İMAM AHMED´İN İLMİ VARLIĞI

79- Ulemânın Onun hakkında Şehâdetleri:

İmam Ahmed, yıllarca ilim peşinde koştuktan sonra ilmi her tarafta duyuldu. İlmiyle meşhur oldu. İnsanlar her tarafta onun ilmini konuşur oldu, o sağ iken ilmiyle nam kazandı. Hadis bilgisi, o henüz ilim tahsil eden bir genç iken , üstadlarından ders alan bir talebe iken daha her tarafa yayıldı. Hattâ o genç iken, Ahmed b. Said Râzî onun için şöyle demiştir: «Başının saçı henüz simsiyah iken, Hz.Peygamberin Hadislerini bu kadar çok ezberlemiş ve fıkhı bu kadar iyi bilen, Ahmed b. Hanbel´den başka bir kimse görmedim.» Üstadı İmam Şafiî de ona şöyle demiş: «Sahih haberleri sen bizden daha iyi biliyorsun..Eğer bir sahih haber öğrenirsen, bana onu bildir ki, onu almaya gideyim, Küfe, Mısır, Şam nerede olursa olsun.»

Şafii âlimi Müzeni, İmam Şafiî´nin şöyle dediğini söyler:

«Üç şey var ki, bunlar zamanın acaibi, hayret edecek şeyler: Arap, fakat bir kelime bile konuşamıyor. Ebu Sevr, Arap değil, fakat bir kelimede bile hata yapmıyor: Hasan Za´ferâni, yaşı küçük, fakat birşey söyledimi, onu büyükler tasdik ediyor: O da Ahmed b. Han-bel.» Yine Şafiî´nin talebesi Harmele b. Yahya ondan naklediyor: «Bağdad´dan çıktığım zaman orada Ahmed b. Hanbel´den daha zâhid, daha muttaki, fıkhı en çok bilir bir kimse bırakmadım.» İmam Şafiî onu, rivayet ve fıkıh ilmini bilen en akıllı kimse olarak nitelemiştir. Talebesi Muhammed b. Sabah´ın rivayetine göre şöyle demiştir: «Ahmed b. Hanbel´den ve Süleyman b. Avud Hâşim´den daha akıllı bir kimse görmedim.»

İşte büyük âlim Şafiî´nin genç Ahmed hakkında söyledikleri, hiç şüphe yok ki, o yaşı ilerledikçe ve kendisi bir gün bile Hadis ve fıkıh talebinden ayrılmadıkça, hem ilmi ve hem aklı büyüdü ve gelişti; adı, sanı her tarafta duyuldu. Özellikle Kur´ân mahlûk mu dâvasında onca meşakkatlere, işkencelere katlanarak bu ezadan, Allah´ın hiçbir kuluna şikâyet etmeksizin ve inlemeksizin, en güzel surette sabretmesi, onu çok büyütmüş, evliya derecesine çıkarmıştır. Çağdaşlarından birinin onun hakkındaki bazı şehâdetlerini nakledelim:

Çağdaşı Ali b. Medîni şöyle der: «Bizim içimizde Ebû Abdullah Ahmed b. Hanbel´den daha çok hadis ezberleyen yoktur. Ebû Abdul­lah´ı 50 yıldan beri tanırım, her gün onun haberi artıyor.»

Onun yakını ve çağdaşı Kasım b. Sellâm da şöyle demiştir: «Şimdi ilim´ dört kişide toplandı: Ahmed b. Hanbel, Ali b. Medîni, Yahya b. Main ve Ebû Bekir b. Şeybe. İçlerinde en fakını da Ahmed . Onun kadar sünneti iyi bilen birini görmedim.»

Arkadaşı ve meslektaşı Yahya b. Maîn onun hakkında şöyle der: «Vallahi biz Ahmed´in dayandığına dayanamayız, onun yoluna takat getiremeyiz.»

Abdurrahman b. Mehdi onun için demiştir ki: «Süfyan Sev-ri´nin Hadislerini en iyi bilen insan budur. Ahmed b. Hanbel´e her baktıkça mutlaka Süfyan Sevri´yi hatırlarım.»[1]

Süfyan Sevrİ esere tabi bir fakın olup zâhid. nezih, afif, faziletli bir zattır. Ahmed b. Hanbel üzerinde tesir edenlerden bahsederken onu ayrıca anacağız. Onu görenler ve ondan ilim alan talebesi arasında, onuri yeri ayrıdır. İmam Ahmed´in fıkhı ve ilmi üzerinde Süfyan´ın tesiri diğerlerinden daha açıktı.

80- Bir Gencin Yetişmesindeki 4 Amil:

Bu nakiller, bu büyük İmam Ahmed hakkında ulemânın söyledikleri medih ve senalardan ancak bir kısmı. O ki, kanaati uğrunda kendini harcadı, kendini ilme verdi, ruhen yükseldi. Hz. Peygamberin (Ona saiat ve selâm olsun) Hadîsi şeriflerini ezberledi, Ashab-ı Kiram´ın fetvalarını belledi, onları rivayet etti, toplayıp tedvin etti, anladı ve anlattı. Fıkıhtaki yolunu onlardan aldı. Onun bütün ilmi bunlara dayanmaktadır.

Biz bahsimizin burasında onun ilimdeki yolunu, Hadis ve fıkıntaki mesleğini beyan etmek istemiyoruz. Çünkü bunu onun Görüşlerini Hadis ilmini ve fıkhını incelerken yapacağız. Burada onun görüş ve ilminin tarihçesini, bunların safhalarını incelerken, bu zengin ilim servetinin nasıl oluştuğunu anlatmak istiyoruz.

Yeni yetişen bir gencin oluşup meydana gelmesinde dört şey ona yön verir: 1- Yaratılıştan veya sonradan kazanılan kabiliyet nitelikleri, 2- Onu yetiştirip yön veren üstâdları ve onunla alâkası olanlar 3- Şahsi hayatı, hususi çalışmaları, araştırmaları, 4- Yaşadığı asır ve içinde bulunduğu çevre.

Şimdi bu âmillerden, her birini açıklamaya çalışalım taki İmam Ahmed´in oluşmasında tesiri olan bu muhtelif sebepler onda nasıl etki yaptı da Sünnet ve Hadis ilminin, eser fıkhının bu güzel meyveleri meydana geldi. Kelâm ilminin daldıkları o görüşlere nasıl vardı da onları ihlasla konuştu, hak olduğuna inandığı düşünce ve incele sonucu elde ettiği o neticeye nasıl ulaştı, bunları anlamaya çalışalım

81- Onun Kabiliyet ve Nitelikleri:

İmam Ahmed de bir takım vasıflar toplandı ki, onu meşhur eden bunlardır, geriye bıraktığı ve dillere destan olacak kadar bol olan onca ilmi ona kazandıran da bunlardır. Bu vasıfların, niteliklerin bir kısmı vüce Allah´ın ona bahşettiği mevhibeler olup onları kulların dilediöine nasib eder, bunlar vehbldir, fıtrîdir. Bir kısmı da sonran kazanılan kabiliyetlerdir ki bunlar terbiye, tecrübe, alıştırma, yön verme yetiştirme ile kazanılır

Şimdi bunları birer birer ele alıp her nevini görelin^ ve jmarn rned´in ilim bakımından oluşmasında bunlardan her birir,jn tesjnne j ret edelim.

82- Onun kuvvetli Bîr Hafızası Vardı:

Bu kabiliyetlerin başında kuvvetli bir hafıza gelmektedir.Fıkıh ve Hadis âlimleri Özellikle bu sahada başta bulunup bu ilmi imamı, olacak­lar için bu çok önemlidir. Çünkü bu ilim hafızaya dayanır jmam Mâlik ve İmam Şafiî bu niteliği taşıyan fukahadan olup bu sahada fıkıh .görüş ve hüküm istinbatı bakımından büyük bir servet bıraktılar.

Esasında hafıza, her ilim ve araştırmanın temelidir. Her ilim adamı­nın hafızasında bir kısınî bilgiler toplanmış olmalı ki, araştırmalarını onların üzerine kuracaklar, öylece yeni buluşlar yapacaklar. Günü­müzdeki psikoloji âlimleri, ruhiyatçılar da, geçmişte olduğu gibi, zekâ unsurlarını idrak edici, befleyici hafızaya dayamaktadırlar. Münasip vaktinde ezberlenmiş olan malûmat, çok işe yarar, hazır cevaplılık bundan doğar.

Yüce Allah, İmam Ahmed´e bu kabiliyeti bol bot bahsetmiştir. Bu hususta haberler o kadar çoktur ki, hepsi birbirini kuvvetlendirir. Bun­lardan biri kendisinden naklolunur, der ki: «Üstâd Vekî´ üe Sevri Hadis­lerini müzakere yapardık. Yatsı namazını kıldıktan sonra mescid´den çıkar, evine giderdi. Ben müzakere ederdim. Çok defa 9 veya 10 Hadis söyler, ben de onları ezberlerdim. Hadis okuyan arkadaşlar bana: «onları bize yazdır,» derler, ben de hepsini imlâ: dikte ederdim, onlar da yazarlardı.»

Onun hafızasının kuvvetli olduğuna çağdaşları şehâdet etmekte­dir. Zamanının en kuvvetli ezberleyeni sayılır. Çağdaşı Ebû Zer´a´ya-Gördüğün üstâdlar ve Hadis âlimleri içinde hafızası en kuvvetli olan kimdir? diye sordular. O da Ahmed b. Hanbel, dedi.

83- O Kuru Bir Ezberci Değildir, Fıkhı da Bilir:

İmam Ahmed, yalnız bir kuru ezberci değildi, naklettiklerini nak­leder, Hadisleri güzelce ezberler, Ashabın fetvalarını, fıkıh bilgisi ve fetva ile meşhur olarak tabiinin fetvalarını bellerdi. Bunları iyice anlar, öğrenir, onların üzerine kendi bilgisini kurardı. Çağındaki Hadis âlimle­rinden bu anlayış ile de seçilmektedir, çünkü onlar, dirâye ve fıkhıyla uğraşmaksizın sadece rivayet etmekle yetinirlerdi. Onlar sadece riva­yet ederler, hüküm çıkarmayı, istinbat ile meşgul olan fıkıh âlimlerine bırakırlardı. Ebû Hanife´nin bu husustaki benzetmesi ne uygundur. O Hadis âlimlerini ilâcı hazırlayan eczacılara, fukahayı ilâcı kullanan doktorlara benzetir. İmam Ahmed ise. Hadisleri ezber­lemekle kalmaz, asar fıkhını anlamaya önem verirdi. Rivaye ilminde yüksek mertebeye çıkan bir âlim olduğu gibi dirâye ilmine de sarılmıştır.

İshak ibni Rahuye bu hususta şöyle demektedir: «Irak´ta Ahmed b. Hanbel. Yahya b. Maîn ve diğer arkadaşlarla otururduk. Bir Hadisi bir iki veya üç tanıktan müzakere ederdik. Ben: Bu Hadisin maksadı ne, tefsiri ne, fıkhı ne? diye sorardım. Hepsi durup kalır, ancak o cevap verirdi. Onun Hadis ve Sünnet bilgisi, Tabiî ´nin fetvalarını bilmesi, onlardan hüküm çıkarması, onu hem Hadiste imam, hem fı­kıhta imam yapan işte bunlardır. Talebesi İbrahim Harbî onun hak­kında şöyle demiştir:

«Üç kişiye yetiştim ki, onların benzeri yoktur. Analar onlar gibisini doğurmaktan acizdir: Ebû Abdullah Kasım b. Sellâmı gördüm. O, içine ruh üfürülmüş bir şahika gibi yüksektir. Bişr b. Haris´i gördüm; O da başından ayağına kadar, tepeden tırnağa dek akılla yoğrulmuş bir adamdı. Ahmed İbni Hanbel´i gördüm; Allah o mübarekte sanki her sınıftan geçmişlerin ve geleceklerin ilmini toplamış, ona vermiş. Diledi­ğini söyler, dilediğini söylemez, konuşmazdı.[2] Onun evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini toplamış sayılması, Hadis-i şerifleri ve selefin eserle­rini ezberlemekle beraber onları fıkıh yönünden incelemesidir.

84- Ona Başarı Sağlayan Vasflar:

İmam Ahmed´in ikinci en belirgin vasıflarından biri de sabırlı olması, herşeye katlanmasıdır, onun namını yayan, adını her tarafa duyuran bu niteliği olmuştur. Her şeye sabırla tahammül etmesi ile ün salmıştır. Sabır öyle bir güzel huydur ki, bütün güzel seciyelerin kayna­ğıdır. Bunun temeli de: Kuvvetli irade, sadık bir azimet, yüksek bir himmet, yüce bir emeldir. Bu uğurda beden ne kadar yorulsa, onu hiç umursamaz. Ahmed bu vasıfla seçkin bir yer almıştır. Bunun sayesinde o yoksulluk ile cömertlik, izzeti nefisle tenezzül etmemek, af ile ezaya katlanmanın arasını bulmuş, bunları bağdaştırmıştır. Yine bu sabır sa­yesinde ilim yolunda herşeye katlanmış, aza kanaat etmeksizin diyar diyar dolaşmış, ıssız çölleri, yüksek belleri aşarak, parasız kalınca yaya. imkân bulursa binek halde maksadına ulaşmıştır. Onu Basra ve Kûfe´ye giderken görüyoruz. Bir de bakıyoruz Hicaz ve Yemen´e git­miş. İlim ve Hadis yolundaki bu seyahatları tekrarlayıp gidiyor. İlim adamlarıyla buluşmak için dolaşıp duruyor. Yolda parası tükenip çare­siz kalınca, emeline ulaşmak için hamallık yaparak, ücretle hamalların yükünü taşıyarak ihtiyacını gideriyor. Ücretle yazı yazıyor, yazı bede­liyle geçinmeye çalışıyor, fakat kimseye el açmıyor. Peygamberlerin izine uyarak sâlih kimselerin yolunu tutarak, kendi elinin emeğiyle rgeçinmek için bildiği el işlerini yapıyor, uçkur, kemer örüp satıyor. Bütün .^bunları başkasından yardım ve hediye almaya tercih ediyor, zira, biliyor Jjki, veren el, alan elden üstündür. Onu destekleyen, onun dâima yardımına koşan kuvvet, işte bu yüce kuvvettir ki, o da sabır ve celâleti. jitahammül gücü, irade ve azim kuvveti, bir de yüce emeli ve yüksek ülküsü. Kendisi maddî yoksulluk ve ihtiyaç içinde olsa da bu manevî zenginlikler yetip artar.

Tahsilini tamamlayıp tam işlerini yoluna koyduğu, ders okutmaya başladığı sırada o büyük belâ gelip çattı, en büyük işkenceye uğradı. Bunlara karşı bütün silâhı: Bu sıfatları ve kabiliyetleri idi, onlara bunlarla dayandı, cefâlara, ezalara sabretti. Nihayet o ezaları, cefaları yapanlar usandılar, vazgeçtiler. Fakat o yılmadı, bezmedi, onlara boyun eğmedi, onlann dediklerini kabul etmedi. Çünkü onun görüşüne göre, onların bu yaptıkları, Kur´an mahlûktur çağaları, küfür değilse bile , kötü bir bid´at-tır. Münker değilse bile hidayetten sapmadı. O, bütün bunlara işte böyle irade kuvvetiyle, azim ve sebatiyle, sabır ve tahammülle dayandı.

Bu fırtınanın şiddeti geçip te biraz huzur ve rahata kavuşunca, onun için ak günler doğdu. Başka türden bir belâya çattı, O kara günlerdeki büyük belâların içinden nasıl sabırla sıyrıldı ise, bu defa da başaracaktır. Halife kendisine büyük hediyeler sundu. O sırada hem kendisi, hem çocukları ve torunları ihtiyaç içindeydiler. Yoksulluk pen-çesinde kıvranıyorlardı. O, bu durum içinde bile hediyeleri kabul etmek istemedi. İrade kuvvetiyle, sadakat ve azimle, yüksek emelle bu hediye­leri reddetti. Bununla, izzeti nefsini korudu. Allah´tan başka kimseye kul olmadı, minnet etmedi. Kula kul olmak, onun onuru buna yanaşmaz. Onun birinci savaşı da, Kur´an mahlûk mu dâvasında silâhı sabır olduğu gitri, bu hediye davasında da silâhı bu onur meselesidir. Minnet altında kalmamaktır. Bu birinci dâva nev´inden değilse de ondan daha yüce, daha manalıdır. Allah ondan razı olsun, ona bu yüksek mevkii, bu ölmez şöhreti kazandıran işte bu sıfatlardır. Onun en üstün vasfı budur. Büyük­lüğünün sim, başarısının anahtarı bunda saklıdır.

85- Alem Can Derdinde, O Fıkıh Mes´elesi Soruyor:

Hemen belirtelim ki, İmam Ahmed´in en seçkin vasfı "olan, ona her dâvayı kazandıran sabır, şüphesiz ki, Kur´an-ı Kerim´in övdüğü sabır olup Hz. Yakup Aleyhisselâm oğullarını ona sarılmaya davet etmiştir. Allah Teâlâ, Kur´an-t Kerim´de onu şöyle beyan buyurmuştur: «Sabır ne güzel şeydir.) (Yusuf Suresi)

Güzel sabır, ah vah çıkarmadan, ağlayıp sızlanmadan, gürültü, yaygara koparmadan başa gelene sabretmektir. İmam Ahmed de (Allah ondan razı olsun) böyleydi. Gönlü Hakka bağlı, kalbi azimle dolu şaşmadan yolunda yürüdü.

Onun kalbinin kuvvetini, azim ve sebatını gösteren bir olayı nakle­delim: «Sorguya çekildiği o mihnetti günlerden birinde, halifenin huzu­runa getirdiler. Ona kendisini kurtarması için, halifenin beğeneceği tarzda konuşmasını da telkin ettiler, o sırada onun yanında iki adamın boynu da vurulmuştu. Bu korkunç manzara karşısında bile hiç telâşa düşmedi, bakın neyle meşgul oldu: Orada İmam Şafii´nin talebesinden birine gözü ilişti, onu görünce ona dönerek:

? Mest üzerine meshetmek konusunda İmam Şafii´den ne belle­din? Ne bilirsin? diye sordu.

O durum içinde, onun bunu sorması, oradakileri şaşkına döndür­dü, dehşet uyandırdı. Bu, kalbteki s&bat ve karara,hakikate ve ilme bağlılığa bakın ki, bu hal içinde, o neyle meşgul! Orada bulunanların hayretini uyandıran bu durum karşısında, bu davanın başsorumlusu ve düşmanı olan Ahmed b. Ebi Duâd bile hayranlığını gtzleyememiş:

? Adama bakın, adama, boynu vurulmak üzere getiriliyor, o ise fıkıh mes´elesiyle meşgul! demiştir,[3] İman ve irade kuvveti, kalb huzuru, ilim ve hakikat aşkı böyledir. Allah´a teslim olup kaza ve kadere bağlanan kimsenin hali bu. O ömrü boyunca bu sabırdan ayrılmadı, hattâ o, sabrı zedelenir, gayret´üllah´a dokunur diye, hastalığında bile inleyip sızlanmamıştır.

86- Tevazuu ve Hoş Görüsü:

Okuyucu pek haklı olarak burada sorabilir: Bunca şeylere taham­mül eden bu kuvvetin sırrı nedir? Bunca sıkıntılara nasıl ve niçin katlan­dı? Bana göre bunun sırrı, bu kuvvetin kaynağı şudur: Bu büyük adam sadece Allah´a dayanmaktadır, yalnız opa tevekkül etmiştir. Onun na­zarında ondan başka büyük yok, onun kuvveti herşeyin üstünde! İşte bu kuvvetle dolan kalb, başka herşeyi hiç görür, bütün şiddetlerin üzerine yürür. Dünyanın ziynetine aldırış etmez, servetine iltifat etmez, hayatın nimetlerinden azına razı olur, çoğa göz dikmez. Allah´ın rızasını kazanmaya götüren hayırların ise artmasını ister, bu yüce duygular, bu güzel emeller onu her türlü küçük şeylerden çekip kurtardı, yüce bir gönül, yüksek bir ruh sahibi yaptı. İçinde kimseye karşı bir kin, öç beslemedi, o gibi kirlerden kalbi temiz kaldı. O kendisine kötülük yapan­ları daima affetti, kötülüğe karşı iyilik, er kişinin işidir.

Şu hikâyeyi ibretle dinleyin: Bazı sözlerinden Ebû Hanife´nin fıkhını takdir etmediği imajını çıkaranlar olmuş; çünkü ikisinin fıkıhta metodu ayrı. Ebû Hanife´yı tutanlardan biri "yer dolusu olsa da sizin gibiler Ebu Hanife´nın eline su dökemez!" dedi. Ve adam kızarak çıkıp gitti. Sonra bunu söylediğine pişman oldu. İmam Ahmed´e gelerek özür diledi ve: "Ey Ebû Abdullah, o söz benim ağzımdan birşey kastetmek-sizin çıkıverdi, özür dilerim, bana hakkını helâl etmeni dilerim" dedi. O büyük kalbtı Ahmed şöyle dedi:

? Ayaklarım yerinden ayrılmadan, buradan kalkmadan seni affet­tim.[4]

Allah´a olan bağlılığı sebebiyle son derece tevazu sahibiydi, insan­lara yardım etmeyi severdi. Herkesin derdine derman olmaya çalışırdı. Kendi kuvvet ve azametine güvenen kimse mağrur olur, kalın enseti, dikbaşlı, kibirli olur. Allah´a güvenen; gücü, kuvveti ondan aldığını bilen kimse ise, iyi kalbli , alçak gönüllü, yumuşak ve uysal olur. Talebesi Mervezi diyor ki:

«Yoksul bir kimsenin Ahmed´in meclisinde olduğu kadar kıymetli, aziz tutulduğunu başka bir yerde görmedim. Onları pek tutar ve korur­du. O son derece halim ve selimdi. Yumuşak huyluydu. Aceleci değildi çok alçak gönüllüydü. Ağır başlı ve vakarlıydı. İkindi namazından sonra mecliste derse oturdu mu, sormadan konuşmazdı. Camiye geldiği zaman, başa geçmeye kalkışmazdı, mecliste nerede yer bulursa oraya otururdu.»

87- O Hem Mal, Hem Fıkıh Hususunda Nezahat Sahibidir:

İmam Ahmed´in üstün vasıflarından üçüncüsü de, kelimenin tam anlamıyla, nezahat ve kibarlığıdır. O hem şekil, hem suret bakımından her haliyle nezihtir, afiftir, şereflidir. Gönlü nezahat kaynağıdır. Az çok, başkasının hakkı geçecek diye ödü kopar, temiz bir hayatı var. kimseden birşey almaz, şüpheli şeylerden sakınır. İffet ve nezahat içinde yaşar, olgun bir insanın yapacağı derecede başkalarının malın­dan el çekmiş, kimsenin hakkını yememiştir. O kalbindeki imanı terte­miz korumuştu. Ona kimse el uzatamaz. Kanaatinin tersine birşey söylemez. Mudaârât yapıp hatır için konuşmaz, karşısındakinin elinde . kılıç parlasa bile o. hak bildiğinden şaşmaz. Yanlış birşeyi söylemek-tense, ezâ ve cefâya ^atlanmaya razı olur. Dininden fedakârlığa asla razı olmaz. Aklını ? ı nezih kullanmıştır. Selef-i Salih´in dalmadığı bir mes´eleyi´kurcn´ unaz. fıkhında da bu yolu tuttu. Sorulan mes´ele hak­kında Ashahrian birinin fetvası varsa, o konuda kendisi hüküm vermez, onu nnkleder. Bir mes´ele hakkında Ashâb arasında ihtilâf oldu da onlardan ;Kı kavil naklolundu ise, onların kavillerini mukayese yapıp Lmıiiı seçme yoluna gitmez, çünkü kıyas yoluyla kendi görüşüne göre onlardan birini seçecek olursa, Ashab kavillerinden birini seçmiş ola­cak, böyle bir yetkiyi kendinde görmüyor, onun için mes´eleyi çok kavilli bırakıyor. Eğer kavillerden biri nassa daha yakın değilse, o zaman bu mes´ele başına gelen kimse dilediğini kendi seçsin, diyor. İşte fıkıh hakkındaki nezahati, sakınganlığı onu buna sürüklüyor, O sebepten zaten Selef-i Salih´a uyuyor, birini doğru bulup diğerini hatalı çıkarmak. selefe tâbi olmanın şanından değildir. Çünkü her biri Hz. Peygamber­den almıştır. Ondan nıı´ılto´v st´´.

88- O Dünya Nimetlerinden değil, Haramdan el Çekiyor, Mutlu Hayatın Sırrı: Helal Mal.

İşte İmam Ahmed´in mutlak surette üzerine alıp yaptığı nezahet budur. Onu şüpheli şeylerden bile sakınmağa sevkeden şey bu neza-hettir, temiz yaşamak arzusu ve iffetidir. Bu yüzden halifelerin hediyele­rini almıyor, halbuki çocuklarına onun helâl olduğunu, onunla hacca gidebileceğini açıkça söylüyor. Demek kendisi bunu haram diye değil. tenzihen almıyor.

Hayatında kendisini bu kadar sıkı bir çerçeve içine almıştır. Ancak kendi elinin emeğiyle, babadan miras kalan akarın geliriyle geçiniyor.

Bu yolda her türlü sıkıntılara katlanıyor, hayatın bir çok güzel nimetle­rinden, temiz şeylerden mahrum kalıyor. Bu bir nevi zühd hayatı. Fakat bu zühdün temeli, hayatın güzel nimetlerinden yüzçevirmek değil, bunun temeli helâl kazançtır. Şüpheli olan mal istemiyor, nefsini üze­cek, şüpheye düşürecek, nezaheti bozacak mal ve para istemiyor, kullardan birinin vasıtasıyla, onların elinden alınan mal da istemiyor. Kula muhtaç olmak, ne zor şeydir.

Ona göre işte bu tarzdaki zühd kalbi yumuşatır, ruhu inceltir, zühd, helâl olan nimetlerden yüz çevirmek değildir. Belki o nimeti, ruhu kir­letmeden helâl yoldan elde etmektir.

Bu hususta Ebû Hafs Ömer b. Salih Tarsusî´den şu´nakil olunur, diyor ki: Ebû Abdullah Ahmed´e gittim, ona : Kalbler ne ile yumuşar? diye sordum. Talebesine baktı, başını eğerek biraz düşündü, sonra başını kaldırarak:

? Evlâdım, helâl yemekle yumuşar, dedi. Oradan Ebû Nasr Bişr b. Harise geçtim, o na da aynı soruyu sorarak:

? Ey Ebû Nasr, kalbler neyle yumuşar? dedim.

? Allah´ın zikriyle kalbler huzur bulur, ayetiyle cevap verdi. Ona Ebû Abdullah İbni Hanbel´in yanından geliyorum, dedim. Bunu duyun­ca:

? Ee. Ebû Abdullah sana ne dedi. diye sordu. Ben de:

? Helâl yemekle yumuşar, dedi, dedim. Oda:

? O işin aslını haber vermiş, dedi.

Oradan Abdulvehhap b. Ebû´l-Hasan´a geçtim, ona da:

? Kalbler ne ile yumuşar? dedim. O da, Allah´ın zikriyle kalbler huzur bulur dedi. Ona: Ben Ebû Abdullah Ahmed´in yanından geliyo­rum, deyince, sevinçten yanakları al al oldu. ve bana:

? Ebû Abdullah ne söyledi? dedi. Ben de:

? Helâl yemekle, dedi. dedim. Bunu duyunca:

Sana işin cevherini söylemiş. Asıl. onun dediğidir, asıl onun dediği gibidir, dedi.»

Bu hikâye, zühd ve takva hususunda İmam Ahmed´in ince mantı­ğını dile getirmektedir ki. o da şudur; «O. bu dünya nimetlerinden, önün güzel yanından e! çekiyor değil, o; bir lokma, bir hırka kanısında değil, o. din, ahlâk ve fazilet kuralları içinde bu dünya nimetlerinden helâl surette faydalanmaktan vazgeçmiyor, helâl olmıyan şeylerden el çekiyor. Ve helâl mal istiyor. Ancak helalinden yemek istiyor. Helâl olup olmadığını aramakta ölçü: Vicdanı, az-çok şüpheli olan şeyi bırakıyor. Şüphe olmıyan şeyi alıyor, şüpheliyi kabul etmiyor. Helâlinden olan şey, az da olsa onunla kanaat ediyor. Onun, bu dünya´hayatındaki mantığı: Ka­naatkar bir hayat, nezih bir yaşayış, huzurlu bir ömür mantığı! Helâl olmayandan el çekip, kimseye minnet etmeden mutlu yaşamak . Bir lokma, bir hırka değil, helâl ve temiz yaşamak.

Şüphe yok ki, helâl mal dairesi içinde kaldıkça bu hayat, güzeldir, hayatın nimetlerinin tadı vardır. Başkasının malı. haram lokma, boğaza tıkılır. Çalıp çırpılandan hayır gelmez. Aile efradi. dostlarla helâl lokmayı paylaşmak, hayatın zevki bu. Yoksa karaborsacının sofrası, zehir olsun. İmam Ahmed diyor ki: «Yemek üç kişiyle ağız tadiyle yenir; Kardeşlerle, sevinçle, yoksullarla onları sevindirerek, ailede mürüvvet ve mutlulukla... O, dostluğu ve dostları çok severdi. Dostluğun mana­sını bütün inceliğiyle anlamıştı. Biliyordu ki. dostsuz, arkadaşsız hayat: Kurudur, tatsızdır, alçak bir yaşayıştır. Şöyle derdi: «Bir adamın dostları öldü mü, o kimse zelil olur, zillete düşer»

Bu dünya nimetlerinde helâlinden eline geçenler az da olsa,onlarla cömertlik yapardı, eli açıktı, sehaveti severdi. Şöyle derdi: «Bu dünya küçülse de bir lokmacık kadar olsa, sonra bir müslüman kişi onu alsa da bir müslüman kardeşinin ağzına koysa, bu yine de israf sayılmaz.» İşte sehaveti böyle, bütün dünyayı bir kişiye verip yutturuyor...

Onun görüşünce, bu dünyada şüphe olmayan helâl mal kazanmak en yüksek bir mertebedir, ona ancak imanı kuvvetli, üstün faziletli, güzel ahlâklı kimseler erişebilr. İnsanın gerçek kuvveti, beden ve akılla değil, belki nefse hakim olmaktır. Onu, istediği yöne çevirip helâl ka­zanmaya sevketmektir. Nefsin istediği şeyi yapmasına, arzularının peşisıra sürüklenmesine engel olmaktır. Kendisine (Allah rahmet eylesin) bir defa yiğitlik soruldu. O da: «Yiğitlik, Allah korkusundan nefsin arzula­rını bırakmaktır», dedi. Nefse hâkim olup azim ve irade ile kötü arzuları tutmak, işte yiğitlik budur. İnsan bu kuvvete sahip olursa, tam mana­sıyla insan olur ve diğer hayvanlardan bununla ayrılır.

89- İmanının Nezahetîni Korumaya Önem Verirdi:

Onun en üstün vasıflarından olan akıl ve iman nezahetine dair bu naklettiklerimiz yeter sanırım. O sıkıntılı günlere ancak bu sayede da­yandı. Hem sabır etti, hem mücahede etti. Onun bu konudaki cihadı, Selef-i Salih´den nakil olunmayan bir mes´eleyi incelemeye dalıp, o yüzden dalâlete düşmekten akılları kurtarmak içindir. Çünkü bu mes´ele o kadar geniş ki, o geniş sahaya dalınca akıl, hakkı bulmadan önce şaşırabilir. Onun mesleyi zaten selefin kurcalamadığı mes´eleleri karıştırmamaktır. Onun için Kur´an-ı Kerim´de geçen müteşâbihât ayet­lerini tevil etmeyip, zahirî-mâna üzerine bırakmaktır. Bu hususu onun inançla ilgili görüşlerini ileride incelerken etraflıca açıklayacağız, çünkü o devirde birbirine aykırı görüşler çoğalmış, fikir sürtüşmeleri artmıştı, bunlara yerinde değineceğiz.

İmam Ahmed imanındaki nezahete o kadar önem verir ki, halife­lerle olan Kur´an mahlûk mu dâvasında, takıyye yaparak zahiren o dâvayı kabul edip kurtulmayı bile ıhlasfa reddetti. Çünkü ona göre, o aşağılık derecesine ancak inanç uğrunda sddete dayanamıyanlar iner. Sonra bu, bir ruhsattır, bunu imanı zayıf olanlar kabul eder. İmanı kuvvetli olanlar, imanlarını bundan tenzih ederler, korurlar. İnsanların imanı, derece derecedir. Her mü´min, takatinin gücüne göre mükelleftir.

90- İmam Ahmed, Münazaradan Hoşlanmazdı:

İmam Ahmed, kendi görüşüne göre, aklının ve dininin nezahetini korumak için, zamanındaki sapık fırkalarla münazaa ve münakaşalar­dan uzak kaldı. Ona göre: Hastalıklar temas ve sürtünme ile geçtiği gibi, fikirler de münakaşa yapanlar arasındaki fikir teması ve sürtüşmesi ile geçer. Talebe ve arkadaşlarını da, aynı maksatla şüpheli şeylere dal­maktan korumak için sapık fırkalarla münakaşadan menetmiştir.

Talebesinden biri ona sordu: Burada biri var, Cehmiyye ile müna­kaşa ediyor, onların hatalarını beyan ediyor, mes´eleleri inceleyip tartı­şıyor. Bu işe ne dersin? Buna şöyle cevap verdi: «Ben bunlardan söze gerek görmüyorum. Birkimsenin onlarla münazara etmesine de katıl­mam. Muaviye b. Kurra şöyle dememiş midir: «Çekişmeler amelleri silip süpürür. Kelâm, hayra davet eden birşey değil. Cedel ve kelâm ehlinden sakının, sünnetlere sanlın, sizden önceki ilim ehlinin dedikle­rine bakın. Onlar kelâmdan hoşlanmazlardı. Bid´at ehliyle münakaşaya dalmazlardı. Selâmet bunları, bırakmaktadır. Biz cedel ve düşmanlık yapmakla, çekişmelerle emir olunmadık, kelâmı seven birini görürseniz. ondan sakının!»[5]

Adamın biri mektup yazarak ondan Kelâm ehliyle münazara yap­mayı, onlarla oturup konuşmayı sordu. Bu soruya mektupla şu cevabı verdi:

«Allah hayırlar nasip etsin. Biz eskilerden ve yetiştiğimiz kimseler­den şunu duyardık: Onlar kelâm ilminden hoşlanmazlardı.Sapık Fırka mensuplarıyla düşüp kalkmazlardı. Bize olan emir: Allah´ateslim olmak ve Allah´ın kitabında olanlara bağlanmaktır. Buna tecavüz etme. insan­lar bugün de, kitap vazetmek, dini hakkındaki bazı şeyleri tartışmak için bici1 atçı ile oturmak gibi yeni çıkan bid´atlerden hoşlanmamaktadır.»[6]

Böylece İmam Ahmed´in de İmam Malik´in çığırında gittiğini.görü­yoruz. İmam Malik de (Allah ondan razı olsun) cedel ve münazaradan hoşlanmazdı, nefret ederdi. Cedel yapmayı, dînin özünden ve hakika-tından bir tür uzaklaşmak sayardı. Ona göre münazaracılar. insanların , din işlerini, onlar bozmuştur. İmam Ahmed de bu çığırdan yürüdü.

Halbuki İmam-ı A´zam Ebû Hanife ve İmam Şafii (Allah her ikisinden razı olsun) o iki imamın aksine bir yol tutmuştur. Ebû Hanife Cehmiyye ve diğer sapık fırkalarla mücadele ederdi. Kuvvetli delillerle onları sıkıştırır, sapık yollarını yüzlerine çarpar ve tıkardı. İmam Şafii de kuvvetli bir münazaracı olup karşısındakine üstün gelirdi, yalnız o, münazarayı üstün çıkmak için değil, gerçeği meydana çıkarmak için yapardı. Onun kitaplarının hepsi, doğru, güzel münazara örnekleriyle doludur. Herkes seçtiği meslek ve tuttuğu çığırda hürdür.

91- Fıkhı Nezahet Gereği Sünnet ve Hadise Dayanır:

İmam Ahmed´in fıkıhtaki nezahetine gelince, o bu duygu ile, sünnetin dışına çıkmamaya son derece dikkat ederdi. Fıkhının tama­mında Hz. Peygambere ve Ashab-ı Kiram´a tâbi idi. Onun görüşlerinin esası, Hz. Peygamberden ve tabiinden rivayet olunanlara dayanmak­tadır. Fıkhında Hz. Peygamberden rivayet olunan hiçbir Hadise aykırı

birşey bulunup Hadisi red etmemeye çok itina ederdi. Şöyle derdi: Hz.

Peygamberin Hadisini reddeden kimse, helak uçurumunun kenarındadır.» Yine şöyle demiştir: Hz. Peygamberden hiçbir Hadis yazmadım ki, onunla amel etmiş olmayayım.»

Bir mes´ele hakkında Hadîs veya sahabenin âmil olduğu bir sünnet bulamazsa, o zaman, kendisinden önce geçenlerin yoluna uyarak, onların çığırına göre o mes´ele hakkında hüküm çıkarırdı. Kendinden öncekilerin üzerinde durup konuşmadıkları bir mes´ele hakkında ictihad yapmaktan çekinirdi. Gelişi güzel ictihad yanlısı değildi. Talebesine şöyle derdi: «Önünde sana ışık tutacak bir imamın olmayan bir mes´ele hakkında sakın konuşma.»

Böylece onun fıkhını sünnetten ayırmamaya ne kadar dikkat etti­ğini görüyoruz. Onu buna sevkeden şey, fıkhını nezahet dairesinde tutma gayretidir. Bu hususu genişçe konuşmayı, onun fıkhını ele alaca­ğımız yere bırakalım. Çünkü konumuzun özü. bahsimizin gayesi odur.

92- İhlas Sayesinde Gösterişten Uzak, Riyasız Yaşardı:

İmam Ahmed´in, haiz olduğu hafıza, sabır ve nezahet sıfatlarından sonra gelen dördüncü seçkin sıfatı, ıhlas ve samimiyetidir. İhias, hakikat arayan kimsenin içini kin ve garez kir ve pasından-temizler, kalb gözünü açar, idrâke, doğru yön verir, gönlünü marifet nuru ile, hidayet ve hak ışığı ile nurlandırır. İmam Ahmed´den önce yaşayan ve ictihad yapan üç büyük imam, onlar da bu vasıftaydılar. Onları daha önce etüd etmiş ve her birini bir kitapta anlatmış bulunuyoruz.[7] Onlar da ihlas sahibiydiler. Allah Teâlâ hidayet ve saadeti, ancak kalbinde ihlas nuru olanlara nasip eder. İhlas ve samimiyet, insanın cevheri budur. O zaman insan herşeyi Allah için yapar, Allah için sever. İlmi de Allah için tahsil eder, gösteriş yapmak, münazara etmek, mevki kapmak, büyüklerin gözüne girmek için değil; dine, millete hizmet için okur. İlmi ile, onun verdiği feyz ve nurla, bu mertebeye ulaşan kimse, yalancı perdeleri yırtar atar, hevâ ve heves engellerini aşar. Doğrudan yüce hakikate hizmet ihlasıyla çalışan kimse, Allah´ın verdiği feyz nuru ile ona ulaşır, Allah yoluna hidayet için hikmet konuşur. En kısa yoldan gayeye varır, hidayete erişir.

Allah Teâlâ, İmam Ahmed o Kur´an ve Hadis ilmini öğrenimde öyle bir ihlas ve samimiyet nasip etti ki, onları sırf Allah için öğrendi. O ilimleri, dünyada mevki kapmak, şöhret kazanmak, nam almak için okumadı. Bu gibi şeylerden son derece nefret ederdi, hiç hoşlanmazdı. İnsanlar arasında adı anılmayan, namı duyulmayan bir kişi olmayı isterdi. Riyadan, gösterişten, yapmacık şeylerden çok sakınırdı, onlar­dan uzak bulunmaya çalışırdı. O derece ki; yazı yazmaya ne hevesli, demesinler diye yazı takımını, hokka ve kalemini başkalarına göster­mek istemezdi: yazı takımını göstermek bir tür riya sayılır, derdi. Kimse­nin onun adını anmamasını isterdi. Şöyle derdi: «Mekke´ye gidersem, oradaki vadilerden birinde sessizce yaşamak istiyorum, tanınmak is­temiyorum». Böyle yüksek mertebelere erişip şan sahibi olmaktansa, adı duyulmayan, nâmı anılmayan biri olanlara gıpta eder, öylelerine ne mutlu derdi. Onca bir köşede sessiz, gürültüye karışmadan yasamak, ne güzel şey!

İşte bu yüce emeller ile kendine hâkim oldu. Kalbi sırf Allah´a yöneldi, ihlas sahibi oldu, kendini Allah´a ve kulluğa verdi. Başına gelen onca meşakkatlere dayandı, onları anmak bile istemezdi , eserini sil­meye çalışırdı, insanlar, onları bilsin istemezdi. Gösterişten, öğünmek-ten, fahr ve gururdan çok uzaktı. Yaptığı bir işle asla öğünmezdi. Kimseye ´üstünlük taslamaz, çatım satmazdı. Arkadaşı Yahya b. Maîn şöyle der: «Ahmed b. Hanbel´in bir eşine rastlamadım. Onunla 50 yıl arkadaşlık ettik, beraber bulunduk. Bir defa olsun öğündüğünü görmedik, halbuki hayır ve salahta benzeri yok.»[8] O kendi yaptığı birşeyi büyültmezdi. çok görmezdi. İmanlı kalbi ona, kendini kusurlu gösterir, öğünmeye müsaade etmezdi.

93- Onun Heybetinden Herkes Çekinirdi:

İmam Ahmed´in. hafıza, sabır, nezahet, ve ihlastan sonra gelen beşinci sıfatı heybetidir. Derslerinde, konuşmalarında, dinleyenler üzerinde silinmez tesir bırakmasında bunun yeri büyüktür. O heybetli ve görkemli idi. Ancak bu korku veren bir hal değildi. Hürmet, tazim uyandıran bir haldi. Herkesin ona saygısı vardı. Üstâdlan bile onun heybeti karşısında tavır değiştirirlerdi. Üstâdlarından bazılarının, tale-besiyle latife yaptığı olurdu. Fakat Ahmed oradayken bundan çekinir­lerdi. Ahmed derste bulunduğu zaman farkına varmadan latife yapacak olurlarsa, onun orada olduğunu neden haber vermediniz diye yakınır­lardı. O varken latife yapmazlardı.

Polis, Jandarma bile, heybeti karşısında ondan çekinirdi. Evini bekledikleri zaman bile bu böyle olurdu. Rivayete göre, gece evinde bekleyen polisin onu çağırması icabetti. Doğrudan gidip onun kapısını çalmaktan çekindi, çünkü heybetinden korkardı. Gidip amcasının kapı­sını çaldı. Onun vasıtasıyla İmam Ahmed´i, bu heybetli adamı gördü.

Talebesi karşısındaki heybetine gelince, bu daha çoktur. Bu yu­muşak huylu, alçak gönüllü, uysal adam; dersinde daha heybetli olur­du. Talebesinden biri şöyle diyor: «Bir mes´eleyi konuşurken ona itiraz etmekten, red cevabı vermekten çekinirdik, münakaşadan korkardık.» Onda ders okuyan çağdaşlarından biri de şunu anlatır; «Halife Me´mun´un Bağdad´da vekili olan İshak b. İbrahim´le görüştüm. Sultan­lardan, filanın, filanın huzurunda bulundum. Ahmed b. Hanbelden daha heybetlisini, daha azametlisini görmedim. Onun yanında bulun­dum. Birşey hakkında onunla konuşurken, beni bir titreme alırdı. Onu görünce heybeti beni kaplardı.»

Ebû Ubeyde Kasım b. Sellâm der ki: «Ebû Yusuf´un yanında bulundum, Muhammed b. Hassen, Yahya b. Sa´id ve Abdurrahman b. Mehdi ile görüştüm. Hiç birini Ahmed b. Hanbel kadar heybetli bulma­dım.»

94- Bu Heybetin Sırrı:

Bu heybetin sırrı nedir? Bu büyük adam neden böyle? Şüphesiz ki Hakkın bir vergisi, onu kullarından dilediğine verir. İnsanlar çeşit çeşit, Aİlah kimisine kalb kuvveti vermiş, kimisine vicdan kuvveti, kimisine ruh kuvveti vermiş». Öyle ki başkalarını tesiri altına alıyor, onlara telkin yapıyor, bu sultan kuvveti değil, vicdan kuvveti.

İmam Alımed´in bütün ahval ve harekâtı, ondaki bu Hak vergisi mevhibeyi, heybeti geliştirdi, tesirini arttırdı, kuvvetlendirdi. O son de­rece ciddî idi, latife, mizah yapmazdı. Ona göre mizah, aklın püskürme-sidir veya dini vicdanın uyuklamasıdır. O ise aklının gevezeliğini etrafa tükürük saçmasını istemiyor, vicdanı uykuya daltp iman nurunun sönmeşini arzu etmiyor. Din duygusunun kuvveti, imanı besler, keskinleşti-rir. O daima ciddidir, az konuşur, boş laf etmez, boşboğazlıktan, geve­zelikten hoşlanmaz, arkadaşlarının yanında, talebesinin önünde yalnız ilimden bahseder, başkasını konuşmaz. Konuşacak ciddi birşey yoksa, susmayı tercih eder. Susmak ve boş sözlerden uzak kalmak, o kişi ile teması olan kimseleri de onun yanında kendilerini tutmaya, ciddi ol­maya mecbur eder. Böylece onun heybeti daha da artar. Boşboğazlık, gevezelik, kavga, münakaşa kadar; insanı küçük düşüren, alçaltan, heybeti gideren birşey yoktur. Boş iddialar, ağız dalaşmaları, kuru öğünmeler insanı beşparalık eder. İmam Ahmed bunlardan uzak kaldı, hem kalbi, hem dili bu gibi şeylerden temizdi.

İmam, Ahmed´i halk nazarında büyültüp onun mehabetini arttıran bir şey de, Kur´an mahlûk mu davasında gösterdiği o sabır ve celâdet, tahammül ve sebat olmuştur. Çünkü bu her tarafta duyuldu, insanlar hep onu konuşur oldu. İyi nam, yaygın şöhret, güzel şan, bunlar, halk arasında sahibinin heybetini arttırır, mevkiini yükseltir. Halkın dilinin medih ve senası, o kimsenin itibarını ve mehabetini arttırır, hele o kimse buna´hakkıyla lâyık ise, o zaman göklerde uçar. Ahmed ise buna tam lâyıktı. O celâl, vakar, takva sahibiydi, iman hidayeti, yakın nuru için­deydi.

95- O, Güzel Ahlâk Örneği Bir Alimdir:

İmam Ahmed bu heybet, bu azamet ve celâl ile beraber hoş geçimli, uysal, âdâb-ı muaşerete uyan bir zattı. Sert, kaba, geçimsiz değildi. Güler yüzlü, hoş gönüllü, sevecen tabiatlı, kerim ahlâklı, lütuf-kâr, muamelelerinde hoşgörü sahibi, ince duygulu, şefkatli bir kimsey­di. Son derece haya sahibiydi, Allah´tan hakkıyla haya içindeydi. İnsan­lardan utanırdı, onlara nefret beslemez, gurur taslamazdı. Onunla gö­rüşenlerden biri, onu şöyle anlatıyor: «İmam Ahmed´in zamanında yaşayanlardan gördüklerimin içinde, onun kadar dindar, onun kadar

nefsine hâkim, fakih, edeb ve terbiyeli, güzel ahlâklı, kalbi temiz ve sebatlı, sohbeti hoş, gösterişten uzak birini görmedim.»[9]

Diğer biri de şöyle der: "İmam Ahmed, insanlar arasında en çok haya sahibi olanlardandı. Şerefli, ahlâkı güzel, iyi geçimli bir zattı.

Sükûtu severdi. Kötü ve boş şeylerden yüz çevirirdi. Ondan, Hadis müzakeresinden sâlih ve zâhid kimselerin zikrinden başka birşey işitil-mezdi. Bunu vakar, sükûn ve güzel sözlerle yapardı. İnsan onunla karşılaşınca yüzü gülerdi, ona sevinçle iltifat ederdi. Üstâdlarına, âlim­lere karşı çok tevazu gösterirdi. Onlar da onu severler ve sayarlardı, tazim ve ikramda bulunurlardı.»[10]

96- Hazret-i Peygamber´in Ahlâkını Örnek Tuttu:

İmam Ahmed´in ahlâkı işte böyleydi. Hz. Peygamberin göster­diği ahlâk yolu budur. O daima Hz. Peygamber Aleyhisselamtn hidayet . yoluna uydu, onu kendine örnek aldı. Bu hususta Allah Teâlâ´nın şu âyeti kerimesine uyardı: «Allah Resulünde sizin için uyulması gerek güzel örnek vardır.» O her zaman Hz. Peygamberin (Öhasalat ve selâm olsun) ahlâkını öğretir, yakından tanımaya çalışır, kendine onu canlı bir örnek alırdı. O asla şöhret peşinde koşmadı, çünkü şöhfet, insanı yatağında bile rahat uyutmayıp kıvrandıran bir hastalıktır. O hem haya sahibi, hem heybetli ve fakat şefkatli bir zattı. Alçak gönüllü, vakarlı, yüce ve kudretli Allah´a dayanan bir âlimdi.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] ibn-i Cevzî. Menâkıb, s. 95

[2] Bu ve önceki Nakiller: İbni Cevzi, Menâkıb, Hılyet´ül-Evliya, Hafız Zehebi, İbni Sübki Tabaka-tındandır.

[3] Hilyetül Evliya.c.IX.s.186

[4] ibnı Cevzt, s. 123

[5] Zehebi Tarihi, Müsned Mukaddimesi, s.222, Ahmed Şakir Kalemiyle.

[6] Zehebi, Müsned, Mukaddimesi.

[7] Merhum yazar, dört mezhep İmamtan hakkında birer eser neşretti. Imam-ı A´zam Ebû Hanife ile imam Şafiî hakkındaki eserleri, tarafımdan tercüme olunmuş ve Diyanet İşleri Başkanlığınca basıfmıştır. Şimdi Ahmed b. Hanbel ile İmam Malik tercüme olunmaktadır. Böylece Ehli Sünnetin 4 büyük imamı tanıtılmış oluyor. Ayrıca bu kudretli yazarın ibni Teymiye ve fbnî Hazm hakkındaki muazzam eserleri de tercüme olunacaktır.

[8] Hılyetül-Evliya,c.IX,s.181.

[9] Menâkıb. S.214.

[10] Aynı kaynak, s.215-