Kalpte Şüphe Olmamalı

Tefsîr-i Kebîr´in müellifi büyük âlim Fahreddîn-i Râzî (rh.) ile, mâneviyat büyüklerinden Necmüddîn-i Kübrâ (k.s.) hazretleri muâsırdır. Her ikise de 13. asrın ortalarında Doğu´da yetişen güzîde âlimlerimizdendir.

Fahreddîn-i Râzî (rh.), Herat ve civarında bozuk inançlar yaymakla meşgul olan Kerrâmiye gibi cereyanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar´ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Bu itibarla, Ehl-i Sünnet dışı bozuk itikat ve amelde bulunup insanları iğfâl etmeye uğraşanlar, ondan uzak kalmaya gayret ediyorlardı. Nitekim Fahreddîn-i Râzî hazretleri, etrafında üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat´a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi?

Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî hazretlerini bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti.

Fahreddîn-i Râzî hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta,

- "Niçin bizi ziyârete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât:

- "Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun.

Bu cevap Fahreddîn-i Râzî hazretlerini düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı:

- "Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı.

- "Sen, ´Müslümanlar´ın benim ziyâretime gelmeleri vâciptir´ diyormuşsun. Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun?

- "Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar.

- "Öyle ise anlat bakalım... İlmin hedefi Allâh´ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ´yı?

- "Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ´yı...

- "Peki öyleyse, söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü zû´l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?

Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri,

- "Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma.

Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir: ´Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir.´

Fahreddîn-i Râzî hazretleri hemen diz çöküp rica eder:

- "Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize...

* * *

İşte zâhirî ilimle bâtınî ilmin farkı... İşte zâhirî ilim ehli ile, zû´l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri... Keza, aralarındaki diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi... Ve, biribirlerine karşı olan nezâket ve saygıları...

Zamanımız ´tartışmacıları´na örnek olması dileğiyle...