MEMURİYET KABUL ETMEDİ, HALİFELERDEN ATİYE ALMADI

73- Halifelerin İhsanını Almazdı:

Yukarıda bil münasebe gördük ki, Ahmed kimseden atiye ve ihsan cabul etmiyor, minnet altında kalmayı izzeti nefsine yediremiyordu. O "dinine o kadar dikkatliydi ki, helal ve tayyip, temiz olmıyan bir şey kabul etmiyor, şüpheli şeylerden, kirli maldan kaçınıyordu. Zekat hususuna o kadar önem veriyordu ki, kendi malından vereceği zekat miktarında en şiddetli kavli alıyor, geçimini sağladığı akarından olduğu gibi, oturduğu evinin bile zekatını verirdi. Bu hususta ihtiyatlı davranıyor, Irak´ı fethet­tiği zaman Hz. Ömer b. Hattab´ın verdiği fetvayı örnek alıyordu.

Ahmed b. Hanbel, halka, ilim ve Hadîs erbabına karşı böyle davra­nıp, izzeti nefsi incitmesin diye onlardan birşey kabul etmediği gibi, acaba halifelerden de birşey almıyor muydu? Beytülmal: Müslümanla­rın zekâtlarından diğer kanunî yollarla toplanmış mallardır. Bunlar umumun faydasına, mesalih-i âümmeye sarfolunur. Şüphesiz ki âlim­lere, Hadis ravilerine de yardım bu maldan yapılır, bu malı almak, halifenin malını almak değil, milletin malından almak demektir. O da bütün gayretini bu milletin Resulünün Hadislerini neşre sarfediyor, öyleyse neden almasın?

İmam Ahmed, halifelerin mallarına karşı daha çok zâhidce davra­nıyor, daha çekingen oluyordu, O malları almaktan nefret ediyordu. Bunu vazife karşılığı olduğu gibi atiye ve ihsan şeklinde almaktan da çekindi. Hattâ halifelerden ihsan kabul edenlerin malından birşey almı­yordu. Bu hususta o kadar şiddetli ve sert davranıyordu ki, herhangi bir zaman, ne veçhile olursa olsun, sultanın malından faydalanma, olanlardan bile birşey kabul etmiyordu.

Onun hakkında varit olan bir çok haberlerin özeti bunlar, aşağıda

bunun biraz açıklaması var.

74- Üstadı Şafiî´nin Kadılık Teklifini Reddetti:

İmam Şafiî (Allah ondan razı olsun) yerleşmek ve mezhebini yaymak üzere ikinci kez Bağdad´a geldiğinde. İmam Ahmed, ders halkasını kurmuş, ders okutuyordu. Ders meclisinden hiç ayrılmıyordu. Ancak sefer ve hazarda Hadîs talebi için dersini bırakıyordu. İmam Şafii baktı ki, İmam Ahmed, Abdurrazzak b. Hümam´dan Hadis öğrenmek için Yemen´e seyahat ediyor, Yemen uzak, yolculuk meşakkatli, Ahmed bu yolculukta çok zahmet çekiyor. Diğer yandan parası az, bu da başka bir dert. Ahmed´e iyilik yapmak istedi, o sıralarda Emin, İmam Şafii´den Yemen´e bir kadı seçmesini istemişti. Şafii düşündü ki, Ahmed için, Yemen kadısı olmakta ona fayda var, gidip gelme zahme­tinden kurtulacak. Abdurrazzak´tan zahmetsiz, kolayca Hadis dinleye­cek. Bu düşünceyle Ahmed´e, Yemen´e kadı olmasını teklif etti. İmam Ahmed bunu reddetti. Şafiî, belki fikrini değiştirir umuduyla, teklifini tekrarlayınca, Ahmed, üstadı olan ve çok saydığı bir kimse bulunan

İmam Şafiî´ye şöyle dedi:

«Ey Ebû Abdullah, senden bunu ikinci bir defa daha duyarsam, ondan sonra beni yanında göremezsin»[1]

İmam Ahmed üstadının bu şerefli teklifini reddetti. Çünkü o sade ilim için yaşamak istiyor, şüphe olmıyan helâlinden temiz mal almak diliyordu. Sonra, ilim yolunda zahmet çekmek, sevaba vesiledir, ayrıca O da İmam Ebû Hanife gibi kadılık vazifesi almaktan çekiniyordu.

75- Halifelerden İhsan Almakta Ulema Üç kısımdı:

İmam Ahmed, şüpheden hali olan maldan başkasını kabul et­mediğinden, son derece nezih davranarak, işaret ettiğimiz gibi, halife­lerin atiye ve ihsanlarını kabul etmiyordu. En büyük zorluk ve darlık içinde bulunduğu sırada bile bu husustaki katılığı devam etti.

Şunu belirtelim ki, bu konuda imamlar, büyük âlimler üç kısımdır, birinci kısım, sultan ve halifeden mal almayı reddeder, bu hususta nezih ve afif davranır. İmam A´zam Ebû Hanife ve Sevrî bunlardandı. İmam A´zam Ebû Hânife, sultanın malını,"hediyesini kabul etmemekle kendisini tehlikeye attığını biliyordu. Çünkt halife Ebû Cafer Mansur, kendisinin verdiği hediyeleri kabul edip etmemekle onun halifeye bağlı­lığını, sadakatini denemek istiyordu. Bununla beraber o kabul etmedi. Mansur´un adamları ondan hediyeleri alıp onları sadaka olarak dağıt­masını teklif ediyorlar, o bunu da kabul etmiyor. Çünkü, netice ne kadar kötü çıkarsa çıksın halifenin malının, velev ki kısa bir süre olsun, kendi malına karışmasını mülküne girmesini istemiyor.

. İkinci kısım ulemâ, halifelerin atiye ve hediyesini kabul eder, onu yoksulların ihtiyacına harcar, ilim ehlinden muhtaç olanlara yardım yapar. İlim ve din erbabının kendi şereflerine yakışır bir tarzda yaşama­ları için onlara yardım elini uzatır.

Bu kısmın başında Hasan Basri ile İmam Malik gelmektedir. İmam Malik, halifelerden almakta bir beis görmez, Çünkü o mal, müslü-manların malıdır. İnsanlara dinî işlerini öğretmeye kendilerini vakfetmiş olan ilim erbabı kadar, bu malda hakkı olan başka kim vardır. Alimler iyilikle emir kötülükten nehyetmektedirler. Onlar bu hususta gaziler, askerler gibidirler. Askerler ülkeye dü$man ayağı basmasın diye ser-hatlarda bekliyorlar, hudutta nöbet tutuyorlar. Yurt içine düşman sız­masın diye yurdu koruyorlar. Askerler böyle olduğu gibi âlimler de, bu millete kendilerini vakfettiler, milleti dalâletten koruyorlar, dalâlet gedik­lerinden milletin kalbine sapıklık sızmasını önlüyorlar. Hidayete ermiş­ken, ayaklar sapıp kötülük çukuruna düşmeye mani oluyorlar.

İşte İmam Malik´in bu konudaki görüşü böyle. Şüphesiz ki bunun dayanağı ve yönü vardır. Şu da bilinmeli ki, İmam Malik, şekli ne olursa olsun, hükümetin vâki halini kabul etmekte, ona saygı duymaktadır. Hâkim mevkide olanın hali ne olursa olsun onu ıslaha çalışmak, güzel nasihatle onu irşat etmek, uygun olan budur. Bu ise baştaki hâkimle görüşmekle, temas halinde olmakta sağlanır. Yoksa onlarla münase­beti kesip yan çizmekle birşey elde edilmez. Halifeyle münasebet kur­mak, bunu devam ettirmek onun verdiği hediyeyi kabul etmeyi gerekti­rir, reddetmeyi değil.

Üçüncü bir kısım var ki, bunlar birincilerle ikinciler arasında orta bir yol tutmuştur. Halifelerin teklif ettikleri vazifeyi kabul ederler, verilen hediyeyi, atiyeyi alırlar, fakat bunu sadaka olarak başkalarına dağıtırlar. İmam Şafiî bunlardandır. Harun Reşid´in teklif ettiği vazifeyi kabul etti. onun verdiği atiye ve hediyeleri aldı ve bunları sadaka olarak dağıttı. Ganimetten Muttalip oğullarına verilen payı almayı kabul etti. Onlar da Haşim oğullarından sayılmış olduklarından kendileri için hisse ayrılırdı, çünkü sulh ve harbde cahiliyet ve İslâm devirlerinde hep onlarla birlik olurlardı.

76- Ahmed ile Ebu Hanife Arasındaki Fark:

Görüldüğü üzere Ahmed b. Hanbel, İmam A´zam Ebû Hanife´nin mesleğini seçti, onun yolunu tuttu, onun gibi ne vazife aldı, ne de hediye kabul etti, ancak ikisi arasında fark olduğundan, İmam Ah-med´in durumu daha dikkat çekicidir. Çünkü fakirdi, Halifeden ve diğer­lerinden ihsan kabul etmiyor, hediye almıyorken, ihtiyaç içindeydi, üc­retle iş yapardı. Borç senedi yazıp para alırdı. Yoksulluğa katlanıp minnet altına girmezdi. Ebû Hanife ise zengindi, servet içinde yüzerdi. Bol para getiren ticareti vardı. Geliri çoktu, hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Hatta etrafındaki fukaraya, Hadis âlimlerine o yardımda bulunur, onla­rın ihtiyaçlarını karşılardı. Nice âlimler onun lütuf ve ihsanını gördüler. (Ebû Yusuf onun yardımıyla okudu).

İmam Ahmed, kendisine hususi olarak verilen hediyeleri almadığı gibi umumî surette toptan yapılan hediyelerden kendisine düşeni de almazdı. Anlatıldığına göre, Halîfe Me´mun, zamanındaki Hadis ulemasından bir zata bir miktar mal verdi ve onları Hadis âlimleri ara-sındataksim edip bölüştürmesini söyledi. Çünkü içlerinde ihtiyaç sahip­leri var, kendilerini ilme vakfetmişler, onlara yardım etmek istedi. Ahmed İbni Hanbel´den mâada hepsi verilen parayı aldı, ancak İmam Ahmed almadı.[2] Bu olay, Halife Me´mun, fukahayı ve Hadis âlimle­rini henüz sorguya çekmeden, onları Kur´an mahlûktur demeye zorlamadan önce olmuştu. O zaman Bağdad´daydı. Onun ulemayı sorguya çekmesi, gaza için çıktıktan sonra oldu. Ve bu çıkışında Anadolu´da Tarsus´da öldü. Sorgu işi hilâfetinin son yılında olmuştu.

İmam Ahmed´e hediye teklifi şüphesiz ki halife Mutasım ve Vâsık devrinde olmuş değildir. Çünkü onlar ihsan değil, belâ sundular, nimet değil, mihnet verdiler. O, kendisinin bu tür hediyelerle denenmesinden şikâyetçi değildi. Dayak faslından kurtulduğuna şükrediyordu. Her hususta Allah´ın kaza ve kaderine boyun eğmişti. O ancak O´ndan yardım diliyor, yalnız O´nun rahmetini umuyordu.

77- Şimdi de Halîfenin Hediyesini Kabule Zorlanıyordu, Ne Yapsın?

Mihnet ve belâ devri geçince, sükûn ve karar, huzur ve saadet devri başladı. Mütevekkil halife oldu. Bu defa da Ahmed, cisim bakımından değil, fakat manevî bakımdan, onun gibi takva sahibi olan bir kişiye ağır gelen bir imtihana tâbi tutuldu. Halife ona çok miktarda bir mal hediye edip bunu kabul etmesi teklifinde bulundu. Ahmed kabule, yanaşmadı. Ahmed reddetmekte ısrar etti. Haiife kabulde ısrar etti, kabul etmesi için araya elçiler koydu. Kendisi için almazsa bile, bunları kabul edip başkasına sadaka olarak dağıtmasını teklif etti. bununla Ahmed´in kırılan gönlünü tamir etmek istiyordu. Fakat Ahmed bir türlü kabul etmek istemedi. Ahmed halifenin malının kendi malına, kısa bir zaman dahi olsa, karışmasını istemiyordu. Çünkü ona göre nezih kimse­ler, bu mala el süremez, zira o mal başkasının hakkidir. Bu mal serhad-ları beklemek, düşmana karşı kuvvet hazırlamak, askerin teçhizatı içir sarfolunmak, yoksul, fakir kimselere verilmek, muhtaçların ihtiyacın gidermek içindir. Ahmed, kendisine bunlar arasında yer bulamıyordu Allah´ın lütuf ve keremiyle az da olsa, bir geliri vardı, onunla geçinip gidiyordu.

İşte bu durum içinde Ahmed, halife Mütevekkil´in hediyesini red­detti, kabul etmedi. Halife kabul edip muhtaçlara tevziini istedi, bunu da yapmadı. Bu teklif Mütevekkil´in ilk yıllarında oluyordu. Bazıları halifeyi bunu yapmaya teşvik ediyorlardı, araya düşmanlık sokup işi körükle­meye çalışıyorlardı. Eski sorgulardan kurtulup başını dinleyeceği sıra-

da, şimdi de ortaya yeni bir iftira çıktı. Güya Ahmed, onlara, Abbasîlere karşı gelen bir Hz. Ali yanlısını gizliyormuş, evinde arama yaptılar, bunun iftira olduğu anlaşıldı. İşte bu hava içinde, Mütevekkil´in verdiği hediyeleri, istemeyerek kabul etmek zorunda kaldı ve onları muhtaçlara dağıttı. Havanın daha çok bozulmasını İstemiyordu.

Bu işin hikâyesi şöyledir: Mütevekkil´in veziri, Ahmed´e şöyle bir yazı yazdı: «Emîr´ül-Mü´minin, sana bir miktar hediye gönderiyor. On­ları kabulünü istiyor, sakın onları almamazlık etme, reddetmeye kalkış­ma. Zira bu, hoşa gitmez, sonunda düşmanlara fırsat verir> Bu durum karşısında Ahmed, tezvirat ve iftira yollarını kapamak için, hediyeyi kabule mecbur kaldı. Fakat ona el sürmedi, oğlu Saiih´a onu almasını, ertesi günü muhtaç olan, Muhacir ve Ensar evlâdlarına tevzi etmesini emretti. Zira onları bu mala daha lâyık gördü.

Mütevekkil, Ahmed´in son derece takva sihibi ve kuvvetli imanlı olduğunu, fitnelerden uzak kaldığını anlayınca Ahmed´e karşı itimadı ve itibarı arttı. Ahmed´i çekemeyenler, halifeye karşı onu kötülemekten, koğuculuk yapmaktan geri durmadılar. Bu tezviratçılardan biri halifeye yetiştirdi: «Ahmed senin yemeğini yemiyor, senin oturduğun yere otur­muyor, senin içtiğin o şeye haram diyor», Buna karşı halife her koğucu ve müzevirin kulağına küpe olacak şu sözleri söylemiştir:

? Mu´tasım mezardan kalksa ve bana onun aleyhinde birşey

söylese yine kabul etmem!»

Ahmed´e karşı Mütevekkil´in itimadı artıp, onun nezdinde bu mev­kii kazanınca, Mütevekkil onu rahat bıraktı, hediyelerini alıp almamakta da serbest bıraktı. Fakat Ahmed, almamaya devam etti. Yoksullara sadaka olarak dağıtmak için yollasa da, yine almıyordu. Rivayete göre birkez muhtaçlara tevzi için 1000 dinar gönderdi, almadı.

«Ben evimde oturup bir yere çıkmıyorum, Emîr´ül-Mü´minin beni sevmediğim şeylerden muaf tuttu, bu da sevmediğim birşey!» dedi.

78- Halifenin Malı Haram Değil, Şüpheli Dîye Hediyesini Almazdı:

İmam Ahmed, halifenin hediyesini almaktan muaf tutuldu, Böylece kabulü için zorlanmaktan kurtulmuş oldu. Fakat bu takva sahibi zâhid, âlimin gönlü huzura kavuşamadı. Çünkü çocukları ve akrabası halifenin malını alıyorlardı. Onları bundan vazgeçirmeye çalıştıysa da vazgeçmediler. Onlar şöyle derdi: «Nasıl oluyorda alıyorsunuz? Serhadier boş, hudutları bekleyen yok. BeytüPmale toplanan gelir ehline taksim olunmuş değil, bunda başkasının hakkı var.»

Onların vazgeçmediklerini görünce onlarla alâkayı kesiyor, onların yemeğini yemiyor, sularını içmiyor. Hattâ onların fırınında, onların ate­şiyle pişen ekmeği yemiyor. Rivayete göre Ekmeğini oğlunun evindeki fırında pişirdiler, onu yemeği reddetti. Çünkü oğlu sultandan hediye alıyor. Bunu halifeye duyurdular. Fakat o kızmadı, çünkü Ahmed´in imanını ve ahlâkını anlamıştı. Şöyle demekle yetindi: Bu Ahmed, bizi kendi oğluna iyilik yapmaktan, ihsanda bulunmaktan menetmek isti­yor.» Ondan sonra çocuklarına ve akrabasına, ona duyurmadan gizlice verilmesini emir etti.

Bütün bunlara bakarak: İmam Ahmed´in halifelerden mal almanın şüphesiz olarak, kesinlikle haram olduğu görüşünde olduğunu söyle­yebilir miyiz? Bizce o kafi haram olduğu görüşünde değildi, ancak şüphesi vardı, şüpheli görüyordu. Ona göre, almamak için şüphe yeter­liydi. O kadar nezih davranıyordu ki, haram olmadığına inanarak ondan faydalanmamak, sonderece nezih davranmaktır.

Yine bu tür hikâyelerden- biri de şudur: «Hastalığı sırasında oğlu onu ziyarete geldi. Ona, babacığım, dedi. Mütevekkil´in verdiği maldan elimizde bir miktar kaldı, onunla hacca gideyim mi?

Büyük âlim Ahmed:

? Evet, git, dedi.

? Öyleyse sana da bu kadarcık birşey verse, onu yine almıyorsun. Oğlunun bu sözüne karşı:

? Ey oğlum, bu bana göre haram değil, fakat ben ondan sakınarak nezih kalmak istiyorum, dedi.[3]

Öyleyse Ahmed halifelerden hediye mal almanın haram oldu­ğuna hükmetmiyordu. Onun bunda şüphesi vardı. Şüpheli olan şeyler­den ise sakınırdı. Çünkü o zâhidlerdendi. Onlar, mal ve zenginlik içinde olmaktansa, nefsinin nezih olmasını, şüpheli şeylerden sakınmayı ister­ler. Şüpheli şeyi alıp da gönlünü üzmektense, nezahet gösterip alma­mak daha iyi. Onlar gönlü tırmalayan şeyi bırakıp şüpheye düşürme­yeni almayı tercih ederler: Onun fikri ve kalbi de böyle istiyordu.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ibni Cevzi, Menâkib, s.27i, Şafiî o zaman Emin´in nezdinde çok itibarlıydı.

[2] Hılyet´ül-Evliyâ, c.1,s.181.

[3] Ibni Cevzi, Menâkıb, s.285.