Me´ânî İlmi

I- Haber (Bildirme) Ve İnşâ (Dilek) Cümleleri
1- Haber Cümlesinin Kuruluş Gayeleri
A) Haber Cümlesinin Söyleniş Gayeleri İle İlgili Misaller:
B) Haber Cümleleri İle İlgili Diğer Bazı Misaller:
C) Haber Cümlesi İle İlgili Bazı Türkçe Misaller:
D) Değisik Manaları İfâde Eden Haber Cümleleri İle İlgili Âyetler:
2- Haber Cümlesinin Çeşitleri
3- Haber Cümlesinin (Durumun Gereğinden Çıkıp) İsik Şekillerde İfâde Edilmesi
B. İnşâ.
1- Emir
2- Nehy (Yasaklama)
İstifham:
B- Diğer Soru Edatları
C- Bazı Karinelerle İstifhamın Değişik Mânalarda Kullanılması

İKİNCİ BOLUM

ME´ÂNÎ İLMİ

Me´ânî İlmi

Bu ilim, muktezâ-yı hâl´t (duruma ve yerine) göre söylenen arapça söz­lerin durumu, kendisi vasıtasıyla bilinen bir ilimdir. Durumun değişmesiyle sözün şekilleri de değişir.

Maânî ilmi, bu kitapta altı kısım halinde incelenecektir. [1]

I- Haber (Bildirme) Ve İnşâ (Dilek) Cümleleri

Bütün sözler; ya haber (bildirme) veya inşâ (dilek) şeklindedir. Ha­ber Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyebi­leceğimiz her kelâma haber denir.

Mesela: « Ali, ikamet ediyor.» « Muhammed, sefere çıktı. » gibi.

Eğer söylenen söz, gerçeğe uygun ise, onu söyleyen şahıs sözünde doğ-rudur. « ilim fay dalıdır.» gibi.

Şayet söylenen söz, gerçeğe uygun değil ise, onu söyleyen şahıs, sözün­de yalancıdır. «Zeyd ayağa kalktı.» gibi.

Haberin doğru olmasından maksat, onun gerçeğe uygun olmasıdır. Ya­lan olmasından maksat ise; gerçeğe uymamasıdır. Öyle ise «Ali, ikâmet ediyor,» cümlesinden anlaşılan nisbet (hüküm), eğer gerçeğe uygun ise bu cümle doğrudur. Uygun değilse yalandır.[2]

İnşâ : Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancidır diyemeyeceğimiz cümlelere inşâ denir.[3]

Muhammed sefere çık! Ey Ali ikâmet et!» gibi.

Her "haber" ve "inşâ" cümlesinin; "mahkûmun aleyh" (özne) ve "mahkû­mun bihi" olmak üzere iki unsuru vardır. Birinci kelimeye,"müsnedün ileyh" denir. Meselâ; tam fiilin faili, nâib-i fail ve haberi zikredilen müb-tedâ, aslında mübteda olan ve benzerlerinin ismi, ve diğer "efâl-ı kulûb"ün birinci mefûlü, ve diğer üç mefûl alan fiille­rin ikinci mefûlü gibi.

İkinci kelimeye, "miisned" denir. Mesela; tam fiil ve merfûu (faili) ile ye­tinen (mânası tamamlanan) müştak bir kelime olan mübtedâ, mübtedânın haberi, ve benzerlerinin haberi, isim fiiller, ve emir fiili ye­rine kullanılan masdarlar, (û-^) ve diğer "efâl-ı kulûb"ün ikinci mefûlü, ve diğer üç mefûl alan fiillerin üçüncü mefûlü gibi.

Bunların dışında kalan; müzâfün ileyh, ve sıla cümlesi hariç, diğer un­surlara kayd denilir.[4]

Konu ile ilgili bazı misaller:

Ebû İshak el-Ğazzî ( 01.524/ 1130) şöyle demiş:

«Eğer Ehu´t -Tayyib el-Kindi ( el-Mütenebbî) olmasaydı, insanların ku­lakları (Seyfüddevle) İbn Hammdân´ın (Ö1356I967) övgüsüyle dolmazdı.[5]

" el-öazzî, bu sözünde doğru sözlü olabildiği gibi, yalan da söylemiş olabilir. Eğer onun bu sözü, gerçeğe uygun ise doğrudur, eğer bu sözü gerçeğe uygun değil ise o yalan söylemiştir.

Ebu´t -Tayyib el-Mütenebbî (Öİ.354/ 965) şöyle demiş:

«Ben, elden kaçırmadığım bir şeye, hırslı olarak göz dikerek bakmam. El­den kaçırdığım şey üzerine de, üzülerek geceyi geçirmem.»[6]

İkinci beyitte, el-Mütenebbî, nefsinden bahsederek kendisinin kanaatkar ve halinden memnun olduğunu anlatıyor. Gelecek şeye başını kaldırarak bakmak ve kaçırdığı bir şey için de hasret çekmek, onun adeti olmadığını bildirir. Onun bu sözünde doğru sözlü olmayıp, yalancı olması mümkün­dür.

Ebu´l-´Atâhiyye, İsmail b. Kasım (Öİ.211/826) şöyle demiş: «Cimri,"her ne ka-dar zenginlikten faydalansa dahi, devamlı onda fakirlik alâmetleri ve işaretleri (izlenimleri) görünür.»[7]

Ebu´l-´Atâhiyye´nin, bu sözünde ve iddiasında doğru sözlü olması muh­temel olduğu gibi, yalancı olması da muhtemeldir.

Bilginlerden biri oğluna şöyle demiş:

Ey oğulcuğum! Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi, güzelce dinlemeyi de öğren.»[8]

Bu sözü söyleyene; o doğru sözlüdür veya yalancıdır dememiz mümkün değildir. Çünkü söz sahibi, oğluna çağmr ve ona bir şeyi yapmasını emreder.

Abdullah b. Abbâs (51.68/687) (r.a.) bir adama nasihatta bulunarak şöyle demiş: . ilgilendirmeyen şeyleri konuşma! Seni ilgilendiren bir çok konuda da konuşma! Ta ki yeri gelince konuş!»[9]

Abdullah b. Abbâs´a da; bu sözünde o doğru sözlüdür veya yalan söy-emiştir demek mümkün değildir. Çünkü o bir şeyin yapılmamasını emreder.

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî şöyle demiş:

"Yaşadığın sürece, zamanını ancak üzüntüsüz karşıla! (Çünkü sıkıntı ve re­fah, zamanda ardarda insanın başına gelirler. Hayatla birlikte ümitsizlik olmamalıdır.) »[10]

el-Mütenebbî´ye bu sözünde; o doğru sözlüdür veya yalan söylemiştir demek mümkün değildir. Çünkü o bir davranışta bulunmamayı emreder.

Birinci gruba giren bütün sözlere "haber" denilir.

İkinci gruba giren bütün sözlere "inşâ= dilek" denilir.

Yukarıdaki misallerde geçen ve diğer misallerdeki bütün cümleler iki temel rükünden oluşurlar. Bunlardan birincisine." mahkûmun ´aleyh- müs-nedü ileyh", ikincisine; "mahkûmun bih- müsned" denilir.

Cümlenin bu iki esas unsuru dışındaki kelimelere "kayıt" denir.[11]

Ebu´l-´Alâ el-Ma´arrî (öl.449/1057), bir şiirinde şöyle demiş:

« Ben, her ne kadar son zamanlarda gelmiş olsam dahi, öncekilerin ya­pamadığı şeyi yaparım.»[12]

el-Ma´arrî, bu beytinde dediği gibi, kendinden önce yaşamış insanların yapamadığı bir işi yaparsa, sözü doğrudur. Şayet yapamazsa hem sözü ya­landır, hem de kendisi yalancıdır.

a) Haber ve inşâ cümleleri ile ilgili diğer bazı misaller:

Cümlenin nevilerini belirtmek ayrıca her ana cümlede bulunan "müsne-dün ileyh" ve "müsnedi" belirlemek için örnek metin.

Abdulhamîd el-Kâtib(öl.l35/752)[13], katiplere edebiyatın güzelliklerini tavsiye ederek şöyle dedi:

«Ey katipler topluluğu! Edebiyat nevilerinde yarışınız!"Dini, tedrici ^T rak anlayınız (öğreniniz)! Önce Yüce Allah´ın kitabını öğrenmekle (tahsile) başlayınız. Sonra Arapçayi öğreniniz. Çünkü o (Arapça) konuşmanızın rağbetini artırır. Sonra haltınızı mükemmelleştiriniz. Çünkü o (hatt) kitap Iannızm süsüdür. Şiirleri rivayet ediniz! Şiirlerdeki garip kelimeleri´ve on­ların mânalarını öğreniniz. Ayrıca Arapların ve diğer milletlerin önemli ta­rihî günlerini, onlarla ilgili sözleri, ahlak ve davranışlarını öğreniniz Çunku bunlar, alicenaplığınızı yükseltmek için size yardımcı olurlar [14] EbûNüvls(öI.195/811) şöyle demiş:

«Rızık ve ondan mahrum olmanın her ikisinin akışı, Allah´ın hükmü ve takdiri iledir, öyle ise zaman bir kötülük yaptığında sabret/ Çünkü basi­retli (uzağı gören) kişinin kalkanı sabretmesidir,»[15]

1- Haber Cümlesinin Kuruluş Gayeleri

Haber cümlesi, iki maksatla söylenir:

a) Haber, aslında herhangi bir cümlede bulunan bir hükmü dinleyiciye bildirmek için söylenir«Emir, geldi,» dememiz gibi. Haber cümlesindeki hükme, "faide-i haber" (haberin faydası) adı verilir.

b) Konuşan kimsenin, dinleyici tarafından bilinen bir hususu, kendisi­nin de bildiğini ifâde etmesi için söylenir. Mü teke İlimin bunu bilmesine de; "lazım-ıfâide~yi haber" (haberin faydasının lazımı) adı verilir.

«Sen, derslerine çok çalışırsın.»

« Sen dün geldin.» gibi. Bazen de; merhamet dilemek, güçsüz olduğunu açıklamak, üzüntüsünü belirtmek, iftihar etmek, çalışma ve çaba harcamaya teşvik etmek; azarla­mak; küçümsemek; nasihat ve irşâd v.s. için kullanılır.[16]

A) Haber Cümlesinin Söyleniş Gayeleri İle İlgili Misaller:

Peygamber (s.a.) tu vakası senesinde doğdu, kırk yasında kendisine vahiy gönderildi. Mekke´de onüç yıl, Medine´de on yıl ikâmet etti.»[17]

Bu misalde, birinci şahıs (mütekellim), ikinci şahısa (muhataba) cüm­lenin içerdiği hüküm hakkında bilgi vermek ister. Bu hükme, "haberin fay­dası" denilir. Bu misalde mütekellim, dinleyiciye Peygamber (s.a.)´in doğumu ona vahiy gönderilen zamanı, Vahiyden sonra Mekke´de ne kadar kamet ettiğini ve Medine´de ne kadar ikâmet ettiği hakkında bilgi verir.

Abdulaziz (öl.101/719)[18] bey-tü´l-nal´dan (hazineden) hiç bir şey almıyordu. Ganimet malından da kendi şahsı için hiç bir dirhem harcamıyordu.»[19]

Bu misalde, birinci şahıs (mütekellim), ikinci şahısa (muhataba) cüm­lenin içerdiği hüküm hakkında bilgi vermek ister. Bu hükme, "haberin fay­dası" denilir. Bu misalde mütekellim, muhataba Ömer b. Abdülaziz´in nıüslümanlarm malı hakkında ne kadar nezih ve takva sahibi olduğunu bildiriyor.[20]

«Gerçekten sen bugün uykundan erken uyandın.»[21]

bahçende çalışıyor.[22] Bu iki misalde; mütekellim, dinleyiciye yeni bir şey anlatmak iste­miyor. Ancak o, cümlede anlattıkları hakkında bilgi sahibi olduğunu anlat­mak istiyor. Öyle ise dinleyici, bu durumda anlatılan sözden yeni bir bilgi elde etmek suretiyle faydalanmadı. Ancak o, mütekellimin bu cümlelerde anlat-tıkların i bildiğini öğrendi. Buna "lâzimü´l-fâide-i haber" denilir.

Yahya b. Halid el-Bermekî (öl.l90/806)[23], Halife Harun er-Reşîd´e (Öİ.192/806)[24] hitap ederek şöyle demiş:

«Senin yanında felakete ve belaya maruz kalan Bermekîler, yüzleri sar­armış ve onların üstünde zillet elbiseleri görünür.»[25] Yahya el-Bermekî bu misalde durumunu Harun er-Reşîde anlatmak istemiyor. Çünkü Harun er-Reşid onu bu duruma sokmuştur. Bilâkis Yahya, Harun er-Reşid´den kendisine ve akrabalarına şefkat ve merhamet etmesini ve acımasını istiy­or. Muhtemelen Harun, bu sözlerini dinler, tekrar ona iyilik ve şefkat eder.[26]

Yüce Allah, Hz. Zekeriyardan(a.s.) bahsederek şöyle buyurmuş: «Rabbim! Şüphesiz (artık Öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım (in saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu.»[27] Bu misalde Hz. Zekeriyyâ, duru­munu niteliyor. Zayıf olduğunu ve gücünün tükendiğini açıklıyor.[28]

Bir bedevi, çocuğu için ağıt yakarken şöyle demiş:

senden (ölümünden) sonra sabır ve üzüntüyü çağırdığımda; üzüntü isteyerek cevap verdi, fakat sabır cevap vermedi.»

«Eğer senden ümidim kesilirse, muhakkak ki dünya devam ettiği sürece se­nin için duyduğum üzüntü sürecektir.»[29] Bu misalde bedevî, çocuğunu ve ciğerinin bir parçasını kaybettiği için hasret çekiyor ve üzüldüğünü ortaya koyuyor[30]

Amr b.Gülsûm[31] şöyle demiş:

Bizim çocuğumuz sütten kesilme çağına ulaştığında, zalimler ona (boyun eğerler)[32]´Amr b. Gülsüm, bu misalde kavmi ile gederler (boyun tünüyor ve onlardaki güç ve kuvvet ile iftihar ediyor.[33]

Tâhir b el-Hüseyin (51.207/ 822),[34] valisi buluunduğu eyâletin vergisini geciktiren Abbas b. Musa el-Hâdi´ye (öl.l96/811)[35] yazdığı mektupta şöyle demiş:

"İhtiyaç sahibi, gece boyunca uyuyan kimse değildir. Fakat ihtiyaç sahibi geceyi korku ile geçiren kimsedir[36] Tdhir b. el-Hüseyin, bu söz­leri ile valisini; vergi toplama hususunda çalışmaya ve çaba harcamaya teş­vik ediyor. Bu son gayelerin tamamı, sözün bizzat kendisinden değil, ancak cümlenin gelişinden anlaşılır.[37]

B) Haber Cümleleri İle İlgili Diğer Bazı Misaller:

Hz, Mu´âviye (r.a.) (öl.601680)[38], iyi bir siyasetçi olup işlerin tedbirini zamanında alıyordu. Yumuşak davran­ması gereken yerlerde yumuşak davranırdı. Katı ve sert davranılması ge­reken yerlerde de sert davranırdı."[39]

«Gerçekten sen oğullarını- katı davranmak ve cezalandırmakla değil,- yumuşak ve şefkah davranmakla terbiye ettin.»[40]

«Hz. Ömer (r.a.),´Hicrî 23 yılında vefat etti (şehid edildi).»[41] Ebû Firâs el-Hamdânî şöyle demiş:

«Benim yüce özelliklerim yıldızlar sayısıncadır. Benim evim de asillerin sığınağı ve misafirlerin evidir.»[42]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî, şöyle demiş:

«iyilik yapmayı arzulayan herkes iyilik yapacak değildir, iyiliği yapan herkes de onu tamalayacak değildir.»[43]

el-Mütenebbî Seyfüddevle´nin kızkardeşine ağıt yakarak şöyle demiş:

<£y ölüm sen sözünde durmadın. Sen, dokunduğun kişi ile nice şahısları yok ettin. Ve nice haykırışları susturdun.»[44]

Ebul Atahiyye (öl-211/826), oğlu Ali için ağıt yakarak şöyle demiş:

F "Ali1 gözümün yaşıyla senin için ağladım. Senin için ağlamanın hiç bir f dası olmadı. Senin hayatında benim için bazı öğütler vardı. Ve sen, hüsün hayatta bulunduğun zamandan daha fazla öğüt vericisin,»[45]

«Muhakkak ki seksen yaş - ki ben ona ulaştım- kulağımı tercümana muhtaç kıldı.»[46] Ebu´I-´AIâ1 el-Ma´ani, Ahmed b. Abdullah (öl.449/İ057),[47] şöyle demiş:

«Benim öyle bir dilim (ve aklım) vardır ki; benim gerçek mansıbıma razı olmuyur. Halbuki ben(im- öyle yüce bir değerim vardır ki sanki ben el-A´zel ve er-Râmih ismindeki) iki yıldız arasında bulunuyorum.[48]

İbrahim b. Muhammed el-Mehdî (öl.224/839),[49] el-Me´mûn´a hitap ede­rek şöyle demiş:

cürüm (suç) işledim. Ve sen (suçu) affetmeye ehilsin. Eğer sen affedersen bu bir minnettir. Eğer öldürürsen adalettir.»[50]

«Kim kendisi ile Allah´ın arasım düzeltirse, Allah da onun ile insanların arasını düzeltir. Kim ahir e t işlerini düzene koyarsa Allah da onun için dünya işlerini düzene koyar. Kimin kendi nefsinden bir vaizi (Öğüt vereni) varsa, Allah tarafından onun bir koruyucusu olacak­tır.»[51]

Muhakkak ki sen öfkeni yenersin, öfkelendiğinde sabre­dersin, gücün yettiğinde hakkından vazgeçersin ve sürçmeyi affedersin.»[52]

C) Haber Cümlesi İle İlgili Bazı Türkçe Misaller:

«Ahmed evdedir.»

«Hasan evde değildir.»

«Ahmed evde oturmuş derslerine çalışıyor.» gibi.[53]

D) Değisik Manaları İfâde Eden Haber Cümleleri İle İlgili Âyetler:

« ve yalnız senden medet umarız.» Bu ayetteki haber cümlesi, dua manasınadır.[54]

Boşanmış kadınlar, ken­di baslarına (evlerinde)´üç defa ay hali (hayız veya temizlik müddeti) bek­lerler.» Bu ayetteki haber cümlesi, emir manasınadır.[55]

«Emzirmeyi tamamlamak isteyen (baba) için, anneler çocuklarım iki tam yıl emzirirler.» Bu ayetteki haber cümlesi, emir manasınadır.[56]

Üzüntüyü açıklamak: ´İmrân´ın karısının aşağıdaki âyette üzüntüsünü açıklaması gibi;

«-Allah, ne doğurduğunu bilip dururken- «Rabbim! Ben onu kız doğur­dum.»[57]

«Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar!»[58] Bu ayetteki haber cümlesi, beddua manasınadır. «. onları kahretsin! Nasıl da (haktan batıla) döndürülüyorlar.» Bu ayetteki haber cümlesi, beddua manasına-dir.[59]

Hz. Zekeriyyâ´nın (s.a.) acizliğini ortaya koymak için, şu âyette yaptığı gibi: .

«Rabbim! Şüp­hesiz (artık öyle bir durumdayım ki) kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım (in saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu.»[60]

Hz. Musânın şu âyette merhamet dilemesi gibi:

« ...Rabbim! Bana gön-dereceğin hayra ve rızka muhtacım » dedi.[61]

Leheb´in iki eli kurusun! Kurudu da.[62]» eyetteki haber cümlesi, beddua manasım ifâde eder. [63]

2- Haber Cümlesinin Çeşitleri

Bir haberi veren kimsenin maksadı, verdiği haberle muha-hf!vdaIı olmak olduğu için «saçma sapan sözlerden sakınıp» konu­kken sözlerini ihtiyaca göre kısa kesmesi gerekir. Muhatap şu üç duru­mun birinde olabilir:

1) Muhatabın, sözün doğruluğu veya yanlışlığı hakkında herhangi bir bilgisi yoksa; haber pekiştirilmeden (durumun gereğine göre) ona bildirilir. Bu neviden olan habere "İbtidâî haber" denir. Meselâ;«. tfa«fe$m. gibi.

2) Muhatap, sözün doğruluğu hakkında tereddüt eder ve onu kesinlikle «doğru bir şekilde» öğrenmek istiyorsa, bu durumda onun zihninde yerleşmesi için sözü pekiştirmek uygundur. Haberin bu nevine, "Talebi ha­ber" denir. Meselâ: «Gerçekten kardeşin geldi.» gibi.

3) Eğer muhatap, haber cümlesinin anlamını asla kabul etmiyorsa, bu durumda durumun gereği ve tepki derecesine göre sözü bir, iki veya daha fazla te´kid edatiyla pekiştirmek gerekir. Buna « inkârı haber» denir. Ha­ber cümlesini pekiştirmek için çok miktarda edat vardır.[64]

Bu edatlardan bazıları şunlardır: kasem edatları, ibtidâ lamı, tekîd nunlan, tenbîh (uyarma) edatları, zâid (herhangi bir mânaya delâlet etmeyen) edatlar«kad» edatı veya şart edatı olan «emnıâ»; zamîrü´ş-şe´n; «len» ve sözü tekrarlama ile yapılır.[65]

Konu ile ilgili bazı misaller:

« Gerçekten kardeşin geldi.», =« Muhakkak ki o geldi.»,

-«Vallahi muhakkak o geldi.» gibi.

Buna göre haber cümlesi; yukardaki misallerde görüldüğü gibi; te´kid-siz, bir edatla veya birkaç edatla pekiştirilmiş olmasına göre üç kısma ayrı­lır.

Özetle: Birinci kısma, «ibtidâî haber», ikincisine «talebi haber» ve üçüncüsüne de «inkârı haber» denir.

Hz. Mu´âviye (öl.60/680), valilerinden birine bir genelge yazarak şöyle dedi:

«insanları, bir çeşit siyasete göre idare etmemiz bize yakışmaz. Her iki­miz birlikte yumuşak davranmamalıyız. Çünkü böyle yaparsak insanlar günah işlemek için şımarırlar. ikimiz birlikte sert davranmamalıyız. Çünkü böyle yaparsak insanları tehlikeli durumlara sürükleriz. Fakat sen sertlik ve kabalıktan yana olacaksın. Ben de acıma ve merhametten yana ola-cağım.»[66]

Ebû Temmâm şöyle demiş:

«Genç, cahil olduğu halde maişetini elde eder. Genç, bilgili olduğu halde uzun zaman (ömrü boyunca) az mal sahibi olur. Eğer nzıklar akla göre verilseydi, o takdirde hayvanlar bilgisizliklerinden dolayı helak olurlardı.»[67]

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

Allah, içinizden (savaş alıkoyanları ve yandaşlarına: "Bize katılın" diyenleri gerçekten bili- Zaten bunların pek azı savaşa katılır. »[68] es_Serî er-Refâ (öl. 366/ 97)[69] şöyle demiş:

«Şüphesiz ki binanın yan tarafı yıkıldığı zaman, kalan kısmının yıkıl­masından insanlar güven içinde olamazlar.»[70]

Ebu´l-´Abbâs es-Seffâh(öl.l36 /753)[71] şöyle demiş:

«Şiddetten baş-ka bir şey fayda vermeyinceye kadar kesinlikle ben yumuşak davranacağım. Halka karşı davranışlarına güvendiğim süre­ce, özel adamlarıma mutlaka saygı göstereceğim. Hak çıkarıncaya kadar, kesinlikle kılıcımı kınına koyacağım. Bağış için yer bulamayıncaya kadar, muhakkak ki (malı) vermeye devam edeceğim.»[72]

Yüce Allah şöyle buyurmuş: «Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekilecek-siniz.»[73]

«Allah´a yemin ederim ki ben, şeref ve asalete doğru yükselen ve gevşe­meyen bir gayretten (enerjiden) ayrılmayacağım.»[74]

Yukarıda geçen misalleri, incelediğin zaman bunların haber cümleleri olduğunu görürsün. Birinci gruptaki cümlelerde herhangi bir pekiştirme edatı bulunmadığını; son iki gruptaki cümlelerin ise; ya bir veya iki veya daha fazla edatla pekiş ti ri İd iğini görürsün. Bu değişik şekildeki ifâde edi­lişin hikmeti nedir? Araştırma yapıldığında bu değişik ifâde tarzlarının se­bebinin muhatabın durumundan başka bir şey olmadığı görülür. Çünkü bi­rinci gruptaki misallerde, cümlenin muhtevası hakkında muhatabın zihni boştur.(Yani herhangi bir bilgisi yoktur). Bundan dolayı konuşan şahıs, bu cümleleri pekiştirme ihtiyacını hissetmemiştir. Ve bu cümleleri pekiştir­meden muhataba söylemiştir. Haberin bu nevine " ibtidâî haber" denir.

İkinci gruptaki misallere gelince; bu misallerde verilen bilgi hakkında muhatabın şüphe ile karışık az bir bilgisi vardır. Ve o gerçeği öğrenmeyi özenle bekliyor. Bu durumda muhataba, durumu açıklayan ve şüphesini gideren biraz açık bir ifâde tarzı ile haber vermek iyi olur. Bundan dolayı üçüncü misalde cümle « xâ»ile, dördüncü misalde «^1»ile pekiştiril-miştir. Haberin bu nevine "talebi haber" denir.

Son gruptaki misallerde ise; muhatap söylenen şeyleri kabul etmiyor ve onları reddediyor. Böyle bir durumda; muhatabın bu tepkisini gideren ve onu verilen haberi kabul etmeye davet eden sözü pekiştiren ve takviye eden vasıtaların bulunması gerekir. Ve bu pekiştirmenin de muhatabın tepki der­ecesine göre olması gerekir. Bundan dolayı cümleler beşinci ve altıncı mis­allerde iki edatla pekiştirilmiş - ki bunlar yemin ve te´kid nunudur-. Son misalde ise; şair, muhatabın tepkisinin daha kuvvetli olduğunu varsaymış ve sözünü üç te´kid edatı ile pekiştirmiştir. Bunlar; yemin, ve "lâm" edatıdır. Haberin bu nevine "inkârı haber" denir.[75]

a) Haber cümlesinin nevileri ve bazı te´kid edatları ile ilgili misaller:

Ebu´l-´Atâhiye (öl. 211/826) şöyle demiş:

«Şüphesiz ki ben dünyadaki sonuçları gördüm; korktuğum şeyden (ceza­dan) dolayı arzuladığım şeyi terkettim.»[76]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî (Öİ.354/965) şöyle demiş:

«Gayretler, ehlinin değerine göre meydana gelir. Cömertlikler de cömert­lerin değerine göre meydana gelir. Küçük gayretler, değersiz kimselerin gözünde büyük görünür. Değerli kimselerin gözünde de büyük gayretler, küçük görünür.»[77]

Hassan b. Sabit (Öİ.54/674) (r.a.) şöyle demiş:

«Şüphesiz ben tatlı (neşeli) olduğumda acı bir şey (olay) başıma gelir. Muhakkak ki ben âdet edinmediğim şeyleri tamamen terkediyorum.»[78] el-Ürcânî (Kadı Nâsihuddin Ebû Bekir) (Öİ.545./1150) şöyle demiş:

«Şüphesiz biz fitnelerle dolu bir zamandayız. Öyle ise bu zamanda, içi korku ile dolu olan kimse kınanmaz.»[79]

Lebîd b. Rabî´a b. Mâlik (Öİ.41/661) şöyle demiş:

«Andolsun ki ölümümün kesin olarak geleceğim öğrendim. Muhakkak ki Ölüm okları, hedefim şaşmaz.»[80]

en-Nâbiğatü´z-Zübyânî (öl. M.640) şöyle demiş:

«Ey Nu´mân! Sen kardeşler ve dostların hatâlarını ve yanlış davranış lavını hoş karşılamadığından dolayı, hiçbir dostun sevgisini devam ettire­mezsin. Erkekler içinde ahlakça kusursuz olan herhangi biri var mı?»[81]

eş-Şerîf er-Radî (61.406/1015) şöyle demiş:

«Bazen fakir ve cesur kimsenin ulaşamayacağı şeye, korkak adam ma­lıyla ulaşabilir. »[82]

b) Aşağıdaki ayetleri okuyunuz ve te´kid edatlarını belirtiniz:

1) Mâna açısından fail olan kelimeyi fiilinden önce mübtedâ olarak zikretmekle:

Allah, seni insanlardan korur.»[83]

«Allah, doğru yoldan çıkan bir toplu­luğu hidâyete erdirmez.»[84]

2) harfi ile te´kid yapmak:

«Onların söylediklerinin seni üzdü­ğünü elbette biliriz.»[85]

Fakat biz toprağın onlardan neyi ek­silttiğini elbette biliyoruz.»[86]

«Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.[87]

3) Yemin ile yapılan te´kid:

Tîne ve Zeytun´a (incire, zeytine), slna dağı-,na, Ve güvenli beldeye andolsun ki , Biz insanı en güzel biçimde yarattık.[88]

4) Şeddeli ve hafîf te´kid nunlan ile te´kid yapılır:

Allahı, kendisine (kendi dinine) yardım ´enlere muhakkak surette yardım edecektir.»[89]

Andolsun, eğer´o´kendisine emredeceğimi yapmazsa mutllaka zindana atılacak ve el­bette zelillerden olacaktır.»[90] Bu misaldeki kelimesinde hafif te´kid nıınu, Kur´ân hattının bir özelliği oJarak tenvîn şeklinde yazılmıştır. «O«w mutlaka ceza-{andıracağım veya onu mutlaka keseceğim, ya da mutlaka bana´ apaçık bir delil getirecektir.»[91] lafızlarında, te´kid, pekiştirme edatının tekrarlan­ması, yapılacak işlerin kesinlikle yapılması gerektiğini gösterir.

5) İbtidâ lamı ile te´kid yapılır:

»«iman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak yahudi-leri ve Allah´a ortaklık koşanları bulursun.»[92]

« «Onların kalblerinde sizin kor­kunuz, Allah´ın korkusundan fazladır.»[93]

6) Medih ve zenım fiilleri ile te´kid yapılır: « Bu yaptıkları şeyler ne kötüdür!»[94]

«Nefislerinin kendi­lerine sunduğu ´şey ne kadar kötüdür!»[95]

Allah´tan korkanların yurdu ne güzeldir!»[96]

«... Biz de ne güzel kabul etmiştik!»

Biz de ne güzel kabul etmiştik!»[97]

7) nin haberinin başına gelen = lâm ile te´kid yapılır:

Şüphesiz bu (Isa hakkında söylen berlerdir.»[98]

«Şüphe´siz Rabbim duayı işitendir(kabul edendir.[99]

«Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak ibret vardır.»[100]

8) ile te´kid yapılır:

«Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.» âyetinde mübalağa kalıplan ile bir­likte pekiştirme edatları gelmiştir. Bunlar, ve edatlarıdır.[101]

«Kıyamet mutlaka kopacaktır» cümleleri ve pekiştirilmiştir.[102]

«Onlar, mutlaka za­fere ulaşacaklardır. Bilim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.» âyetlerinde mânânın mutlaka gerçekleşeceğini ifâde etmek için bir kaç edatla pekiş-tirme yapılmıştır. Cümlelerden herbiri ve ile pekiştirilmiştir.[103] «Şüphesiz ilâhınız gerçekten tekdir.» âyetinde ve ile pekiştirme vardır. Muhataplar, Allah´ın birliğini inkâr ettikleri için kelâmın makamı bunu gerektirmektedir.[104]

«Gerçekten, sen gönderilmiş peygamberlerden­sin.»[105]

«Gerçekten biz size gönderilmiş peygamberleriz.»[106] gibi cümleler birden fazla pekiştirme edatıyla pekiştirilmiştir. Çünkü hatap inkarcıdır. Burada her iki cümle ve edatlanyla pekiştirilmiş­ti.

«Şüphesiz, göklerde ve yerde alâmet­ler vardır." cümlesi, ve edatlanyla pekiştirilmiştir. Çünkü muhataplar, Allah´ın birliğini inkâr edenlerdir.[107]

«Allah, münafıkların kesinlikle ya­lancı olduklarına şahitlik eder." âyetinde daha fazla açıklamak için cümle, yemin ve edatları ile pekiştirilmiştir.[108]

«Muhakakki insan, Rabbine karşı nankördür. Şüphesiz buna ken­disi de şahittir. Ve o, mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür.» gibi âyetlerde, daha fazla açıklama ve anlama maksadıyla , öj ve J ile pekiştir­me yapılmıştır.[109]

«Allah´in tâyin ettiği vakit, elbette gelecektir.» cüm­lesinde muhatap, inkarcı olduğu için, ve ile pekiştirilmiştir.[110] «İleri gelenler, seni öldürmek için hak­kında müzakere ediyorlar.» cümlesinde, ve ile pekiştirme yapılmış­tır.[111]

«Şüphesiz Rabbin lütuf sahibidir.»[112] «Rabbin elbette bilir.»[113]

«Şüphesiz o bir hidâyettir.» cümleleri, ve edatları ile pekiştirilmiştir.[114]

«Şüphesiz insan, apaçık bir nankördür.» cüm­lesi; ve "mübalağa kalıbı ile te´kid edilmiştir. Çünkü ve kalıpları, mübalağa kalıplarındandır.[115]

«Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kadirdir.»[116]

9) den hafifletilmiş ile te´kid yapılır:

Allah´ın hidâyet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir.[117]

«Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni, neredeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar...»[118]

«Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.»[119]

10) Mübtedâ ve haber arasına giren "Fas! zamiri" veya te´kid için kullanılan zamir ile te´kid yapılır:

«Ey Allah´ım! Eğer bu kitap senin ka­tından gelmiş bir gerçekse... »[120]

«Beni vefat ettirince artık on­lar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun[121] .«Onlara, biz vâris olmuşuzdur.»[122]

«Eğer malca ve evlâtça beni kendin-den güçsüz görüyorsan.»[123]

11) veya ile te´kid yapılır:

«De ki: Bilgi ancak Allah´ın kamdadır.»[124]

va´dedilen kesinlikle doğrudur.»[125]

De ki özr uyarıcıyım.»[126]

Ben Apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.»[127]

12) Şart edatı olan ile te´kid yapılır:

Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için] sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince, «Allah böyle misal vermekle ne murad ediyor?» derler.»[128]

13) Uyarma edatı olan ile te´kid yapılır:

«Dikkat edin veîiHn ki, o Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.» âyetinde, mübalağa kalıpları ile birlikte peş-peşe pekiştirme edatları gelmiştir. Bunlar, ve edatlarıyla fasıl (ayır­ma) zamiri dir.[129]

bilesiniz ki, Allah´ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.[130]

Bilesiniz ki, kendillerine azap gel­diği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir.»[131]

14) Cümleyi pekiştirmek için kullanılan zaid edatlarla te´kid yapılır*

«Bir sûre indirildiği za­man, (göz kırpıp alay ederek) birbirlerine bakar....»[132]

´ olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz.» [133]

...şahid olarak da Allah yeter.[134]

kendinizi ellerinizle tehlikeye at­mayın.» [135]

«Allah, kuluna kâfi değil mi?»[136]

15) Bir va´d veya bir uyarıya delâlet eden bir fiilin önüne gelen « ve v_edatları ile te´kid yapılır;

insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele ala­cağız. [137]

«Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. [138]

«Allah, mü´minlere yakında

büyük mükâfat verecektir,»[139]

16) edatı ile te´kid yapılır:

«Lâkin Allah, bütün âlemlere karşı lütuf ve kerem sahibidir.»[140]

Fakat o zâlimler açıkça Allah´ın âyetlerini inkâr ediyorlar.»[141]

3- Haber Cümlesinin (Durumun Gereğinden Çıkıp) İsik Şekillerde İfâde Edilmesi

Haber cümlesi, zihninde cümle ile ilgili bir şey bulunmayan kimseye ´kidsiz söylendiğinde ve cümlenin muhtevası hakkında tereddüt ederek soru soran kimseye te´kid edilerek söylenmesi güzel ise; ve cümlenin muh­tevasını inkar eden kimse için durumuna göre cümle pekiştirilerek söyle­nirse, bu haber cümlesi, durumun gereğine (icabına, yerinde ve adamına) göre söylenmiştir, demektir.

Bazen mütekellimin (konuşan kimsenin) göz önünde bulundurduğu bazı durumlardan dolayı haber cümlesi, durumun icabına aykırı olarak söylenir. Bu durumlardan bazıları şöyledir:

a) Zihni boş olan kimse, tereddüt ile soru soran kimse yerine koyulur. Bu da cümlede, haberin hükmüne işaret eden bir şey geçtiğinde söz konusu olur.

b) Kendisinde inkâr (tepki) işaretleri göründüğü için, inkâr etmeyen kimse, inkâr eden kimsenin yerine koyulur.

c) İnkâr eden (tepki gösteren) kimse, inkâr etmeyen kimse yerine koyu­lur. Bu durumda o şahsın önünde Öyle deliller ve işaretler bulunur ki şayet bunları dikkatle incelerse, inkâr etmekten (tepkisinden) vazgeçer.[142]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme! Onlar, kesinlikle ´suda boğulacaklardır.»[143]

u misale bakılırsa; burada zalimlerle ilgili hüküm hakkında muhatabın ında bir şeyin bulunmadığı anlaşılır. Burada durumun gereğine (icabına) göre, haber cümlesinin te´kidsiz ona söylenmesi gerekirdi. Fakat bu âyet-i celîle te´kid ile gelmiştir. Öyle ise bu âyetin, durumun gereği dışına çıkmasının sebebi nedir? Sebep şudur: Yüce Allah, muhalifleriyle ilgili Hz. Nuh´un kendisine hitap etmesini yasaklayınca, bu yasak, Hz. Nuh´u onların başına gelecek belayı merak etmeye şevketti. Böylece Hz. Nuh; onlar´ aleyhine suda boğdurulmaları ile hükmedildi mi yoksa hükmedilmedi mi? şeklinde tereddüt ile soru soran kimse yerme koyuldu ve böylece; kesinlikle onlar suda boğulacaklar." cümlesi ile ona cevap verildi.[144]

Yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

«Nefsim temize çıkarmı­yorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder.»[145] Bu misalde de aynı durum söz konusudur. Çünkü Yüce Allah´ın -şüphesiz nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder." cümlesinin kapsamı hakkında muhatabın aklında bir şey yoktur. Ancak Yüce Allah´ın; Hz. Yusuf tan hikâye tarzında naklettiği: =Nefsimi temize çıkar­mam" ayeti, bu cümleden Önce geçtiği için, ve o cümle, nefis hakkında se­vilmeyen bir şey ile hüküm edildiğine işaret ettiğinden dolayı, muhatap bu hükmün nevine bakışlarını çevirerek dikkatle ona baktı. Bu nedenle muha­tap, tereddütle bir şeyi soran kimse yerine koyuldu. Ve haber cümlesi te´kid edilerek ona söylendi.[146]

«Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından el­bette öleceksiniz.»[147] Bu misale bakınız! Muhatapların, Yüce Allah´ın sözünün kapsadığı hükmü inkâr etmediklerini görürsün. Öyle ise bu haber cümlesinin te´kid edilerek onlara söylen­mesinin sebebi nedir? Bunun sebebi; (onlarda cümlenin muhtevası hakkında) inkâr (tepki) alâmetlerinin görünmesidir. Çünkü onların, ölüm­den gafil olmaları ve iyi işler yaparak ölüme hazırlanmamaları, inkâr alâmetlerinden sayılırlar. Bundan dolayı onlar, inkâr eden kimseler yerine koyuldular ve haber cümlesi, iki pekiştirme edatı ile pekiştirilerek onlara söylendi.[148]

Hacel b. Nadle el-Kaysî, şöyle demiş:

«Şakîk, mızrağının sivri olmayan ucunu düşmana çevirip, onu dizleri üzerine koyarak geldi. Muhakkak ki senin amcaoğullarında mızraklar vardır.[149]

Hacel b. Nadle el-Kaysî´nin sözünde de durum aynı şekildedir. Çünkü Şakîk, amcaoğullarınm mızraklarının varlığını inkâr etmiyor. Fakat onun, mızrağının sivri olmayan ucunu düşmana çevirip dizi üzerine koyarak sa­vaşmaya hazırlıksız bir şekilde gelmesi, onlara aldırmamasınm bir delili sayılır. Ayrıca bu davranış, amcaoğullarınm silahsız olduklarına inandığı­nın bir delilidir. Bundan dolayı Şakîk, inkâr edenlerin yerine koyuldu ve haber cümlesi onun için te´kid edildi ve inkâr eden kimseye yapılan hitap şekli ile ona hitap edildi. Ve ona denildi ki: [150]

Yüce Allah, birliğini inkâr edenlere hitap ederek şöyle buyurmuş:

«ilahınız bir tek ilâh´tır.»[151]

Bu misale bakınız! Yüce Allah´ın bu ayette, birliğini inkâr edenlere hitap ettiğini görürsün. Fakat Yüce Allah, onlara, inkâr etmeyenlere hitap ettiği gibi, haber cümlesini pekiştirmeden hitap etmiş ve şöyle buyurmuştur: Bunun sebebi nedir? Sebebi şudur: Bunların önünde öyle apaçık deliller ve burhanlar vardır ki; eğer onları dikkatle inceleseler, (Allah´ın birliği hakkında) onları ikna eden yeterli miktarda delilleri bulur­lar. Bundan dolayı Allah, bu inkarlarına değer ve önem vermedi ve onlara hitap ederken inkar etmelerini hesaba katmadı.[152]

Cahilliğin zararlı olduğunu inkar eden kimseye şöyle denir:

«Cahillik, zararlıdır.[153]

Son misalde de durum aynıdır. Şüphesiz ki muhatabın nezdinde ceha­letin zararlı olduğuna delalet eden öyle deliller vardır ki; şayet onları dik­katle incelerse mutlaka inkâr etmekten vazgeçer. Bundan dolayı haber cüm-Iesi, te´kid edilmeden ona söylenmiştir.[154]

a) Konu ile ilgili bazı âyetler:

«Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir sey-dir.».[155] misalde, normal olarak haber cümlesinin te´kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü ayette belirtilen hüküm hakkında muhatabın aklında bir şey yoktur. Fakat bu ayette, hükmün nevine işaret eden bir şey geçince, muhatap başını kaldırarak bu hükme bakan birisi gibi kabul edildi. Böylece o, soru soran ve tereddüt eden kimse yerine kondu. Ve durumun gereğine aykırı olarak bu sözün te´kid edilerek ona söylenmesi güzel sayıldı.

Anne ve babasına itaat etmeyen kimseye şöyle denilir: «Şüphesiz anne ve babaya iyilik etmek vacip­tir.[156] Bu misalde; durumun gereğine göre haber cümlesinin te´kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü muhatap, anne ve babaya iyilik etmenin ge­rekli olduğunu inkâr etmediği gibi, bu konuda tereddüt de etmez. Fakat onun (ebeveyne) isyan etmesi, inkâr alâmetlerinden bir alâmet sayıldı. Böylece muhatap, "iyilik etmenin vacip olduğunu" inkâr eden kimse yerine konuldu ve cümle jlve J ile te´kid edildi.

Haksız yere insanlara zulmeden kimseye şöyle dersin: «Muhakkak ki Yüce Allah, kulların yaptıklarını görür.»[157] Bu misalde de normal olarak haber cümlesinin te-kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü muhatap, Allah´ın kullarının yaptıklarım bildiğini inkâr etmediği gibi, bu konuda tereddüt de etmez. Fakat onda; Allah´ın haksız yere kullara zulmetmesi gibi, bu hükmü inkâr etme alâmetleri göründüğü için, o inkâr eden kimse yerine konuldu ve haber cümlesi, ve ile te´kid edilerek ona sunuldu.

Bir münkire şöyle denilir:

«Allah vardır.»[158] Bu misalde; haber cümlesinin, normal olarak te´kid edilmesi gerekirdi. Çünkü muhatap, Allah´ın varlığını inkâr ediyor. Fakat şayet o, önünde mevcut olan delilleri ve şahitleri inceleseydi, mutlaka bu hükmü inkâr etmekten vazgeçerdi. Böylece muhatap, hükmü inkâr etmeyen kimse yerine kondu. Ve zahirin muktezâsına (durumun gereğine) aykırı olarak, cümle te´kidsiz bir tarzda ona sunuldu.

b) Aşağıdaki misallerin herbirinde haber cümlesinin zahirin muk-tezâsmdan (durumun gerektirdiği halden) çıkmasının sebebini belirti-

«Ve onlar için hayırdua et! Çünkü senin duan onlar için sükûnettir.»[159]

«De ki o Allah birdir. Allah, Samed´dir.[160]

işsizliğin zararlı olduğunu bilen ve çalışmayı sevmeyen kimseye şöyle demhr «Muhakkak ki issizlik (ahlakın) bozulması­nın sebebidir.[161]

ilmin faydalı olduğunu inkâr eden kimseye şöyle denir:

«İlimfaydalıdır.»[162] Ebû Tayyib el-Mütenebbî şöyle demiş:

<
«Zulmetme! Çünkü zulmün sonu vahimdir.»[164]

«Tartışmayı terketf Çünkü o kötülüğü celbeder (kötülüğe sebep olur).»[165]

Namazı terkedene şöyle denir: Muhakkak ki namaz farzdır.»[166]

Müsrife şöyle denir: «Allah´a yemin ederim ki israf zararlıdır.[167]

Malın ilimden faydalı olduğuna inanan kimseye şöyle denir:, maldan daha faydalıdır .»[168]

Huyların değişeceğini kabul etmeyen kimseye şöyle denir: «Huylar değişir. »[169]

B. İnşâ

İnşâ, Iugatta icâd etmek, yoktan var etmek mânasına gelir. Bir ıstılah ol­arak: inşâ ; doğru veya yalan ihtimali olmayan sözdür.[170]

İnşâ (dilek) kipi, iki kısma ayrılır. Talebi (bir isteğe delalet eden), ve ğayr-ı talebi (bir isteğe delalet etmeyen) inşâ.

a) Talebî inşâ: İstek anında bulunmayan (var olmayan) bir şeyin yapıl­masını gerektiren inşâdır. Bu ise, emir, nehy (yasaklama), soru, temenni ve nida (çağırma) ile yapılır.

b) Talebî olmayan inşâ: Bir isteğe delâlet etmeyen inşâdır. Bunun bir çok üslûbu vardır. Ta´accüb, övme, yerme, yemin, "recâ fiilleri" ve akit­lerde (sözleşmelerde) kullanılan ifâdeler bu uslûbların bazılarıdır.[171]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«Kendi nefsin için sevdiğin şeyi, insanlar için de sevkı (gerçek) fnüslüman olursun. »[172]

Hz. Hasan´nın (r.a.) (Öİ.5O/67O), bir sözü:

«Sadece yaptığın iş kadar karşılık iste!»[173]

Ebu Tayyib el- Mütenebbî şöyle demiş:

«Dikkat edin! Bugün Seyfüddevle´yi kınayan yoktur, insanlar ona feda ol­sun. Onun kılıçlarının çentikleri keskin idi.»[174]

" Hassan b. Sâbit(öI.54/674) demiş ki:

«Keşke ben Hz. Ali ile Affân´ın oğlu (Hz. Osman) arasındaki anlaşmaz­lığın sebebini bilseydim, ve keşke kuşlar bunu, bana bildirselerdi. »[175]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî demiş ki:


«Canım o toprağa feda olsun! Yüksek yerlerinin(tepelerinin havası) ne hoştur! Yazlık ve İlkbaharda konaklanan yerleri ne güzeldir!»[178]

el-Câhız, Amr b. Bahr(öl.255/869)[179] bir mektubun bir kimsında şöyle demiş:

«Sadede gelince; Hatâ yerine (ondan dolayı) özür dilemek ne güzel bir şeydir. Tevbe yerine, günahta ısrar etmek ne kötü şeydir.»[180] Abdullah b. Tâhir (öl. 117/735) demiş ki:

«Ömrüne yemin ederim ki; ne akıl ile zenginlik kazanılır. Ne de malı ka­zanmakla, akıl kazanılır.»[181]

Zu´r-Rümme (öl. 117/733) demiş ki:

´«Belki aşktan gözyaşlarının dö´kiUmesi(ağlamak)nden sonra, (insanın) içi ahat olur.Veya gönlü üzüntü ile dolan kimsenin içi rahat olur.»[182] Başka bir şair şöyle demiş:

«Umulur ki ihtiyaç sahibi bir dilenciyi, bugün dilendiği şeyden men eder­sen (yani ona yardım etmezsen) umulur ki yarın, onun olabilir.»[183] Yâni yarın o zengin olduğunda o da seni mahrum edebilir.

Yukarıda geçen misallerin tamamı inşâdır. Çünkü bu misallerin doğru veya yalan olmalarının ihtimali yoktur. Nitekim ilk beş misal ile, istek anında mevcut olmayan bir şeyin yapılması istenmektedir. Bundan dolayı; bunlara "Talebi inşâ" denilir. Son kısımdaki misaller ile, yapılması istenen bir şey bulunmadığı için onlara "Gayr-ı talebi inşâ" denir.[184]

a) İnşâ ile ilgili diğer bazı misaller:

Ebû Temmâm bir şiirinde demiş ki:

«Kınama suyunu bana içirme! Çünkü ben çok aşık olmuşum. Ve ben gözyaşlarımı tatlı buldum.»[185] Bu şiirdeki cümlesi, nehy mânasını ifâde ettiği için´´talebidir" .

«Dostunu az sev! Günün birinde senden nefret eden biri olabilir, Nefret ettiğin kişiden az nefret et! Umulur ki günün birinde dostun olabilir.[186]

Bu cümlenini baş tarafında ve ortasında n az başIayan kısmı taIebMir ve emir ifade eder.

İbnü´z-Zeyyât, Muhammed b. Abdilmelik(öl.233/847),[187] el-FazI b. Seni es-Serahsî´yi (01.202/ 818),[188] överek şöyle demiş:

«Ey! Kementleri çürüdüğünde dine yardım eden şahıs! Şüphesiz ki sen barındıranların ve yardım edenlerin en cömerdisin.[189] ´Bu şiiriin baş ta­rafı, nida (çağırma) olduğu için,´´talebidir" .

Ümeyye b. Ebi´s-Salt (öl.5/626),[190] bir ihtiyacını istediğinde şöyle demiş:

«Ben ihtiyacımı söyleyeyim mi? Yoksa utanma duygun bana yeter mi? Şüphesiz ki; haya senin mizacındır´.»[191]

Bu şiir, istifham (soru) mânasını ifâde ettiği için, "talebidir" .

Züheyr b. Ebî Sülmâ (öl.M.609)[192] şöyle demiş:

«Herim (öl.M.608),[193] ne güzel bir şahıstır. Birisinin başına bir belâ gelir gelmez, mutlaka o (Herim), belâdan korkan kişi için sığınak olur.»[194] Bu şiir, övme mânasını ifâde ettiği îçin,"gayr-i talebidir" .

Îmrti´u´1-Kays b. Hucr b. el-Hâris el-Kindî(öI.M.545),[195] bir şiirinde şöyle demiş:

«Ey hanım komşumuz! Biz ikimiz burada yabancıyız. Ve her yabancı, ya­bancının akrabasıdır (sayılır).[196] Bu cümlenin kısmı, nida (çağırma) olduğu için,"talebidir" ,

«Keşke iyiliğe engel olan kimse; öyle engel olsaydı; nihayet bazı adamlar, yaptıkları (hatânın) acısını tatsaydılar.»[197] Bu cümlenin kısmı temennî mânasını ifâde ettiği için,´´talebidir" .

Ebû Nüvâs, Hasan b. Hânî(öl. 198/814),[198] Halife el-Emîn´den (öl. 198/ 813) merhamet dileyerek şöyle demiş:

«Başının hayatına yemin ede-rimki; onun benzerini yapmaya´tekrar dönmeyeceğim. Başının hayatına yemin ederim ki...»[199] Bu cümle, yemin mânasını ifâde ettiği için talebidir" .

Dı´bil b. Ali b. Rezîn el-Huzâ´î (öl.246/860),[200] bir şiirinde şöyle demiş:

«İnsanlar, ne kadar çoktur. Hayır. Bilâkis onlar, ne kadar da azdır. Allah bilir ki ben (bu sözümde) yalan söylemedim. Çünkü ben gazilerimi açtı­ğımda onları, çok kişinin üzerine açıyorum. Fakat hiç kimseyi göremi­yorum.»[201] Şâir, bu beyti ile, insanların vefasız olduklarını dile getirmek istiyor. Bu şiiirin kısımları, ta´accüb (hayret) mânasını ifâde ettiği için,"gayr-i talebidir" . [202]

1- Emir

Emir, üstünlük yoluyla bir işin yapılmasını istemektir. (Veya büyüğün, küçükten bir işi yapmasını istemesidir ). Emir için dört ayrı kip vardır:

a) Emir fiili,

b) Başında emir lamı bulunan müzâri fiil (emr-i ğâib).

c) Emir mânasına gelen ism-i fiil.

d) Emir fiilî yerine kullanılan masdar.[203]

Bazen emir kipleri asıl mânalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer mânalarda kullanılır:

Bunlar: İrşâd, duâ, iltimas (istek), temenni, serbest bırakma, eşitlik, aciz bırakma, tehdit ve mubah kılma, gibi mefhumlardır.[204]

Konu ile ilgili bazı misaller:

1- Emir fiili: Meselâ; «Ey Yahya! Kitaba simsıkı sarıl,[205]

«Namazı kılın, zekâtı verin ve peygambere itaat edin ki rahmete eresiniz.»[206]

«Kendin için sevdiğin (istediğin) şeyi, in-sanlar için de iste. »[207]

«Dostunu az sev! Gü-.. hirinde senden nefret eden birisi olabilir. Nefret ettiğin kişiden az nefret et´ Umulur ki günün birinde dostun olabilir.»[208]

Hz Ali, Mekke Valisi İbn Abbâs´a (Öİ.68/687) yazdığı bir mektubun bir bölümünde şöyle demiş:

Sadede gelince; insanlar için hac ibadetini düzenle! Onlara, (kötü amellerinden dolayı) Allah´ın (eski ümmetleri azab ettiği) günleri hatırlat! Sabah ve akşam onların (arasında hükmetmek için) otur. Böylece fetva isteyene fetva ver. Cahile (bilmediklerini) Öğret. Âlim ile müzakere et (ilmîkonuları tartış!).»[209]

2- Başında emir lamı bulunan müzâri fiil:

imkanı geniş olan, nafakayı imkanlarına göre versin.[210]

«Bu beyt (Kabe) nin Rabbine kulluk etsinler. O, kendilerini açlıktan kur­tararak doyurmuştur ve her tehlikeye karşı onlara emniyet vermiştir.»[211]

«Yazan kişi, Allah´ın kendisine öğrettiği gibi yazmak­tan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah´tan korksun da ...»[212]

Sonra kirlerini ğidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Evi (Ka´be´yi) tavaf etsinler. »[213]

3- Emir mânasına gelen ism-i fiil:

«Namaza koşunuz.[214]

edenleri Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca, sapan kim-se size zarar veremez. »[215]

«Sakın doğruluktan ayrılma.[216]

Sus! İn[217] gibi.

4- Emir fiili yerine kullanılan nıasdar:

Bazen masdarlar emir fiili manasında kullanılırlar. Yâni bazen mefûlü mutlak aynı harflerden türeyen emir fiili manasında kullanılır.

İyilik yapmak yolunda çalışıp çabala! »[218]

«Anaya, babaya... iyilik edin.»[219]

«(Artık) o çılgın ateş halkı (Allah´ın rahmetinden) uzak olsunlar.[220]

a) Emir fiillerinin sözün gelişinden anlaşılan diğer manalarda kul­lanılması:

Bazen emir kipleri asıl mânalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer mânalarda kullanılır:

Bu mânalar: İrşâd, duâ, iltimas (istek), temennî, tahyîr (serbest bırak­ma), ihanet, teshir, eşitlik, t´aciz (aciz bırakma), tehdit ve ibâha (mubah kılma), tesviyye, te´dip ve taaccüb gibi mânalardır.[221]

1) Duâ : (Bit işin olmasını Allah´tan istemektir.[222] Türkçe misâl­ler:

«Yâ Rabbi! Hemîşe lutfunu et rehnümâ hana.

Gösterme ol tarîki ki yetmez sana, bana.[223] Bir mücrim u ´âsî kulunum rûy siyâhem Afvinle nazar kıl bu günahkâra İlâhî[224]

»«(Süleyman) onun sözüne gülümseye-Rabbim! Bana ve anne-babama verdiğin nimete şükret­memi, ve hoşnut olacağın iyi amel yapmamı gönlüme getir.[225]

Ey Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilim­den düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar.»[226]

«Ey Rabbim! Beni, babamı, annemi... bağışla!».[227]"

el-Mütenebbî, Seyfüddevle´ye hitap ederek şöyle dedi:

«Beni kıskananların kıskanmasını, onları zelil kılmak suretiyle yok et! Çünkü onları, beni kıskanan kimseler haline getiren, sensin.» (Yani sen, bana verdiğin bol bol bağışlarınla onları beni kıskanan kimseler haline ge-tirdin.)[228]

2) iltimas: (Aym seviyedeki insanlardan birinin diğerinden bir işi yapmasını istemesidir):

´« Seninle aynı seviyede bulunan birine; kitabını ver. »[229] demen gibi.

«Bir de bana ailemden bir vezir ver.[230]

İmruü´1-Kays (b. Hucr b. el-Hâris el-Kindî) (öl.M.545)[231] bir şiirinde şöyle demiş:

«Arkadaşlar (ikiniz) durun! Sevgiliyi ve onun Dehül ile Havmel arasında bulunan Sıktü´l-livâ´daki yurdunu anıp ağlayalım.»[232]

3) Temenni ; Vukuu imkansız olan bir şeyi istemekdir. Türkçe Örnek: «Turnam, kalk havalan tortum suyundan.»[233] İmrü´u´l-Kays´m şu şiirinde olduğu gibi:

«Dikkat ey uzun gece! Dikkat sabah (in aydınlığı ile) açıl! (Bana göre) sabah senden daha güzel değildir.»[234] (Çünkü gece çektiğim acıları gündüz de çekiyorum.)

4) Tehdîd : (Bir işin vukuunda, failin zarar göreceğini ilade eden emirdir.)

Türkçe örnek: «Hele vazoyu kır, o zaman gününü görürsün.»[235]

«Usûlünüze göre âmel edin» âyetindeki emir de aşırı tehdit ifâde eder.[236]

«De ki: bekleyin, şüphesiz ki biz de beklemekteyiz. Bu ayetteki emir, tehdit mânasını ifâde eder.[237]

«Deki, küfrünle eğlene dur.» cümlesindeki emir tehdit ifâde eder.[238]

«Dilediğinizi yapın! Doğrusu rendir.» emri tehdit ifâde eder. Burada emir, asıl manasından çıkarılarak tehdit ve korkutma manasında kullanılmıştır.[239] Bir sair şöyle demiş: gecelerin sonucundan korkmadığın ve utanmadığın zaman, dilediğini yap.»[240]

5) Tâ´ciz: (Birinin bir işi yapmaktan âciz olduğunu ifâde et­mektedir.)

«...haydi onun benzeri bir sure getirin...» Buradaki emir, aciz olduklarını ifâde etmek içindir.[241]

Her iddianızda doğru iseniz, kendinizden Ölümü uzaklaştırınız!»[242]

«Çıkabiliyorsanız çıkın.» âyetin­deki emir, acze düşürme mânâsını ifâde eder.[243]

ey tfeicr oğullareye kaçış!´»[244] (Yâni benden kurtulmanız mümkün değildir.) Başka bir şair şöyle demiş:

«Bana cimriliğiyle ömrü uzayan bir cimri gösteriniz. Ve çok bağışlama­sından dolayı (açlıktan) ölen bir cömerdi getiriniz![245]

6) Tesviye: (Birbirine zıt hallerin, sözü söyleyene göre eşit-ligini ifâde eden emirdir.)

«Sabretmeniz de sa-bretmeseniz de artık sizin için değişen bir şey olmayacaktır.»[246]

«Ey Muhammedi ister bağışlanma­larını dile, ister dileme, birdir. »[247] Ebu-t-Tayyib şöyle demiş:

«ister azız (şerefli) olarak yaşa, ister mızrakların darbeleri ve bayrak­ların dalgalanmaları arasında, sen asıl olarak öl![248]

7) Teshir: Alay etme ve küçümseme ifâde eden emirdir.

«Musa onlara atacağınızı atın, dedi.» Bu ayette­ki emir, küçümseme mânasını ifâde eder.[249]

«Eğer doğrulardan isen, kendi ettiğini (azabı) bize getir!» Bu ayetteki emir ile alay ve eğlenmek kasdedilmiştir.[250]

maymunlar olun!» Burada emir; küçümseme ve hor görme mânasını ifâde eder.[251]

8) İbâhe: Mübahlığa delâlet eden emirdir.

«Sabahın beyaz ipliği ( aydınlığı), ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.» Burada emir, mübahlık mânasını ifâde eder.[252]

«Eğer kendilerinde bir hayır (kabi­liyet ve güvenilirlik) görüyorsanız, hemen onlarla mükâtebe ediniz.»[253]

«Namaz bitince, yeryüzüne dağılın ve Allah´ın lütfundan isteyin.» Bu ayet­teki emir, ibâhe ifâde eder.[254]

9) İhâne: Hor görmeye ve küçümsemeye delalet eden emirdir.

« De ki; ister taş olun, ister demir.. .»[255]

«Tad bakalım, sen kendince üstündün şerefliydin» âyetindeki emir kipi, hor görme ve küçümsemeyi ifâde

eder.[256]

5en de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de....» Buradaki emir, susturma ve azarlama içindir.[257]

«Öyle ise azabı tadın! Size, azaptan başka birşeyi çoğaltmayacağız.» âyetinde emir, hor görme ve´küçümseme

ifâde eder.[258]

10) İrşâd: Yol göstermeye delâlet eden emir.

Alış-v´eriş yaptığınızda şahit tutun.» Bu ayetteki emir, irşâd (yol gösterme ve rehberlik) mânasını ifâde eder[259] Ebu´t-Tayyib, Seyfüddevle´yi överek şöyle demiş:

«Kim düşmanlarını arıyorsa; o, onun (Seyfüddevlej gibi yürüsün. Şan, şeref ve asalet peşinde olanlar da senin yürüyüşün gibi (bütün gece) yürü­sünler.»[260]

Terbiye etme mânâsım ifâde eden emir«İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun.[261]

onları yatakta yalnız bırakın![262]

Önünden ye![263]

12) Ta´accüb: Hayret ve şaşkınlık ifâde eden emir.[264]

»«Onlar ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler .´(bir gör-

13) Tahyîr: İki şey arasında tercih yapmada serbest bırakmayı

ifâde eden emir:

el-Buhturî (01.284/897) şöyle demiş:

«Dileyen cimrilik etsin, dileyen cömert olsun. Sizin cömertliğiniz bütün isteklerimi karşılamak için bana yeter.»[265]

b) Emir çeşitleri ile ilgili diğer bazı misaller:

el-Errecânî (Ahmed b. Muhammed b. el-Hüseyin) (öl.544/1149)[266] şöyle demiş:

«5e« istişare ehlinden (müsteşar) olsan bile, bir gün, başına bir bela gel­diği zaman, başkasıyla istişare et!»[267]

Ebu´l-Atâhiyye (öl.211/826) şöyle demiş:

«Eğer sana emirlik (idarecilik) verilirse, kanadını ger (mütevazı ol)! Ve keyif ve eğlence ile helak olmaktan vazgeçerek nefsini onlardan uzaklaş­tır.)»[268]

Ebu´l-´AIâ el-Ma´arrî (ÖI.449/1057) şöyle demiş:

«Ey Ölüm! (Beni) ziyaret et! Çünkü yaşamak kötü bir hale gelmiş? Ey nefis! Çaba harca. Çünkü senin zamanın zayıflanmıştır.)[269]

Başka bir şair şöyle demiş:

«Bana zayıflıktan Ölen bir cömerdi göster. Belki senin gördüğünü ben de görürüm. Veya ebedi (sürekli) yaşayan bir cimriyi (bana göster).»![270]

Halit b. Safvân (Öl. 115/ 733), oğluna nasihat ederek şöyle dedi: «Gizli yapılan işlerden, af^ olarak (aleniyette) sana yaramayanları terket.»[271]

Beşşâr b. Bürd (öl. 167/784) şöyle demiş:

«(Senin yanında bir arkadaşının yanılmamasını istersen) yalnız başına yaşa! Veya kardeşinle ilişkini sürdür. Muhakkakki o bir defa günah işler, bir defa da ondan (günah işlemekten) sakınır}[272]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Deki; ( istediğiniz gibi) yaşayın? Çünkü dönüşünüz ateşedir.»[273]

Ebut´-Tayyib el-Mütenebbî, Seyfuddevlet´e hitap ederek şöyle dedi:

Cömert insan! insanlara sahip olduğun şeyi ver. insanlara benim söylediğim (şiirleri) asla verme!» (Yani; beni başkasını övmeye muhtaç etme!)[274]

Katarı b. el-Fücâ´a (öl.78/697) kendi nefsine hitap ederek şöyle dedi:

«Ölümle ilgili konuda sabret, sabret.! Çünkü ebedi kalmayı elde etmek mümkün değildir.[275]

Ey Yezid sağlam ol çünkü dinde hiçbir eğrilik yoktur. Sen sağlam olduğun zaman, yönetimine hiçbir zarar gelmez.»[276]

Halifelerden biri, bir valisine nasihat ederek şöyle dedi:

«Kur´an´ın ipine (İslama) sımsıkı sarıl! Ve ondan öğüt al! Onun helalle­rini helâl say, haramlarını da haram kıl.»[277]

Bir bilgin oğluna şöyle dedi:

«Yavrucuğum! İnsanların kötülerinden Allah´a sığın, insanların iyilerine karşı da tedbirli ve uyanık ol!»[278]

«Yavrucuğum!(sürekli huzurlarında) iki dizin (üzerinde oturarak) âlimleri sıkıştır (onlarla bera­ber ol.) Kulaklarınla onları dinle! Ölü (kurak) toprak gökten inen yağ-murla dirildiği gibi, kalb de ilmin nuru ile dirilir.[279]

Ya hayırlı (faydalı) bir şey söyle veya sus!»[280]

Ey kahraman! Kılıcını al![281]

İşine erkenden git!»[282]

«Sizden herbiriniz vazifesini yapsın!»[283]

«Dilediğini yap!»[284]

«Uygun gördüğün şeyi yap!»[285]

«Benden uzaklas, defol!»[286]

«Ey Muhammed şakayı terket![287]

«Konuştuğum zaman sus![288]

£y nefsim güçlüklere sabret!;[289]

«Ey hişâm yerinde dur, kımıldama![290]

2- Nehy (Yasaklama)

Nehy; maddî veya manevî yönden muhatabından üstün olan birisinin ondan bir işi yapmamasını istemesidir. Nehyin, sadece bir kipi vardır. O da nehy edatı olan « V»ile birlikte bulunan müzâri fiildir. yapma! gibi. Bu müzâri fiil, muhatap için kullanılırsa "nehy-i hazır"; gâib için kul­lanılırsa "nehy-i gaib" meydana gelir.

Bazen nehy kipi gerçek mânası dışında, cümlenin gelişinden ve durum­dan anlaşılan başka manâlarda kullanılır. Mesela; Du´â, iltimas (istek), te-mennî, irşâd, kınama, te´yîs (ümitsiz kılma), tehdit, küçümseme, âkibeti bil­dirme, çirkin görmek ve eşitlik gibi.[291]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«Mallarınızı aranızda haksız sebep­lerle yemeyiniz.» Bu ayetteki "nehy", gerçek anlamında kullanılmıştır.[292]

Yüce Allah, kötü insanları sırdaş edinmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuş:

iman edenler! Kendi d´ışımzdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fen­alık etmekten asla geri durmazlar»[293]

Yüce Allah, yetimin malım haksız yere almayı yasaklayarak şöyle bu­yurmuştur:

«Erginlik çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en güzel bir niyet ve mak­satla yaklaşın.»[294]

Yüce Allah şöyle buyurmuş: Islâh edildikten sonra yeryüzünde

bozgunluk yapmayın.»´Bu ayetteki "nehy", gerçek yasaklama manasına­dır.[295]

Yüce Allah, insanın akrabasıyla ilişkisini kesmesini yasaklayarak şöyle buyurmuş:

«İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara mat­larından vermeyeceklerine yemin etmesinler. »[296]

Bazen"«efty" asıl mânası dışında kullanılır. Bu mânaların, en önem­lileri şunlardır:

a) İrşâd: Nehy, bu durumda; insanlara, hareket ve davranış tarzlarını gösterme mânasını ifâde eder.

Ebu´l-´Alâ el-Ma´arrî (öl.449/1057),[297] şöyle demiş:

«Alçak kimse­lerle oturma! Çünkü sefihlerin ahlakları başkasına geçer.»[298] Bu misaldeki "nehy", içindir.

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

"Hiç bir kâtip Allah´ın kendisine öğrettiği (emrettiği) gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın.» Bu ayetteki "nehy", irşâd ve nasihat anlamında kullanılmıştır.[299]

«Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın.» Bu âyetteki "nehy", irşâd mânasına kullanılmıştır.[300]

b) Duâ: Nehy, Yüce Allah veya hükümdar gibi büyüklere yönelik olduğu takdirde duâ manasına gelir.

Müslim b. Velîd´in (Öİ.208/823)[301] Halife Hârunü´r-Reşîd hakkında söylediği şu beyti, dua için bir örnekdir:

İslam ülkesi senin gibi Hükümdarları kaybetmeye! Çünkü sen, Islâmiyetin zayıflayan itibârını yücelttin ve onu güçlü ve kuvvetli kıldın.»[302]

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

«Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.» Bu ayetteki "nehy", duâ anlamında kullanılmış­tır.[303]

«Rabbimiz!Bize hidâyet verdikten sonra kalblerimizi eğrilimle!» Bu âyetteki nehy, duâ manasına kullaml-mıştır.[304]

«... kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme!..." Bu ayetteki "nehy", duâ mânasında kullanılmıştır.[305]

c) iltimas: Nehyin iltimas mânası demek; aynı seviyede olan iki şahıstan birinin diğerinden bir işi yapmamasını istemesidir. Ebû Tayyib el-Mütenebbî, Seyfuddevle hakkında şöyle demiş:

«Söylediklerimi ona ulaştırmayınız. Çünkü o cesurdur. Ne zaman (mızrak vs., ile) yaralama ona zikredilirse, o savaşmaya özlem duyar.»[306] Bu mi­saldeki "nehy" iltimas içindir.

«(Harun:) Ey annemin oğlu! dedi, sakalımı ve´saçımı tutma (yolma)!» Bu ayetteki "nehy", iltimas mânasmadir.[307]

d) Temenni: Bu durumda nehy, birisinden bir şeyi yapma­masını temenni etmek mânasını ifâde eder.

Ebû Nüvâs (öl.195/811), Halife el-Emîn´i (öl.i98/813),[308] överek şöyle demiş:

«Ey deve! Elinin ayasını öpmek, Rüknü´l-(Yemânî) yi öpmek ile eşit olan hükümdara ulaşıncaya kadar usanma! Sen ne zaman sağsalim yükü onun yanına atarsan (bırakırsan) halkın, bir insanın suretinde toplanmış olduğu­nu görürsün.[309] Bu misaldeki "nehy" temenni içindir.

e) Kınama ve azarlama: Ebu´l-Esved ed-Düelî (Zâlim b.´Anir b. Zâlim)(öl.65/684), şöyle demiş:

«Bir huyu (alışkanlığı) kendin yaptığın halde, onu başkalarına yasaklama! Böyle yaparsan bu senin için büyük bir kusurdur.»[310] Bu misaldeki "nehy´ azarlama içindir.

«Bilerek hak-ki bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.» Bu ayetteki "nehy", azarlama anlamında kullanılmıştır.[311]


f) Ümitsizliğe düşürme:

Bir şair şöyle demiş:

«Ellerinin cömertliği ile, Ca´fere benzeşmeye kalkışma! Çünkü sen onun dengi değilsin.»[313] Bu misaldeki "nehy", ümitsiz kılmak içindir. «(Boşuna) özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.» Bu ayetteki "nehy", ümitsiz kılma manasınadır.[314]

g) Tehdit:

Maddî veya mânevi açıdan senden aşağı olan birisine şöyle demen, gibi: «Emrime boyun eğme!»[315]

Bu misaldeki "nehy", tehdit içindir.

h) Tahkir: Nehy, küçümseme manasını ifâde ettiğinde tahkir manasına gelir.

Ebû Tayyib, el-Kâfur el-Ihşidîyi hicv ederek şöyle demiş: ?Köleyi ancak sopa ile beraber satın al. Çünkü muhakkak köleler hayırsız ve necistirler. (Yani köleler, ancak dövme ve küçümsenme ile İslah olur­lar.)[316] Bu misaldeki "nehy", küçümseme içindir.

«Buyurur ki: Orada açaldıkça alçalırı orada! Bana konuşmayın artık.» Bu ayetteki "nehy", küçümseme ve hor görme manasınadır.[317]

ı) Akıbeti bildirmek:

«Allah yolunda öldürülenleri sakın´ölü sayma!» Bu âyetteki"tte´, akıbeti bildirmek mânasına kullanılmıştır.[318]

i) Çirkin görmek:

«Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!» Bu âyetteki "nehy", hoş karşılamamak mânasına kullanılmıştır.[319]

j) Eşitlik:

«... ister sabredin, ister sabretmeyin.» Bu âyetteki "nehy", eşitlik mânasını ifâde eder.[320]

İstifham:

İstifham: istif âl babından fiilinin masdan olup daha Önce bi­linmeyen bir şey hakkında bilgi istemektir. İstifham için kullanılan birçok edat vardır. "Hemze" ve herr de bu edatlardandır.[321]

l- Hemze ile tasavvur veya tasdik ile ilgili iki şeyden biri hak­kında bilgi edinmek istenîr.

a) Tasavvur sorusu, müfred bir şeyi öğrenmek için sorulan sorudur. Ta­savvur şeklindeki sorularda; hakkında soru sorulan; müsnedtin ileyh, müsned, mef ûl, hâl, veya zarf gibi unsurlar hemzeye bitişik olarak ondan sonra zikredilen isimdir. Bu ismin, edatından sonra gelen bir dengi ve benzeri bulunur. Bu «fi» «em» edatına muttasıl em denilir.«Muhammed mi yolcudur, yoksa Mahmut mu? » Bu misâlde her ikisinden birinin yolculuğa çıktığını kesin olarak biliyorsun. Fakat han­gisinin çıktığını muhtaptan belirtmesini istiyorsun. Bu nedenle, bu soruya yolculuğa çıkan kimse belirtilmek suretiyle cevap verilir.

Meselâ; «Muhammedyolculuğa çıktı.» denilir.[322]

« Kabda pekmez mi var yoksa bal mı?»[323] Müsnedün ileyh (özne veya sözde özne)´nin halini sormak için şöyle

dersin;

«Bunu sen mi yaptın yoksa Yusuf mu yap­tı?»

b) Tasdik (sorusu): Tasdik sorusu; faile, nâib-i faile, mübtedâya veya aslında mübtedâ olan isme isnâd edilecek hükmün sabit olup olmadığını tesbit etmek için sorulan sorudur. Cümledeki hükmün durumu sorulur ve bu cümlede hükmün bir benzeri (muâdili) bulunmaz. Eğer tasdik sorusun­dan sonra edatı bulunursa bu edat münkati´ olarak kabul edilir Ve «fakat» mânâsına gelir. Meselâ: «Misafirler gel­di mi?» Bu misalde, misafirlerin gelip gelmediklerini öğrenmek istiyorsun. Bundan dolayı bu soruya, «evet» veya «hayır», demek suretiyle cevap verilir.[324]

2- Hel, sadece tasdik sorusu için kullanılır.

Meselâ: «Arkadaşın geldi mi?» Bu sorunun cevabı ya evet» veya «hayır» dır. Bundan dolayı umummiyetle soru edatı ile birlikte bir şeyin dengini (benzerini) zikretmek mümkün değildir. Bundan dolayı:

«Dostun mu geldi yoksa düşmanın mı?» denilmez.[325]

Hel, mânâ bakımından iki kısma ayrılır:

a) Eğer bu edatla bir şeyin varlığı sorulursa buna basit denilir.

Meselâvar mıdır ?» »« Hareket, var mıdır?»

«Vefakar dost var mıdır?[326]

b) Eğer bu edatla bir şeyin bir varlıkta bulunup bulunmadığı sorulursa buna mürekkeb (birleşik) (denir.

Meselâ: «Merih, ikâmet edilen bir gezegen mi?»

kuşu yumurtlar ve yavru çıkarır mı[327]

Hel edatı, olumsuz cümle, şimdiki zamana delâlet eden müzâri fiil, inne, şart edatları ve atıf edatlarının önüne getirilmez. Hel yerine bu gibi "/2ömze"kullanılır.[328]

Konu ile ilgili misaller:

yolcusun, yoksa kardeşin mi?

Sen, alıcı mısın yoksa satıcı mısın?

-«Arpa mı ektin, yoksa buğday mı?»

Binerek mi, yoksa yayan mı geldin-

«İşçiler Cuma günü mü din­lenirler, yoksa Pazar günü mü?»

Altın paslanır mı?»

«Bulut hareket eder mi?»

«Yeryüzü hareket eder mi?»

vazgeçer misin?»

« Hayvan anlar mı?»

«Bitki hisseder mi?»

«Cansız varlık (lar) büyür mü?»[329]

Mefûlün (Nesne) durumunu sormak İçin şöyle dersin;

«Benimi kasdediyorsun, yoksa Saidi mi?»

Ze^ö/ mi dövdün ? »

Edebiyatla ilgili bir kitap m; yoksa daha fazla mı okudun? »[330]

Zarf ( mefülün fîh )´ın durumunu sormak için şöyle denir:

«Perşembe günü mü geldin, yok­sa Cuma günü mil?[331] Ve benzeri sorular.

Mübtedânın durumunu sormak için şöyle denir:

«Sen mi bunu yaptın, yoksa Yusuf mu yaptı? »[332]

Hâl´in durumunu sormak için şöyle denir:

«işine yürüyerek mi yoksa binerekmi gidiyorsun?»[333]

B- Diğer Soru Edatları

Kural: "Hemze" ve dışında istifham için kullanılan diğer bazı edatlar vardır. Bunların en Önemlileri şunlardır:

Mâ, men, meta, eyyâne, keyfe, eyne, kem ve eyyü´dür.[334]

1- men : Bu soru edatı ile akıllı varlıkların durumunun belirtilme­si istenir.[335]

Meselâ: <
Mesela: el-´Asced (Altın) nedir?» veya « el-Lüceyn (Gümüş) nedir?»

b) Herhangi bir varlığın hakikatinin açıklanması istenir. Meselâ:

« el-Kerâ (Uyku) nedir?» İsraf nedir?»

d) Bir varlığın mahiyeti ile birlikte durumu sorulur. Meselâ: Yanma gelen birisine; « Sen nesin ( kimsin)?»

3- meta : Bu soru edatı ile; «ister geçmiş zaman, ister gelecek za­man olsun» zamanın belirtilmesi istenir.[337]

« Ömer, ne zaman halifeliği üstlendi?»

«Yolcular, ne zaman dönecekler?´»

«Kıyamet ne zaman kopa­caktır?[338], Ne zaman geldin? ve "Ne zaman gideceksin?» v.s.

4- eyyâne: Bu soru edatı ile sadece gelecek zamanın belirlen­mesi istenir. Ve dehşet verici şeyler sorulur.[339]Şu âyetlerde olduğu gibi:

Muhammedi Sana kıya­metten soruyorlar, ne zaman kopacak diye,»[340]

Kıyamet gününe zamanmış?´»diye sorar. »[341]

5- keyfe: Bu soru edatı ile durumun belirtilmesi istenir.[342]

Meselâ: « Sen nasılsın?», Siz nasıl gel­diniz?» gibi.

6- eyne: Bu soru edatı ile yerin belirtilmesi istenir.[343]Meselâ: Nereye gidiyorsun ?

O/c/e ve Fzra? (nehirleri) nerededirler?»

7- ennâ : Bu soru edatı, bir kaç mânâya gelir.[344]

a) «nasıl » mânâsına gelir. Meselâ: Şu âyette olduğu gibi:

«(Veya altı üstüne gelmiş bir şehire uğrayan kimseyi görmedin mi? O kimse: «Burayı ölümünden sonra Allah nasıl diriltecek?» demişti»[345]

«Tarlanıza nasıl isterseniz öyle varın.[346] Yâni dilediğiniz şekilde hanımlarınıza yaklaşın.

«Mensupları, hor görül­dükleri halde, aşiret nasıl değer ve itibar kazanır?» .

b) «nereden » mânâsına gelir.

Mesela: Ey Meryem ! Bu sana nereden gel­di? »[347]

Onlar, (daha Önce) fakir ol­dukları halde, bu mal nereden onların eline geçti?»

c) « Ne zaman» mânasına gelir. Meselâ: «Nil nehrinin suyu ne zaman çoğalır (taşar ?»

8- «kem»: Bu soru edatı ile bilinmeyen bir sayının miktarının be­lirtilmesi istenir.[348] Meselâ: «İçlerinden bir sözcü ne kadar kaldınız? Dedi.[349]

«Birlikte, kaç asker vardır? dirhemin vardır?»

9- «eyyü»: Bu soru edatı, "Hangi" anlamındadır.[350]Meselâ: «Mü´min ve kâfir iki gruptan han­gisi mevki yönünden daha hayırlıdır? derler.»[351]

kardeşten hangisi yasça daha büyüktür?» Ayrıca bu edatla, izafe edildiği isme göre; zaman, yer, durum, sayı, akıllı ve akılsız varlıklar hakkında da soru sorulabilir.

Yukarıda geçen bütün edatlar ile "tasavvur" sorusu sorulur. Bundan do­layı bunların cevabı, kendisi hakkında soru sorulan kimseyi veya şeyi be­lirtmekle olur.[352]

C- Bazı Karinelerle İstifhamın Değişik Mânalarda Kullanılması

Kural: Bazen istifham esâs mânasından çıkıp cümlenin gelişin-den anlaşılan diğer mânalarda kullanılır. Bu mânaların başlıcalan şunlardır: Hefy (olumsuzluk), inkâr (hoş karşılamama), ikrar ettirme, azarlama, yüceltme, küçümseme, gecikmiş sayma, hayret ve şaşkınlık, eşitlik, te­menni ve teşvik vs.[353]

el-Buhtürî (51.284/897) bir şiirinde şöyle demiş:

«Dünya sıkıntı ve o sıkıntının süratle ortadan kalkmasından başka bir şey midir? Ve o (dünya) sıkıntıdır ve sıkıntının ortadan kalkmasıyla onun ardından rahatlığın meydana gelmesidir.» Bu misaldeki istifham, "olum­suzluk" mânasını ifâde eder.[354]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî (Öİ.354/965), (Kâfur el-Ihşîdî için söylediği bir) methiyede şöyle demiş:

«Düşmanların (bu kadar delil ve apaçık şahit) gördükten sonra, (Allah´­ın seni galip kılacağına dair tekrar başka) apaçık bir delil ve bür-han mı isterler?» [355] Bu misaldeki istifham," inkâr" (yâni hoş karşılamama) mâna­sını ifâde eder.

el-Buhtürî, şöyle demiş:

«Sen onların içinde cömertliği en yaygın olan, vücudu en kuvvetli ve kılıcı en keskin olan kimse değil misin?[356]

ikrar ettirme) mânasını ifâde eder. Diğer bir şair şöyle demiş:

«Aranızdaki bu anlaşmazlık ne zamana kadar, ne kadar devam edecek? Bu büyük gürültü ne üzerine yapılıyor?[357]»

Bu misaldeki istifham,´´azarlama" mânasını ifâde eder.

Ebu´t-Tayyib, mersiye olarak şöyle demiş:

«Anık toplantılar, ordular ve gece baskınları için kim var? (Halk), seni kaybetmekle (tekrar) doğmayacak bir güneşi kaybetti. «Misafirlere bakmak için halef olarak (yerine) kimi bıraktın? Onlar, zayi oldular (yok oldular). Senin gibiler, neredeyse zayi etmezler.»[358] Bu misaldeki istifham,"ta´zîm ve yüceltme " mânasını ifâde eder.

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî, Kâfur el-Ihşîdîyi (öl.375/968) hicvederek şöyle demiş:

«Senin gibi birine cömertlik, hangi yollardan (nereden) gelir? Ey Kafur! (Kan) şişeleri nerede ve neşter nerededir?»[359] Hu misaldeki istifham, "tahkîr= küçümseme" mânasını ifâde eder.

Ve yine Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî şöyle demiş:

«Ne zamana kadar gece karanlığında yıldızlarla birlikte yürüyeceğiz? Çünkü o (yıldız) ne deve gibi tabanı (ayağı) üzerinde yürür. Ne de insan gibi ayak üzerinde yürür.»[360] Böylece deve ve insanlar gibi yorulmaz. Bu misaldeki istifham, bir işin´´yavaş yapıldığı" mânasını ifâde eder.

Ve yine Ebu Tayyib el-Mütenebbî sıtma hastalığına yakalanmışken şöyle demiş:

«Ey sıtma! Bende her türlü musibet vardır. Sen nasıl bu kalabalığı yarıp geçtin ve bana ulaştın.»[361]9 Bu misaldeki istifham,"hayret ve şaşkınlık" mânasını ifâde eder.

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

«Onlar şöyle dedi­ler: İster öğüt ver, ister öğüt verme bizce birdir.»[362] Bu misaldeki istif­ham, "eşitlik" mânasını ifâde eder.

«Keşke bizim şefatçılarımız olsalardı da bize şefaat etseydiler.»[363] Bu misaldeki istifham, "temenni" mânasını ifâde eder.

«Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?»[364] ´Bu misaldeki istifham,"şevk verme , teşvik etme" mânasını ifâde eder.

Aşağıdaki âyetlerde bulunan istifhamların mânâlarını öğreniniz.

Bazı soru edatları, asıl mânaları dışında sözün gelişinden anlaşılan şu mânalarda kullanılırlar.

a) Eşitlik mânası.

« Ey Muhammedi Şüphe yok ki, ´kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler.»[365]

b) Olumsuzluk mânası:

«İyiliğin mükâfatı, iyilikten başka bir şey olur mu?»[366] (Yani iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey değildir.)

c) İstememek, hoş görmemek

Söyleyin bana Allah´ın azabı size erisse veya kıyamet vakti size gelse Allah´tan başkasına mı yalvarırsınız?»[367]

Ve «Allah kuluna kâfi değil mi?»[368]

d) Emir mânasına gelir.

«...sizi, Al­lah´ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz mi?»[369]

«Kendilerine kitap veri­lenlere ve okur-yazarlığı olmayanlara, deki: İslam oldunuz mu?»[370]

Bu her iki ayetin mânası sırayla şöyledir: «Vazgeçiniz !» ve «İslâm olu­nuz!».

e- Nehiy (Yasaklama): mânasına gelir.

«Yoksa onlar­dan korkuyor musunuz ? Eğer gerçekten mü´minler iseniz, korkmanız ge­reken yalnız Allahtır.»[371] (Yâni onlardan korkmayınız!).

f) Teşvik mânâsına gelir.

edenleri Sizi can yakıcı bîr azaptan kurtaracak bir ticâreti size göstereyim mi ?[372]

g) Tâzîm (Yüceltme) mânasına gelir.

«Ö´nun izni olmadan, katında kim edebilir ?»[373]

h) Küçümseme mânasına gelir.

«Allah, peygamber olarak bunu mu gönderdi? »[374]

ı) Hayret (mânasını ifâde eder:

« Allah´ı nasıl inkâr ediyorsunuz?»[375]

«insanlara iyiliği emredip ken­dinizi unutuyor musunuz?»[376]

«Allah´ın kendile­rine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi?» ayetlerinde istifhamdan maksat, "hayret" ifâde etmektir.[377]

«Münafıklık edenleri görmedin mi? » ayetin de sorudan maksat, inkar ve hayrete düşürmektir.[378]

«Namaz kıldığında bir kulu engellem ey e çalışana ne dersin?>>[379] (âyeti ile

Eğer o, doğru yolda ise ne dersin?»[380] âyetindeki soru, yasaklamaya çalışanın durumunun hayret verici olduğunu ifâde etmek içindir.

«İnsan bu yere ne oluyor. » dediğinde cümlesindeki soru, bu olayın şaşılacak ve çok enteresan birşey olarak görüldüğünü ifâde eder.[381]

i) Kınama ve azarlama mânasına getir.

«Onları doğru yola sevketmedi mi?» «Suyu ulaştırdığımızı görmediler mi?» «Halâ dinlemiyorlar mı?»

«Halâ görmüyorlar mı?»[382] soruları kınama ve azarlama ifâde eder. Hepsi, kınamak ve kötü yoldan çevirmek maksadıyla sorulmuş­tur.

«Gösterin bana! Onlar yerden hangi şeyi yarattılar!»[383] cümlesindeki istifhâm-i inkârı olup kınama ifâde eder. «Yoksa onların göklerde ortaklıkları mı var´?»[384] âyetindeki soru kınama ifâde eder,

«Ondan başka tanrılar mı edineyim?»[385] sorusu kınama ifâde eder.

«Hala şükretmiyorlar mı?»[386] ayeti, istifhâm-i inkâri olup kınama ve azarlama ifâde eder.

«Halâ akıl erdiremiyor musunuz?»[387]

Siz dininizi Allah´a mı öğretiyorsunuz?»[388] âyetindeki istifham-"i inkârı, kınama ifâde-eder.

«Demek erkek size, dişi Allah´a? Öyleyse bu insafsızca bir taksim»[389] âyetlerinde, onların akıllarının azlığı ifâde edilmekle birlikte kınama sorusu kullanılmıştır.

«Size bir uyarıcı gelmedi mi?»[390]26Bu, istifhâm-i inkâri olup kınama ve azarlama için sorulmuştur.

«Onlardan herbiri nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?»[391] §iyetinde istifhâm-ı inkâri, kınama ve azarlama ifâde eder.

«İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?»[392] sorusu istifhâm-ı inkârıdır. Çünkü gaye kınamak ve azarla­maktır

maktır.

«insan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?»[393] Bu, kınamak maksadıyla sorulmuş bir istifhâm-ı inkâridir.

«ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?[394] sorusu kınama ve inkârı (yapılan hareketi benimsememeyi) ifâde eder.

«Kimsenin kendisine güç yetiremi-yeceğini mi zannediyor? »[395] âyeti ile;

Kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor.[396] âyetindeki soru kınama ifâde eder.

j- Takrir mânasına gelir:

Biz, sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? »[397] âyetindeki soru, muhatabı ikrar etmeye zorlamak için sorulmuştur. «B/2, Öncekileri yok etmedik mi?»[398] âyetindeki soru, muhatabı ikrar ettirmek için sorulmuştur.

«Biz senin için göğsünü (Kalbini) açmadık mı ?[399] âyetinde istifhâm-ı takriri vardır. Bu, Allah´ın nimetlerini saymak ve hatırlatmak içindir.

«Biz ona iki göz´ bir dil ve iki dudak vermedik mi[400] âyetlerindekİ istifhâm-ı takriri, nimetleri hatirlat-mak içindir.

«Görmedin mi, Rabbin ´Ad´a ne yapti?»[401] âyetinde istifhâm-ı takriri vardır.

«Allah, hâkimlerin hâkimi değil mi?[402]

âyetteki soru, muhatabı ikrar ettirmek içindir.

k) Tehvîl (korkutma) mânasına gelir:

«Târik´in ne olduğu sana bildi­rildi mi? O, karanlığı delen yıldızdır.»[403] sorusu yıldızın önemini ve bu yüklüğünü gösterir.

«Kâria! (çarpacak.kıyamet) Nedir o kâna? Kârianın ne olduğunu sen bilir misin?»[404] sorusu kıya­metin önemini ve büyüklüğünü gösterir.

m) Tehekküm (alay etme) mânasına gelir.

«Siz öldükten sonra, didik didik parçalandığınız vakit, ... size birtakım haberler veren kişiyi gösterelim[405] 4l^cümlesindeki soru, alay ve istihza ifâde eder. Onların bundan maksatları, peygamberle (s.a.) alay etmektir. Peygamberin (s.a.) tanınmayan bir adam olduğuna işaret etmek için adını zikretmediler. Sanki o, bilinmeyen bir insanmış.

«Toprak içinde kayboldu­ğumuz zaman, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?»[406] ´ayetinde is­tifhâm-ı inkârî vardır. Maksat, alay etmektir.

«Dediler ki: "Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi... sana na­mazın mı emrediyor?»[407] ayetinde istifhâm-ı inkârî vardır. Maksat, alay et­mektir. [408]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 151.

[2] el-hkân, 2/874-875; Delâiiü´l-i´câz, s. 528-529; Nihâyetü´l-îcâz fî dirâyeti´î-i´câz, s. 149; Miftâhu´l-´ulûm, s. 164-174; Mu´terekü´l-akrân, 1/319; el-îzâh, 1/85; el-Mutavvel, s. 37-38; Muktasaru´l-me´ânî, s. 31-33; el-KüHiyyât, s. 414-415; Keşşâfü ıstılâhâti´l-funûn, 1/411-413; Cevâhiru´l-belâğa, s. 53-54 ; İlmü´l-Me´ânî, s. 47-68: ´Vlûmü´l-hetâğa, s. 43; el-Belâğatü´l-vâzıha, s, 139-140; el-Câmi´, s. 38-4] Mu´cemü´l-mustatahâti´l-´arabiyye, s. 157; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-beîâğiyye, s. 478-479; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arahiyye, s. 191-192,337-339; el-Belâğatü´I-´arabiyye, 1/ 166-192; el-Belâğave´n-nakd,s.83; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s, 69; Edebiyat Lügati, s. 49; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 43-44.

[3] el-İlkân, 2/874-875; Miftâhu´l-´ulûm, s. 302-307; el-îzâh, 1/85; el-Mııtavvel, s. 37; Muh-

tasaru´l-me´ânî, s. 31-33; Mu´terekü´l-akrân, 1/319; eî-Külliyyât, s. 197; Keşşâfü ıstılâhâti´l-fünûn, 2/1360; Cevâhiru´l-beîâğa, s. 75; İlmü´l-Me´ânî. s. 69-l;´l!lûmİi´l-bclâğa, s. 59; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 139-140; el-Câmi´, s. 45-46; Mu´cemü´l-mıtsta/ahâti´l-´arabiyye, s. 63; Mu´cemü´l-mustalahâîi´l-beîâğiyye, s. 195-196; Mu´ce-mü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 677- 678; el-Belâğatü´l-´arabİyye, 1/168; el-Belâğa ve´n-nakd, s. 83; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s. 69; Edebiyat Lügati, s. 64-66; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 46-53.

[4] Muhtasaru´l-me´âhî, s. 32; Cevâhiru´l-belâğa, s. 48-52; İlmü´l-Me´ânî, s. 47-68; .

´Ulûmü´l-belâğa, s. 45; Mu´cemü´l-belâğatİ´l-´arabiyye, s. 677-678; Mu´cemul-mustalahâü´l-belâğiyye, s 478-479, 620-621; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 139-140; e/-Belâğatü´I-´arabiyye, 1/ 155

[5] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 137.

[6] eI-Belâgatü´l-vâzıha, s. 137.

[7] Age., aynı yer.

[8] Age., aynı yer.

[9] el-Belâgatül-vâzıha, s. 138-139.

[10] el-Belâgatü´l-vâztha, s. 138-139.

[11] Age., s. 139; Cevâhiru´l-belâğa, s. 49.

[12] el-Câmi s. 38.

[13] O, Ebû Galip Abdulhamid b, Yahya b. Sa´d´dır. Eşsiz bir yazar idi. O, mektupları ve atasözleri edebî sanatlara uygun olarak yazmada hünerli idi. es-Se´âlibî (ÖI.429/1038) onun hakkında şöyle demiş: Yazı Abdülhamid ile başladı ve İbnü?l Amid ile son buldu. Emevilerin son kralı olan Mervan?a katiplik yapmıştır ve o, Hicri 135 senesinde öldürülmüştür.

[14] "el-Betâğatü´l-vâzıha, s. 140-141.

[15] Age, Aynı yer.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 151-155.

[16] el-İtkân, 2/876-879; Delâilü´l-i´câz, s. 528-529; Miftâhu´l-´ulûm, s. 166; ei-îzâh, V9U el-Mutavvel, s.44-45; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 37-39; Mu´terekü´l-akrân, 1/320-323; Keşğâfİİ istilâhâti´l-fünûn, 1/411; Cevâhiru´l-helâğa, s. 54-55; İlmü´l-Me´ânî, s. 50; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 46-47; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 146-147; ehCâmı, s. 38-41; Mıı´cemul-mustalahâti´l-belâgiy-ye, s. 479-482; Mu´cemü´I-belâğati´l-´arabiyye, s-191-193; ei-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/173-1752; el-Belâğa ve´n-nakd, s. 86-90; Ede­biyat Lügati, s.49; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 45.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 156.

[17] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 144.

[18] Ömer b. Abdulaziz b. Mervân b. el-Hakem. O, Emevî halifelerindendir. Salih, dindar olması ve adâleriyle şöhret kazanmıştır. Hicrî 99 yılında halife olmuş ve h. 101(720) de vefat etmiştir. ( bk., Târihu´l-hulefâ´, s. 228-246.; Mu´ce-mü´l-A´tâm, s. 549)

[19] el-Belâgatü´1-vâzıha, s. 144.

[20] Age.. s. 145-146.

[21] Age., s. 144.

[22] Age., aynı yer.

[23] Yahya b. Halit b. Bermek, Hârûn er-Reşîd´in veziridir. O, İran asıllıdır. Fasih konuşan, °gru görüşlü, iyi tedbir alan, cömert bir zat idi. Harun er-Reşîd tarafından hapsedildi. icn 190(806) senesinde ölünceye kadar hapiste kaldı, (bk., Mu´cemü´l-A´lâm, s. 938.)

[24] Harun er-Reşîd, fazileti, fesahati ve cömertliğiyle şöhret bulan Abbasî halifele­rdendir. O, şiiri sevdiği gibi, edebiyatçıları ve islam hukukçularını da severdi. Hicrî 70(786) tarihinde halife oldu. H.193(809) tarihinde vefat etti. (bk., Târihu´l-hulefâ´, s. 228-246; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 908)

[25] el-Belâgatü´I-vâzıha, s. 144.

[26] el-Belâgatul-vâzıha, s. 144.

[27] Meryem suresi. 19/4.; ayrıca bk., Zamehşerî, Keş$âf, 2/405; Sajvetü´t-tefâsîr, 2/217; et-Tefsfrü´l-münîr, 16/50.

[28] el-Belâgatii´I-vâzıha, s. 145-146; Cevâhiru´l-belâğa, s. 55; el-Câmı", s, 39; Mu´cemü´l-mustalahâtî´l-kelâğiyye, s. 480.

[29] el-Belâgatü´l-vâziha, s. 145-146; Cevâhiru´l-belâğa, s. 65; Mıı´cemü´l-musialahân´l-beiâğiyye, s. 480.

[30] el-Belâgatii´l-vâzıha, s. 146.

[31] Künyesi Ebu´l-Esved olan ´Amr b. Gülsüm, Tağlib kabilesindendir. Câhiliyye döne­minde yaşamış "Mu´allaka" şairlerindendir. Miladî 584 te vefat etmiştir, (bk., Kitâbü´ş-şi´r ve´ş-şu´arâ s. 137-139; Mu´cemü´l-A´lâm , s. 561.)

[32] el~Belâgatü´I-vâzıha, s. 145-146; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 481.

[33] cl-Belâgatü´Uvâzıha, s. 146.

[34] Künyesi Ebu´t-Tayyib olan Tahir b. el-Hüseyin, Halife el-Me´mûn´un veziridir. O, ed­ebiyatçı, hikmet sahibi ve cesur bir zat idi. Hicrî 207(822) tarihinde Mcrv şehrinde ve­fat etti. (bk., Mu´cemü´l-A´lâm. s. 362.)

[35] Abbâs, Abbasî halifesi Musa el-Hâdî´nin üçüncü oğludur. Halife el-Emîn, döneminde Küfe valiliğini yapmış. Hicrî 196 (812) de vefat etmiştir.

[36] el~BeIâgaiü´l-vâzıha, s. 146.

[37] Age., aynı yer.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 156-159.

[38] Mu´âviye b. Ebî Siifyân en büyük sahabelerden biri olup aynı zamanda Hz. Peygambe­rin vahiy katipliğini de yapmıştır. Zekası ve siyâsî kabiliyetiyle meşhurdur. Emevı devleti´nin kurucusu ve ilk başkanıdır. Hicrî 60(680) tarihinde vefat etmiştir, (bk., Târihu´l´hulefâ´, s. 194- 205; el-A´tâm, 7/261-262; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 680)

[39] el-Belâgatii´l-vâzıha, s. 147; Cevâhiru´l-belâğa, s. 64.

[40] Aynı eserler, aynı yerler.

[41] el-Belâgatii´1-vâzıha, s. 147.

[42] Age., aynı yer.

[43] Age. aynı yer,

[44] el-Belâgatü´l-vâztha, s. 148; Cevâhiru´l-belâğa, s. 65.

[45] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 148; Cevâhiru´l-belâğa, s. 65.

[46] el-Kavlü´l-ceyyid, s. 233; el-Belâgatü´l-vâzıha, s.148; Cevâhiru´l-belâğa, s. 65.

[47] Ebu´K´Alâ´ künyesi ile şöhret bulan Ahmed b. Abdullah b. Ahmcd, aslen el-Ma´arra´h olup büyük bir şair ve filozoftur. Hicrî 449(1057) tarihinde doğduğu yer olan el-Ma´arrâ kentinde vefat etmiştir.( Bk., el-A´lâm, 1/157; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 49.)

[48] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.148; Cevâhiru´l-belâğa, s. 66.

[49] ibrahim b. Muhammed el-Mehdî, Harun er-Reşîd´in kardeşidir. Hicrî 202 tarihinde Bağdat´ta halife olmuş. Faziletli ve büyük bir edebiyatçı idi. Halifeler içinde onun ka­dar fasîh konuşan ve ondan iyi şiir bilen görülmemiştir. O, 224 (839) tarihin-de"S«m? Men Re´â " (Samarra) şehrinde vefat etmiştir, (bz., el-A´lâm, 1/59-60; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 19.)

[50] el´BelâgatÜ´l-vâzıha, s.148; Cevâhiru´l-belâğa, s. 66.

[51] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 149.

[52] Age., aynı yer.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 160-62.

[53] Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânt,s. 158.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 162.

[54] Fatiha suresi, 1/ 5; ayrıca bk., el-Bürhân, 2/321; eî-hkân, 2/ 876; Mu´terekü´l-eh-ân, 1/320.

[55] Bakara Suresi´ 2/ 228; aynCa bk-´ eUBürhân> 2mO;et-İtkân, 2/ 876; Mu´terekü´l-ekrân, i J2U, Safvetu´t-tefâsîr, 1/147; et-Tefsîrul-münîr, 2/318; Mu´cemü´1-mustaiahâ-ti´i-... hetagıyye, s. 480.

[56] Bakara 2/ 233; aynca bk ^ el_BürMlh 2/320; e/_/rİ43/1| 2/ 8?6; Mu´terekü´l-an 1/320; Safvetü´t-tefâstr, 1/152; et-TefsîrÜ´l-münîr, 2/357; Mucemui-^loiahatn-belâğiyye, s. 480.

[57] Ali imrân suresi- 3/36= aynca bk., ri-Câmi´, s. 39.

[58] Maide suresi, 5/64; ayrıca bk., el-itkan 2/876; Mu?terekül-ekran, 1/320.

[59] Tevbe Suresi, 9/30; ayrıca bak ´el-Bürhân, 2/326; e/-Mön, 2/ 876; Mu´terekü´l-ekrân, 1/320

[60] Meryem suresi, 19/4; ayrıca bk., SaJvetU´t-tefâstr, 2/217; eZ-Cdmi´, s. 39.

[61] Kasas suresi, 28/24; ayrıca bk., SafvetÜ´Hefâsîr, 2/435; et-Tefsîrü´l-münîr, 20/81.

[62] Mesed suresiaynca bk., el-İtkân, 2/876; Mu´terekü´l-ekrân, 1/320; Safvetü´t-tefâsîr, 3/618.

[63] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 163-164.

[64] Miftâhu´l-´ulÛm~elTzâh, 1/92-93; el-Mutavvel, s.46-49; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 38-42; Cevâhiru´l-belâğa, s. 58-59; tlmü´l-Me´ânî, s, 52-54; Vlûmü´l-belağa, s-49-50; el-Belâğatül-vâztha, s. 155-156; el-Câmi s. 42-43; WwV.rm« /-musta!ahâti´l--be!âğiyye, s. 479; el-Belâğa ve´n-nakd, s. 91-95

[65] el-Külliyyât, s. 269; Muhtasaru´1-me´ânî, s. 39-40; Cevâhiru´l-belâğa, s. 60; //m«7-we´â,,f, s. 52-54; VlÛmu´l-belâğa, s. 51-52; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 156; ei-Câmi´, S-42-43; el-BelâğatÜ´l-´arabiyye, 1/178-182.

[66] el-Belâgatü´I-vâzıha, s. 153.

[67] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 153; el-Câmi´, s. 44.

[68] Ahzâh suresi, 33/18.

[69] es-Serî b. Ahmed b. es-Seiî el-Kindî´dir. Künyesi Ebu´l-Hasan´dır. O büyük bir şair ve ediptir. Çocukluğunda babasının dükkanında elbiseleri yamaladığı için ona "er-Reffâ"1 künyesi takılmıştır. H. 366´da Bağdatta vefal etmiştir. (Bk.cl-A´lâm, 3/ 81)

[70] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.154.

[71] Onun adı Abdullah b. Muhammcd b. Ali b. Abdullah b. Abbâs´dır. Abbâsîlerin ilk halifesidir. Hicrî 123 (74i) de Halife oldu. O cömert, güzel ahlak sahibi idi. Enıevîlerden çok sayıda insanı Öldürdüğü için ona, çok kan döken mânasına gelenes-Seffâh" lakabı takıldı. Hicrî 136 (753) le Enbâr´da vefat etti. (Bk., el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 154; el-A´lâm, 4/166.

[72] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 154.

[73] Al-i´İmrân suresi, 3/186.

[74] el-Belâgatü´l-vâztha, s. 154.

[75] el-Külliyyât, s. 269; el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 154.

[76] el-BelâgatÜ´l-vâztha,s. 156.

[77] Age., aynı yer; İlmü´l-Me´ânî, s.49.

[78] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 156; Cevâhiru´l-belâğa, s. 67; el-Câmi´, s. AA; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 53.

[79] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 157.

[80] Age., aynı yer.

[81] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 157.

[82] Age., aynı yer.

[83] Mâjde suresi, 5/67; ayrıca bk., -Belâğatü´l-´arabiyye, 1/186.

[84] Mâjde suresi, 5/67; Belâğatü´l-´arabiyye, 1/186.

[85] En?am Suresi, 6/33.

[86] Kaf suresi, 50/4; ayrıca bk, el-Belağatül-arabiyye, 1/188.

[87] Şems suresi, 91/9; ayrıca bk. el--Belağatül-arabiyye, 1/188.

[88] Tin Suresi 95/1^4; ayrıca bk., el-Betâğatü´l-´arahiyye, 1/188.

[89] Hac Suresi 22/40; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/188.

[90] Yâsufswesi, 12/32; ayrıca bk., el-Belâğatii´l-´arabiyye, 1/188.

[91] Neml Suresi, 27/21; ay´´İCa bk-´ S^tü´t-tefâsîr, 2/410, (Trc.4/380); et-Tefsîrul-münîr, 19/281.; el-Belâsatü´l-´arabiyye, 1/189.

[92] Maide Suresi 5/82; ayrıca bk., el-BelâğatiTl-´arabiyye, 1/189.

[93] Haşr Suresi 59/13; aynCa bk-´ el-Belâsatü´l-´arabiyye, 1/189.

[94] Maide Suresi 5/62; ayrıca bk., el-BelâğatiTl-´arabiyye, 1/189

[95] Maide Suresi 5/80; aynca.bk., et-Tefstrü´l-müntr, 6/275-276; el-Belâğatü´l-´arabiyye,l/l 89.

[96] Nahl Suresi 16/30; aynca bk. el-Belâğatü´l-´arabiyye, l/l 89.

[97] Sajfât suresi, 37/75; ayncabk., el-Belâğatü´l-´ambiyye, 1/189.

[98] j4/-/ ´Imrân suresi, 3/ 62; aynca bk., el-Belâğatü´l- ´arabiyye, 1/189.

[99] İbrahim suresi, 14/39; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, I/I89.

[100] Nâr suresi, 24/44; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/189.

[101] £wm j«rfiH, 42/33; ayrıca bk., Safvetii´t-tefâsîr, 3/142, (trc. 5/459); et-Tefsîrü´l-münîr, 25/67-68.

[102] Hicr suresi, 15/85; Mümmin suresi, 40/59; 7a/nî suresi, 20/15; //acc suresi, 22/7; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/113, (trc.5/401); et-Tefsîrü´l-münîr, 24/147; el-Belâğa-tii´l- ´arabiyye, 1/190.

[103] Sâffât suresi, 31/ 172-173; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâstr, 3/4 , (trc. 5/273).

[104] Saffat Suresi, 37/4 ; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/35. (trc, 5/247); et-Tefsîrü´l-münîr, 23/63; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/190.

[105] KâsfH şuran, 36/3; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/12, (trc. 5f205);et-Tefsîrü´l-münîr, 22/ 291.

[106] Yâsîn suresi, 36/14.

[107] Câsiye suresi, 45/3; ayncabk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/189, (trc.6/51); et-Tefsîrü´l-münîr, 25/249.

[108] Münafikun suresi, 63/1; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/388, (trc. 6/452); et-Tefsîrü´l-münîr, 28/214; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/190.

[109] el-´Âdiyât suresi, 100/ 6, 7, 8; aynca bk., Sajvetü´t-tefâsîr, 3/594; (trc. 7/398); e?-Tefsîrü´l-münîr, 30/368.

[110] Ankebut suresi, 29/5.

[111] Kassas 28/ 20; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 2/435, (trc.4/429); et-Tefsîrü´l-münîr, 20/72.

[112] Neml Suresi 27/73; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 2/422, (trc. 4/401); et-Tefsîrü´l-münîr, 20/22.

[113] Neml suresi, 27/74; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 2/422, (trc. 4/401); et-Tefsîrü´l-münîr, 20/22.

[114] Neml Suresi, 27/77; ayrıca bk., Safretü´t-tefâsîr, 2/422, (trc. 4/40İ).

[115] Hac suresi, 22/66; ayrıca bk., et-Tefsîrü´l-münîr, 17/260.

[116] Hacc suresi, 22/6; aynca bk.. el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/190.

[117] Bakara suresi, 2/ 143; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/190.

[118] hrâ suresi, 17/73; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/190.

[119] Yâsîn suresi. 36/32.

[120] Enfâlsuresi, 8/32; ayrıca bk., el-Bürhân, 2/410; el-Belâğaîü´l-´arabiyye, 1/190.

[121] Mâide suresi, 5/117; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/190.

[122] Al-Kasas suresi. 28/58; ayrıca bk.,el-Belâğatü´l´´arabiyye. 1/190.

[123] Kehf suresi, 18/39; aynca bk., el-Bürhân, 2/409; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/190.

[124] Ahkâf suresi´, 46/23; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, I/190.

[125] Zâriyât suresi, 51/5; aynca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/191.

[126] Sâd suresi, 38/65; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/191.

[127] Sarf jWrej/, 38/ 70; aynca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/191.

[128] Bakara suresi, 2/27; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/191.

[129] S&tf jHrM/, 42/5; ayrıca bk., Sajvetü´t-tefâsîr, 3/147, (trc.5/468); et-Tefsîrü´l-münîr, 25/23.

[130] Yunus 10/62; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, I/I91.

[131] Hûdsuresi, 11/8; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/191.

[132] Tevbe suresi, 9/127; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/192.

[133] KtfnHj.s«rf.î/, 10/3; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/192.

[134] Nisa suresi, 4/79; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/192.

[135] Bakara suresi, 2/195; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/192.

[136] Zümer suresi, 39/36; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, î/192.

[137] Rahman suresi, 55/31; aynca bk., el-Belâğatü´i-´arabiyye, 1/193.

[138] Ali İmrân, ?>IAA aynca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/193.

[139] Nisâ suresi, 4/146; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/193.

[140] Bakara suresi, 2/251; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/193.

[141] Enam suresi 6/33; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, I/I93.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 165-176.

[142] Miftahul ulum s 17M74: e!-Izâh´ W el-Mutavvel, s. 49-50; Muhtasaru´l-me´ânU 164-lfiV- i´flaf!ıru´ı-betâğa, s.60-63; İlmü´I-Me´ânt, s. 60-63; el-Belâğatul-vâzıha, s. ? w, ´ei´BelaSatü´l-´arabiyye, 1/182-185; Vlûmü´l-belâsa, s. 50

[143] Hud Suresi 11/37 ayrıca bk-´ Miftâhu´l-´ulûm, s. 173; c/-/zâ/i, 1/94; el-Mutavvel, s. elagatu´l-´arabiyye, 1/183; İlmü´l-Me´âm, s. 61; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 50.

[144] Muhtasaru´l-me´ânî, s. 41; el-Mutavvel, s. 49-50; el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 163; Cevâhiru´l-belâğa, s. 61; ´Ulûmü´l-helâğa, s. 50; el-Belâğatü´l-´arahiyye, 1/183.

[145] Yûsuf suresi, 12/ 53; ayrıca bk., Miftâhu´l-´ulûm, s. 173; el-îzâh, 1/94; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/183; ´İlmü´l-Me´ânî, s. 61; et-Tefsîrü´l-münîr, 13/5.

[146] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 163; Cevâhiru´l-belâğa, s. 61; et-Tefsîrü´l-münîr, 18/17.

[147] el-Mü´minûn suresi, 23/15.

[148] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 162; ´İlmü´l-me´ânî, s. 62.

[149] Miftâhu´l-´ulûm, s. 174; el-Mutavvel, s. 50; Muhtasaru´l-me´anî, s. 41; el-Kavlü´l-ceyyid, s. 49-50; el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 163; Cevâhiru´l-belâğa, s. 61-62; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/184; ´Ulûmü´l-belâğa,&.51.

[150] el-Kavlü´l-ceyyid, s. 49-50; el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 163-164; Cevâhiru´l-belâğa, s. 62; Ulûmü´l-belâğa, s. 51; el-Belâğatü´l-´arahiyye, 1/184.

[151] el-Bakara suresi, 2/ 163; ayrıca bk., el-îzâh, 1/95.

[152] et-Tefsîrü´l-münîr, 2/58; el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 164; Cevâhiru´l-belâğa, s. 62; İlmü´l-me´ânî, s. 63; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 164-165;´ Ulûmü´l-belâğa, s. 51.

[153] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 162.

[154] Age., s. 164; el-Belâğatâ´l-´arahiyye, 1/185; tlmü´l-Me´ânî, s. 63.

[155] Hacc suresi, 22/1.

[156] el´Belâgatü´l-vâzıha, s. 165.

[157] Age., aynı yer.

[158] el-BeIâgatÜ´l-vâzıha, s. 165.

[159] Tevhe suresi, 9/103.

[160] fhlâs suresi, 112/1

[161] el-BelâSotü´i-vâzıha, s. 166.

[162] Age., ayni yer.

[163] A8e., aynı yer.

[164] el-Belâğatu´l-vâzıha, s. 166.

[165] Delilü´l-Belâgati´l-vâzıha, s. 90.

[166] Age., aynı yer.

[167] Age., s. 91.

[168] Age., aynı yer

[169] 4ge., aynı yer.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 177-182.

[170] el-lzâh. 1/227; el-Kâmus, s. 96; Usânü´l-´ardb, 1/170-171; Şürûhü-Telhıs, 2/234; e-Ta´rîfât, s. 56; Keşşâfü ıstılâhâti´l-fünûn, 2/1360; Cevâhiru´I-belâğa, s. 75; Hmul-Me´ânî, s. 69; Vlûmü´l-belâğa, s. 59-60; el-Belâğatü´l-´arabiyye. 1/222^224; e/-6fl/m , s. 45; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-´arabiy-ye, s. 63; Mu´cemü´l´mustalahâtıl-belagıyye.s. 195; Mu-cemul-belâğati´l-´arabiyye, s. 677-678; £döAi>& L«#a«, s. 64-66; &fc/w>-flf B(7g/ v^ Teorileri, s. 46; Mecâmi´ui´l-edeb, İlm-i Me´ânt, s. 167-168.

[171] el-İzah, 1/227; Şürûhu´t-Telhîs, 2/234; ^/-Möfl, 2/874-875; el-Mutavvel, s.224; ´lbi İiü´l´âî s 7677; Cev c/-/zâA, 1/227; Şürûhut-Telhîs, 2/234; ^/Möfl, 2/8747; ıstılâhâti´l-fünûn, 2/1360; el-Belâğatü´l-´arabiyye, İimü´l-me´ânî, s. 76-77; Cevahırul- 67470 Îiü´lM´â s 6970; ´£//«m«/-ıstılâhâtilfünûn, 2/1360; elBelâğatüyy, helâğa, s. 75-76; el-Belâğatül-vâzıha, s. 167470; Îimü´l-Me´âm, s. 69-70; ´£ ö^a, s. 59-60; eUBelâğaiüVarahiyye, 1/224-225; Mecâmi´u´l-edeb, Ilm-ı Me anı 167-169,181; et-Câmi´, s. 45, 75; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-´arabiyye, s. 63; Mu´cemul-mustalahâti´l-belâğîyye, s. 195; Mu´cemü´l-belâğatİ´l-´arabiyye, s. 677-678; Edebiyat Lügati, s. 64-66; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.46.

[172] Tirmizt, Zuhd2; İbnMâce, Zühd 24; el-Belâgatü´I-vazıha, s. 167.

[173] el-Belâgatü´I-vâztha, s. 167.

[174] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 167.

[175] Age., aynı yer.

[176] Age, aynı yer.

[177] Mu´cemü´l-A´lâm, s, 355.

[178] el-Betâgatü´l-vâzıha, s.168; Mu´cemÜ´I-musıalahâtt´l-belâğiyye, s.196.

[179] Mu´cemü´l-A´lâm, s, 557.

[180] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 168.

[181] Age., aynı yer.

[182] el-Betâgatü´l-vâzıha, s.168; Mu´cemÜ´I-musıalahâtt´l-belâğiyye, s.196.

[183] el-Betâgatü´l-vâzıha, s.16

[184] Age., aynı yer.

[185] Age., s. 170.

[186] Tirmizi, Birr 60; feyzü?l-kadir, 1/222 (No: 223); el-Belağatül-vazıha, s. 170.

[187] Mu´çemü´l-A´lâm, s. 744.

[188] Age., s. 592.

[189] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.170.

[190] Kitâhu´§-şi´rve´ş-şü´arâ,§. 176; el-A´lâm, 2/23; Mu´cemü´i-A´lâm, s.118.

[191] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.171.

[192] Kitâhu´ş-şi´r ve´ş-§u´arâ, s. s. 44; el-A´lâm, 3/52; Mu´cemul-A´lâm, s. 283.

[193] el-A´lâm, 8/82; Mu´cemü´l-A´lâm, s.914.

[194] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 171.

[195] Kitâbuf§-şi´r ve´ş-şu´arâ, s. 31; el-A´lâm, 2/11-J2; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 115 .

[196] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 171.

[197] Age., aynı yer.

[198] Kitâbıı´ş-şi´]- ve´ş-şu´arâ, s. 313; el-A´lâm, 2/225; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 206.

[199] el-A´lâm, 76127; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 804-805.

[200] Kitâbu´ş-şi´r ve´ş-şu´arâ, s. 350; el-A´lâm, 2/339; Mu´cemü´l-A´lâm, s. 246.

[201] el-Belâgatü´l-vâztha, s. 171.

[202] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 183-187.

[203] el ithkân, 2/891; Miflâhu´l-´ulûm, s. 318; ei-Izâh, 1/241; el-Mutavvel, s. 239-240; el-Küîliyyât, s. 177-178; Keşşâfü ıstılâhâti´l-fünûn, 1/68-69; el-Belâğatü´l-vâztha, s.176-180; İlmü´l-Me´ânî, s. 75-77; Vlûmü´l-belâğa, s. 71-72 ; el-Belâğatü´l-´arahiyye, 1/ 228; Cevâhiru´l-belâğa, s. 77-78; el-Câmi´. s. 46-47; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-helâğiyye, s. 184 ; Mıı´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 50; el-Belâğa ve´n-nakd, 1/91-99; Mecâmi´ui´l-edeb, İlm-i M e´ânı, s. 170; Edebiyat Lügati, s. 65; Edebiyat Bilgi ve Te­orileri, s. 48.

[204] Mu´terakü´l-akrân, 1/335; el-İtkân, 2/892-293; Miftâhu´i-´ıtlûm. s. 318; el-Mutavvel, s. 240-241; el-Küiliyyât, s. 179; Keşşâfü ıstılâhâti´l-fünûn, 1/68-69; eî-Belâğatü´l-vâzıha, s. 176-180; hmitl-Meânî, s. 75-77; Vlûmü´l-belâğa, s. 71-72; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/228; Cevâhiru´l-helâğa, s. 77-78; el-Câmi´, s. 46-47; Mu´cemü´l-mustahhâti´l-belâğiyye, s, 184-189; Mu´cemü´l-helâğati´l-´arabiyye, s. 50; el-Bela.ga ve´n-nakd, 1/97-99; Mecâmi´ui´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s. 170; Edebiyat Lügati, s. 65; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 48-49.

[205] Meryem suresi, 19/12; ayrıca bk., Cevâhiru´l-belâğa, s. 78.

[206] MÖr .tw«ı, 24/56; ayrıca bk., 7c´vf/« müşkili´l-Kur´ân, s. 280-281; el-Bürhân, 2/374; W-Mân, 2/892; İlmü´l-me´ânî, s. 75; ´Mu´cemü´l-musîalahâti´l-belâğiyye, s. 184.

[207] Feyzü´l-kadîr, 1/176 (No: 222).

[208] Tirmizî, Birr, 60; Feyzü´l-kadîr, 1/222 (No: 223).

[209] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 176.

[210] Talak suresi, 65/7.

[211] KureyS suresi, 106/ 3-4; aynca bk., İlmul-Me´ânî, s. 76.

[212] Bakara Suresi 2/ 282; ayrıca bk., el-Câmi´, s. 46.

[213] Hac suresi, 22/29.

[214] EbûDâvûd, Salât, 28,34, 36, 46, 208; Tirmizî, Salât 149; İhn Mâce, İmamet 50; el-Câmi s. 47.

[215] Mâide suresi, 5/105; ayrıca bk., Mu´cemü´i-mustalahâti´l-belâğiyye, s, 184; Cevâhirul-belâğa, s. 78 .

[216] Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 50.

[217] Mu´cemü´î-mustalahâti´-î-belâğiyye, s. 184-185.

[218] Cevâhiru´l-belâğa, s. 78 .

[219] Bakara suresi, 2/83.

[220] Mülk suresi, 67/11; ayrıca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/230.

[221] el-îzâh, 1/241 -243; Mu´terakü´l-akrân, 1/335; el-İtkân, 2/ 892-894; el-Mutavvel.^-240-241; Miftâhu´l-´ulûm, s. 318; el-Köliiyyât, s. 178-179; Keşsâfü ıstılâhâti´l-fönûn. 1/ 71; el-Belâğatul-vâzıha, s. 379; İlmü´l-Me´Ûnî, s. 77-79; Uiûmü´l-beîâğa, s. 71-72; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/231-239; Cevâhiru´l-belâğa, s. 78-79; el-Câmi´, s. 46-47; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 184-188; el-Belâğa ve´n-nakd, I/99-10I; Mecâmi´ul-edeh, İlm-i Me´ânî, s. 178-179; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 48-49.

[222] el-Külliyyât, s. 179.

[223] Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.48.

[224] Mecâmi´u´hedeh, İlm-i Me´ânî, s,. 177.

[225] Nemi suresi, 27/19.

[226] Taha Suresi, 20/25-28.

[227] Nuh suresi, 71/ 28; ayrıca bk., el-İzâh, 1/243; Mu´terakü´l-akrân, 1/335; el-İtkân, 2/; el-Mutavvel, s. 241.

[228] el´Belâgatü´l-vâziha, s. 176.

[229] ´Ulûmü´l-belâğa, s. 72.

[230] Tâhâ suresi, 20/29.

[231] Mu´cemü´l-A´lâm, s. 115; el-A´lâm, 2/11-12.

[232] el-Kavlü´l-ceyyid, s. 421,435, 513; el-Belâgatü´l-vâzıha. s. 177; el-Câmi s.52.

[233] Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.49.

[234] /-/zâA, 1/243; el-Külliyyât, s. 179; el-Kavlü´l-ceyyid, s. 185, 426; el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 177; İlmü´l-Me´ânî, s. 78; el-Belâğatü´î-´ambiyye, 1/233; el-Câmi s. 50; Cevâhiru´l-belâğa, s. 79; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 188.

[235] Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.48.

[236] Enam Suresi 6/135; ayrıca bk., el-Keşşâf, 1/529; Sajvetu´t-tefâsir, 2/458, (trc. 4/ 476); et-Tefsîrü´l-münîr, 8/52-53.

[237] En?am Suresi , 6/158; ayrıca bk., el-hkân, 2/ 892; Sajvetü´t-tefâsîr, 1/432; et-Tefsîrü´l-münîr,8/U2.

[238] Zümer Suresi, 39/8; ayrıca bk., Safvetu´t-tefâsir, 3/90, (trc.5/354); et-Tefsîml-münîr, 23/255; et-Tefsîrü´l-münîr, 23/255.

[239] Fussilet suresi, 41/140; ayrıca bk., 7e´vf/tf müşkili´l-Kur´ân, s 280; el-îzâh, 1/242; e/-B«rAâ«, 2/ 25; Muterakul-akrân, 1/335; el-hkân, 2/ 892; el-Mutavvel, s. 240; W-Külliyyât, s. 179; Safvetü´t-tefâsîr, 3/130; (trc. 5/434); et-Tefsîrü´l-münîr, 24/239; Cevâhiru´l-belâğa, s. 78; İlmü´l-Me´ânî, s. 81; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 188.

[240] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.178; el-Belâğatü´i-´arabiyye, 1/229; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye,s. 187.

[241] Sato,-a jurcjI-t 2/23; ayrıca bk., e/-/zd/ı, 1/242; el-İtkân, 2/ 892; el-Mutavvel s.240; Safvetü´t-tefâsîr; 1/43; et-Tefsîrü´l-mümr, 1/100.

[242] Ali İmrân suresi, 3/ 168; ayrıca bk., el-Bürhân, 2/25.

[243] Rahman suresi, 55/ 33; ayrıca bk., Safvetu´t-tefâsir, 3/303, (trc.6/283); et-Tefsîrü´l- mü nîr, 27/212.

[244] el-Belâga, s. 14.

[245] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.177; İlmü´l-Me´ânî, s. 80; Cevâhiru´l-belâğa, s. 81; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 188.

[246] Tûr suresi. 52/16; ayrıca bk., et-îzâh, 1/241; Mu´terakü´l-akrân, 1/336; el-İtkân, 2/ 892; el-Mutavvel, s. 241; el-Külliyyât, s. 179; et-Tefsîm´l-münîr, 27/55; Cevâhiru´l-belâğa, s. 79; el-Câmi´, s. 49; İlmü´l-Me´ânî, s. 81; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 187.

[247] Tevbe suresi, 9/80; ayncabk.,»S´fl/v£fü´Me/ff,îfr, 1/556; et-Tefsîrü´l-münîr, 10/325.

[248] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 177; İlmü´l-Me´ânî, s. 81; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/229, 234; el-Câmı", s. 52; Mu´cemü´l´mustalahâti´l-belâğiyye, s. 187.

[249] Yûnus suresi, 10/80; ayrıca bk.,
[250] Hûd suresi, U/32; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 2/14 (trc.3/94)

[251] Bakara suresi, 2/65; ayrıca bk., Mu´terakü´l-akrân, 1/335; e/-/2â/*, 1/242; el-Mutavvel, s- 240; Safvetü´t-tefâsîr, 1/65; et-Tefsîrü´l-münîr, 1/180; Mu´cemÜ´l-mustalahâtİ´l-belağiyye, s.187.

[252] SaW i«,-«/, 2/187; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 1/122-123 ; Cevâhiru´l-belâğa, s./S, el-Camı´, s. 87; Ulûmü´l-belâğa, s. 72; İlmü´l-Me´ânî, s. 80; Mu´cemü´l-mustala-natıl-belâğiyye, s. 185.

[253] Nur Suresi, 24/33. aynca bk-ı reV-/zV- mü§kHn.Kur´ân^ s 280; Mu´terakü´l-akrân, Mlel´llkân- 2/892> el-Külliyyât, s. 179; İlmü´l-Me´ânî, s. 81; Mu´cemü´l-mustala-natı l-belâğiyye, s. 185.

[254] Cuma Jw.ejI-t 62/i0; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/ 381; et-Tefsîrü´l-münîr, 28/195; Mucemü´l-mustalahâti´l-helâğiyye, s. 185.

[255] Isrâ suresi, 17/50; aynca bk., e/-/^, 1/242; el-İtkân, 2/892; el-Mutavvel, s. 240; zafvitu´t-tefâsîr, 2/168; et-Tefsîrü´l-münîr, 15/92; Cevâhiru´l-belâğa, s. 79; c/-aelâgatü ve´n-nakd, 7/100; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-helâğiyye, s. 186.

[256] Duhân suresi. 44/49; ayrıca bk., Mu´terakul-akrân, 1/335; el-hkân, 2/892; el-fzâh, 1/242; ei-Küîiiyyât, s. 179; Safvetu´t-tefâsir, 2/582, (trc. 5/188); et-Tefsîril´l-münîr, 25/234.

[257] 5a/wra ,î«ra/, 2/111; ayrıca bk., e/-/r^, 3/85; Safvetü´t-îefâsîr, 1/89; et-Tefsîrü´l-münîr, 1/274.

[258] Nebe´suresi, 78/30; ayrıca bk., Safvetu´t-tefâsir, 3/511, (trc. 7/194-195); et-Tefstrul-miinîr, 30/15.

[259] Bakara suresi,2/2%!´, aynca bk., el-İtkân, 2/ 892; Safvetü´t-tefâstr, 1/ 177-178; c/- Câmi´, s. 48; Mu´cemü´l-mustalahâü´l-bcîâğiyye, s. Î86.

[260] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 176; el-Belâgatü´l-´arabiyye, 1/229; İlmü´l-Me´ânî, s. 76.

[261] TaIak suresi, 65/2; aynca bk., 7>´ı-77w müşkili´l-Kur´ân, s. 280; Mu´cemü´1-mustala-hâti´l-belâğiyye,s. J86-187.

[262] Nisâ suresi, 4/34; ayrıca bk., 7"e´v/7H müşkili´l-Kur´ân, s. 280; Mu´cemü´l-mustatahâti´l´

belâğiyye, s. 187.

[263] Buhârî, Et´ime 2-3; Müslim, Eşribel08-109; Ebû Dâvud, Et´ime 20; İbn Mâce, Eî´ime ByTirmizî, Et´ime-47; Nesâî, Nikâh 84; Dârimî, Et´ime 1, 15; Muvatta´, Sıfatü´n-nebî 32; Cevâhiru´i-belâğa, s. 79; ´Ulûmü´l-belâğa, s.72.

[264] Meryem suresi, 19/38; aynca bk., el-İtkân, 2/ 893; Safvetü´t-tefâsîr, 2/217; et-Tefsîrul-müntr, 16/87-88.

[265] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 177; el-Belâğatü´l~´arabiyye, 1/229; Cevâhiru´i-belâğa, s. 81.

[266] Mu´cemü´l-a´lâm, s. 67; el-A´/âm, 1/215.

[267] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.180; İlmü´l-Me´ânî, s.79.

[268] İtfz ££fen eserler, aynı yerler..

[269] Adı geçen eserler, aynı yerler.; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 74.

[270] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 180; Cevâhiru´l-belâğa, s. 80; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 73.

[271] el-Belâgatü´l-vâzıha, s.180.

[272] Age., aynı yer; İImÜ´l-Me´ânî,s.79.

[273] İbrahim suresi, 13/30; el-İtkân, 2/892.

[274] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 180; İlmü´l-Me´ânî, s.77.

[275] Adı geçen eserler, aynı yerler ; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/230.

[276] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 181.

[277] Age., s. 182.

[278] el-Belâgatü´l-vâzıha, s. 182.

[279] Age., aynı yer;

[280] Delilü´l-Belâgatü´l-vâzıha, s. 97.

[281] A^e., s. 98.

[282] 4g£., aynı yer.

[283] Age., aynı yer.

[284] Age., s. 97.

[285] Age., aynı yer.

[286] Delilü´l-Belâgatü´l´vâzıha, s. 97.

[287] Age., s. 98.

[288] Age., s. 97.

[289] Age.,s. 98.

[290] Age., aynı yer.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 188-200.

[291] el-Kâmus, s. 1728; Lisânü´l-´arab, 15/343; Mu´cemü´l-mekâyis fi´l-luğa, s. 999; el-İtkân, 2/893; Miftâhu´l-´utûm, s. 320; el-İzâh, 1/244; el-Mutavvel, s. 241-242; el-Külliyyât, s. 903-904; Kessâfü ıstılâhâti´l-fünûn, 1/ 1438-1439; el-Belâğatü´l-vâzıha, s.187; İlmü´l´Me´ânî, s. 83-84; Vlûmü´l-belâğa, s.74; el-Belâğatul-´ambiyye, 1/228-231; Cevâhiru´l-belâğa, s. 82-83; el-Câmi´, s. 53-54; Mu´cemü´l-mustalahâti´t-´arabiyye, s. 694; Mu´cemii´l-mustala-hâti´l-belâğiyye, s. 667; el-Belâğa ve´n-nakd, s. 99; Mecâmi´ul-edeh, İlm-i Me´ânî, s. 176-177; Edebiyat Lügati, s. 65; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 50.

[292] Bakara suresi, 2/188; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 1/125.

[293] Al-i İmrân suresi, 3/ 118; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 1/225; et-Tefsîrü´l-münîr, 4/45; el´Belâğatul-´arabiyye, 1/231.

[294] el-En´âmsuresi, 6/ 152; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 1/428-429; et~Tefsîrul-münîr,8/9S.

[295] el-A´râfsuresi,7/85; ayrıcabk., Sajvetü´t-tefâstr, 1/458.

[296] Nûr suresi, 24/22; ayncabk., Safveîü´t-îefâsîr, 2/33; et-Tefsîrü´l-münîr, 18/171.

[297] Mu´cemü´l-A´lâm, s. 49.

[298] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 185; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/231; İlmü´l-Me´ânt, s. 86; Cevâhiru´l´belâğa, s. 85.

[299] Bakara suresi, 2/282; ayrıca bk., Safvetü´î-tefâsîr, 1/178; et-Tefsîrü´l-münîr, 3/105; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 667.

[300] MS/de jmtmı, 5/101; aynca bk., el-İtkân, 2/893; el-Külliyyât, s. 904; Safveîü´t-iefâsîr, 1/368; et-Tefsîrü´l-münîr, 7/79-80.

[301] Mu´cemü´l-A´lâm, s. 838.

[302] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 185.

[303] Bakara suresi, 2/286; ayrıca bk., el-Külliyyât, s. 904; Sajvetü´t-tefâstr, 1/181; Cevâlı.irul´bdâSa, s. 83; ´İlmü´l-me´ânî, s. 84; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/232.

[304] Ali ´Imrân suresi, 3/8; aynca bk., Mu´terakÜ´l-akrân, 1/337; el-İtkân, 2/893; Saf- Çtu´Mefâsîr, 1/185.

[305] Ali ´Imrân suresi, 3/194.

[306] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 185; aynca bk., el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/231; İlmü´l-Me´ânî,s- 85.

[307] Tâhâ suresi, 20/94; ayrıca bk., Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 667.

[308] Mu´cetnü´t-A´lâm, s. 804-805.

[309] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 185.

[310] el-BeIâğatü´l-vâzıha, s. 186; el-Belâğaîü´l-´arabiyye, 1/231; İlmü´l-Me´ânî, s. 87;

´Ulûmü´l-belâğa, s. 74; Cevâhiru´l-belâğa, s. 84; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 668.

[311] Bakara suresi, 2/42; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 1/53-54; et-Tefsîrü´l-münîr, 1/148; Cevâhiru´l-belâğa, s. 84; Ulûmü´l-belâğa, s. 75; el-Belâğaîü´l-´arabiyye, 1/236.

[312] Mucurât suresi, 49/11; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâstr, 3/235.

[313] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 186.

[314] Tevbe Suresi, 9/66´ ayrıca bk-´Mutarekul-akran 1/337; e/VAhte, 2/894; el-Külliyyât, U4; Safvetü´t-tefâsîr, 1/546; Cevâhiru´l-belâğa, s. 83; Mıı´cemii´l-mustalahâtVl-nelagtyye, s. 668.

[315] el-izah, 1/244; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 186.

[316] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 186.

[317] Mü´minûn suresi, 23/108; ayrıca bk. Mu´terakû´l-akrân, 1/337; e/-Mâfl 2/894" W-vetut-tefâstr, 2/321.

[318] Ali İmran suresi, 3/169; ayrıca bk., Mtı´terakü´l-akrân, 1/337; el-İtkân, 2/893;
Safvetü´t-tefâsîr, 1/244; Cevâhiru´l-belâğa, s. 83.

[319] İsrâ suresi, 17/37; aynca bk., Mu´terakü´l-akrân, 1336; el-İtkân, 2/893; Safvetul-tefâsîr, 2/159-160; et-Tefsîrü´l-münîr, 15/76; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/236.

[320] Tur suresi, 52/16; ayrıca bk., el-İtkân, 2/893.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 201-206.

[321] el-Kâmus.s, 1479; Lisânul-´arab, 16/459; Miftâhul-´ulûm, s. 308; el-îzâh, 1/288 el-Mutavvel, s. 226; Muhtamru´l-me´ânî, s. 197; Mu´terakü´l-akrân, 1/327; el-İtkân, 21 883; el-Külliyyât, s. 97; Keşşâfü ıstılâhâti´l-fünûn, 2/ 1 55;eUBelâğatü´l-vâzıha, s. 194; Ilmü´l-me´ânî, s. 88; Cevâhiru´l-belâğa, s. 85; el-Câmi´, s. 57; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 61-62; eUEelâğatü´l-´arabiyye, 1/258; Mecâmi"u´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s.171-172; e/-Se/öğo ve´n-nakd, 1/103-105; Mu´cemÜl-mustatahâti´I-´arabiyye, s. 30-31; Mu´cemü´l-mustalahâü´l-betâ-ğiyye, s. 108-109; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 523; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 46.

[322] Miftâhu´l-´ulûm, s. 308; e/-/z<3/7, 1/228; el-Mutavvel, s. 226; Muhtasaru´l-me´anî, s. 197, 198; el-Külliy-yât, s. 97; el-Belâğatii´l-vâzıha, s. 194; İlmü´l-Me´ânî, s. 89; Cevâhiru´l-belâğa, s. 85-86; el-Câmi´, s. 58-59; VlûmıTl-belâğa, s. 62; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/258-261; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s. 172-173; Mu´cemü´l´belâğati´i-´arabiyye, s. 523; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 47.

[323] Miftâhu´l-ıulûm, s. 308; c/-/z<î/i, 1/228; el-Mutavvel, s. 226; Muhta.saru´1-me´ânî, s. ı9%; el-Câmi´, s. 57.

[324] Miftâhu´l-´ulûm, s. 308; el-îzâh, 1/228; el-Mutavvel, s. 226; Muhtasaru´l-me´ânî,s. 197-198; el-Külliyyât, s. 99; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 194; İlmü´l-Me´ânî, s. 88-90; Cevâhinı´l-belâğa, s. 88-89; el-Câmi´, s. 58; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 63; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/259-261; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-i Me´ânî, s.172-173; eî-Belâğa ve´n-nakd, 1/105; Mu´cemü´l-belâğati´I-´arabiyye, s. 523; Mu´cemü´l-mustalahâti´î-belâğiyye, s. 109; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 46.

[325] Miftâhu´l-´ulûm, s. 308; el-îzâh,,1/229; el-Mutavvel, s. 226; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 199; el-Külliyyât, s. 99; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 194; İlmü´l-Me´ânî, s. 91-92; Cevâhiru´I´helâğa, s. 88-89; el-Câmi´, s. 58; Vlûmul-belâğa, s. 63-64; ei-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/261-263; el-Belâğa ve´n-nakd, 1/105; Mu´cemü´l-belâğati´I-´arabiyye. s-523; Mu´cemÜ´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 109.

[326] el-îzâh, 1/230; el-Mutavvel, s. 231; Muhtasaru´l-me´âm, s. 203; İlmü´l-Me´ânî, s. 92

[327] el-Belâğa, s. 16.

[328] el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/263; Cevâhiru´l-belâğa, s. 90; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 64-65.

[329] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 192; Cevâhiru´l-belâğa, s. 86- 88.

[330] el-Mutavvel, s. 227; Muhtasarıı´l-me´ânî, s. 198-199; İlmü´l-Me´ânî, s. 93; Cevâhiru´l-belâğa, s. 86; Vlûmü´l-belâğa, s. 62.

[331] Cevâhiru´l-belâğa, s. 87.

[332] İlmü´l-Me´ânî, s. 93; Cevâhiru´l-belâğa, s. 87.

[333] Cevâhiru´l-belâğa, s. 87.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 207-210.

[334] Miftâhu´l-´ulûm, s. 308-310; el-îzâh, 1/228; el-Mutavvel, s. 226; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 197; Mu´terakü´l-akrân, 1/327; el-İtkân, 2/883; el-Külliyyât, s. 99; el-Belâğaîü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 93; Cevâhiru´l-belâğa, s. 91; el-Câmi s. 57; Vlûmü´l-helâğa, s. 62-65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/258; el-Belâğa ve´n-nakd, 1/ 106-107; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 109; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s- 523; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 46.

[335] Miftâhu´l-´ulûm, s. 311; el-îzâh,/232; el-Mutavvel, s. 233; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 205; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 93; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; e/-CâmV, s. 59; Vlûmü´l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/265; Mu´cemü´l-mımalahâti´l-belâğiyye, s. 109; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 523.

[336] Miftâhu´l-´ulûm, s. 310; e/-/zâ£, 1/230-231; el-Mutavvel, s. 232; Muhîasarul-me´ânî, s. 205-206; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 94; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; el-Câmi´, s. 59; Vlûmü´l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/263; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 109; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 523.

[337] Miftâhu´l-´ıdûm, s. 313; el-hâh, 1234; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 206; el-Belâğatü´1´vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 94; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; e/-Câmı", s. 59; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/265; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-helâğiyye, s. 109; Mu´cemul-helâğati´l-´arabiy-ye, s. 523.

[338] - Buhârî, İmân 37; Müslim, İmân 1; EbûDâvûd, Sünnet 16; Tirmizî, İmân 4; Nesâî, İmân

5; /7;/7 Mîce, Mukaddime 9; /lAmcrf £. Hanhel, I, 52,11, 326.

[339] 7eVf/w müskili´l-Kur´ân, s. 522; Miftâhu´l-´ulûm, s. 313; el-hâh, 1/234; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 207; el-Belâğatü´l-vâzıha, s.196; İlmü´l-Me´ânî, s. 94-95; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; el-Câmi´, s. 59; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/265-266; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-helâğiyye, s. 109-110; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 523.

[340] A´râf suresi, 7/187; aynca bk., İlmü´l-Me´ânî, s. 95; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/266.

[341] Kıyâmet suresi, 75/6; ayrıca bk., el-hâh, 1/234; İlmü´l-Me´ânî, s. 95; ´Ulûmü´l-belâğa, s.

65; el-Belâğatü´l-´arabİyye, 1/266; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 109-110.

[342] Te´vîlü müşkilil-Kur´ân, s. 520; Miftâhu´l-´ulûm, s. 313; e/-/zâ/î, 1/233; el-Mutavvel, 234; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 206; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 95; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; el-Câmi´, s. 60; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/266; Mıı´cemü´l-mustalahâü´l-belâğiyye, s. 109; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 523.

[343] Miftâhu´l-´ulûm, s. 313; el-hâh, 1/234; İlmü´l-Me´ânî, s. 95: Muhtasaru´l-me´ânî, s. 206; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 95; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; t´/-Cfî/m´, s. 60; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/266-267; Mu´cemii´l-mustalahâti´l-belâğîyye, s. 109; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 523.

[344] 7Vvf/« müskiti´l-Kur´ân, s. 525; Miftâhu´l-´ulûm, s. 313; el-hâh, 1/234; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 207; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 95; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; el-Câmi´, s. 60; ´Ulûmü´l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/267; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 109; Mu´cemü´l-belâğati´l-´arabiyye, s. 523.

[345] Bakara suresi, 2/259; ayrıca bk., Cevâhiru´l-belâğa, s. 92; Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 109.

[346] Bakara suresi, 2/223; ayrıca bk., Miftâhu´l-´ulûm, s. 313; el-hâh, 1/234; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru´l-me´ânî, s. 207; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/268.

[347] Meryem jHre«, 19/37; aynca bk., ATe^#; I, &7; el-îzâh, 3/67; el-hâh, 1/234; <>/-Mutavvel, s. 234; Cevâhiru´l-belâğa, s. 93; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/267; Mu´cemul-mustalahâti´l-belâğiyye, s. 109.

[348] Miftâhu´l-´ulûm, s. 312; el-îzâh, 1/233; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru´l-me´â-nî, s. 206; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 95; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92;/?/-Câmi´, s. 60;´Ulûmü´l-belâğa, s. 65-66; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/268; Mu´cemü´l-mustalahûti´l-belâğiyye, s. 109; Mu´cemü´l-kelâğati´l-´arabiyye, s. 523.

[349] Kehf suresi, 18/19; ^-/zâA, 1/233.

[350] Miftâhu´l-´ulûm, s. 312; el-îzâh, 1232; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru´l-me´â-nî, s. 206; el-Beiâğatü´l-vâzıha, s. 196; İlmü´l-Me´ânî, s. 95; Cevâhiru´l-belâğa, s. 92;
[351] Meryem suresi, 191 73; ayrıca bk., el-îzâh, 1/232; el-Mutavvel, s. 234. Meryem suresi, 191 73; ayrıca bk., el-îzâh, 1/232; el-Mutavvel, s. 234.

[352] el-îzâh, 1/230; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 196.

Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 211-214.

[353] Miftâhu´l-´ulûm, s. 313-315; el-îzâh, 1/234; el-Bürhân, 2/328-347; Mu´terakü´l-akrân, 1/328-335; et-İtkân, 2/884-890; el-Mutavval, s. 235-236; Muhtasaru´l-me´ânl s. 207-212; el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 199; İlmü´l-Me´ânî, s. 95-110; Cevâhiru´l-belâğa, s. 93-96; el-Câmi s. 60-64; Vlûmü´l-belâğa, s. 66-68; el-Belâğatü´l-´arabiyye, 1/269-303; Mecâmi´u´l-edeb, İlm-iMe´âm, s.172-173; Mu´cemü´l-musialahati´l-belâğiyye, s. 110.

[354] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 197; İlmü´l-Me´ânî, s. 97; Mu´cemü´l-mustalahati´l-belâğîyye, s. 116.

[355] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 197.

[356] Age., aynı yer ; Ilmü´l-Me´ânî, s. 99.

[357] el-Belâğaîü´l-vâzıha, s. 91;Cevâhirü´l-heîâğa, s. 100.

[358] el-Belâğatü´l-vâzıha, s. 197; /Imiİ´I-Me´ânî, s. 99.

[359] Age., aynı yer ; İlmu´l-Me´ânî, s. 100.

[360] Age., aynı yer; İlmü´l-Me´âm, s. 101.

[361] el-Belâğatü´l-vâzıha,s.9H-, Mu´ccmül-mustalahâtil-belâğiyye s 113.

[362] Şuara suresi, 26/136.

[363] Araf suresi 7/53; ayncabk-.Bü>/tfıi, 2/341; Mıiterakü´l-akrân, 1/332; eUİtkân 2/ -Bela8atü´l-vaZIha,s. Mu´cemü´l-mustalahâti´l-belâğiyye s 115.

[364] Saf suresi, 61/ 10; ayrıca bk., Mu´terakâ´l-akrân, 1/331; câ, 2/888; el-BelâSa-zıha, s. 198

[365] Bakara suresi, 2/ 6; aynca bk., el-Külliyyât, s. 98; Cevâhiru´l-belâğa, s. 93.

[366] Rahman suresi, 55/ 60; ayrıca bk., Safi´etü´t-tefâsîr, III, 301; İlmü´l-me´ânî, s. 96; Mu´cemü´l-mustalahâii´l-belâğiyye, s. 116.

[367] Enâm suresi, 6/40.

[368] Zümer suresi, 39/36; ayrıca bk., el-Mutavvel, s. 237.

[369] Mâide suresi, 5/91; ayrıca bk., Cevâhiru´l-belâğa, s. 93.

[370] Ali ´İmrân suresi, 3/ 20.

[371] Tevbe suresi, 9/13; aynca bk., Cevâhiru´l-belâğa, s. 93.

[372] Saf suresi, 61/10.

[373] Bakara suresi, 2/255; aynca bk., el-Bürhân, 2/37; Mu´terakü´l-akrân, 1/332; el-İtkân,el-Küttiyyât, s. 99.

[374] el-Furkân suresi, 25/41; ayrıca bk.,el-Külliyyât, s. 99.

[375] Bakara suresi, 2/28; aynca bk.,el-Bürhân, 2/344; Mu´terakü´l-akrân, 1/330; el-İtkân, 2/886; el´Külliyyât, s. 98.

[376] Bakara suresi, 2/44; aynca bk., Mu´terakü´l-akrân, 1/330; el-İtkân, 2/886; el-Câmi´ s 61.

[377] el-Mücâdele, 58/14; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/345, (trc. 6/365); et-Tefsîrü´l- müntr, 28/50.

[378] Haşr suresi, 59/11; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/357,(trc. 6/390); et-Tefsîrü´l-miinîr, 28/94.

[379] Alak Suresi, 96/9-10; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsir, 3/584, ftrc. 7/369); et-Tefsîrü´l-münîr, 30/322.

[380] Alak suresi, 96/11; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsir, 3/5S4, ftrc. 7/369); et-Tefsîrü´t-münîr, 30/322.

[381] Zelzele suresi, 99/3; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsir, 3/592, (trc. 7/390); et-Tefsîrü´l-münîr, 30/358.

[382] Secde suresi, 32/ 26, 27; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 2/508, (trc. 5/52).

[383] Fâtir suresi, 35/40; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 2/582, (trc. 5/188); et-Tefsîrü´l-münîr, 22/276.

[384] Fârir suresi, 35/40; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 2/582, (trc. 5/188); et-TefsTrü´l-münîr, 22/276.

[385] Yâsîn suresi, 36/23; ayrıca bk.,Sajvetü´t-tefâsîr, 3/12, (trc. 5/205); et-Tefslrü´l-mümr, 22/300.

[386] Yâsîn suresi,, 36/35; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/26, (trc. 5/229).

[387] Yâsîn suresi, 36/62; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/26, (trc. 5/229); et-Tefsîrü´l-münîr, 23/35.

[388] Hücürât suresi, 49/16; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/239, (trc. 6/151); et-Tefsîrü´l-münîr, 26/267.

[389] Necim suresi, 53/21-22; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/281, (Trc.6/235); et-Tefsîrü´l-münîr, 27/107.

[390] Mülk suresi, 67/8; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/422, (trc. 6/519); et-Tefsîrü´l-münîrt 29/14.

[391] Me´âric suresi, 70/38; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/448, (trc. 7/61); et-Tefsîrü´l-münîr, 29/127.

[392] Kıyâmet suresi, 75/36; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/488, (trc. 7/147); et-Tefsîrü´l-münîr, 29/270.

[393] Kiyâmet suresi, 75/3; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/488, (trc. 7/147); et-Tefsîrü´l-münîr, 29/252.

[394] İnfitâr suresi, 82/6; ayncabk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/529, (trc. 11239); eî-Tefsîrü´1-münîr, 30/97.

[395] Beled suresi, 90/5; ayrıca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/563, (trc. 7/319); et-Tefsırü´l-mümr, 30/243.

[396] Beled suresi, 90/5; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/563, (trc. 7/319); et-Tefstrü´J-müntr, 30/243.

[397] Mürselât suresi, 77/20; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/505 (trc. 7/181); et-Tefsîrü´l- mümı29/3lS.

[398] Mürselât suresi, 77716; ayrıca bk., Mu´terakiıî-akrân, 1/331; el-İtkân, 2/ 887; Sflfvetü´t-tefâsîr, 3/505 (trc. 7/181); et-Tefsîrü´l-münîr, 29/318.

[399] fnşirâh suresi, 94/1; aynca bk., el-Bürhân, 2/332; Muterakü´l-akrân, 1/329; el-İtkân, 2/885; Sttfvetü´t-tefâsîr, 3/576, (trc. 7/350); et-Tefsîrül-münîr, 30/292.

[400] Beled suresi, 90/8-9; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/563, (trc. 7/319); et-Tefsîrü´l-münîr, 30/248.

[401] Fecir suresi, 89/6; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/559, (trc. 7/308); et-Tefsîrü´l-münîr, 30/222.

[402] Tin suresi, 95/8; aynca bk., Safvetü´t-tefâsîr, 3/579, (trc. 7/359); et-Tefsîrü´l-münîr, 30/303.

[403] Târık suresi, 86/2; ayrıca bk. Safvetü´t-tefâsîr, 3/546, (trc. 7/279); et-Tefsîrü´l-münîr, 30/174.

[404] Kâria suresi, 101/1-3; aynca bk. el-Küliiyyât, s. 98.

[405] Sehe´ suresi, 34/7; ayrıca bk. Safvetü´t-tefâsîr, 2/549, (Trc.5/127); et-Tefsîrü´l-münîr, 22/143.

[406] Secde suresi, 32/10; Safvetü´t-tefâsîr, 2/508, (Trc. 5/52); et-Tefsîrü´l-münîr, 21/195.

[407] Hûd suresi, 11/87; ayrıca bk., el-îzâh, 1/240; el-Külliyyât, s. 98.

[408] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 215-223.