediyordu.


Ama haksızlık devam ediyordu. İÜ İstanbul Tıp Fakültesi dekanı birinci olarak mezun olan Rabiye Yılmaz'a Eylül 1984'de merasimde söz hakkı vermiyordu. Suç: Başörtülü olmak.


TBMM İdare Amiri HP Afyon Milletvekili Şükrü Yüzbaşıoğlu: Kıyafet kanunu ortada iken meclise türbanla gi­rilmesini tasvip etmiyorum, diyor, böyle bir yasağın olmadığını bilmemek gibi bir cehalet örneği sergiliyordu.


1984 Ekim'inde tartışma alevlendi. YÖK Başkanı Prof.Dr.


İhsan Doğramacı Mevhibe İnönü'yü misal gösteriyor, kızlarımız onun gibi türban taksınlar diyordu.


Şahısların ölçü olduğu bir demokrasi örneği yaşanıyordu.


7 Kasım 1985 tarihli Danıştay 8. Daire kararıyla, başörtüsüyle okula girilemezdi.


Bu bitmek tükenmek bilmeyen kavga, hala sürüp gitmekte­dir. Başörtüsü yasağı ne yazık ki, memleketimizin gerçekleri arasındadır.


T.C. tarihi boyunca başörtülülere birçok kapılar ka­patılmıştır. Hasta olanlar hastanelere bile alınmamışlardır.


Halbuki hukuken bir başörtüsü yasağı yoktur. Böyle bir ya­sakta diretmek, kanunlara da, insanlığa da aykırıdır. Hukuku' hiçe sayarak vatandaşa işkence yapanlara söylenecek bir şey kalmamaktadır. Hukuk insanlar içindir; o da çiğnenirse, geriye kalan bir şey yoktur. Kadınları, örtülü-örtüsüz diye ayırmak bizzat milleti kamplara ayırmak olur. Bu vebali yüklenenleri hiçbir zaman ne tarih ve ne de vicdanlar affetmeyecektir.


.


.





Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri


Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.


Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !