2.DELİL : SÜNNET

108- Sünnet, Kitabın Beyanıdır, İkinci Delildir:

İmam Ahmed´in ikinci aslı sünnettir. Daha doğru bir tabirle bi­rinci asıl olarak aldığı nassların ikincisi sünnettir. İbni Kayyım´ın Ah­med´in itimad ettiği usulleri anlatırken dediği gibi, sahih senedlerle sabit nassları bir asıl saymış, böylece kitap ve sünnet bir asıl teşkil etmiştir. Bunun sebep ve hikmeti yukarıda zikir ettiklerimizden anlaşılmıştır. Zira, sünnet Kur´an´ın beyanı sayılmış ve onun tamamlayıcısı olmuştur. Arada tearuz olacağı da kabul edilmemiş, zira zahiriyle taaruz varsa da, tefsir ve te´vili olduğundan, taaruz kalkar, bunun böyle olması, Kur´an´ın birinci asıl itibar edilip temel olarak alınmasına aykırı sayıl­maz. Dinin dayanağı olan Kur´an´ı sünnet beyan edicidir. Kur´an´ın birinci itibar edilmesi, dini hükümlerin ikisinden de alınıp delil olmakta birleşmelerine engel olmaz.

Şatıbi, Kur´an´ın Sünnetten önce itibar edilmesini şöyle açıklar: «Sünnetin derecesi, kitaptan sonra itibar edilmiştir. Buna dair deliller var:

1 - Kitap kafidir, sünnet zannidir, sünnetin kat´iliği filcümledir, tafsinde değil. Halbuki- kitap her yönden kafidir, kafi olan zanniye takdim olunur.

2- Sünnet, ya kitabın beyanıdır, ya kitaba ziyadedir. Beyan olunca, beyan ettiği asıldan sonraya ikinci olarak kalır.Beyan olunan sakıt olunca, beyan eden de sakıt olur, fakat beyan edenin düşmesiyle beyan olunanın düşmemesi gerekmez. Demek birinci asıl o dur, sünnet ikinci kalır. Asıl olan kitap olmazsa, ona ziyade edecek bir şey de olmaz, her yönden kitap birinci asıldır.

3- Buna delâlet eden haber ve eserlerde vardır, Muaz b. Cebe!

Hadisi gibi Hz. Peygamber onu Yemen´e gönderirken sordu: Neyle hükmedeceksin? O da: Allah´ın kitabıyla, dedi. Ondan bulamazsan? dedi. Resulünün sünnetiyle, dedi. Onda da bulamazsan? deyince: Reyimle ictihad ederim, dedi.»[1]

109- Neden Kitap Birinci Delil?

İkisi de bir asıl olduğu halde, kitabın birinci itibar edilmesi ve Muaz Hadisinde olduğu gibi, kitabın baş delil oiarak alınması, kuvvetli sabit ve kolay olanı almak demektir. Kur´an kafi surette sabittir, onda şüpheye yer yoktur. Sünnetin bütünü ise, araştırmaya, soruşturmaya muhtaçtır. Muhtelif kaynaklara bakacaksın, çeşitli yerlerden soracaksın, tevatür, şöhret, haber-i vâhid derecesine varıncaya kadar bunları yapacaksın, aramada emanet, nakilde sadakat gerek. Bunlar hep kolay olmıyan şeylerdir. Halbuki Kur´an-ı Kerim, Allah´ın indirdiği gibi sabit. Onun için sünnet ikinci itibar olunur. O Kur´an´tn beyanıdır, tefsiridir. Kur´an´dan hüküm alınırken ondan yardımlanılır.

110- Sünnete Verdiği Önem:

Biz, madem ki, Dârüsselam olan Bağdad´da sünnet imamı olan bir [zatı tanıtıyoruz, o ki, ilim talebine başladığı günden Rabbine kavuşun­caya dek, hep sünnete sarılmıştır, şunu önemle belirtmemiz gerektir: Hanbeli Fıkhında kitabın yantnda, sünnetin büyük yeri vardır. Yukarıda İmam Ahmed´in bu konudaki görüşlerini kısa da olsa, biraz anlatmış bulunuyoruz, kitaptan bahsederken bunu söyledik. Kur´an´ın zahirine muhalif olan sünneti anlatırken söylediklerimize biraz daha açıklık ge­tirmek lazımdır. İmam Ahmed (Allah razı olsun) birçok sözlerinde belirtmiştir ki, Kur´an bilgisi sünnet yoluyla olur. Bu din, sünnet yoluyla öğrenilir. İslam fıkhının en kestirme ve en işlek yolu sünnetten geçer. Sünnetin beyanından yardımlanmaksızın sadece kitaptan öğrenmeğe çalışanlar, doğru yolu şaşırırlar, Hak yolu bulamazlar. Bunun bir çok sebepleri var, işte bazıları:

1 - Kur´an-ı Kerim´in. ayetleri, açık surette Hz. Peygamber Aleyhis-selama itaati farz kılmıştır. Ona itaat, sünnete uymakla olur. Hayatın da hüküm ve emri ondan almak, irtihallerinden sonra ondan rivayet olunan Hadislere uymak, dinde kesin bir emirdir, hükümdür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Hayır, Rabbın hakkıçün, onlar aralarında çıkan çekişmede seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam teslim olmadıkça, iman etmiş sayılmazlar.» (65: Nisa) Raviler derler ki. bu ayet, Hz. Peygamberin (ona salat ve selam olsun; Zübeyr b. Avvarn hakkında hükmü dolayısıyle inmiştir. O, Ensar´dan biriyle su akıntısından dada önce kim tarlasını sulayacağın­dan nızâetti azısı suya yakındı, Ensar biraz uzak. Hz. Peygamber Zübeyr´e: Önce sen sula, sonra da suyu komşuna bırak, dedi. Ensar buna kızdı ve çünkü halanın oğlu olunca dedi. Hz. Peygamber buna çok alındı, rengi attı. ve: Sula Zübeyr. sonra da suyu salma, tıka, duvarlara çıkıncaya kadar» dedi- Hz. Peygamber Aleyhısselam önce Zübeyr´den komşusuna karşı hoş davranmasını istedi. Ensarı buna razı olmayınca, hükmü tam olarak belirtti ki. o da yukarıdaki toprağını tam olarak sula­nmadıkça suyu aşağıdakine bırakmamak hakkıdır. Bu ayetin inmesi, Hz. Peygamberin sünnetine tamamıyle itaat gerektiğini gösterir.

Allah Teâlâ, Peygamberine karsı gelmekten sakınmağı buyurmuş-tur. «Allah´a ılaat edin. Resulüne ıtaal edm ve sakının.»Yine buyurmuş­tur: «Onun emrine karşı duranlar, yakınlarına bir tıtnenın gelmesinden, acı bir azaba uğramaktan korksunlar» "Peygamber size ne verdiyse, getirdiyse onu alın, neden nehyettıyse ondan da sakının.» Bu ayetlerin hepsi Hz. Peygambere uymağı, din ılmmı onun sünnetinden almağı, Kur´an bilgisini sünnet yoluyla öğrenmeği emretmektedir.

2-Yalnız kitapla iktifa etmeyip sünnetten almanın vacib olduğunu gösteren Hadis-i şerifler de, bu konuda dedildir. Hz. Peygamber Aley-hisselam şöyle buyurmuştur: «Korkulur ki, biriniz şöyle der: Bu Allah´ın kitabı, ondaki helali helal tanırız, haram olanı da haram biliriz. Haberiniz olsun, benden bir Hadis ulaşan kimse onu yalan sayarsa üç şeyi yalan saymış olur: Allah´ı, Peygamberi, ve o Hadisi nakledeni.»

Yine buyurmuştur: «Şu tehlikeye düşmenizden korkarım. Sizden biri koltuğuna yaslanır, konuşur, söylenir, der ki, bizimle sizin aranızda Allah´ın kitabı var. Onda bulduğumuz helali helal tanırız, onda buldu­ğumuz haramı da haram biliriz. Haberiniz olsun Allah´ın elçisinin haram kıldığını da, Allah´ın haram kıldığı gibidir.»

Bunun gibi birçok nasslar gösteriyor ki, bu dinin hükümlerini Hz. Peygamber Aleyihisselamın sünnetinden almak vacibdir. Sadece Kur´an bilgisiyle iktifa bici´attır. Böyle söylemek hiç birşey kazandırmaz. ; 3- İslam hükümleri çoktur. Bunların pek çoğu sünnetten alınmıştı. Çoğunda sünnete itimad olunmuştur. Süt kardeşliğinin sabit olacağı emzirme, bir kadınla halası ve teyzesiyle birlikte evlenme sünnetli sabittir. Zekatın tafsilatı sünnetledir. Diyet miktarı, harb ve sulh hüküm­leri, muahedeler, sulh şartlan. Zimmî yani gayri müslimlerin hukuku, yapılan muahedelere uymak ve saire hepsi sünnetle sabittir. İslam hukukunu, fıkhı sünnette aramıyan kimse, İslam fıkhının onda dokuzu­nu, belki daha fazlasını zayi etmiş demektir. Kim ki sadece kitap ve reyle iktifa etmekle fıkıh elde edilir sanırsa, çok yaya kalır ve yolunu şaşırır.

111- Sened Yönünden Hadislerin Envai

İşte bunun için İmam Ahmed sünnete sarıldı ve dini sünnetten aldı. Kitap bilgisini onda aradı, diğerdin ilimlerini, fıkhı onda aradı. Şu da Bir gerçektir ki, sünnet, senedi bakımından ayni kuvvette değildir. Se­nedine göre derecelere ayrılır. Onun için önce derecelerini, sonra da delil olarak kullanışlarını, verilen hükümlerin kuvvetini belirtelim. İmam Ahmed´in bunlar hakkındaki görüşlerini, diğer imamlardan muhalif ve lıuvafık olanları görelim:

Hadis uleması ve fukaha Hadisleri, sened yönünden dörde böler­ler: Mütevâtir, Meşhur, Haber-i vahid, Mürsel.

Mütevâtir Hadis: Yalanda ittifak etmeleri mümkün olmıyacak tadar, adil bir cemaatın, öyle bir cemaattan rivayet ettiği Hadistir. Bu şened hep böyle kuvvetli devam edecek, başı, ortası, sonu böyle ola-qak. Beş vakit namazın rek´a´tleri, zekatın miktarı vesaire böyle sabittir.

112- Mütevâtir Hadis:

Mana itibariyle Mütevâtir olan Hadisler çoktur. Fakat metin ve nass olarak mütevâtir olanlar azdır. Ulema bunlarda da ittifak halinde değil­dir. Mütevâtir Hadislerden bir kaçı şunlar: «Kim bilerek benim namıma yalan uydurursa cehennemde yerini hazırlasın.» «Amel niyete bağlıdır. Herkesin niyetine ise eüneogeçer.Hicreti Allah´a ve Peygamberine yönelik olanın hicreti Allah´a ve Peygamberedir. Hicreti elde edeceği dünyalık veya alacağı bir kadına dönük ise hicreti de ona (mal. Veya karına) yönelik olur.

Mütevâtir Hadis, yekin ve kesinlik ifade eder. Ulemanın çoğuna göre mütevâtir Hadisle, hasıl olan ilim, müşahede ile sabit olan ilim 9°bidir Bir kısım ise yekin değil, itmi´nan Hade eder demiştir. İtmi´nantn 9" anası, vehim ve şek ihtimali var, fakat bu ihtimal delilden doğmadı-öından-öna itibar yoktur, bu senedsiz bir akil ihtimaldir, dikkate alınmaz. Bu görüşü şöyle açıklarlar; Mütevâtir, birlerden oluşur. Bunların birer-birer, hepsinin yalana ihtimali vardır. Böyle olan ihtimallerin birbirine katılmasiyle o ihtimal ortadan kalkmaz. Eğer ihtimal kesilip bir araya gelmekle, yalan imkanı kalkmış olsa, o zaman caiz olan birşey, imkan­sız hale gelir ki, yani caiz olan yalan, imkansız olmuş olur ki, bu ise muhaldir, batıldır. Batılın doğuracağı şey yani yalanın kalkması olamaz, mantıki bir düşüncedir bu.

Mütevâtir, müşahede gibi kesinlik ifade eder diyen Cumhur ulema ise diyorlar ki: İnsanlar yaradılışları gereği buna alışık, böyle haberleri kabul ederler. İnsanlar çocuklarını müşahede ile tanıdıkları, bildikleri gibi babalarını mütevâtir haberler yoluyla biliyorlar, kendilerinin küçük­lük hallerini, büyüyüp yetişmelerini hep böyle haberler yoluyla biliyorlar, nasıl ki mütevâtir haberler biliyorlar, evlerinin.yerini müşahede ile bildik­leri gibi. Bunda şüphe edecek birşey yoktur.

İnsanların eskiden beri anlaşıp üzerinde ittiftikleri şeylerin doğruluğunu mantık da kabul eder. İnsanlar çeşitli tabiat ve meşreblerde yaratılmışlardır, bunda ittifak halinde değildirler, çünkü çok kalaba­lık olmaları, ittifaka mani oluyor, fakat ancak işitme yoluyla bir şeyde ittifak ederler. Bu da tevatürle sabit olan bir haberin kesin olduğunu ifade eder. Mütevâtir Hadisler, Müslüman ulemasının icma´ile, delildir. Ancak sözlerine itibar olunmayana İslam adını taşıyan bir zümre kabul etmez, İmam Şafii bunlarla Basra´da tartışma yaptığını Ümm kitabında nakleder. Bunlar yok olup gitmişler, tarih sahifesinden silinmişlerdir,

113- Meşhur Hadis:

Meşhur veya Müstefîz Hadis: Senedinde birinci veya ikinci tabakada bir kişi olup sonradan kalabalık bir cemaatın tevatür derece­sine varan bir senedle rivayet ettiği Hadistir. Birinci tabaka ashab, ikinci tabaka tâbündir. Hadis, tabiin arasıdan veya onlardan sonra yayılıp şöhret bulursa Meşhur adını alır. Ondan sonra şöhret bulana meşhur denilmez, çünkü Hadisler artık yazılmış, isimlerini almışlardır.

İkinci veya üçüncü asır ulemasının meşhur olarak kabul ettin Hadis, eğer birinci tabakada haber-i vahid ise, Hanefiler onu haber-´ vahid ile mütvâtir arasında bir derecede kabul eder ve onunla Kur´an1 tahsis eder, onunla ahkâmı ziyade yaparlar. Haber-i vâhid ile meşhur arasındaki fark Hanefilere göre şöyledir: Haber-i vahidle Kur´an´ı tahsis etmezler, Ahmed ve Şafiî ise bununla tahsis ederler. Malik ise Medine halkı ameli veya kıyasla kuvvetlenirse o zaman haber-i vâhidle Kur´an´ı tahsis eder. Onlarca haber-i vahidle meşhur arasında fark, ancak râvilerin çokluğundadır. Bu da ancak tercih yapmağa yarar.

114- Haber-i Vâhid Hususunda Delildir:

Haber-i vâhid ki, Şafiî ona Haber-i has der, her asırda bir kişinin bir kişiden rivayetidir. Bir kaç kişi de olsa, şöhret derecesine ulaşmadıkça haber-i vahid kalır. Haber-i vahid zan ifade eder, kat´iyet ifade etmez. Onun için Cumhur ulema onları amel babında delil alırlar, itikad hususunda delil saymazlar. Zira akide kafi delile dayanır, şüphe ile olmaz. İtikad, delile dayanan kesim ilim demektir. Onun için zannı olan şey, delil olmaz.Amel öyle değildir, o râcıh olan üzerine kurulur, İhtimali ortadan kaldırmak yeter. Râvinin adil ve mevsuk olması, doğru­luk cihetini tercih etmeğe yeter. Yalan ihtimali ortadan kalkar, öyleyse o haber-i vahidin iktizasınca amel edilir. İşte onların mantığı böyle işliyor. Ve bunun gereği de bu. Eğer muamelat hükümlerinde, amellerde iş sadece, şüphe bulunmiyan kesin delillere dayanmış olsaydı, o zaman böyle delil bulmak güç olduğundan, hükümler durur, insanların işleri muattal kalır, muamelat yürümez, hakla hüküm verilmez, batıl defi´ olunamaz.

115- Haberi Vahidi Alması

Cumhur ulemanın haber-i vâhid hakkında görüşü böyle, onu amel babında delil alıyorlar, itikad hususunda almıyorlar. Acaba İmam Ahmed´İn görüşü de böyle mi? Amelde alıp itikad da red mi ediyor. İmam Ahmed´İn itikad konusundaki görüşlerinden sünnete ve selef-i saliha olan bağlılığından, çağında sorulan suafjere verdiği cevaplardan anlıyoruz ki, o haber-i vahidi amelde olduğu gibi, itikad babında da delil olarak alıyordu. Kabir azabı, Münker ve Nekir, Havzı Kevser ve şefaat, kalbinde imanı olanların günahları kadar yandıktan sonra Cehennem­den çıkmaları, bunların hepsi Hadisten alınma inançlardır. O zühd ve Han itikad ve amel hakkında Hadislerin getirdikleri her şeyi Müsedded D. Müserhed Basriye yazdığı risalesinde şöyle der: Mizan haktır, sırat haktır, Havz-ı Kevsere, şefaate iman haktır "tirsiye, iman haktır. Ölüm meleğine, ruhları kabzettiğine, sonra ruhları tekrar cesede döneceğine, Surun üfürülmesine, Deccalın çıka­na Meryem oğlu İsa´nın inip onu öldüreceğine iman haktır.»[2] Bunların çoğu Haber-i vahidle sabittir.

İmam Ahmed´İn (Allah ondan razı olsun) ruhu, Hz. Peygamber Aleyhisselam ve Ashab-ı Kiram sevgisiyle doluydu. Hz. Peygamber­den sahih bir senedle rivayet olunanları kalbiyle kabul eder, ruhunda ayrı bir köşede taşırdı. Onlara derin bir inançla sarılırdı. Sünnetle sabit her şeye Kur´an-ı Kerim´in getirdikleri gibi inanırdı. Gerek iman ve itimade, gerek amel ve akla dair olsun, Hadisler arasında bir fark yapmazdı.

116- Mürsel Hadis:

Hadislerin dördüncü kısmı Mürsel denen Hadislerdir. Mürsel Hadisler için iki ıstılah vardır: Biri Hadis alimlerinin kullandığı tabirdir, onlara göre senedi Tabiine kadar varır, tabii, sahabenin adını zikretme­den Hadisi Hz. Peygamberden rivayet eder, arada sahabe senedi kopuktur. Eğer sened´de Tabiinden önce bir râvi atlanmış ise, ona Münkati denir. Mürsel denilmez.

İkincisi: Hadisin senedinde sonundan itibaren Hz. Peygambere ulaşıncaya kadar bir ravi zikredilmemiş ise, ona Mürsel denir. Bu kopuk­luk ister sahabi, ister diğerleri olsun hep birdir, Tabii, sahabeyi zikret-memiş olduğu, ondan sonra gelen ravi de arada bir boşluk bırakmış olabilir. Hangi tabakada olursa olsun senedin silsilesinde bir kopukluk varsa, o Mürseldir. Bu son tabir, her devirde fukaha, imamlar, usul-ü fıkıh yazarları tarafında kullanılmıştır, birinci tabir Hadis âlirnlerince meşhurdur.

117- Mürsel Hadis´in Delil Sayılması:

Mürsel Hadisin delil olup olmaması ihtilaflıdır. Hadis ulemasından bir kısmı onları delil almaz, zayıf Hadis sayar.

Nevevî, Takrib adlı eserinde alimlerin, fukahanın çoğunun ve usulcülerin görüşü budur, diyor. Bunun sebebi, aradaki ravinin meçhul olmasıdır. Çünkü ismi tanınmayan bir ravinin rivayeti red olunca hiç ismi zikir olunmayan kimsenin rivayeti elbette kabul olunmaz.

Fakat bu rey, fukahaca meşhur değildir. Dört mezhebe göre kabul olunur. Ancak bazısı, alelıtlak kabul eder, bazısı şartla kabul eder ve onu Müsned´den sonraya bırakır. Şafii bir takım şartlar arar, Ebu Hanif e, Sahabi ve Tabiîn mürselini kabul eder. Tabiinden sonra gelen­lerin mürselini kabul etmez. İmam Malik ise, Mürselleri kabul eder, ve onlara göre fetva verir, ancak o Hadis rivayetini çok ince arar ve mevsuk kimselerin mürselini alır. Şartlarına haiz olmasını arar.

İmam Malik´in ve Ebu Hanifenin Mürsel Hadisleri kabul etmeleri, rivayette gevşeklik gösteriyorlar demek değildir, herkesin Mürselini mutlak surette kabul etmezler. Doğru bildikleri mevsuk kimselerin Mür-sellerini alırlar.onlara güvenleri vardır. Hadis meşhur olduğu için senedi tam zikretmeğe lüzum görmemiş olabilir, derler. Tabiinden bazılan bunu açık söylemiştir. Hasan Basri der ki: «Bir Hadisi dört sahabi rivayet ederse, dördü bir arada toplanır, onun doğruluğunda şüphe kalmaz, onu Mürsel olarak rivayet ederdim. Eğer filan dedi, dersem, o onun rivayetidir,fakat: Hz. Peygamber buyurdu, dersem onu 70 kişiden veya daha fazlasından işitmişim demektir. «A´meş demiştir ki: İbra­him´e: Abdullah´tan Hadis rivayet ettiğinde, onun senedi şöyle, dedim. Bana şöyle dedi: Sana: Filan Abdullah´tan rivayet etti dersem, bana o rivayet etmiştir. Eğer Abdullah dedi, dersem, onu başkaları da rivayet etmiştir.» Anlaşıldığına göre: Yalan rivayet başlamadan önce Tabiin ve onlardan sonra gelen tabiin çok İrsal yaparlardı. Fakat yalan rivayetler başlayınca, senedi söylemeğe mecbur oldular, ravinin bilinmesi gerek­ti. Tabiinden İbni Slrin şöyle der:«Fitne çıkmadan önce biz Hadisi senediyle söylemezdik. İşte bunun için Mürseli kabul eden Ebu Ha» nif e ve Malik bir takım şartlar aramışlardır. İmam Malik´in Mavattâî´ni inceleyen ve ısnadla ilgili kitaplara bakan kimse, onlarca Mürselın, haber-i vâhid derecesinde olduğunu görürler, tearuz halinde tercih yaparlar, kuvvet derecesine bakarlar. Bu iki İmamın tâbi´leri arasında sonraları görüş ayrılığı doğdu ise, bundan ilen gelir. İmamlardan Mür-selı alelıtlak kabul edenler, adalet .ve iyi hıfz şartından başka .birşey aramazlar.

118- İmam Şafiî´nin Görüşü:

İmam Şafii´nin reyine gelince: Mürseli, Müsned mertebesinde tut-rrıaz, onda birtakım şartlar arar, ona göre kabul eder Şafii, Ahmed´in üstadı olduğundan,şafii?nin görüşlerini biraz açıklayalım, çünkü onun nörüşlerini açıklamak, Ahmed´in görüşünü açıklamak sayılır.

İmam Şafii mutlak olarak Mürseli kabul eder, fakat iki şart arar. Biri irsali yapanda, diğeri Mürsel olan Hadiste, o ravinin tabii olmasını nemde bir cok sanabıyle gorübinesım şart koşar, Said b. Müseyyeb, Hasan Basri gibi çok sahabıyle görübemıyen Tabiinin rivayetini almaz.

Mürsel Hadisin Kabulü için de onu takviye eden dört şart arar:

1- Mevsuk ve emin raviler o manada bir Hadisi Müsned olarak rivayet etmiş olmak. Bu müsned Hadis aynı manadaki Hadisi takviye etmeli. Bana göre delil o zaman Müsned Hadis olur, Mürsele gerek kalmaz.

2- Aynı manada, başka bir tankla rivayet edilmiş başka bir Mürsel Hadis bulunmak, bu ikisi birbirini takviye eder. Ancak bu Mürselin mertebesi, birinciden geridedir, çünkü onu Müsned takviye etti, bunu ise

Mürsel takviye ediyor.

3- Mürseli bir sahabe fetvası veya kavli takviye etmelidir. Çünkü böyle uygun olmaları, bu Mürselin ashab indinde mu´teber bir aslı olduğunu gösterir, ashab ona göre fetva vermişlerdir.

4- Mürseli, ehl-i ilimden bir cemaat kabul etmiş ve onunla fetva vermiş olmalıdır. Meselâ: İmam Malik, Ebu Hanife, İbrahim, Süfyan b. Uyeyne, Sevri kabul ettilerse, bu bir nevi şehadettir, kabul olunur. Ancak bu, ilik üç dereceden sonra gelir.

İmam Şafii´ye göre Mürsel Hadis, senedi muttasıl olan derece­sinde olamaz. İkisi tearuz ederse, muttasıl tercih olunur. Bunu şöyle açıklar: Mürsel olan Hadiste bir gölge var, adı söylendiği zaman şüphe uyanma ihtimali mevcut, rivayeti belki kabul olunmaz. Onu başka bir Mürsel takviye de etse ikisinin de çıkış yeri bir olabilir. Onun için Müs­ned kuvvetlidir.»

119- İmam Ahmed´in Görüşü:

İmam Ahmed´in üstadı Şafii´nin görüşü böyle. İmam Ahmed bunların bir kısmında ona muvafık, bir kısmında da muhalif kalmıştır.

İmam Ahmed Mürsel Hadisleri delil olarak alır, ancak onları sahabe fetvalarından sonraya bırakır ve zayıf Hadislerle bir tutar. Şafiî onları, sahabe fetvalarından önce tutar, Ahmed sonraya bırakır. Çünkü o sa­habe fetvalarını müsnedden sayar. Bunu ileride beyan edeceğiz. Zaru­ret halinde zayıf Hadisleri kabul ettiği gibi, Mürselleri de kabul eder. Çünkü o bunları, kıyas ve reye tercih eder. Kıyasa ancak mecburiyet halinde gidilir. Kesik bir senedle de olsa Hz. Peygambere nisbet olunan Mürsel Hadis varken, kıyasa zaruret yok demektir.

Bunu burada söylerken şu gerçeği de belirtelim ki, İmam Ahmed, Mürseli, aslında reddedilmesi gereken zayıf Hadis mertebesinde, say­mıştır. Onun için sahabe fetvalarını ona tercih eder. Bu fetvaları sahih Hadiste asla takdim etmez. Böylece o da Mürsel Hadis, zayıf Hadis gibidir, diyen Hadis alimlerine katılmış oluyor. Onunla ancak zaruret halinde fetva veriyor, Çünkü din hususunda kendi görüşüyle fetva ver­mektense, Mürsel Hadisle fetva vermeyi uygun görüyor. Böylece diye­biliriz ki, İmam Ahmed, Mürsel Hadislerde üstadı Şafiî´den daha müsa­mahalı değildir, belki daha çok reddeder, çünkü onları zayıf Hadisler mertebesine koymuştur ve ancak zaruret halinde delik almıştır.

120- Zamanın Rolü:

Burada Mürsel Hadisleri kabulde zamanın rolünü görüyoruz. Eski­ler daha çok kabul ediyor, zaman geçtikçe sıkı tutuyorlar, kabul azalı­yor. Ebû Hanife, Malik, Evzaî.Süfyan b. Uyeyne ve diğerleri Mürsel Hadisleri kabul ediyorlar, mevsuk olmaktan başka şart aramı­yorlar. İmam Şafiî gelince bakıyoruz ki, kabul şartlarını sıkı tutuyor, bir takım kayıtlar koyuyor, şehadet arıyor. İmam Ahmed geliyor, onları zayıf Hadisler sırasına koyuyor ve sahabe fetvalarını onlardan öne alıyor. İmam Ahmed´den sonra gelen Hadis alimleri, mürselleri daha çok reddetmeğe başlıyorlar, zayıf sayıyor, çoğu onları delil olarak almı­yor. Zamanla orantılı olan bu değişme neden? Bunun cevabı açık; Zaman, Hz. Peygambere yakın oldukça mevsuk kimseler çok, ismi zikir olunmıyan ravi mevsuk ve emin sayılıyor. Onlara güven fazla. Fakat zaman uzaklaştıkça itimad azalıyor, güven kalmıyor. İmam Şafiî ve Ahmed zamanında durum, eskiye göre değişiktir.

Şunu da belirtelim ki, İmam Ahmed, Hadis dinlediği ve aldığı kimselerde, ravilerde, Ebu Hanife ve Malikin aradıkları zabt şartını aramazdı. Onun için ismi zikir olunmıyan raviye bakışı, onlardan farklı oldu. (Allah cümlesinden razı olsun.)

121- Ravilerde Aranan Şartlar:

Şimdide İmam Ahmed´in ravilerde aradığı şartları, bunda ne kadar şiddetli davrandığını, Hadisleri incelemesini görelim. Bu hususta üstadı Şafiî ve eskilergıbımı hareket etti, yoksa başka bir yol mu tuttu?

İmam Ahmed, Müsnedine yalan rivayetler almadı, mevsuk ve adil kimselerin rivayetini aldı. Takva ile maruf, sadakatla meşhur olan mevsuk kimseden rivayet etti. Hadisin metnine başka bir Hadis tearuz ederse, o zaman ancak reddeder. Kabul için onu, Kitabullah´a arzı şart koşmaz. Sünneti kitabın beyanı sayar. Onun için Müsedded b. Müser-hed Basriye yazdığı risalesinde şöyle der: «Sünnet bizim indimizde Hz. Peygamber Aleyhisselamın asarıdır. Sünnet Kur´an´ın tefsiridir, Kur´an´ın delilidir. Sünnetin yanında kıyas olmaz. Sünnete tabi olunur, onunla heva ve heves terk olunur.» O sünnetin kabulü için bir takım kaidelere muvafakati şart koşmaz, onların hepsini kabul eder. Sünnet, ancak senedi daha kuvvetli bir sünnete muhalifse, o zaman reddeder. Ravileri mevsuk, sayısı fazla, şöhreti çok olan ravileri alır. Zayıf olanları reddeder. Kuvvetli olanların derecesi yüksektir. Yalanı duyulmayan, takva sahibi kimselerin zabtı noksan da olsa, onların rivayetini alır. Onlarla başkalarını mukayese eder. Eğer daha kuvvetlice mevsuk bir ravinin rivayetine muarız ise, o zaman reddeder, senede bakar. İbni Teyyime bu konuda şöyle der:

«Hadiste yanıldığı için ravi zayıf sayılabilir, fakat Hadisi sahih olabi­lir. Başka rivayetler onu takviye edince, onun rivayetini kabul ederler. Çünkü birkaç tankla gelen Hadisler, birbirini takviye eder ve ilim hasıl olur. Buna örnek Abdullah b. Lu heya´dır. O İslam ulemasının ulusudur. Mısır´da kadıydı,çok Hadis rivayet eder. Kitapları yandı, hafızasından rivayete başladı. Hadislerinde çok yanılma oldu. Halbuki çoğu sahih Hadistir. Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: «İbni Luheya gibi itibar ederek öyle adamın Hadisim yazamam» Onun yolu bu. Yalan söyle­yenden almaz. Yanılan kimsenin Hadisinin takviye maksadıyla alır.» Bundan anlaşılıyor ki, İmam Ahmed kasden yalan söyleyenin Ha­disini almıyor. Fakat takva ehli kimsenin zabtı, hıfzı tam olmasa da alıyor. Ancak daha mevsuk kimse bir Hadis rivayet ederse, onu alıyor diğerini reddediyor.

Burada, yukarıda geçen sözlerden anlaşılan şey üzerine bir uya­rıda bulunmamız gerekir. O zabtı tam oimıyanların Hadislerini alıyor, fakat inceliyor, onları tenkid ediyor, onlardaki şüpheleri araştırıyor. Çünkü yanlışlıkların çokluğu onda şek ve şüphe ihtimali uyandırır, her ne kadar başka rivayetler onu takviye etse de, bu zan vardır.

122- Sened Bakımından Hadislerin Nev´ileri:

Buraya kadar senedin muttasıl ve munkati´ olmasını, ravilerin, çok­luğu ve azlığı bakımından sünnetin nevi´lerinden bahsettik ve imam Ahmed´in hangilerini kabul ettiğini, delil almasını anlattık. Şimdi de Hadis alimlerinin Hadisleri tertibini, haber-i vahidleri nasıl sıraladıkları, Ahmed´in bunlardan hangilerini aldığını anlatalım. Hadislerin isimlerinin tafsilatına dalacak değiliz. Burada Hadislerin üç mertebesini sayaca­ğız: Sahih Hadisler, Hasen Hadisler ve Zayıf Hadisler. İmam Ahmed, sahih ve Hasen bulunmayınca zayıf Hadislerle nasıl fetva verirdi, onu açıklayacağız.

123- Sahih Hadisler:

Hadisciler sahih Hadisi şöyle tarif ederler: Adil ve mevsuk kimsele­rin muttasıl senedle rivayet ettikleri ve illetten hâli olan Hadistir. Muttasıl kaydıyle Mürsel ve Munkati´ Hadis çıktı. Çünkü onun senedi Hz. Pey­gambere ulaşmaz, adalet kaydtyle de adil olmıyanlar çıktı, mevsuk kaydiyle de zabtı, hıfzı olmtyanlar çıktı, illet ve şaz kaydıyle de, rivaye­tinde kusurlu olanlar, bazı halleri uygun görülmeyenler çıktı.

Hadisi Hasen:

Mevsuk kimseye yakın olan ravinin veya mevsuk ravinin muttasıl olmayana senedle müteaddit vecihle rivayet ettiği Ha­distir. Bunun da sahihde olduğu gibi illetten ve şaz olmaktan hali olması şarttır Muttasıl yollarla rivayet olunması, onu delil almağa sebeptir. Ravileri hakkında itimad olunur. Hasen Hadisin mertebesi, sahihten sonra gelir. Taaruz edince sahih tercih olunur. İbni Kayyım, Hasen hakkında şöyle der: Birkaç tankla rivayet olunur, içlerinde yalanla itham olunan bulunmaz, ravilerin hepsi adil ve mevsuk, zabtı yerinde kimselerdir.

Zayıf Hadis:

Nevevinin tarif ettiği gibi: Sahih ve Hasen Hadisin şartları bulunmayan Hadistir. Raviler adil değildir, yalancı olabilirler, rivayet yolları çok değil. Sazlık veya illet var. Bütün bunlardan dolayı zayıf sayılır. Zayıf haberler derece derecedir. Kabulden en uzak olanı mevzu´ olandır, yalan olduğu sabittir. Sehâvî der ki: Alimler, sahih senedle sabit olanları inceledikleri gibi en çürük senedler üzerinde de konuşup tenkid etmişlerdir. Böylece sahih olanları olmıyanlardan ayır­mışlardır.

Bazı zayıf Hadisler, inceleme sonucu hasen derecesine yükselir. Mesela rivayet tarikları çok olur, başka başka yollardan rivayet olunur, birbirini takviye ederler. Tedrib sahibi der ki: Ravisi yalancı veya fasık olduğundan dolayı zayıf olan, müteaddit yolla da rivayet olunsa, bu vasfından çıkamaz. Birkaç yolla rivayet olununca aslı olmayan Münker Hadis olmaktan çıkar, hıfzı kötü, hali bilinmeyen ravi Hadisi haline gelir. Zayıf olma hali azalır, böyle olunca mecmu´ itibariyle belki Hasen derecesini bulur.» Nevevi şöyle der: «Zayıf hadis mutaaddit yolla ge­lirse Hasen derecesine çıkar ve kabul olunur.» Demek zayıf Hadis, bazen Hasen oluyor ve onunla amel ediliyor. Fakat bu tekbaşına riva­yetle olmuyor, mutaaddit kişilerin mecmu´unun rivayetiyie oluyor.

124- Hadislerin Kısımları:

İmam Ahmed devrinde Hadis böyle ayrılmazdı, bu ondan sonra başladı. İmam Ahmed´e göre Hadis ya sahih olur, kabul edilir, veya zayıf olur. Sahih Hadisin şartlan bulunmaz. İbni Teyyime bu konuda şöyle der: Hadisleri ilk defa böyle sahih, hasen ve zayıf diye üçe ayıran Ebu İsa Tirmizi´dir. Ondan önce böyle bir taksim yoktu. Tirmizi bundan muradını şöyle açıklar. Hasen Hadis, mutaaddit yolla rivayet olunur. Yalan ve şaz olmıyan Hadistir. Bu adil kişinin rivayet ettiği Sahih Hadisten sonra gelir. Zayıf ise, ravisi yalanla itham olunan ve hıfzı kötü olan, Hadistir. Meçhul kişinin rivayeti de böyledir. Tirmi-zi´den önce böyle üçe taksim eden olmamıştır. Onlar Hadisi sahih ve zayıf diye taksim ederlerdi. Onlara göre zayıf da iki türlüydü. Bazısı Hasene yakındır, amel olunur, bazısı vardır, amel olunmaz, ona vâhî denir.»

Görüldüğü üzere Ahmed´in çağında: Ravileri adi! ve mevsuk olan Sahih Hadis vardı, bir de ravileri mevsuk olmıyan zayıf Hadis vardı ki,

eğer ravi yalanla müttehem değilse ve bir kaç tankla rivayet olunduysa Hasen derecesine çıkardı, eğer ravi böyle değilse ya mevzu veya vâhî denir ve onu almazdı.

125- Zayıf Hadîslere Dair Görüşü:

Bu mevzua dalarak bu Hadis kısımlarını ve rivayet nevilerini zikret­tik, çünkü İmam Ahmed´ın zayıf haberleri alıp sahabe fetvalarından sonra onlarla amel ettiği rivayet olunur. Ulema, onun Müsnedinde zayıf haberler var diyor. Ravisi yalanla tanınmamış ise o gibi zayıf Hadislerle amel ederdi. İyi hıfz etmemiş olanların rivayetlerini alırdı, İbni Luheya gibi yanlışlık yapanlardan naklederdi, takva sahibi olanların rivayetlerini alırdı.

126- Zayıfları Almanın Tehlikesi ve Almayanlar:

İmam Ahmed´ın bu konudaki görüşünü ve zayıf Hadisi hangi şartlarla aldığını beyandan önce, üç mezheb zayıf Hadisi aldığını söyle­yebiliriz:

Büyük Hadis âlimlerine göre ise, ne hükümde, ne de vaazda zayıf Hadis kabul olunmaz, Buharı, Müslim bunlardandır. Müslim, zayıf Hadisi alanları çok kötüler ve sahihinin mukaddemesinde şöyle der:

«Sahih rivayetle sakat olanı ayırmayı bilen herkese vacib olan o . dur ki, ancak mevsuk kimselerden rivayet edip bid´at ve dalalet ehlinin rivayetlerini reddetmelidir. Buna delilimiz, Allah Teâla´nın buyurdukla­rıdır. « Ey îman edenler, size f asık bir adam bir haber getirir­se, onun doğru olup olmadığını araştırın. Yoksa bilmiye-rek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de,sonra yaptığı­nıza pişman olursunuz.» (Hucurat: 6) «Razı olacağınız şahid-ler» «İçinizden adil olanları şahid tutun». Bu ayetler fasıkın haberinin kabul edilemeyeceğini, adil olmıyanın şehadetinin reddedile­ceğini gösterir. Bazı vaızlann ve kıssacıların teşvik veya tehdit için anlattıkları haberlere gelince, bunlar çok mübalağalıdır. Asım derki: Kıssacılann meclisine oturmayın. Yahya b. Sa´ıd demiş ki, Bu gibi salih geçinen kıssacılar çok yalan Hadis söyler, yani onların konuşmalarına yalan karışır, bilerek yalan söylemezlerse de mübalağa yaparlar.

Bu dinin hükümleri ancak kitap ve sabit sünnetten alınır, zayıf haberler sabit sünnet değildir. Onları almak, dine ziyade etmek olur. Ve bu da ayetle yasaktır. «Bilmediğin birşeyîn ardına düşüp git­me.» Fasıkların sözünü almak memnu´dur, din hususunda iyi nakil yapamıyanlar da öyledir. Nass bulunmayan hususta kişinin kendi re-yiyle söylemesi daha iyidir, çünkü hiç olmazsa hatası kendisine ait olur, sabit olmıyan bir haberle söylerse o zaman Hz. Peygambere nisbet olunur ve çok büyük günah olur. Onun için bu ulema zayıf Hadisi almazlar, ancak bir çok yolla gelip de Hasen derecesine çıkarsa o zaman alırlar. Birinci görüş budur.

127- Fazilete Dair Olanları Alanlar:

İkinci bir görüşe göre, amel babında değil, fakat fazilete teşvik babında alınır. Bu fıkıh ve Hadis ulemasından bir gruba nisbet olunur. İbni Abdul Ber der ki, fezaile dair Hadislerde, amele dair Hadislerde aranan aranmaz.» Hâkim de şöyle der: «Ebû Zekeriyya Anberiyi şöyle derken işittim: Bir haber helali haram, haramı helal kılan ve bir hüküm bildiren nev´iden olmayıp da tergıp ve tehdide dair ise, ona biraz göz yumulur, onun rivayeti pek sıkı tutulmaz.»

Beyhakî´nin nakline göre Abdurrahman b. Mehdi şöyle demiş: «Hz. Peygmaberden helal ve harama dair rivayet ettik mi, senedi çok sıkı tutarız, ravileri tenkid ederiz. Fazilete ve azaba dair rivayet ettik ki, senedi gevşek tutarız, müsamaha gösteririz. Meymûni´in nakline göre İmam Ah m e d de (Allah ondan razı olsun) böyle sözler söylemiş ve şefkata dair Hadislerde biraz yumuşaklık gösterilir, hikmetli olmasına bakılır. İbni İshak´ın, Sîreti hakkında şöyle dediği söylenir: İbni İshak megaziye dair Hadisleri yazıyor, Helal ve harama gelince (Elini yumruk gibi yaparak) bize böyle sağlam adamlar gerek, demiş. Bu sözleriyle iki şeyi gösterir:

1- Teşvik ve tehdide dair olan zayıf Hadislere karşı bazı ulema müsamahalı davranır. Bana kalırsa, bu Hadislerin İfade ettikleri manayı kasdederlerse, bu olabilir, fakat buna gerek yok, çünkü İslamın umumi hükümleri arasında fazilet hakkında o kadar çok şeyler var ki, böyle zayıf Hadisleri almağa hiç de lüzum yok. Yok,onlardaki hükmü Hz. Peygambere nisbet etmek, bunu Peygamber söyledi demek isterlerse, bunu isbat eden sahih bir sened yok,söylemeleri doğru olmaz. Haram ve helal hususunda senedi sıkı tutup diğerlerinde müsamaha göster-

mek de tehlikelidir.

2- Bu nakillerden anlıyoruz ki, Ahmed b. Hanbel helal ve ha­rama dair olan haberlerde sıkı davranıyor, öyle olmıyan haberlerde yumuşak davranırdı. Bundan çıkan netice şudur: Ahmed fazilete, ma-gaziye, tergtb ve terhibe reyiyle hüküm vermiş olmamak için, bu konuda zayıf Hadisleri kabul ettiği de söylenir.

128- Zayıf Hadisi Kabulün Üç Şartı:

Üçüncü görüşe göre bu konuda sahih ve hasen Hadis yoksa, o zaman zayıf olan kabul olunur. Ebû Davud´un görüşü de budur. Ahmed´in (Allah ondan razı olsun) görüşü de böyledir, ancak o sahabe fetvası varken bunu almaz, çünkü sahabe fetvası, zayıftan öncedir. İbni Hacer, zayıf Hadisi alanların üç şartını şöyle bildirir:

1 - Çok zayıf sayılmamak: Yalancıların, itham olunanların, çok yanı-lanların haberleri bunun dışında kalır, onlar kabul olunmaz. Bu şartla ulemaca ittifak vardır.

2- Amel olunması caiz olan bir konuyu içermek. İslamda kabul olunmuş sabit kaidelerden birine aykırı, garip birşey getirirse o alınmaz.

3- Onunla amel ederken onu sabit bir amel itikadiyle değil de, ihtiyat olarak almak. Yani onu, dinde reyiyle hüküm vermektense, bunun nisbeti sahihtir ihtimaliyle ihtiyaten almak, sahih diye değil.

129- Ahmed´e göre Sahih ve Zayıf Dereceleri:

Zayıf Hadisle amel hususundaki üç görüş bunlardır. İmam Ahmed (Allah ondan razı olsun) zayıf Hadisi alır, onu kıyastan önce sayar, bu bahsin başlarında, ibni Kayyım´ın bunu te´yid ettiğini söyledik, fakat zayıf Hadisi, asla sahih derecesinde tutmaz, hatta onu sahabe fetvalarından sonra alır. İmam Ahmed bu konuda oğlu Abdullah´a şöyle nasihat eder: «Görüyorsun ki, insanlar rey sahiplerine kalbinde bir şüphe olarak bakıyorlar. Zayıf Hadis bana, reyden daha sevimlidir. Abdullah sormuş: Bir adam bir memlekette bulunuyor, orada sahih Hadisi sakat olandan ayırmıyan bir hadisci ile bir de rey sahibi olan var, başka soracak kimse yok, meselesini hangisine sorsun? Cevap ver­miş: Hadis sahibine sorar, rey sahibine değil! İbni Cevzi, Ahmed´in zayıf Hadisi, kıyasa takdim ettiğini söyler. Oğlu Abdullah da şöyle demiştir:

«Oğlum, o babda ona karşı gelecek birşey yoksa zayıf Hadisten çekin­mem.»

Zikrettiğimiz gibi, ehline göre, Ahmed´in (Allah razı olsun) Müsnedinde zayıf Hadisler vardır. Çünkü o çağındaki ravilerin hepsinin rivayetlerini toplamayı amaç bilmişti. Alimlerden her öğrendiğini toplu­yor, duyduğunu yazıyor, ancak muhalifi bulunduğu sabit olanı reddedi­yordu. Bu da mevsuk ve raviierin sayısı çok olma, sadakatla meşhur bulunma yönünden daha kuvvetli olmakla sabit oluyordu. Oğlu Abdul­lah´ın dediği gibi, o babda ona muhalif birşey yoksa, zayıî rivayeti reddetmez.

130- Müsned´deki Zayıf Hadîsler:

Biz bu konuda onun Müsned´ınden misal vermek istiyoruz, her­hangi bir cüzü abalım ve sahabe rivayetlerinden birine bakalım, içle­rinde zayii var. Sa´id b. Müseyeb gibi mevsuk kimselerin mürselle-rıni bir yana bırak, içlerinde zayii ravilerin bulundukları da var.İster muttasıl, ister munkatı1 senedle olsun. Üç tane örnek vereceğiz. Hz. Ömer´e ait Müsnedı bulunduğu yen açtık, diğerleri gibi orada bu tür Hadisler var. İbte misaller:

Ebû Yeman Hakem b. Nâh´den rivayet olunur. Ebû Bekir Abdul-lah´dan o. Rasıd b. Sa´d´dan o da Hamza b. Abdıkelal´dan rivayet ederek demiş ki; -Ömer b. Hattab, birinci seîerınden sonra Suriye´ye gitti. Oraya, yaklaşınca Suriye´de Tâün hastalığı bulunduğu haberini aldılar. Ashab, donelim. Taun olan yere girilmez, tehlike var, dediler, Ömer de Medine´ye dönmeye Karar verdi. Ashab toplanıp onlarla ko­nuyu müzakere etti. Ben de yakınlanndaydım, onu şöyle derken işittim: "Taun var diye oraya yaklaşmışken ben, Suriye´ye girmekten alıkoy­mayın. Vebadan kakmak, ecelimi geciktirmez. Veba olan yere girmek de eceli çabuk getirmez. Benim görecek elerim vardır. Suriye´ye gir-şeydim, sonra oradan Humusa inecektim. Ben. Hz. Peygamberi şöyle derken işittim: Allah Teâlâ kıyamette oradan yetmiş bin kışı hasrede­cek, onlara ne soru. ne hesap olacak. Onların kalkacakları yer zeytin ile kırmızı toprak aradı.»[3]

Hadis erbabı bu Hadisi zayii sayar. Senedinde zayıf ravı var, o da Ebû Bekr b. Abdullah b. Ebû Meryem´dir.[4]

b) Ebû Dâvud Tayalısî Hadisi. Ebû Avâne Davud Evedı´den o da Abdurrahman Mıselı´den o da Eş´as b. Kays´tan rivayet eder, dedi ki: Hz. Ömer´i ziyarete gitmiştim. Ömer karısını dövdü ve bana şöyle dedi: «Ey Eş´as benden üt şeyi belle, ben onları Hz. Peygamber Aleyhisselamdan işitmıştım: Adam karısını neden dövdüğünü sorma, okun ya­nında uyu, üçüncüsünü unuttum.»

Hadis alimleri, bunun senedi zayıftır, diyor. Çünkı bunda Davud b. Yezid var. O sağlam değildir, hakkında çok söz edilmiş, onu Abdurrah­man zayıf ravilerden sayar.

c) Ebû Sa´ıd Hadisi, Abdüiazız b. Muhammed´den o salih b. Mu-hammed İbnt Zaide´üen, o salım b. Abdullah´tan demiştir ki, Rum topraklarında Mesleme. Abdülmelık ile birlikte bulunuyorum. Bir ada­mın eşyası arasında ganimetten aşırılmış bırşey buldu. Bunu Salim b. Abdullah´a sordu. O da Abdullah b. Ömer, bana şunu rivayet etti! Hz. Peygamber aleyhısselam buyurmuştur ki: "Kimin eşyası arasında ça­lınmış ganimet amali bulursanız, onu yakın.» Diğer rivayette: Onu dövün, dedi sanırım. Aşırıları malı pazara çıkardı, o bir mushaîtı, salım, onu sat, bedelini sadaka olarak dağıt. dedi. Bunun senedinde de Salih b. Zaide var. Buharı onun HadıSi Münkerdır diyor. Böylece Müsned´de Hadis ilmi erbabından bir kısmının zayıf olduğunu söyledikleri Hadislere rastlıyoruz. Ancak bazıları, birbirini takviye ettiğinden onları Hasen derecesinde saymışlardır.

131- Zayıf Hadisi, Rastgele Kabul Etmez:

İmam Ahmed (Allah razı olsun; zayii Hadisleri alıyor, ancak bunda ulemanın bunları kabul u in koştukları varlı gozonünde tutuyor. Ravınin yalancı olmamasını, Hadısm umumi bir asla dayanmasını ve bunu amel hususunda ihtiyatlı hareket ıcırı yapmayı şar! koşuyor. Gör­düğünüz gibi, o zayıf Hadisle ameli, dinde reyle hükümden ileri tutuyor ve bunu ihtiyat için yapıyor. Ancak onun kabul ettiği zayıf Hadislerin ravısı, kasten yalan söyleyenlerden değildir. Bazı âlimler onları tezkiye eder, bazılarının rivayetleri bırb.rını takviye eder, bazılarının ezberi zayıf, fakat rivayetinde asla töhmet altında değildir. İbni Teymiye´ye göre: «İmam Ahmed´in aldığı zayii Hadis, Hasen derecesine çıkmış Hadistir, onu sahih Hadisin bir kısmt sayar, bu konuda şöyle der:

«Biz, zayıf Hadis, reyden hayırlıdır derken, terkedilmiş olan zayıf murad etmiyoruz, maksadımız Hasen Hadistir. Tirmizi´den önce Hadis­ler, sahih ve zayıf diye ikiye ayrılırdı. Zayıf da iki kısımdır: Metruk olan ve olmıyan. Hadis uleması bu husuta fikir beyan ederler, o, zayıf Hadis, bana göre kıyastan daha sevimlidir, sözünü, Tirmizi´nin zayıf saydıkları gibi zayıf Hadisi alıyor, sandılar.»

İbni Teymıye ´nin görüşüne göre Ahmed´in aldığı zayıf denen Hadis, Hasen nev´inden olan Hadistir. Fakat Müsned den zikrettiği­miz Hadisler, Hadis alimlerinin Hasen dedikleri nevi´den değildi, zayıf-dır. Tirmizi´nin ıstılahına göre de bunlar zayıftır, ancak mevzu´ değildir. Ravileri bilerek yalan söyleyenlerden değildir. Birbirlerini takviye etme­diklerinden Hasen derecesine de yükselemez. Onun için şunu belirte­lim ki, İmam Ahmed, senedi zayıf olan haberleri, kıyastan önce tutardı ve bunu dinde ihtiyat için yapardı. Mevzu1 olan bir haberi asla almazdı. Zayıf ile mevzu´ arasında fark açıktır, Zerkeşi şöyle der: «Mevzu1 ile sahih eş değildir dememiz arasındafark büyüktür.Birincide yalan ve uydurma sabittir. İkincide ise sabit olmadığını haber vardır. Bundan sübutun yokluğu gerekmez, bu İbni Cevzİ´nin sahih değildir dediği Hadisler hakkında böyle geçer.

132- Zayıf Hadisi Kıyasa Neden Tercih Eder:

İmam Ahmed´in senedinde umumi bir asla uyan bir sahih Ha­dise muarız olmayan zayıf haberi alması, dinde ihtiyatlı hareketinden doğar. Haberin nisbeti sağlam olduğundan değil, sıhhat ihtimali olduğ­undan onunla leh ayı seçer. Çünkü Ahmed o mevzu´a hiç bir Hadis bulamayıp zayıf bir haberi rivayet ederse, iki zor şey arasında kalıyor, Ya reyiyle fetva verecek, halbuki buna ancak zaruret halinde gider ve doğru olur ümidiyle verir, zayıf da olsa bir haber buldumu, o zaman kıyasa zaruret kalmadı hesap ediyor, ve onunla fetva veriyor, ne de olsa, ortada bir haber var, onun doğru olma ihtimali mevcuttur. Ancak zayıf Hadisi alması, onun Hz. Peygambere nisbetini kabullenmek olur. Halbuki bu salim bir tankla sabit değil. Onun için iki müşkil arasında kalırdı, diyoruz. Bundan kurtulmak ve senedi sabit olmayan bir sözü Hz. Peygambere nisbet etmemek. Onun için o haberin sıhhatına hükmet­miyor, onun doğru olması ihtimali de var, o yüzden zayıf Hadisi kabul

ediyor, o zayıf olmakla beraber bana kıyastan daha iyidir, diyor.

Kıyastan uzaklaşmak için, bazen geçmiş fukahadan bid´attan sa­kınmakla meşhur olanların kavillerini alıp onların ictihadiyle de hükme­derdi. İmam Mâlik, Şafiî, Sevrî gibi Hadis ilminde kuvvetli olanların kavillerini alırdı. Kendisi ictihad yapıp da neticeyi beğenmezse o zaman bu fukahanın içtihadına başvururdu. Bütün bunlar dinde ihtiyat ve bil­meksizin birşey söylemekten kaçınmak içindi.

133- Zayıf Hadisi Veya Kıyası Almada İmamların Gö­rüşleri:

İmam Ahmed, reyiyle fetva vermemek için zayıf haberleri bile alınca, sahih Hadis varken rey ve kıyası asla almayacağı evlâdır. Onun için o, kıyası Hadise asla takdim etmez, mevzu´ olduğu sabit olmadıkça zayıf haberi bile kıyastan önce alır. Bu görüş ile o, üstadı Şafii ile birleşiyor. Hadis varken kıyasa meydan yok. Hatta üstadını geçiyor. Çünkü Şafiî, hiçbir suretle zayıf Hadisi kabul etmez ki, onu reyden önce tutsun. Halbuki Ahmed, onu kıyastan öne alıyor. Ebû Hanife, Malik ise bazen kıyası, haber-i vahide tercih ederler. Onların yolu, Ahmed´in ve Şafiî´nin yolunun zıttıdır. Özellikle Ahmed´in yolu daha kesindir, kıyas bahsinde bunu biraz açıklayacağız.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbrahim Şâtıbî, Muvafakat, c.lV, s.7.

[2] İbni Cevzî, Menâkıb, s.169.

[3] İbni Esir, burası Humusa yakın bir yerdir, orada ashabdan bir cemaat şehid oldu. (Bu Taun olayını rahmetli Mehmet Akit, dördüncü Safahat´ta Fâtih Kürsisinde çok canlı anlatır.)

[4] Üstad Şakir, Müsned Mukaddimesi.