Zekat

Zekât, senelik bir malî ibadettir ki, müslimlerin zenginleri, seneden seneye, mallarının kırkta birini, müslimlerin fakirlerine vermelerinden ibarettir.


Nemâ ve taharet, mânâlarından müştaktır.


$


vâdi kerimine mebni, mal için zekât, berekât ve artmayı mucip olduğu gibi, hem de tahareti, muciptir.


Taharet, mala teallûk edip onun, - hakkullahın - çıkarılarak mustehak olanlara itasiyle temizlenmesi, hâsıl olduğu gibi, mûtî nefis için dahi taharettir ki, onu buhl pisliklerinden ve muhalefetten, temizler.


$


âyeti kerimesindeki (sadakat), zekâttan ibaret olduğu gibi,


$


Kulun ubûdiyyetteki sıdkına delâletten dolayı, zekâta şeriat dilinde (sadaka) dahi denilmiştir.


kavli kerîmindeki (sadaka) dâhi, zekâttır.


Malûm olduğu üzere, sevap için hibe edilen, yâni, karşılıksız fakire temlik kılınan mal diye tarif olunan (sadaka) farz ve tetavvû olmaktan hâli olmayıp, tetavvû olan sadaka, belli değil ise de (1) farz olan sadaka, - miktaren ve masrifen - bellidir ki, bizim mevzuumuz olan zekât, işte odur (2).


Zekât lâfzı : Tasrif (çekim) yönünden, salât lâfzı gibidir. Zekât vermeğe tezkiye (3) ve verene - musallî vezninde - müzekkî denir.


Zekât lâfzı : Tasrif (çekim) yönünden, salât lâfzı gibidir. Zekât verne, şartına, müteallıkına, masrifine dair olmak üzere, mütenevvidir.


Zekâtın hakikati: Mali mahsusu, şahsı mahsusa temliktir.


Mali mahsus: Kırkta bir demek olan öşrün dörtte birinden ve onun makamına kaim olan, malın cüzünden ibaret olup, şahsı mahsus dahi: Masrifinde mübeyyen bulunan müslim fakirdir.


Zekât, vücup ile mevsuf olmak ve taalluku itibariyle vücup, mükellefin fiillerinin sıfatı olup, fıkıh ilmi mevzuu dahi, mükellefin fiili bulunma hasebiyle zekâtı, mükellefin fiili olan temlik ile, tarif etmek, sahih olduğu gibi, (âtüz-zekâte) kavli keriminde itâya (4) müteallik olan mal, kasdedilmiş olmakla, zekâtı ona isim kılmak dahi, sahihtir (5).


Zekâtın sıfatı: Farizai muhkeme olmasıdır (6). Kitabı kerîmde, otuz iki mevzide (7) zekât, salâte mükarin olarak, mezkûrdur. İslâm beş temel üzerine kurulmuştur hadisi şerifinde zekât, İslâmın üçüncü rüknü olarak, mezkûr olduğu gibi, diğer hadisi şerifte dahi «Allahtan korkunuz, beş vaktinizi kılınız, bir ay orucunuzu tutunuz, malınızın zekâtını veriniz, emre itaat ediniz ki Rabbiniz sizi cennete girdirsin.» buyurulmuştur (8).


Zekât, oruç gibi, hicreti seniyyenin ikinci yılında ve oruçtan evvel farz olmuştur. Kavli müftabih üzere, vücubu, fevrîdir (9) ki, özürsüz tehir eden, günahkâr olur ve şehadeti reddolunur.


Zekâtın vücubünü idrakte aranacak, nükte ve meaninin esası, ikidir: Biri nefsi, buhl rezilesinden kurtarmak, ve diğeri ehli hacâta, yardımda bulunmaktır ki, bunlardan evvelkisi nefsin tehzibine ve ikincisi de, memleketin tedbir ve idaresine âit, iki mühim maslahattır.


Zekâtın hükmü: Dünya cihetinden, teklif vazifesini yapmak, ve âhiret cihetinden de, cezadan halâs ve sevaba nâil olmaktır (10).


Sadaka demek olduğundan, müzekkînin verdiği zekâttan dönmesi câiz olmamak dahi, zekâtın hükmündendir (11).


Zekâtın rüknü: Temliktir ki, menfaatini - her vecihten - kendinden kesmek yoluyla, malının cüzünü, masrifi olan fakire, vermektir.


Kendinin borçlusu bulunan fakirin, zimmetini zekâtına karşı tutarak, ibrâ etmek (12), yahut zekât niyyetiyle, kul azat eylemek veya cami yaptırmak ve hac ve omre eylemek, temlik ve zekât olmadığı gibi, usul ve furudan olan fakir temlik dahi, menfaatini - kendinden Milliyetle kesmemiş olmak cihetiyle, zekât değildir. (Mal) kaydiyle, menfaat hariç kalmıştır ki, - meselâ, zekâtına karşılık tutarak, fakiri mülkinde iskân etmek -dahi, zekât değildir.


Zekâtın sebebi: Nisaptır. Her şeyin asıl ve mercii demek olan (nisâp), şeriat ıstılahında, malın zekâtla alâkalı olan, miktarına denir ki, gümüşten iki yüz dirhem ve altından yirmi miskal en'âmı sâimeden (çobansız otlakta otlayan dört ayaklı ehlî hayvan demektir), devede beş ve sığırda otuz ve ganemde kırk, adettir. Mezkûr nisap, nâmî (artması) ve havlî (tam bir senelik) olmak şartiyle, sahibin memlûkü olmak (13), zekât vermesi için, sebeptir (14).


Bundan azına, zekât terettüp etmez.


Zekâtın şartı: Müzekki, müslim, hür ve mükellef (âkil ve bâliğ) ve borçtan ve aslî hacetten hâlî olan, mâlın nisabına malik olmak, ve müzekkâda, nemâ, havelân, semeniyet, yahut saimiyyet veyahut ticaret niyyeti, bulunmaktır.


Müslim olmayan, zekât ile mükellef olmadığı gibi, zekât için islâm, hem de beka şartı olduğundan, — vâcip olduktan sonra — irtidat edenden dahi zekât, sakıt olur.


Harp diyarında müslim olup senelerce kalarak, zekâtın vücubünü bilmeyen kimseye dahi, zekât terettüp etmekle (15), islâm diyarına dahil olduktan sonra, o kimse geçmiş senelerin zekâtını, itâ etmekle mükellef değildir.


Memlûk kul, - ticarette izinli - dahi olsa zekât ile, mükellef olmaz (16), müdebbir, Ümmü-veled, mükâtip dahi öyledir. Müstes'i dahi İmam ebû Hanîfe indinde, mükâtip hükmündedir (17).


Mükellefiyyet şartına mebni, sabî ve mecnûn zekât ile mükellef olmaz (18). Bunamak dahi, bir nevi cünun olmakla, bunak olan, oruç, namaz ile mükellef olmadığı gibi, zekât ile de, mükellef değildir.


Nisâba malik olan, müslim ve hür sabî (çocuk) baliğ oldukta, sene iptidası bülûğ vaktinden muteber olur.


Nisaba malik olan, müslim ve hür mecnunun, deliliği bir sene devam ederse, ifakat bulduktan sonra, o senenin zekâtı, ona lâzım olmaz. Malın nisabından sonra, senenin evvelinden veya âhirinden, az çok, bir müddette ifakat bulmuş olursa, zekât lâzım olur (19).


Baygınlık - ne kadar uzarsa uzasın - zekâtı iskat etmez.


Nisaba malik olmayan, hür mükellefe zekât vâcip olmadığı gibi, borçtan ve aslî hacetten hâlî olmayan, nisaba malik olana dahi, zekât vâcip olmaz.


(Deyn) ki, borçtur - zimmette sabit bir vasıftır, eseri mütalebede zâhirdir - maksut nisabı aşmış olup (20), ibat tarafından talep olunan borçtur: Gerek ödünç, satın alınan emtia bedeli, ziyâ' borcu, kefalet, zevcesinin mihri muacceli gibi, hukuku ibad olsun ve gerek zekât, mahsulâtın öşrü, ve haraç gibi - hukuku ilâhî - bulunsun.


Nezir ve kefaret ve hac borçlarının, kullar tarafından mutalibi olmamakla, onlar mânî değildir.


Aslî hacet: Nafaka, mesken (21), yazlık ve kışlık elbise (22), sanat alât ve edevatı, ev eşyası, binek hayvanı (23), hizmet memlûkları (24), kitaplar, silâhlar (25) gibi şeylerdir ki, bunlar nisaba dahil edilmez.


(Nema) - ki malın artması ve çoğalmasıdır - hakikî ve takdiriden eam olup, (hakikî nema): Temettü, ticaret, tevalüd, tenasül iledir. (Takdîrî nema): Mal kendi sahibi, yahut vekili elinde bulunmakla, onu nemalandırmağa, maliki mütemekkin olabilmekledir.


Nisab, nâmî olmadıkça ona zekât terettüp etmediği gibi, havelân hâsıl olmadıkça dahi, zekât terettüp etmez.


(Havelân) - ki, sene mânâsına olan (hevle) izafetle, havelânı havl dahi denir - senenin deveranı mânâsınadır ki, nisap, bir kamerî sene, yıllanmış olmaktır.


Yıllanmakta, sahibinin - milki tam - ile memlûkü bulunmak dahi, meşrut olduğundan, iki kişi arasında müşterek bulunan nisaba, iki şerikten biri - bilâhare - tamamen malik olmak takdirinde, geçmiş sene için, zekât terettüp etmediği gibi, rehin olan mal dahi, nisap miktarında olarak, sahibinin makbuzu olduktan sonra, rehinde kaldığı müddetler için, ona zekât terettüp etmez (26).


(Malî dımar) takdiren dahi nemalar olmadığından, havelân olsa da, onun için zekât müterettip olmaz (27). Dımar; kabili istifade olmayan mal, demektir.


Mal, mevcut olmakla beraber, kendisine erişilmesi mümkün olmayan mala dahi (dımar) tâbir olunur: Ticaret memlûklerinden olan, kul âbik, (âbik, kaçak demektir), kayıp mal ki; gasben veya müsadereten ahz ve zapt edilmiş veya denize düşmüş veyahut, kır bir yerde veya geniş bir arsada gömülüp te, yeri unutulmuş, yahut bilinmeyen bir kimse nezdinde emanet kalmış olan mal gibi ki, bunlar bir vakit sonra, sahibinin eline geçse, onun elde olmadığı seneler için, zekâtını vermek, lâzım gelmez.


Alacak zekâtı, âtide zikrolunmuştur (28).


Malın bir sene içinde, bir halde kalması nadirattan olmakla, bidayetinde ve nihayetinde tam olmak şartiyle, havl esnasında eksilmesi, zarar etmez. Eğer, nisap tamamen yok olursa, havl dahi bâtıl olmuş olur (29).


Senenin iki başında, nisabın kemali şart olduğuna mebni başka malı olmayan kimsenin, nisap kıymetinden aşağı olarak, malik olduğu ticaret malı sene sonunda, nisap değerini bulsa bile, o sene için, ona zekât lâzım olmaz.


Havelân şartı, aslî nisap içindir. Havl sırasında dahi, istifade olunan mal (30), kendi cinsine münzam olarak, aslî havlinin tamamında cümlesinin zekâtı, verilir.


Nisaba sahip olan kimse, birkaç senenin zekâtını, önceden peşin olarak verse de olur (31).


(Semeniyye): Bilhassa, altına ve gümüşe aittir ki, onlar hilkat aslında, paradır (32). Binaenaleyh, her ne veçhile imsâk olunsalar, zekâtla alâkalıdırlar. Nukut zekâtına bakınız.


(Saimiyyet) ki, ona sevm dahi denir: En'am hayvanat zekâtına göredir (33). Sevaim zekâtına bakınız.


(Ticaret niyyeti): Uruz zekâtındadır. Bunlar, vücup şartlarıdır (34).


Zekâtın vücubüne, erkeklik şart değildir. Vücup şartları kendisinde tahakkuk etmiş olan kadın dahi, zekât vermekle mükelleftir.


Zekâtın edâsı sıhhatinin şartı: Zekâta niyet eylemektir. Zekâtı verirken, yahut vermek üzere vekiline (işlerini idare edene) teslim ederken (35), yahut malının zekâtını tamamen veya kısmen ayırırken (36), niyyet eyler.


Niyyetin, itaya hükmen mukareneti dahi, kâfidir. Niyyetsiz verip te, fakirin elinde mal istihlâk edilmeden niyyet etmek gibi.


Niyyet sırasında, fakirin . mecliste hazır - olması şart olmadığı gibi kendisine verilen şeyin, zekât olduğunu bilmesi dahi, şart değildir (37). Hattâ fakire, zekât niyyetiyle verdiğini, veren hibe, yahut borç adıyla verse, edânın sıhhatine zarar vermez.


Akrabasının çocuklarına, bayramlık namiyle verdiği paralar bile, niyyet ile, zekât olur.


Zekâtın mütaâllâkı - ki, taallûk ettiği türlü emval demektir - şunlardır: Nukut, uruz, sevaim.


Ziraat mahsulleri ile madenlerin zekâtı bunlara zeyl olabilir. Hububat ve meyvelerin zekâtı öşür (onda bir), veya öşrün yarısı (yirmide bir) dır. Madenlerin zekâtı ise humus (beşte bir) tur.


------------------


(1) Bir hurmanın yarısı dahi, tesadduk edilebildiği ve fakir, her kim olursa sadaka verilebileceği cihetle, tesaddukta mikdaren, tâyin olmadığı gibi, masrifen dahi, tâyin yoktur. Tebeadan olan, gayri müslime dahi sadaka verilir. (Bir kimse, zimmiye sadaka verse câiz olur, verene sevap olur mu? El-cevap: Olur.)


Harbîye sadaka verilmez. Mümtehine sûresinin 8 ve 9 uncu âyeti kerimelerini (humuz-zâlimûn) lâfzına kadar okuyunuz.


(2) Şerân mâle taallûk eden hukuk, on nevi olarak sayılır: zekât, sadakat,humus, öşür, haraç, cizye, sadakai fıtır, kefaret, nafakat.


(3) Tezkiye, senâ mânâsına da gelir.


(4) Te ile, iytâ: tı ile, itâ mânâsınadır. İstimalen ondan ehastır. Çok miktardaiytâ, ve az miktarda olursa îtâ, kullanılır.


(5) Tahtâvî der ki, zekâtın, mahreç olan mal miktarına itlâki şer'î mecazdır.(Ve âtüz-zekâte) kavli kerimi dahi, ondandır. Yahut maksut (ekimus-salâte) deolduğu gibi, onu ademden vücuda ihraçtır.


(6) Muhkem, gayri mensuh mânâsınadır ki, sabit dahi denir.


(7) Diğer bâzı kitaplarda seksen iki mevzide, denilmiş ise de, Tahtâvînin beyanına göre, tadat neticesinde otuz ikiden ziyade bulunmamıştır.


(8) Mezkûr hadîs, haccetül-vedâ hutbesindendir.


(9) Çünkü, fakirin hâcetinin temini, muaccel işlerdendir.


(10) Zekâtını vermeyenler hakkında, ilâhî tehdit şiddetlidir. Âl-i İmran sûresiâyet: 180, Nisâ sûresi âyet: 37. âyeti kerimesinin tefsirine ve Buhâriye ve el-hakayikimizde, Hazreti Sıddikın ve Sâlebenin tercemelerine müracaat olunsun.


(11) Bir kimse, fakire «Mâlımın zekâtıdır» diye bir miktar para verip, o dahialmış olsa, veren kimse, incinmekle rücû edip, o zekâtı, fakirden geri almağa kadirolur mu? El-cevap: Olmaz.


(12) Bunun için çare: zekâtını, o borçluya verip, ondan sonra onu alacağınamahsuben almaktır. Borçlu, imtina ederse, alacaklı elini uzatıp alır. Çünkü, hakkının cinsine, eli erişmiştir. Borçlu karşı koyarsa, hâkime müracaatle dâva eyler. Mâle sahip olmayarak, vefat eden borçlunun zimmetinde kalan alacağını, zekâtına karşılık tutmak, câiz olmaz.


(13) Mükâtibin malını çıkarmak için «milki tam ile » kaydını, ziyadeye hâcetyoktur. Çünkü, hürriyet zekât şartlarının cümlesindendir.


(14) Zeval vaktinin, öğle namazına sebep olduğu gibi, bu sebep de aşikârdır.Hakiki sebep: «Ve âtûz-zekâte» hitabı celîlinin teveccühüdür.


(15) Müzekki, zekâtın farz olduğunu, hükmen olsun bilmek cani şarttır. Hükmen bilmek, islâm diyarında bulunmakladır.


(16) Bir kimsenin, mezun olup medyun olmayan, müdebbir kulunun elinde olan,nisâba bâliğ kisb edilmiş malından, müdebbir kul üzerine zekât vermek, vâcip olurmu? Cevabı: Müdebbir kulun elinden aldıkta, havelânı-havl bulunduysa, kulun efendisi üzerine lazım olur ise de, kulun üzerine lâzım olmaz.


(17) (Müdebbir), âzâdı, efendisinin mevtine tâlik olunan köledir. (Ümmü veled.)efendisinden çocuğu olan câriyedir. (Mükâtip), kendinin âzâdı, bir miktar mal vermekle kesime bağlanmış, ve o köle bu sebeple kazanmağa izinli bulunmuştur. (Müstes'a), kısmen âzâd olan köledir ki, kölelikten kurtulmak için, takdir edilen bakiyyekıymetini, ödemek için, tahsile çalıştırılır, köledir. İmameyn indinde, o borçlu, fakathürdür.


(18) Zekât nisabına mâlik olan, bir çocuğa malının zekâtı lâzım olur mu? Cevabı: Olmaz. Bu suretle, çocuğun vasisi, çocuğun malından, zekât diye, fakirlereverdiğini, çocuğun kendisine ödemeğe borçlu olur mu? Cevabı: Olur.


(19) Bu da, ârızî deliliğe, yâni bülûğdan sonra târî olan deliliğe göredir. Amma,aslî cünuna, yâni deli olarak bâliğ olana göre, indel-iman havlin iptidâsı, — ifakatvaktinden — muteber olur.


(20) Borcundan fazla malı olur ve nisaba baliğ bulunur ise, havelân husulünde,zekât vermek lâzım olur.


(21) Eve, dükkâna, mağazaya şâmildir. Evler ve menzillerin, sükna için olması dahi, şart değildir. Neması olmadığından, akarın kendisinden zekât terettüpetmez.


(22) Velev ki, kifayetten fazla ve kıymetleri, nisâba baliğ bulunsun. Bir kimse, kâfi miktardan fazla olup, kıymetleri nisâba baliğ olan esvaba malik iken, bir sene geçip, lâkin o kimse, ticarete niyet eylemese, mezkûr esvap için, kendisine zekât vermek vacip olur mu? cevabı: Olmaz.


(23) Binek hayvanı olarak kullanılan, at, katır, eşek, deve.


(24) Ticaret için olmayıp, hizmet için olan köle ve câriyeler.


(25) Ticaret için olmadıkça, velev ki ehlinin gayride olsun.


(26) Rehin müddetinde, merhun mal rahinin malı olmadığı gibi, rehn edenindahi, fiilen tasarrufunda değildir. Binaenaleyh, hiç birine, zekât lâzım olmaz. Çünkü,memlûkiyyette muteber olan, milki mutlaktır ki, sahibi ona hem hukuken, hem defiilen malik bulunmaktır. Mükâtibin kazandığı mal dahi böyledir ki, efendisi hakkında, elinde bulunmaması ve mükâtibin hakkında milki rakabesi olmaması hasebiyle, onlardan hiç birine, zekât terettüp etmez. Ticaret için iştira edilen mala dahitesellümden evvel, zekat terettüp etmez.


(27) Hadîsi şerifte «Malı dımara zekat yoktur.» buyurulmuştur.


(28) Zevcin zimmetinde borç olup, kendisinin vefatı veya talâkı üzerine, zevcemin eline geçen, mihri müecceldir ki, almadan, ona zekât terettüp etmez. Nitekim, (deyni zaif) kısmında zikrolunacaktır.


(29) Deyn, havli kesmez.


(30) İstifade yollan: Temettu, tevalüd, irs, hibe gibi şeylerdir. Çoğaltma vâritolunca, para biriktirmek dahi, bir yoldur.


(31) Çünkü, vücubün sebebinin mevcudiyetinden sonra tediye etmiştir. Meselâüç yüz dirhem gümüşü olan kimse, onun yüz dirhemini, iki yüz dirhemin, yirmi senelik zekâtı olmak üzere, peşin verse, olur. «Zekât nisâbına malik olan kimse, malikolduğu malın üzerine» havelânı havl etmeden, bir sene veya bir seneden çok müddet için, zekâtın edâsını, takdim ve tâcil etmek câiz olur mu? Cevabı: Olur.


(32) Bunun içindir ki, mütekavvim olmayan malın bey'i bâtıl ve mübadelesi fasittir.


(33) Dört ayaklı olan ve eti yenilen ehlî hayvanata (en'âm) tâbir olunur.


(34) Bir çoğu vücubün kendi şartları olup, nemâ gibi edâ vücubünün şartı dahivardır.


(35) Vekil, niyyetsiz ita etse, yahut müsliminin fakirlerine vermek üzere, onubir zimmiye teslim eylese câiz olur. Çünkü, itibar âmirin niyyetinedir.


(36) Ayırmağa (azl) tâbir olunur. Zekâtını azl etmekle uhdesinden çıkmış, yânizekât vermiş olmaz. Azl ettiği andaki niyyet dahi, kâfi olmak üzere, tediye lâzımdır.


(37) Lâkin tetavvu sadakasında, ihfa ve israr ve farz olan sadakalarda, ilân veizhar efdâldir.


Veresenin müdahalesinden havf üzere olan mariz, zekâtını onlardan ketm edebilir.