Hediye Edilen Hırka

Yine Efendimiz buyururlar ki: ´Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir.´ (ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar)

Eshab-ı kiram sorar:

- Ya Resullallah kimdir bu nasipli?

- Allahın kullarından biri.

- Peki adı nedir?

- Üveys!

- Ya memleketi?

- Karen!

- O sizi gördü mü?

Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser, ´Baş gözü ile hayır!´ derler. Sahabeden ´Hayret!´ diyenler olur, ´Size böylesine aşık olan biri nasıl oluyor da koşmuyor huzurunuza?´ Efendimiz izah eder: - Onun gelmemesi de bana olan bağlılığındandır. İhtiyar bir annesi vardır. İman etmiştir. Ancak gözleri görmez, hareket edemez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, kazandığını annesine harcar´.

Hazret-i Ebubekir sorar:

- Ya Resulallah biz onu görür müyüz?

Efendimiz mübarek kafalarını ´ne yazık ki hayır´ manasında sallar, ´Sen göremezsin´ buyururlar, ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali´ye dönüp müjdeyi verirler: ´Onu, siz göreceksiniz!´ Sonra bir bir vasıflarını tarif ederler ki, bu işaretlerden biri avucunun içindeki gümüşi beyazlıktır.

´Aşık için zaman geçmez´ derler, ama aradan yıllar geçer. Hani o dakikaları asırlaşan yıllar... Efendimiz hayatlarının son soluklarını aldıkları demlerde mübarek hırkalarını çıkarır ve ´Bunu Üveys-i Karni´ye verin!´ buyururlar.

Resullullah´ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) dar-ı bekaya göçmelerinin ardından Hazreti Ömer ve Hazreti Ali yollara düşer, Veysel Karani´nin izini bulurlar. Ahali böylesine şerefli iki kimsenin böylesine köhne bir yeri ziyaretine mânâ veremez. Hele ´Üveys´i arıyoruz!´ cümlesine çok şaşırırlar. ´O divanenin tekidir´ derler, ´İnsanlardan kaçar. Kimseyle konuşmaz, kimseye karışmaz. Ağladıklarımıza güler, güldüklerimize ağlar. Neşe nedir bilmez. Aradığınız sakın başka biri olmasın!´

Hazret-i Ömer dikkatle dinler, ´Bilakis!´ der, ´Aradığımız o olmalı!´

Karenliler iki şanlı sahabenin önüne düşer, onları Arne Vadisi´ne getirirler. Veysel Karani´yi namaz kılarken görürler. Develer akıllı uslu dolanmakta, çobanlarını üzecek hareketlerden sakınmaktadırlar. Namazı biten Üveys misafirlerine döner. ´Hoşgeldiniz!´ der. Hazret-i Ömer önce müsafaha eder, sonra gülümseyerek sorar ´Kimsin sen?´

- Abdullah! (Allah´ın kulu)

- Evet hepimiz Abdullah´ız, ama seni ne diye tanırlar?

- Üveys derler.

- Sağ elini açar mısın?

Açar. Efendimiz´in belirttiği işaret ayan beyan ortadadır. Büyük sahabe ´Ben Hattapoğlu Ömer´im´ der, ´Arkadaşım Ali bin Ebu Talip!´

Vadiyi kısa ama mânâlı bir sessizlik kaplar. Sükutu yine Hazreti Ömer bozar: - Efendimiz sana selâm ettiler ve mübarek hırkalarını gönderip buyurdular ki ´Alıp giysin, ümmetime dua etsin!´

Ben Günahkar Biriyim

Veysel Karani ağlamaklıdır. Şaşkınlıktan titreyen bir sesle ´Ya Ömer´ der, ´Ben aciz ve günahkar bir kulum. Sizin aradığınız başka Üveys olmasın?´

Hazret-i Ömer ´Hayır sensin!´ buyurur. ´Zira Efendimiz çizgi çizgi eşkalini verdi ve sen tamı tamına uyuyorsun buna.´

O büyük mücahide, o koca Ömer´e itiraz ne mümkün. Hele müjdenin böylesini getiriyorsa.

Üveys-i Karani mübârek hırkayı hasretle koklar, (ki ziyaret edenler iyi bilirler, Efendimizin gül teniyle ıtırlanan Hırka-i Şerif aradan geçen asırlara rağmen tarif edilemeyecek kadar güzel kokar) sonra yüzüne gözüne sürerek bir kuytuya çekilir. Mübarek alnını toprağa koyar ve ağlayarak yalvarır. ´Ya Rabbi !´ der ´Bu ne nimettir. Yüzü suyu hurmetine kâinatı yarattığın Server benim gibi bir acizi hatırlıyor ve mübarek hırkalarını Ömer ve Ali gibi iki güzide sultanla bu günahkâra yolluyor. Senden bir tek dileğim var: Ümmet-i Muhammedi affeyle. N´olur. Bu hırkanın hakkı için!´

Gaibden bir ses gelir. ´Şu kadarını sana bağışladım. Haydi giy hırkayı!´

- Hepsini ya Rabbi! Hepsini.

- Şunları, şunları, şunları da bağışladım.

- Diğerlerinin hali n´olacak Ya Rabbi? N´olur, hırkanın ve hırkanın sahibinin hatırına...

Hışşt Baksana Gidiyorlar

Tam bu sırada Karenlinin biri gelir ve o muhteşem huzuru bozar. ´Misafirlerin dönmeye niyetliler´ diye ikaz eder güya, ´Onlara diyeceğin bir şey yok mu?´

Veysel Karani ´Ahh!´ der, ´Ahh bu hali bozmayacaktın işte. İnanın az kalmıştı. Bütün ümmeti Muhammed affedilmedikçe giymeyecektim hırkayı.´

Aradan günler geçer. Karenliler şaşkın, hatta pişmandırlar. Öyle ya, elinin altında Üveys gibi bir cevher olsun da, sen onun kıymetini bilme. Ama bu kez mübareği hurmet ve ilgiyle bunaltırlar. Huzurunda el pençe divan durur, ısrarla nasihat isterler. Hele bazıları aşikare keramet bekler. Veysel Karani gibi mütevazı biri, ilginin böylesinden sıkılır. İşte tam o günlerde biricik annesi vefat eder ve onu Karen´e bağlayan hiçbir şey kalmaz. İşte şimdi yollara düşebilir.

Mübâreğin ilk hedefi elbette Haremeyndir. Önce hacceder, sonra Medine´ye gider. Ancak o münevver şehrin hüzünlü yüzünü görür ve Resullulah´ın yaşamadığı Peygamber beldesinde duramaz. Çeker çarığını, yürür uzaklara. Bir ara Basra´da eyleşir, bir ara Kufe´ye yerleşir. Yine eskisi gibi deve güder. Aç kalır, açıkta kalır. Horlanır, aşağılanır. Garip bu ya milletin gücü hep ona yeter. Hatta ufacık veledler bile sataşır, taş yağdırırlar. Büyük veli, çığlık çığlığa saldıran afacanlara gülümser ´N´olur ayaklarımı kanatacak kadar büyükleri atmayın´ der, ´Abdestim bozulmasın e mi?´ Zira o güne kadar bir kez olsun abdestsiz basmamıştır zemine.

Asırlık Gelenek

Ve asırlık gelenek yaşar. Hırka-i şerif, gözü yaşlı aşıkların ziyaretgahı olur. Medine´ye, Mescid-i Nebi´ye ulaşamayanlar hasretlerini burada dindirmeye çalışırlar. Cami çalışanları şirin mescidi güllerle bezerler, ki tasavvufta gül O´na işarettir. Efendimiz´e!

Hele Ramazan günleri civar coğrafya Hırka-i Şerif´e akar. Müminler kar demez, kış demez ziyarete koşarlar. Anadolu´nun dört bir yanından gelen aşıklar yaşlı gözlerle yüce Serverin kutlu mirasına bakarlar.

Allahü Teâlâ bizleri yalan dünyayı Veysel Karani gibi görenlerden ve Resulü Ekrem´in (Sallallahü aleyhi ve sellem) şefaatine erenlerden eylesin!