1- Uluvvü İsnad

Usûl bahsinde daha teferruatla belirteceğimiz üzere, bir rivâyetin ilk kaynağa yakınlığına ulüvv (yücelik) denmiştir. Sened uzadıkça ilk kaynağa olan uzaklık artar. Araya giren her şahıs, rivâyetinde, bir hata yapabilme durumundadır. Böyle olunca kısa senedlerde hata ihtimali az olduğu için daha kıymetlidir.

Öyle ise rivâyetlerin mümkün mertebe hatadan uzak olabilmesi için, senedlerinin âlî yani kısa olması gerekir. Bu sebeple, Ahmed İbnu Hanbel, "Âli sened aramak dindendir" demiştir. Bütün hadîsçiler tarafından benimsenen bu kaide pratikte "seyahat"i getirmiştir. Zira bir başka diyarda yaşayan bir zât´ın, değişik, farklı bir rivâyetini işiten muhaddis, asıl zât hayatta olduğu müddetçe, kendisine gelen rivayet için getirene itimad etmiyerek, kalkıp gidip bizzat görüşmeden rahat edemez: Hadîsi getiren zât, dinlediğini aynen zabtedebildi mi?, ya eksik bıraktı veya ilâvede bulundu ise!

Ahmed İbnu Hanbel´e sorarlar: "Kişi senedi kısaltmak için seyahate çıkmalı mı?"

- Evet, der, Vallahi mutlaka çıkmalı. Nitekim, Alkame ve Esved´e Hz. Ömer (radıyallahu anh)´dan bir hadîs ulaşınca, bunlar duyduklarıyla yetinmezler. Hz. Ömer´e kadar (Medîne´ye) giderler ve hadîsi bizzat kendisinden dinlerlerdi.

Tâbiîn´in büyüklerinden Hüşeym: "Ben Kufe´de iken Basra´da bir hadîs rivayet edildiğini işitsem, kalkıp hemen Basra´ya giderdim. Basra´da iken Kufe´de bir hadîs rivâyet edildiğini işitsem hemen kalkıp oraya gider, hadîsi kaynağından dinlerdim" der. Kufe ile Basra arasında 350 km.lik mesafe bulunduğunu hatırlatmak gerekir.

Horasan´ın meşhur muhaddisi Abdullah İbnu Mubarek, tek bir hadîsi Hasan-ı Basrî´den sormak için Merv´den kalkıp Basra´ya gelmiştir. Hadîs şudur: "Bin kişinin sevgisi tek kişinin düşmanlığına satın alınmaz."

Ebân İbnu Ebî Ayyâş´a uğrayan Ebu Ma´şer el-Kûfî de: "Kufe´den Basra´ya senin rivayet ettiğini duyduğum bir tek hadîs için geldim" der.

Tâbiîn´in bir diğer büyüğü İbnu´d-Deylemî şunu anlatır: "Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anh)´dan bana bir hadîs ulaştı. Bu hadîsi bizzat kendisinden sormak için bineğime atlayıp Taif´e gittim. (İbnu´d-Deylemi bu sırada Filistin´dedir, Kudüs´te). Evini bulup vardım. Bu esnâda kendine ait bir bahçede idi, yanında birisi vardı, elele tutuşmuşlardı. Bu kimseyi Şam´da duymuştuk, ayyaşlardan biri olduğu söyleniyordu. Ben Abdullah (radıyallahu anh)´a yaklaşınca: "Ey Ebu Muhammed, Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şarap içenler hakkında bir şeyler söylediğini işittin mi?" dedim. Ben bunu der demez öbür adam elini Abdullah (radıyallahu anh) ´ın elinden çekti ve ayrılıp gitti. Abdullah bana: Evet Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim: "Kim şarap içerse, kırk sabah onun namazı kabul edilmez" dedi.

- Pekâla dedim, senden bana ulaşan bir hadîs var, orada diyorsun ki: "Beytu´l-Makdis (Mescid-i Aksa)´da kılınan bir namaz, (başka yerde kılınan) bin namaz gibidir. Artık kalem de kurumuştur (Allah´ın bu hükmü değişmez)". Abdullah şu cevabı verdi:

- Ey Rabbim, şâhid ol, ben benden işittiklerinin aynı olmazsa benden rivayette bulunmalarını helâl etmiyorum."

Hz. Abdullah (radıyallahu anh) bunu üç kere tekrarladı. Sonra dedi ki:

"Ben (söylediğin şekilde değil) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan şu şekilde işittim: "Süleyman İbnu Dâvud (aleyhimu´s-selam) Cenâb-ı Hakk´tan üç şey istedi: 1- Kendisinden sonra hiç kimseye nasib olmayacak bir mülk ve saltanat, Cenâb-ı Hakk bunu verdi. 2- Allah´ın adâletine uygun düşecek, âdil hükümde bulunma gücü istedi. Cenâb-ı Hakk onu da verdi. 3- Yine taleb etti ki, bu Beyt´e (Mescid-i Aksâ´ya) ihlasla yâni sâdece namaz kılmak için gelen mağfirete mazhar olsun."

Tabiîn´den Ebu Osman en-Nehdî´nin benzer bir vak´ası şöyle: Kendisi anlatıyor:

"Bana, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)´nin anlatmış bulunduğu şu hadîs ulaştı: "Allah, mü´min kulunun tek bir hayırlı ameli sebebiyle bin kere bin (yâni bir milyon) sevap yazar." O yıl hacca gittim. Ancak, hacc sırf bu hadîsi sormak için yapmıştım. (Medine´ye varınca) doğru Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)´ye uğradım. Kendisine:

- Ey Ebu Hüreyre, bana sizin bir rivâyetiniz ulaştı. Bunun üzerine, sırf sizinle görüşmek için hacca karar verdim" dedim.

- Hangi hadîs? dedi. Ben:

- Allah mü´min kulunun tek bir hayırlı ameli sebebiyle bir milyon sevap yazar" diye açıklayınca, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh):

- Ben bu şekilde söylemedim. Kendisine rivâyet ettiğim kimse tam ezberlememiş" dedi. Ben hadîsin tamâmen batıl olduğuna hükmetmiştim. Ancak Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) sözlerine devam etti:

- Ben şöyle söylemiştim: "Allah, mü´min kuluna bir tek hayırlı amel sebebiyle iki milyon sevap verir". Sonra Ebu Hüreyre hazretleri bana dönerek: "Kur´ân´da da böyle değil mi?" dedi. Ben:

- Nasıl? dedim. Şöyle açıkladı:

- Çünkü Cenâb-ı Hakk: "Allah´a kat kat karşılığını artıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur?" (Bakara: 2/245) buyuruyor. Allah nezdinde "kat kat" olan çokluk iki milyondan çoktur".

Görüldüğü gibi hadîsi rivayet eden asıl kaynakla temas maksadıyla yani senette ulviyet (kısalık) gayesiyle yapılan seyâhatler gerçekten verimli olmuş, fiili neticeler alınmıştır. [134]