HADİSTEKİ YERİ VE MÜSNEDİ

35- Hadis´e Dayalı Bir Fıkıh Alimi:

Bizim çalışmalarımızın asıl maksadı, onun Hadis´teki yerini belirt­mektir. Siyaset ve inanç hakkındaki görüşlerini bir giriş olarak anlattık. Çünkü o, bu gibi konulara girmek istememesine rağmen, çağındaki fikir cereyanları, zamanın icapları ve Mutezile nin ortaya attığı ve onları destekleyen halifelerin tutumları tesiriyle bu konuda konuşmak zo­runda kaldı. Bununla beraber, konuşurken yine sapık fırkalarla tartış­maya girmekten kaçındı. Yalnız herhangi bir kişi, irşad maksadıyla bir soru sorarsa, o zaman görüşünü açıkladı, çünkü o rehber tutulan bir mürşitti, kendisinden sorulunca, hidayet yoluna daveti vazife bilirdi. Yalnız söyler, fakat uzatmazdı, görüşünü açıklar, tartışmaya girmezdi. Görüşünde ısrar eder, bu uğurda belâya sabreder, fakat kavgaya gir­mezdi. Fazilet ve takva yolundan ayrılmazdı.

Onun asıl yeri fıkıh ve Hadis sahasıydı. Kendini bunlara adamıştı. Bütün kuvvetini onlara vermişti. Hadisleri, sahabenin âsâr ve fetvaları­nı, onların verdikleri hükümleri öğrenmeye çalıştı, onların âsâr ve fetva­larından fıkhını aldı. Bu doğru yolayöneldi. Böylece onun fıkhı, Hadis ve âsâr fıkhı halini aldı. İlk zamanlarda İmam Şafii ile görüşmelerinde ondan: Kitabı doğru anlama kaidelerini, usûl arasında mukayese yap­mayı, nâsih ve mensûhu belledi. Böylece nassdan hüküm çıkarma, istinbat yapma, fer´i hükümlerin şer´in asıl kaynaklarından, kitap ve sünnetten nasıl alındığını öğrendi.

İşte İmam ŞafiVden bunları öğrendi. Ve gördü ki, o akıllı, çalışan büyük bir âlimdir, kitap ve sünneti öğrenmek isteyen ilim talibinin ondan istifade etmesi gerek. O Ümi tam manâsiyle kavramış bir zat. Alim, ilmi muhtelif kaynaklardan alır, onu hazmeder, faydalı bir gıda haline getirir, sonra o ilim, güzel meyvelerini verir. Kendi şahsiyetine göre olgunlaşır. Onun için Ahmed, Şafiî´nin ilmîni âldı, onda okudu. Nasslardan hüküm alma, istinbat usulünü öğrendi. Böylece sünnet ve âsârı en güzel şekilde öğrenip Hadîs fıkhı yolunu tuttu. Sorulan mes´elelerde sahabe ve tabiin fetvalarına yakın bir yol izledi, onlardan uzaklaşmadı. Böylece onun fıkhı asar fıkhı halinde oldu. Hem hakikati, hem görünüşü, hem de maksat ve gayesi itibariyle Hadis´e dayalı bir fıkıhtı.

36- Onu Fakih Saymayanlar:

Bütün bunlan gözönüne alarak biz: Ahmed Hadis´te imamdır, diyo­ruz. Hadis´te imam olduğu gibi, bir fıkıh imamıdır da. Onun fıkhı, hakika­ti, mantığı, kaideleri, rengi ve görünüşü bakımından bir âsâr fıkhıdır. Onun için, İbni Cerîr Ta beri, onun fakîh olduğunu inkâr etti, (O fakih değil, Hadis âlimidir dediği için mutaassıblar evini taşladı) İbni Kuteybe de onu Hadisciler arasında saydı. Bir çokları buna yakın sözler ; söyledi. Fakat, onun fetvalarını, muhtelif mes´elelere dair sözlerini dik­katle inceleyince, onun , Hadis yönü galip bir fakih olduğuna hükmet­memiz gerekir.

İmam Ahmed´in Fakih olup olmadığına dair ulemanın hükmü ne olursa olsun, bizim elimizde ona nisbet olunan bir fakih külliyesi var. Bu, muhtelif senetlerle ondan naklolunmuştur, ulemâ bunu böylece kabul etmiştir. Vakıa eskiden beri bazıları, bunun etrafında bazı şüphe sisleri uyandırmak istememişlerse de, bunlar gerçeği örtememiş, inceleyen göz, onun ardındaki gerçeği görmüştür.

37- Hadis´ten Başkasının Yazılmasını Hoş Görmezdi:

Ulemanın kabul ettiği bu mes´ele etrafında neden bu itiraz tozları kaldırıldı? Bunun Ahmed´e nisbeti yerinde midir?

Buna cevabımız şöyledir: İmam Ahmed, talebesini ve dinleyici­lerini, kendisinden Hadis´ten başka birşey yazmaktan menederdi. İlk zamanda Hadis´ten başka bir şeyi yazmayı bid´at sayardı. Hz. Pey­gamberin sözleri gibi, insanların sözü de nasıl kâğıt üzerinde toplanır, derdi. İnsanların Hadis´i bırakıp fukahanın sözleriyle uğraşmaya başlamalarından korkardı. Onların füru´a dair ictihad ettikleri sözlere dalar­lar, Hadis´e, rivayet ilmine bakmazlar, korkusu vardı; nasıl ki bu kork­tuğu sonraları aynen oldu. Çünkü sonraları, fukahadan bir çokları imam­ların furu´ mes´elelere dair görüşleri üzerinde çalışmaya kendilerini kaptırdılar, Hadis ve Asarı rivayet yerine, onlarla uğraştılar.

Diğer yandan baktı ki, fukaha ictihad ettikleri mes´elelerde ihtilaf halindedirler, onların bu birbirine uymıyan aykırı görüşleri eğer yazılırsa, insanlar şaşırıp kalacaklar, ona göre, bu ilim, dindir. Allah´ın dini böyle parça parça olamaz, dağınık sözler, zıt görüşler haline gelemez.

İşte bunlardan dolayı, o, kendisinin fıkha ait fer´i mes´elelerinin yazılmasını menetti, başkalarının yazdığı kitapları okumağı da hoş gör­mezdi. «İshak´tn, Süfyan Sevri´nin, Şafii´nin, Mâlik´in yazdıklarına bakmayın, asla - (temel olan nassa) bakın» derdi. Hadis âlimlerinden bazılarının, İmam Şafii´nin kitapları soruldu: Bu kitaplar bid´attır, siz de hadis´e sarılın» dedi.

Öyle anlaşılıyor ki o, ilk Hadis okumaya başladığı sırada, yalnız İmam Mâlik´in Muvatta´ının naklini caiz görürdü. Çünkü o, içinde fıkıh varsa da, yine Hadis kitabıdır.

Fetvalarının kitap halinde toplanmasını istemediği gibi ağızdan nakledilmesini de istemezdi. Rivayet olunduğuna göre kendisinden ders okuyanlardan birinin Horasan´da ondan bazı mes´elelere dair fetvalar naklettiği ulaştı. Bunu duyunca talebelerine şöyle bağırdı: «Şahit olun ki, ben o fetvaların hepsinden rücu´ ettim.»[1]

38- Sonradan Fetvaların, Fıkhının Yazılmasını Kabul Etti.

Yalnız Hadis yazmaya müsaade edip fetvalarının yazılmasını ya­sakladığına dair olan bu haberler doğru olmakla beraber, diğer yandan bazı haberler görüyoruz ki, hem yazma, hem sözle nakletmeye mü­saade ettiğini göstermektedir. Hattâ bazen yazılı olanlara müracaat edermiş.

Bu iki nakil arasını bulmak için şöyle deriz: O, ilk zamanlarda Hadis´ten başka şeylerin yazılmasını yasaklamıştır. Çünkü kendisinin fetvalarının yayılmasını istemezdi. Zira fetva zor bir iştir, fakih bununla imtihana çekilir gibidir. Bazen Hz. Peygamberden sarih bir nass. as-habdan açık bir fetva bulunmıyan bir mes´eleye dair hüküm vermek zorunda kalır. Bu, böyle mes´elede hüküm vermek zaruret icabıdır. Zarurethalinde verilen bir hükmün yayılmasını istemezdi. Bu bir nev´i ibtilâdır, o kadarla kalsın isterdi. Eğer bu konuda Hadis veya eser varsa, o zaman ona tâbi olunur, ona dayalı fetvayı yaymak, Hadis´i yaymak sayflfr. Onun için onlar nakil olunur, diğerleri nakil olunmaz. İşte ilk zamanlarda fetva ve Hadis´e başladığı sırada görüşü buydu. Fakat, ömrünün sonuna doğru, yazmaya ve nakline müsaade etti. Talebesin­den Abdülmelik b. Abdülhamid M ey mü m (Ölümü: 274 H.) diyor ki: «Ebû Abdullah Ahmed´e, bazı mes´eleleri sorup yazmak istedim, Ey Ebû Hasan, neleri yazacaksın? Eğer senden haya etmesem, onları yazmana izin vermem. Çünkü bu bana ağır geliyor. Hadis bana daha sevimli, dedi. Ben de: Senden rivayeti gönlüm çok istiyor. Biliyorsunuz Hz. Peygamberin ashabı öldü, onun ashabının talebeleri öldü. Onlar­dan duyduklarını yazarlardı, dedim. Kim yazdı, dedi. Ben de Ebû Hü-reyre yazdı, Abdullah İbni Ömer yazardı, dedim. Bana, getir o Hadis´i, dedi. Ben de bütün mes´elefer Hadis´ten çıkma değil mi, dedim.[2]

Bu sözler iki şeyi gösterir:

1- Ahrhed ondan mes´elelerin naklini hoş görmezdi, fakat yazmak isteyeni menetmekten de utanırdı, bununla beraber yazanlar oldu.

2- Talebesi ısrarla onu ikna etti, o da sonunda hoş gördü.

Yine El-Minhecül-Ahmed kitabının nakline göre, İshak b. Munsur Kevsec (Ölümü: H. 251) diyor ki, İmam Ahmed, kendi­sinden naklolunan bu mes´elelerden rücu´ etmiş. O da (Yani İshak) bu mes´eleferi toplayıp bir torbaya doldurmuş, onu sırtına alıp yaya olarak Bağdad´a gelmiş. Ahmed´den yazdığı mes´eleleri birbir ona arzetmiş, Ahmed ikinci defa bunları ikrar etmiş ve bu yaptığını beğenmiş.»[3]

39- Onun Fıkhı, Hadis´e Dayalı Bir Fıkıhdır:

Bütün bunlardan aldığımız netice şudur: «İmam Ahmed, her-

şeyden önce kendisini, Hadis âlimi sayardı. Fetvalarının hepsinin kay­nağının Hadis ve eser olmasına dikkat ederdi. Ancak onlara göre fetva verirdi. Ashabın fetvalarında bulamadığı bir mes´ele hakkında sorulur­sa, o zaman ictihad ve reyle fetva vermek zorunda kalırdı. Bunu bir zaruret sayar, onun nakline cevaz vermezdi. Çünkü bu bir zarurettir, zaruretler yerinde kalır, bir başkasına geçmez, onunla kıyas yapılamaz. Fakat talebesi ısrar edince, onların da yazılmasına ve halk arasında yayılmasına izin verdi. Çünkü bunlar Hadislerden çıkma sayılır, Hadisle sıkı bağlantısı olmayan fıkıh mes´eleleri yerine, Hadis´e bağlı olan onun fetvalarını almak Hadis ve esere bağlı olmak demektir, bu daha mak­buldür, çünkü Hadis´e dayanmıyanfıkıh mes´eleleri sahiplerinin, Ahmed kadar Hadis bilgileri yok.

İmam Ahrned´in yazmaya izin vermesi ve yasaklaması etrafında kaynaklar birbiriyle çelişkili, rivayetler çok, hattâ bu konuda kalın ciltler toplanmış. Nice tozlar kaldırılmış, fakat bu tozlar, sağduyu sahibi kimse­lerin gözlerini, gerçeği görmekten menetmemiştir.

İmam Ahmed´den naklolulan Hanbeli fıkhı etrafında da bazı tozlar kaldırılmak istenmişse de, ona nisbet olunan bu fıkıh külliyatını, bu fıkıh servetini, bütün nesiller kabul etmiş, çağlar boyu onu okumuşlar,ortada büyük bir Hanbeli fıkhı var. Onun kaideleri, usulü, tesbıt olunmuş ortaya, Hadv´û dayalı bir fıkıh doğmuştur. Bu Hadis´ten çıkmıştır, yönü onadır.

40- Hem Fakih, Hem Hadis Alimi:

İmam Ahmed, bir Hadis Alimidir. O Müsned adlı büyük Hadis kitabını toplamıştır. Kendisinden sonra gelenlere hediye ettiği bu kita­bın, onun eseri olduğunda asla şüphe yoktur. Onu bizzat kendisi yaz­mış, talebelerine yazdırmış, mevsuk kimseler ondan nakil ve rivayet etmişlerdir. Onu yazmaya çok hevesli idi. Kendisinin dediği gibi, onu insanlara Hadİs´de imam olsun diye yazdı.

Fakih Ahmed´e gelince, fıkha dair yazılı bir kitab bırakmadı, başka­larına da yazdırmadı. Hatta baştan fetvalarının yazılmasını istemiyordu. Sonra talebelerinin ısrarı üzerine, yazmaya izin verdi. Bazen verdiği fetvayı, ona nisbetini tasdik için, imzaladığı da olmuştur. Şimdi onun asıl büyük eseri olan Müsned´den bahsedelim.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bu ve emsali için bak: İbni Cevzi, Menakıb. Bu ravi ise Ishak b. Mansur Mervezî´dir. Ahmed bu rivayetleri sonra ikrar etmiştir. İleride gelecek. Bak bend: 39 sonu.

[2] El Minhecül-Amed fi Tercümei Ashabi, (mam Ahmed, c.l, s.200. Yazma, Mısır Kütüphanesi, No. 4323, tarih kısmı.

[3] Adı geçen Eser, s. 149.